İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.02.2023 tarih ve 148 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 11.02.2023 tarihinde saat 05:00’da yayınlanan "Büyük Felaket Özel Yayın" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 11.02.2023 tarihinde saat 05:00’da sunuculuğunu Selin Sabit’in yaptığı, 06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli meydana gelen ve 10 ilimizi yoğun şekilde etkileyen deprem felaketine ilişkin yayın yapılan ve deprem bölgesinde bulunan muhabirler aracılığıyla canlı bağlantı ile bölgede bulunan milletvekilleri, depremzedeler ve ilgili kişilerin konuk edildiği “Büyük Felaket Özel Yayın" adlı programda, program sunucusu, deprem bölgesi olan Hatay’da bulunan muhabir Fırat Fıstık ve TİP Milletvekili Ahmet Şık arasında geçen diyaloglarda, “Ya zaten fırsat buldukça yayına bağlandığımızda hep anlattıklarımızdan farklı bir şey anlatamayacağım (ses kesiliyor) Askeri görüyoruz burada sahada ama asker burada herhangi bir enkaz kaldırma, arama kurtarma vesaire için değil daha çok güvenlik için burada. O da bir açıdan gereksiz değil onu da söylemek gerekiyor. Ama yani bugüne kadar binlerce organize bir (ses kesiliyor) bence bir tartışma konusu yani. Önemli de bir tartışma konusu. Yani aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum ama yani hala böyle bir kaotik ortam var burada. Sorunlar çözülebilmiş değil. Adım atmaya çalışılıyor elbette vesaire ama ben yeterli olduğunu düşünmüyorum. Senin de dediğin gibi 6. gün bugün artık…Temel sorun koordinasyonsuzluk mu?...Tabi ki. Yani ve o koordinasyonsuzluğun nedeni olan bir beceri eksikliği. Beceri eksikliğinin nedeni olduğunu da herkes biliyor zaten. Bütün kamu kurumları gibi (ses kesiliyor) yerlere bir arpalık mantığı ile bakılması (ses kesiliyor) oraya konulması. Kim, hangi sıfatla, hangi eğitimle, hangi uzmanlık bilgisiyle bu tür afet. Mesela AFAD'ın başındaki yönetim kadrosu neye bakarak tespit edildi? Kimin kuzeni akrabası olması üzerinden mi? Yoksa deprem konusunda yaptığı çalışma ya da doğal afetler konusunda yaptığı çalışma nedeniyle mi? Elbette ki biz bunun ne olduğunu biliyoruz. Herkes biliyor. Bilmeyen de bu felaket karşısında devletin beceriksizliğinin, iktidarın beceriksizliğinin nasıl ortaya çıktığı üzerinden bir tahminde bulunabilirler…Şunu da sormak istiyorum. Depremzedelerle konuştuğunuzda, özellikle enkaz altında yakınlarını bekleyen insanlarla konuştuğunuzda onlar neler söylüyorlar?...Halen tabi insanlar umutlarını yitiremez yani çünkü enkazın altında yakınları var sevdikleri var. Halen bize yüzlerce mesaj geliyor. Sokakta yürürken. İşte iş makinesi gelsin, kurtarma ekipleri gelsin, ses dinleme cihazları olsun. Lütfen bakın yaşıyorlar. Herkes bir yaşıyorlar umuduyla enkazlarının başında bir kurtarma ekibinin gelmesini bekliyor. Bundan sonra olacak şeyler ama mucize kabilindendir yani. Maalesef öyle de bir durum var. Durum çok vahim ve giderek de biriken bir öfke var. Yani bakın çok kıymetli bir dayanışma örneği sergilendi yurt çapında. Ve iyi ki bu dayanışma var. Çünkü siyasetçilerden bir medet ya da siyasal iktidardan bir medet umulmayacağı bir kez daha ortaya çıktı. Bu ülkenin insanın gerçekten böyle bir basireti bir dayanışma duygusu var. İyi ki var. Bizi böyle kötü iktidarların elindeyken ayakta kalmamızı sağlayan şey bence bu. Ama bu dayanışma daha ne kadar sürecek... Hala yardımlar artmaya devam ediyor. İhtiyaç sahiplerine dağıtıyoruz... Kıyafet yardımı öncelikli değil şu anda. Yeterince var. Hala eritmeye çalışıyoruz. Erimiyor. Kuru gıda ve hijyen malzemeleri, kadın pedi, çocuk bezi, çocuk maması, (ses kesiliyor) En acil olanlar bunlar galiba….Ve çadır…Ve elbette ki çadır. Yani eğer para toplanabiliyorsa devletin yapmadığını biz yine bir kez daha yapmaya kanıtlayabiliriz. Herkes bir işin ucundan tutabilir. Konteyner kentler ve çadır kentler inşa edilmesi için bir dayanışma, topluca bir dayanışma başlatmak yerinde olabilir ama bir yandan da bunu söylerken utanıyorum. Çünkü bunlar devletin yapması gereken işler. Devlet niye var? Yani vatandaşını yaşatmak için. Ben devlete sadece hak ararken karşımda polis jopu olarak görmek istemiyorum, biber gazı olarak görmek istemiyorum. Devlet vatandaşını yurttaşını koruyup, kollamak, gözetmek ve yaşatmak için var olan bir mekanizmadır. Bu kadar kutsallaştırılan devlet anlayışının mantığı yanlış. Herkes bunu bir sorgulasın. Ve son olarak şunu söyleyeceğim bakın buradaki tablodan sonra herkes şunu kafasına kazıyabilir. Bu ülkede böyle bir devletin düşmanı olmak haktır ve meşrudur. Bu kadar net her şey..." şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan; "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı olamaz."." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARARA KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
1- Demokratik toplumlarda, kamu otoritesinin görevleri arasında, devlet kurumlarını özellikle olağanüstü durumlara karşı hazırlıklı tutması; halkın can ve mal güvenliğini koruyacak her türlü tedbiri alması da bulunmaktadır. Çünkü doğal afetlere hazırlıksız yakalanılması, öngörülemez sonuçlar doğurabilmekte ve telafi edilemez durumlara yol açabilmektedir.
2- Şubat ayında gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin de gerek etki alanı gerekse etki şiddeti olarak büyük bir yıkıma neden olması, 11 ilde binlerce binanın çökmesi, 46 bine yakın can kaybının meydana gelmesi, ilk günden itibaren haber ve haber programlarının ana gündemini olmuştur. Depremde arama/kurtarma çalışmalarında geç kalındığı, müdahale planlamasının yetersizliği, müdahalede görev üstlenen tüm kamu personelinin ve yöneticilerinin liyakatleri vb. tartışmalar ekranlara taşınmıştır.
3- Ayrıca, ilk günden itibaren deprem bölgelerine giden Siyasi Parti Milletvekilleri de, medya kuruluşları vasıtasıyla, depremzedelerin sorunlarını geniş kitlelere duyurmaya ve mevcut hasarın büyüklüğüyle orantılı oluşan halkın her türlü ihtiyacını ilgili birimlere ileterek çözüm çalışmalarına katkıda bulunmaya çalışmışlardır.
4- RTÜK tarafından ihlal olduğu gerekçesiyle müeyyide uygulanan “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcıda, 11.02.2023 tarihinde sunuculuğunu Selin SABİT'in yaptığı, canlı olarak sunulan yayına, Hatay'da bulunan muhabirleri bağlanmış ve TİP Milletvekilleri Ahmet ŞIK ile Barış ATAY, bölgedeki izlenimlerini aktarmak için yayına konuk olarak alınmıştır.
Uzman Raporu’nda; “Rapora konu olan yayında TİP Milletvekili Ahmet ŞIK'ın "Herkes biliyor. Bilmeyen de bu felaket karşısında devletin beceriksizliğinin, iktidarın beceriksizliğinin nasıl ortaya çıktığı üzerinden bir tahminde bulunabilirler… Durum çok vahim ve giderek de biriken bir öfke var… Ve son olarak şunu söyleyeceğim bakın buradaki tablodan sonra herkes şunu kafasına kazıyabilir. Bu ülkede böyle bir devletin düşmanı olmak haktır ve meşrudur. Bu kadar net her şey." şeklindeki ifadelerinin afetle mücadele üzerinden devleti ve devletin organlarını eleştirmenin ötesine geçerek, devlet düşmanlığı çağrısında bulunma ve bu düşmanlığı meşru ve hak olarak nitelendirerek normalleştirme riski barındıracak nitelikte olduğu düşünülmektedir.” denilmektedir.
Oysaki son derece büyük bir yıkımla birlikte binlerce can kaybı ve yaralanmaya neden olan böyle bir afette, afet bölgesinde çalışmalarda bulunan, Muhalefet Partisinin bir milletvekilinin yine afet bölgesinden yayınlanan açıklamaları, sadece ülke içinde değil, Dünya kamuoyunda da “haber” değerinde ve niteliğindedir. Medyanın görevi halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymaktır. Söz konusu açıklamaların canlı olarak yayınlanması ise açıklamaların önemi açısından, hem sorumlu yayıncılık gereği yayıncıların görevi hem de halkın haber alma hakkı kapsamındadır. Kaldı ki, kamuya mal olmuş kişilerin açıklamaları, her zaman canlı olarak ekrana taşınmaktadır.
5- Milletvekilleri, kendilerini seçenleri, yani halkı temsil etmekle görevlidirler. Belirli bir ilden seçimi kazanmış olsalar da seçildikleri ili, bölgeyi veya salt kendilerini seçen seçmenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Dolayısıyla, halkın sorunlarını kamuoyuyla paylaşmak ve çözüm önerileri bulunmasına katkıda bulunmak, bir milletvekilinin, en asli, en önemli görevlerinden kabul edilir ve bu görevi ifa ederken medya kuruluşları en hızlı şekilde en büyük kitleye ulaşabilmelerine aracılık eder. Kaldı ki, medyanın “kurumların işleyişindeki eksik yönleri ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir.
6- Ayrıca, milletvekilleri görevleri gereği yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı gibi iki ayrı ayrıcalığa sahiptirler. Yasama sorumsuzluğu; milletvekillerinin yasama ve denetim faaliyetlerindeki oy ve sözlerinden ve bunları Meclis dışında tekrarlamalarından dolayı hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacaklarını ifade etmektedir. Yasama sorumsuzluğu mutlak ve süreklidir, milletvekilliği görevi sona erse de o kişi, görevi sırasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. (Milletvekili Seçimi Görev ve Sorumlulukları, TBMM Kütüphanesi, Tanıtım Kitapları Serisi 6, §.10)
https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/bitstream/handle/11543/2325/200606593.pdf?sequence=1&isAllowed=y#:~:text=Milletvekillerinin%20TBMM'deki%20g%C3%B6revleri%20belirli,de%C4%9Fil%2C%20b%C3%BCt%C3%BCn%20milleti%20temsil%20ederler (Erişim Tarihi: 07.03.2023)
7- Üst Kurul aldığı bu kararla; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekilinin, sadece depremin gerçekleştiği 11 şehrin değil, tüm ülkenin sorunu haline gelen doğal bir afete dair açıklamaları üzerinden, fikir ve ifade özgürlüğü hakkıyla, siyaset yapma özgürlüğü hakkına müdahale etmiş, öte yandan halkın da, temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
8- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
9- Anayasa Mahkemesinin de yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
10- Anayasa’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında; “herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu” belirtildikten sonra, 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
11- Dolayısıyla, ifade özgürlüğü yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve başka yollar ifadesiyle her türlü ifade aracının Anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde; ifade özgürlüğünün radyo, televizyon ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı ifade edilerek radyo ve televizyon yayınlarının da 26. maddenin koruması altında olduğu belirtilmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
12- Anayasa’nın 28. maddesinde ise basın özgürlüğü güvence altına alınmış, maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer alırken, ikinci fıkrada “Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” düzenlemesine yer verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise basın özgürlüğünün sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. İfade ve basın özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
13- Üstelik ifade özgürlüğü fikirlerin sadece içeriğini değil iletilme usulünü de korur (Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 79). Bu noktada ifade özgürlüğünün sadece haber ve fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de koruduğu gözetilmelidir (Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş., §§ 41, 42; Ergün Poyraz (2), § 77; İlhan Cihaner (2), § 59, 86; Kadir Sağdıç, § 52, 76).
14- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir. Mezkûr Yargıtay kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından görüldüğü üzere ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir.
15- AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. (Handyside/Birleşik Krallık, 5493/72, 07.12.1976).
16- Ayrıca yine aynı karara atfen, AİHM kararına göre; ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
17- Yine AİHM’ye göre hükümete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, Hükümetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır.(AİHM Castells/İspanya, Başvuru No: 11798/85, Para. 46)
18- Öte yandan, AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay içtihatlarına bakıldığında da görülecektir ki kamu görevlilerine yönelik eleştiriler de fikir ve ifade özgürlüğünün geniş koruması altındadır. Örneğin, Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır.” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55) Bununla birlikte Mahkeme kamu görevlilerine siyasetçiler gibi geniş koruma sağlamakla birlikte kamu görevlileri ile siyasetçiler arasında bir ayrıma gitmektedir.
19- Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; Bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
20- Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
21- İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
22- İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
23- Son olarak, Anayasa Mahkemesi Kararının, “BASIN DUYURUSU METNİ” ise, web sitesinde şu şekilde yer almaktadır:
“Mahkemenin Değerlendirmesi:
Anayasa Mahkemesi son kırk yıldır ülkenin büyük kısmında olağanüstü hâl ilan edilmesini gerektiren, can kayıplarına yol açan terör olaylarının meydana geldiği bölgedeki, güvenlik durumunu ciddileştirecek sözler ve eylemler konusundaki endişelerin bilincindedir.
Dahası Anayasa Mahkemesi, başvurunun odağında yer alan bildirinin belirli bir perspektiften ve tek yanlı hazırlandığı, abartılı yorumlar içerdiği, güvenlik güçlerine karşı incitici ve saldırgan bazı ifadeler barındırdığının da farkındadır. Bu bildirinin Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün korumasından yararlanması gerektiği yönündeki yorumları Anayasa Mahkemesinin bildiride yer alan düşünceleri paylaştığı veya desteklediği anlamına gelmez.
Başvurucuların altına imza attıkları açıklama gerçekten de toplumun büyük çoğunluğu için kabul edilemez bir içeriğe sahiptir. Terörle mücadele eden devleti, halka “katliam”, “kıyım” ve “işkence” yapmakla suçlayan bir açıklamaya katılmak elbette mümkün değildir.
Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin hiç bir şekilde içeriğine katılmadığı sözler de ifade özgürlüğü kapsamında kalabilir. Bir ifade ya da açıklamanın ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı değerlendirilirken söz konusu ifadelerin doğru ya da rahatsız edici olup olmadıkları belirleyici olmaz. Bu noktada kullanılan sözlerin terör örgütünün şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Açıklanan bir düşüncenin yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, suçlayıcı keskin bir dil kullanması ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması; şiddete yönlendirdiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt yoktur. Yaklaşık on ay boyunca, on bir şehirde terör örgütüne karşı yürütülen ve milyonlarca insanın hayatını etkileyen operasyonların kamuoyu tarafından takip edilmesi ve operasyonlar hakkında değerlendirmeler yapılması normal karşılanmalıdır.
Başvurucuların imzaladığı bildirideki düşüncelerin toplumun büyük çoğunluğundan açıkça farklı olduğu ortadadır. Ancak tam da bu sebeple bu tür açıklamalara karşı yargısal tepki verilmesi noktasında daha hassas davranılması gerekir. Çünkü bu tür müdahaleler kamuoyunun ülkede meydana gelen son derece önemli olayların farklı bir bakış açısından -onların büyük çoğunluğu için bu bakış açısının kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun- öğrenme hakkına ağır bir sınırlama getirmektedir.
Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir. Tüm bu bilgiler dikkate alındığında başvurucuların mahkûmiyetlerinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan başvurucular hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmıştır. Bir başvurucu dışındaki başvurucuların mahkûmiyet kararlarının açıklanması ise ertelenmiş ve başvurucular denetimli serbestlik tedbiri altına alınmışlardır.
Somut olayın koşullarında başvurucular hakkında -bazıları ertelenmiş olsa da- zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği kabul edilen müdahalenin hedeflenen terör örgütü ve terörizmle mücadele kapsamında kamu düzeninin korunması amacıyla orantılı olduğunun gösterilemediği sonucuna ulaşılmıştır.
Kamu gücünü kullanan organlar, devlet politikalarına yönelik eleştirilere cevap verilmesi hususunda ülkedeki herkesten daha fazla imkâna sahiptir. Özellikle son derece saçma ve ilgisiz bile görünse muhaliflerin haksız saldırı ve eleştirilerine farklı yollardan cevap verme imkânının olduğu durumlarda ceza kovuşturmasına başvurulmamalıdır.”
Sonuç olarak; Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmiştir.
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635(Erişim Tarihi:07.03.2023)
24- Ayrıca, Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin aşağıda sunulan bir kararı da, canlı yayınların hukuki niteliğini açıklar mahiyettedir:
a) Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
b) Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
c) RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
d) Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek, davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda dolayısıyla hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, halkı temsil etmek ve her durumda çıkarlarını gözetmek amacıyla, halk tarafından seçilmiş ve TBBM çatısı altında görev yapan bir milletvekilinin, toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren bir doğal afet sonrasında canlı yayında yaptığı açıklamalarının ihlal olduğu değerlendirilerek müeyyide uygulanmasının, hem tarafsız bir şekilde uymakla ve uygulamakla yükümlü olduğum 6112 sayılı Kanun çerçevesinde ihlal olduğunu düşünmediğim, hem de demokratik toplumların olmazsa olmazı düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne aykırı bulduğum için, söz konusu Üst Kurul kararına karşı oy kullandım. 08.03.2023