İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 05.05.2020 tarih ve 648 sayılı yazısı ve eklerinin incelenmesi sonucunda "HALK TV" logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 29.04.2020 tarihinde saat 21:01’de yayınlanan ve sunuculuğunu Şirin Payzın’ın yaptığı, "Sözüm Var" isimli program konuğu CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun,“Şöyle cevap vereyim birincisi bugün yaşanılanlar, bugün iktidarın yaptıkları bana aynen 31 Mart öncesindeki gibi yine çok korktuklarını ve vatandaşların hem Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerini bunu sahada çok net görüyoruz birazdan örneklemek isterim hem de Cumhuriyet Halk Partisi Belediyeleri’nin yaptıklarının vatandaşta çok büyük karşılık olduğunu görüyorlar. Ve bunu engelleme adına korkularından akla gelmez herkesi susturmaya ya da algıların olguların üzerini örtmesine dönük bir çalışma halinde olduklarını görüyoruz. Şimdi bu nereye götürür bizi? Yani burası bu gündem korona sırasında yorum yapıp korona sonrasına dair bir öngörüde ya da fikirde bulunmak kolay değil. Ama şöyle bir gerçeklik var ki bu korkuları, bu savrulmaları, bu akılla değil öfkeyle, hırsla, egoyla bir kişinin aklıyla iş yapmaları iktidarı hiç iyi bir yere götürmüyor, bu da önümüzdeki seçimde bir erken seçimle veya başka bir şekilde bu ülkenin, gerçekten halkın artık gözü açıldı, kimin kendisine hizmet için uğraştığını, çaba gösterdiğini biliyor, kimin de böylesi bir dönemde dahi neyle uğraştığını görüyor. Şöyle söyleyeyim bir iktidar değişikliğine hatta ben size daha ileri bir şey söyleyeyim iktidar değişikliği değil bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum ve böyle olacağını da düşünüyorum. İşimiz kolay değil ama ancak böylesi bir yönetim anlayışı, iktidar değişimi ve yeniden bir sistem değişikliği ile bu yaralarımızı, bu hasarlarımızı tedavi edebileceğimizi görüyorum, bunun da olacağını görüyorum, sahada sokakta bu çok yoğun hissediliyor Şirin Hanım" şeklindeki ifadeleri nedeniyle, 6112 sayılı Yasanın 8. Maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “Irk dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." hükmüne aykırı olduğu gerekçesiyle yaptırım uygulanmasına “oy çokluğuyla” karar verildi.
Söz konusu programdaki ifadeler ve yorumlar eleştiri sınırları içinde olup her hangi bir hakaret, tehdit, aşağılama içermemektedir. Bu ifadelerde erken seçim, baskın seçim veya zamanında yapılacak bir seçimden söz edildiği çok açık olarak belli olmasına rağmen, sağlıklı düşünen hiçbir bireyin aklından bile geçiremeyeceği bir yorumla “darbe çağrısı” olarak kamuoyuna sunulmasının gündemi değiştirmekten başka bir anlam taşımadığı açıktır.
Bir diğer iddia ise “sistem değişikliği” ifadesi üzerinedir. Oysaki muhalefet partilerinin, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesinin demokrasi açısından zorunluluk olduğunun dile getirildiği bilinmektedir. Hatta Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi destekleyen ve önemseyen iktidar partisinin kimi temsilcileri de uygulama sonucunda bu sistemin yarattığı aksaklıkları, sorunları dile getirmiştir. Bir siyasetçi olarak, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini benimsemeyen CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da düşüncelerini toplumla paylaşmıştır.
Bu akıldışı suçlamanın, korona salgını yönetmedeki başarısızlık, ekonominin kötü yönetim nedeniyle gün geçtikçe daha da gerilemesi gibi olumsuzlukların artık yüksek sesle dile getirilmesinin önüne geçebilmek adına gündemi değiştirmek için yapay olarak yaratılmış bir algı operasyonu olduğu görülmektedir.
İşleyen ve içselleştirilmiş demokrasilerde, muhalefet partisinin mücadele amacı ve varlık nedeni, yapılacak seçimlerde halkı ikna ederek, mevcut iktidar partisi yerine kendisini iktidara taşımaktır. Bu düşünceyi dile getirmesi ve bunun için mücadele vermesinden daha doğal bir siyasi faaliyet de olamaz. Muhalefetin iktidara gelme hedefini açıklamasının “bir suçmuş gibi” değerlendirilmesi çok partili demokrasinin varlığının sorgulanması sonucunu doğurur. Böylesi bir durum ise Cumhuriyet rejimiyle birlikte elde edilmiş pek çok demokratik kazanımın ve çok partili siyasal yaşamın sonunun geldiğinin düşünülmesine neden olur. Muhalefet partisinin sorumluluk ve varlık nedeninin ortadan kaldırılması durumunda ise demokrasiden ve çok partili siyasal yaşamdan söz edilemez.
Anayasal ve yasal çizgiler içerisinde bir sistem değişikliği de “doğaldır”. Eğer öyle olmasaydı 2018 yılında parlamenter sistem terk edilerek, yapılan referandum sonucunda Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilemezdi. Bu referandum sonucunda Türkiye’nin “sistemi değişmiştir”. Sistem değişikliği demek illa ki bunun demokratik olmayan yöntemlerle yapılacak anlamına gelmediği gibi Canan Kaftancıoğlu’nun İstanbul İl Başkanlığını yaptığı CHP’nin olası bir iktidar değişikliğindeki hedefinin Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin terk edilmesi ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geri dönülmesi olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Kaftancıoğlu da kendi parti yönetici ve temsilcilerinin farklı zamanlarda dile getirdiği bir siyasi söylemi ifade etmiştir.
İfade özgürlüğü; çoğulcu ve anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Farklı tanımlara yer verilmekle birlikte genel kabule göre, ifade özgürlüğü; insanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan ve serbestisidir. İfade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaat sahibi olmayı” değil, “düşünce ve kanaatlere ulaşma” ve “düşünce ve kanaatleri açıklama, yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük kapsamındadır.
İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğindedir.
İfade özgürlüğü demokratik toplumların vazgeçilmez ana unsurlarından en önemlisidir. İfade özgürlüğü, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası hukuk, Anayasamız, çeşitli yasalar, Yargıtay içtihatları ve AİHM kararları ile güvence altına alınmıştır.
Şöyle ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26. maddesinde; “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...”, 28. maddesinin birinci fıkrasında “basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceği”, üçüncü fıkrasında “basın ve haber alma özgürlüğü bakımından devletin pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu” hükümleri ile ifade özgürlüğü anayasal güvence altına alınmıştır. Anayasal güvence altındaki basın özgürlüğü, bir iktidarın siyasi tutumuna yönelik haklı eleştiriden hareketle ortadan kaldırılamaz.
Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası; usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı hükmünü içermektedir. Bu nedenle iç hukukumuz açısından, Türkiye'nin taraf olduğu 4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’de (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS) ifade özgürlüğünün nasıl düzenlendiği ve AİHS'nin esas uygulayıcısı ve içtihat mercii olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) ifade özgürlüğüne yaklaşımı önem kazanmaktadır.
AİHS'nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir”.
AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. (Handyside/Birleşik Krallık, 5493/72, 07.12.1976).
Yine AİHM’ne göre hükümete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, Hükümetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır.(AİHM Castells/İspanya, Başvuru No: 11798/85, Para. 46)
Bir başka AİHM kararına göre; ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, Para. 49).
Demokrasilerin vazgeçilmezi olan siyasi partiler, onların temsilcileri, kendi siyasi propaganda faaliyetlerini yasalar çerçevesinde yürütür, halkı ikna edebildikleri noktada seçimle iş başına gelirler. Bu, demokrasinin ve çok partili siyasi yaşamın bir sonucudur. Muhalefet partilerinin kendilerinin parti program, tüzük ve siyasetine uygun propaganda yapması suç olarak değerlendirilmeye başlandığı andan itibaren demokrasinin varlığından söz etmek de olanaklı olmayacaktır.
Demokratik toplumların olmazsa olmazı düşünce ve ifade özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğünün, gerek uluslararası hukukta gerekse iç hukukta güvence altına alınması zorunluluğu göz önüne alındığında HALK TV logolu yayın kuruluşunda yer alan programda ifade özgürlüğünün sınırlandığı hakaret, aşağılama, tehdit ve küfrün yer almadığı açıkça görülmektedir.
İktidarın eleştirildiği yayında, ırk dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz gibi yakından uzaktan ilgisi olmayan ve çok ağır sonuçları olan bir maddeden yaptırım uygulanmasının hukuki olmadığı, özgür ve özgün yayıncılık yapabilen basının susturulması gibi demokratik toplumlarda kabul edilemez bir karar olduğu görüşünde olduğum için çoğunluğa katılmadım. 14.05.2020