Üst Kurul Başkanı Ebubekir ŞAHİN’in gündem dışı olarak;
İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nın 04.02.2020 tarih ve 189 sayılı “HABER TÜRK” konulu yazısının görüşülüp karara bağlanmak üzere gündeme alınmasını öneriyorum."
Şeklindeki beyanına istinaden yapılan oylamada, konunun gündeme alınmasına Üst Kurul Üyesi Ali ÜRKÜT’ün karşı oyu ve oy çokluğu ile karar verilerek görüşmelere geçilmiştir.
İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 04.02.2020 tarih ve 189 sayılı yazısına konu HABER TÜRK logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 24.01.2020 tarihinde saat 21:00’da yayınladığı “Deprem Özel Yayını"na ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, 24.01.2020 tarihinde saat 20:55’de Elazığ ve Malatya’da meydana gelen deprem sonrası HABER TÜRK logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun saat 21:00’dan itibaren yayınladığı "Deprem Özel Yayını”nda, “-Ben şu konuya değinmek istiyorum. Türkiye’de depremle mücadele konusunda ne yazık ki başarısız bir ülkeyiz. Bunun da temel nedeni depremle mücadele konusundaki yanlış politikamızdır. Nedir bu yanlış politika deprem öncesine değil deprem sonrasına ağırlık veren bir politika. Yani depremler olduktan sonra depremzedelerimize nasıl yardım ederiz, onların yıkılan evlerini yeniden yaparız, Kızılay çadır, battaniye, aş götürür ve depremzedelerimizin mağduriyetini gidermek için çalışırız. Bu konuda 99 depreminden sonra bir miktar yol alınmıştır onu da inkâr etmiyorum ama çağdaş ülkelerde depremle mücadelede esas olan deprem sonrası olan değil deprem öncesidir. Yani deprem öncesi zarar azaltma politikasıdır. Deprem olmadan önce alacağımız önlemler ile olası bir depremin oluşturacağı zararları azaltmak minimuma indirmek politikasıdır. Biz bunu yapmadığımız için deprem sonrası mücadelede de başarılı olamıyoruz. Çünkü deprem öncesi mücadelede başarılı olursak deprem sonrası mücadelede de daha etkin olabiliriz, çünkü daha az zarar olacaktır. Dolayısıyla daha etkili mücadele yapılabilmektedir. Şimdi 99 depreminden sonra aradan 21 yıl geçti. Hep dile getiriyoruz depremle mücadelede başarının anahtarı binalarımızı o bölgede beklenen olası en büyük depreme dayanıklı hale getirmektir. Bunu 99 depreminden sonra İstanbul’da kentsel dönüşüm adı altında uygulamaya başladılar. Orada da başarılı değiliz maalesef kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çevirmiş durumdayız İstanbul’da. Evet, İstanbul çok önemlidir. Oradaki bir depremin oluşturacağı zararlar çok daha büyük olacaktır. Ama doğu bölgelerimizde de insanlarımız var onların canı diğerlerinden daha az kıymetli değil ki niye doğu bölgelerimizde bu kentsel dönüşümü uygulamıyoruz. Bakın yıkılan binalardan enkaz altında kalanlardan bahsediyoruz. Niye bu bölgede Doğu Anadolu’da örneğin Elazığ’daki binalar önceden depreme dayanıklı hale getirilmiyor da sadece İstanbul’a ve batıdaki büyük kentlerimize yöneliyoruz. Bu politikamızı değiştirmemiz lazım Türkiye’nin her tarafında depremle mücadeleyi bütünsel yaklaşımla ele almamız lazım ve bütün deprem bölgelerindeki binalarımızı da o bölgede beklenen olası en büyük depreme dayanıklı hale getirmemiz lazım.- Türkiye’de depremle mücadele konusunda ne yazık ki başarısız bir ülkeyiz. Bunun altını çizmek istiyorum. Bunun nedenini de biraz önce açıkladım depremle mücadeledeki yanlış politikamızdır. Bu politika deprem sonrasına yönelik yara sarma politikasıdır. Yani deprem olduktan sonra depremzedelerimize işte çadır göndeririz, battaniye göndeririz, ekmek göndeririz. Bunlar artık çağ dışı mücadele politikasıdır. Geçerli olan çağdaş mücadele, başarılı mücadele ise deprem öncesine yönelik zarar azaltma politikasıdır. Yani toplum hekimliğinde olduğu gibi insanlar hasta olmadan önce alınacak önlemler ile insanların hasta olmasını önlemektir. Şimdi dikkat ettim yayın boyunca bağlandığınız bakanların hepsi eprem sonrasına yönelik ifadeler şey yaptılar. İşte ekiplerimizi gönderdik, uçaklarımızı gönderiyoruz, şu kadar battaniye gönderdik, bu kadar çadır gönderdik. Hiçbir tanesi deprem öncesine yönelik bir şey söylemedi. Yani biz deprem öncesinde şu önlemleri aldık, binalarımızda şu önlemleri aldık ve bunun sonucunda yıkılan bina sayısını azalttık, deprem zararlarını azalttık, can kayıplarını azalttık gibi bir şey söyleyemedi. Yine biraz önce bağlandığınız İçişleri Bakanı dedi ki İstanbul’dan bir depreme hazırlık toplantısından geliyorum dedi. Bugüne kadar 180 toplantı yaptık dedi. Ama şu gerçek ki bu 180 toplantı sonunda bırakın Türkiye genelini İstanbul dahi bugün hala depreme hazır bir kent haline getirilememiştir. Bu da işte biraz önce belirttiğim gibi yanlış politikanın sonucudur. Bu politikadan bir an önce vazgeçmemiz lazım ve zarar azaltma politikasına yönelmemiz lazım." şeklinde kişisel ifadelerle, kamuoyunda kanaat oluşturarak, tüm ülkeyi derinden sarsan bir afet üzerinden toplumu yanlış yönlendirebilecek ve farklı değerlendirmeye sebebiyet verebilecek nitelikte yayın yapıldığı görülmüştür.
Yayıncının, haberlerle kamuoyunu bilgilendirmek görevini icra ederken, kriz haberciliğinin hassas dengelerini akılda tutması beklenmektedir. 2014 yılında hazırlanan Yayın İlkeleri Rehberi'nde "Doğal afet haberleri gibi yayınlarda izleyicilerde korku, panik, endişe yaratacak ifadeler kullanılmamalı gerilimi artıracak nitelikteki yorumlardan kaçınılmalıdır." ifadesi yer almaktadır. Yayıncı kuruluşların, deprem gibi afet-kriz anlarında ve sonrasında olay yerinde yaşananlara ilişkin haberlerin veriliş tarzı ve dilinde otokontrol yapmalarının gerekliliği vurgulanmaktadır.
Yukarıda yer verilen tüm açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde ihlale konu programda, yapılan değerlendirmeler deprem ve depreme dayalı olgular olsa da; söz konusu ifadelerin deprem konusunda toplumu bilgilendirme, tarafsız görüş beyan etme, objektif bakış açısıyla olguları yorumlama vb. durumların dışında bir durum ve bu durumun toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olduğu, günümüzde medyanın gücünün artması ile medya mensuplarının sorumluluklarının da aynı ölçüde arttığı bir gerçektir. Medya mensuplarının siyasi kişi, kurum ve kuruluşları eleştirmesi; onların söz ve eylemleri hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi tabii bir durumdur. Ancak bu hakları kullanırken tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerinden ödün verilerek kamuoyunu yanlış yönlendirebilecek yayınlardan kaçınılması gerektiği, kişi, kurum ve kuruluşların haklarının da gözetilmesi gerekmektedir. Habercilerin ilgili konu ile alakalı, programlarında ve bültenlerde uzman görüşüne başvurması olası ve gerekli bir durumdur. Ancak habercilerin, uzman görüşünün temel gereğinin, kamuoyunda kafa karışıklığı ve hedef gösterme değil aksine olgu ve olaylara netlik kazandırabilmek olduğu unutulmamalıdır.
Bu nedenlerle mezkur yayında, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinin ihlal edildiği sabit görülmüştür.
Bu itibarla;
6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." ilkesinin ihlali nedeniyle,
6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “8’inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan ve/veya bu Kanun hükümleri kapsamında Üst Kurul tarafından belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden yüzde üçüne kadar idari para cezası verilir.” hükmü uyarınca idari para cezası uygulanması gerektiği,
a) İhlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Aralık 2019 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 3.746.832,53 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, yüzde bir oranı (%1) 37.468,00 TL İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINA,
b) 6112 sayılı Kanun'un 32’inci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “(…) 8’inci maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (d) bentleri dışındaki bentlerini, aynı maddenin ikinci fıkrasını ve bu Kanunun yayın hizmetlerinde ticari iletişimi düzenleyen hükümlerinden herhangi birini yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde yirmiden fazla ihlal eden medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayını beş güne kadar durdurulur. Bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı halinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının beş günden on güne kadar durdurulmasına; ihlalin ikinci tekrarı halinde ise yayın lisansının iptaline karar verilir.” hükmü uyarınca işlem tesis edileceği hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
Üst Kurul Üyesi Ali ÜRKÜT’ün karşı oyu ve oy çokluğu ile karar verildi.