İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 05.06.2023 tarih ve 289 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 28.05.2023 tarihinde saat 17:01’de yayınladığı "Seçim Özel" isimli program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 28.05.2023 tarihinde saat 17:01’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Evren Özalkuş, Murat Taylan, Bilge Yurtdagülen, Gökmen Karadağ ve Ülkü Çoban'ın yaptığı ve Salim Şen ile Merdan Yanardağ’ın konuk olarak katıldığı "Seçim Özel" adlı programda, geçen diyaloglarda; “Şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim ki bu oranlar Erdoğan kazansa dahi kaybettiğini gösterir. Çok net. Yani eğer siz cumhuriyet tarihinin en adil olmayan, en dürüst olmayan, en eşitliksiz, en zor koşullarda yürütülen, en bel altı vuruşların serbest olduğu, iftiraların, yalanların, kamu gücünün bu kadar muhalefetin üzerine boca edildiği, efendim işte medyanın tek sesli hale getirilip yandaş yüzde doksan beşe ulaşmış bir yandaş medya aracılığıyla her türlü algı operasyonlarının çekildiği...Şimdi ben bu sonuçların meşruiyetinin son derece tartışmalı olduğunu düşünüyorum öncelikle buradan başlayalım. Adil olmayan bir yarış, devlet imkanlarının fütursuzca kullanımı, iftira, karalama kampanyası, devlet eliyle sürdürülen bir seçim çalışmasının sonucunda ortaya çıkan tablo bu. Üstelik de yakalanan bütün sahte oy kullanıcılarının tamamının AKP'li veyahut MHP'li olduğu bir seçim dönemi geçirdik. Onun da ötesinde işte adrese dayalı nüfus sistemi, nüfus sayım sistemi, işte sandıklara giren oyların kontrol edilememesi, sistemdeki fazla seçmen sayısı gibi bir dizi tartışma var. Biz şöyle bir şey yapıyoruz, şöyle bir ortamdayız. Her seçimden önce muhalefet bu oy sandıklarına sahip çıkacak mı diye konuşuyoruz. Ya çalanı konuşmuyoruz. Ya bu devlet niye güvenli bir seçim ortamını bu ülkede oluşturamadı? Noldu Türkiye'ye? Yani 2007'den beri güvenli bir seçimi niye yapamıyor Türkiye? Niye her seçim döneminde bir işte yolsuzluk, usulsüzlük, oy kaybı, sahte oy kullanımı, oyların kaydırılması, dijital ortama yapılan müdahale vs. Şimdi bana birçok şey geliyor, birçok işte yazılımcı ve bilişim şirketi yöneticileri, uzmanlar, bilim insanlarından mesajlar geliyor. Şimdi arkadaşlarla paylaşmışlar, tuhaf bir durum var, tablo var ortada. Mesela dönüp yeniden CHP'yi ya yeterince sandıklara sahip çıktı mı diye konuşuyoruz. Islak imzalı tutanaklar geliyor. Evet böyle ve fakat sandıklara giren oyu tartışmıyoruz…Biz bir ahlaksızlığa karşı, bir kara propagandaya karşı, bir yalana karşı, bir dezenformasyon furyasına karşı mücadele ettik. Biz hayatlarımıza yönelen, yaşamımıza yönelen bu ülkenin özgürlüğüne demokrasisine yönelen bu ülkede iyi olan her şeye yönelen bir saldırıya karşı mücadele ettik. Bu kadar dev bir operasyon gücünün karşısında bu şiddetli bir direniştir. Karşı taraf paramparçadır aslında. Bir çıkar ittifakıdır, bir yağma ittifakıdır. Ve bütün bunların üzerinde ele geçirdikleri devleti kendi toplumuna, halkına karşı bir operasyon aygıtı olarak kullanan bir güçtür.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; ""Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
28.05.2023 tarihli Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına ilişkin tartışmalar ve değerlendirmeler, seçim akşamından itibaren, genelde tüm medya hizmet sağlayıcı kuruluşların ana gündem maddesi haline gelmiş ve uzun süre ülke gündeminde yerini korumuştur.
1- Üst Kurul tarafından müeyyide uygulanan Tele 1 logolu kuruluşta da, söz konusu değerlendirmeler seçim günü “Seçim Özel Programı” adı altında saat 17.00 civarında başlamış ve 7 saat 57 dakika sürmüştür. Ancak yaklaşık 8 saatlik bir yayın içinden, 39 saniyelik, 1 dakika 32 saniyelik ve 41 saniyelik (toplamda 2 dakika 52 saniye) üç bölümdeki konuşmalar alıntılanmış ve rapora konulmuştur.
Bilindiği üzere, bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti, konuşmaların geniş çerçevede ele alınması, ayrıntılı deşifrenin sunulması, yapılan konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılarak, konuşmaların bütün olarak değerlendirilmesiyle mümkündür. Oysaki Üst Kurul yaptırımına dayanak olan Uzman raporunda; konuşmalara, bağlamından koparılacak şekilde cımbızlanarak yer verildiği, ihlal iddiasıyla sunulan konuşmaların öncesinde ve sonrasındaki ifadelerin değerlendirmeye alınmadığı, hatta cümlelerin bile tamamlanmadığı görülmektedir.
Örneğin raporda ve rapora dayanan Üst Kurul Kararında ihlal olarak değerlendirilen ilk bölümde; hukukçu Salim Şen’in konuşmasına nasıl başladığı ve nasıl bitirdiği yer almamış, sadece eleştiride bulunduğu kısım temel alınarak ihlal içerdiği savı oluşturulmuş, hatta onun öncesindeki konuşmaların da rapora eklenmemesi nedeniyle, bu bölümde işlenen konu bile tam olarak anlaşılamamıştır. Bilindiği üzere, bir konuşmanın başının ve sonunun alınmadan, içinden bir kısmı seçilerek ihlal oluşturduğu iddiasının sunulması, yayının içerik olarak mevzuatımıza aykırılık oluşturduğunun göstergesi olamaz. Dolayısıyla, yayına ilişkin aşağıda ayrıntılı olarak verilen konuşmalara daha geniş perspektiften bakıldığında ve konuşmalar bütünsellik içinde değerlendirildiğinde, ifadelerin seçim süresince kamuoyunda yaşanan tartışmaların, eleştirel düzeyde değerlendirilmesi olduğu ve basın/ ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı netleşecektir.
Sunucu: (19.16.07) Şimdi bakın son durum ekranlara yansıyor şu dakikalarda kıran kırana bir rekabetin sürdüğü şu dakikalarda Gökmen ne dersin, hangi noktadayız?
Gökmen KARADAĞ: Valla Anadolu Ajansı bir kez daha manipülasyonunu uyguladı/Sunucu: Yüzde 64’ten açtı/67’den açtı./Sunucu: Yasak kalktığında 59,2’ye kadar düşmüştü/ Ama ilk verisinin 67 olduğunu biliyoruz. Ondan sonra çok kısa bir sürede 50 küsurlara geldi. Biz tabi ekranımızın üst bantlarında veri ekranında ANKA verilerini baz alıyoruz. ANKA’da da kısa bir süre önce Erdoğan öne geçmiş durumda… Şimdi yine YSK sabahtan beri başkanı açıklama yapıyor; “Seçim güvenli bir ortamda gerçekleşiyor.” Nerde güvenli bir ortamda gerçekleşti? Birçok sandıkta olay çıktı. Ya bırak artık CHP’li müşahitlere yönelik AKP’lilerin saldırılarını, polise saldırıda bulunuldu ya. Bir yerde polise saldırıda bulunuldu, pek çok yerden toplu oy kullanma girişimleri, bunu engelleyenlere yönelik saldırılar/Sunucu: Bir sandık görevlisinin kaburgaları kırıldı/ Evet. Şimdi böyle bir halde YSK Başkanı çıkıyor ve sorunsuz bir şekilde seçim gerçekleşiyor diyor…
Gürkan HACIR: …(19.22.36)Ama iki ajansın durumu gerçekten tuhaf. Şöyleydi bakın, sandıklar yüzde 80 açılıncaya kadar, Kemal Kılıçdaroğlu ANKA’da önde, Anadolu Ajansı’nda Tayyip Erdoğan önde. Böyle tuhaflık olabilir mi? Yüzde 80’i açılmış her ikisinde de… Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarında aslında her şeyin bir alternatifi doğuyor. Çünkü güven kalmadı pek çok kuruma… ANKA’nın verilerine göre %93.43’ü açıldı. 51.35 oldu, 1.7 bir fark var, Erdoğan Kemal Kılıçdaroğlu’nun önünde ANKA’nın verilerine göre.
Sunucu: O zaman hemen hukukçu Salim Şen’e dönelim. Hiçte adil olmayan bir seçim sürecinde şu an geldiğimiz noktayı siz nasıl değerlendirirsiniz?
Salim ŞEN: Evet haklısınız yani Cumhuriyet tarihinin en önemli kavşak seçimlerinden birisi bu malum. Demokrasi mi, otoriter bir rejim altında yaşamaya devam mı tercihinin sergilendiği bir referandumdu. Şimdi şeylere baktığımızda soluk soluğa bir yarış izliyoruz. %93,43’ü açılmış şu anda ANKA verilerine göre. Şimdi oranlara baktığımızda 51’e 48.5. yaklaşık bir atbaşı giden başa baş bir yarış söz konusu. (koyu renkler rapora eklenen bölümdür) Şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim ki bu oranlar Erdoğan kazansa dahi kaybettiğini gösterir. Çok net. Yani eğer siz Cumhuriyet tarihinin en adil olmayan, en dürüst olmayan, en eşitliksiz, en zor koşullarda yürütülen, en bel altı vuruşların serbest olduğu, iftiraların, yalanların, kamu gücünün bu kadar muhalefetin üzerine boca edildiği, efendim işte medyanın tek sesli hale getirilip yandaş yüzde doksan beşe ulaşmış bir yandaş medya aracılığıyla her türlü algı operasyonlarının çekildiği kamu hazinesinin sonuna kadar, ardına kadar açılarak neredeyse eksi 75 milyar dolar bir eksi rezerve ulaşacak kadar Hazine boşaltılarak bu seçimlere abanılmış ve sonuçta eğer yüzde 51’e 49 orana gelmişseniz, bunu oturup Erdoğan’ın da, AKP cenahının da düşünmesi lazım. Çünkü şunu da biliyoruz ülkenin maalesef nüfus artış oranından daha fazla seçmen artış oranı ile girilen bir seçim geçirdik.”
Yukarıda ayrıntıları verilen bölümde; Salim Şen’in konuşmalarının öncesinde yapılan geçmişe dönük saptamalara ve Salim Şen’in söylemlerinin tamamına bakıldığında, seçim döneminde sıklıkla hükûmete yöneltilen ve geniş kapsamlı tartışmalara neden olan, hükûmetin kamu kaynaklarını kullanmasından kaynaklı adaletsiz ve eşitsiz bir seçim yarışı olduğuna ilişkin tartışmaların özetlendiği görülecektir. Çünkü seçim süresince, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın görevine devam etmesi hususu ile kilit noktadaki bakanların geçmiş seçim dönemlerindeki gibi istifa etmemesi, uzun süre kamuoyunda tartışılan ve eleştirilen konuların başında yer almıştır. Ayrıca yayının devamında ihlal teşkil ettiği iddiasıyla sunulan söylemler de, bu doğrultuda yapılan eleştirilerden oluşmakta, mevcut hükûmet politikaları sorgulanmakta ve Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi eleştirilmektedir.
Hatta ulusal medyada tartışılan bu konular, Türk makamlarının davetlisi olarak seçimleri gözlemlemek üzere gelen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) Gözlem Heyeti tarafından hazırlanan raporda da şu şekilde yer almıştır:
“ULUSLARARASI SEÇİM GÖZLEM HEYETİ’nin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Seçimleri, İkinci Tur, 28 Mayıs 2023 – İlk Bulgular ve Sonuçlar Raporu.
…İkinci tur için yapılan seçim kampanyalarında da resmi görevleri ifa ederken kampanya faaliyeti yürütülmesine yönelik örnekler görülmeye devam etmiş ve propaganda döneminde açılış etkinlikleri yasağının iki kere ihlal edildiği kaydedilmiştir. Bu örneklerle beraber idari kaynakların pek çok kez seçim kampanyası amacıyla kullanılması kampanyanın ilk turunda da olduğu gibi görevdeki Cumhurbaşkanı için haksız bir avantaj sağlamıştır. Anayasa ile resmi yayın kuruluşunun tarafsızlığı güvence altına alınsa da, DKİHB SGH tarafından yürütülen medya izlemesi, görevdeki Cumhurbaşkanının önemli ölçüde kayırıldığını tespit etmiştir. Böylesi bir taraflılık, çok sayıda özel medya kuruluşunda da görülmekte olup, diğer bazı medya organları ise daha çok muhalefet tarafına kaymıştır… Ayrıca, propaganda döneminde açılış etkinliklerinin düzenlenmesine getirilen yasağın ihlal edildiğine ve hükûmetin yaptığı işlerin tanıtıldığına dair vakalar kaydedilmiştir. İdari kaynakların kullanıldığı birçok durumla birlikte bu örnekler, ilk turda da belirtildiği gibi, görevdekilere haksız bir avantaj sağlamıştır… ” (§§ 2-8)
https://www.osce.org/files/f/documents/2/6/544726.pdf (Erişim Tarihi:07.07.2023)
2- Bilindiği üzere, kamuoyunu bilgilendirmekle ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkân sağlamakla görevli medyanın, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Bunun nedeni, dile getirilen olgu, düşünce ve kanaatlerin engellenmesinin aynı zamanda kamuoyunun haber alma ve kanaat oluşturma hakkını engelleyecek olmasıdır. Özellikle seçimler gibi, sonuçları itibarıyla tüm toplumun etkileneceği konularda, kamu otoritesinin müdahaledeki konumunu ve/veya müdahalenin yanlış/eksik olduğu düşünülen boyutlarını kamuoyuna aktaracak şekilde yayıncılık yapmak da yayıncıların görev alanındadır. Kaldı ki, medyanın “demokratik süreçlerin işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla, düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir.
Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın seçim dönemlerinde karşılaşılan temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) göre, siyasi tartışma özgürlüğü, "tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi"dir (AİHM kararı, Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, Karar tarihi: 08/07/1986, §41-42). Mahkeme’ye göre, hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (AİHM kararı, Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, Karar tarihi: 18/07/2000, §40).
3- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
4- Anayasa Mahkemesinin de yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35).
5- Anayasa’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında; “herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu” belirtildikten sonra, 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” hükmüne yer verilerek, her türlü ifade aracının Anayasal koruma altında olduğu, yani ifade özgürlüğünün kapsamının yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil, iletilme biçimlerini de koruduğu gösterilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde ise; ifade özgürlüğünün radyo, televizyon ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı ifade edilerek radyo ve televizyon yayınlarının da 26. maddenin koruması altında olduğu belirtilmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
6- Anayasa’nın 28. maddesinde ise basın özgürlüğü güvence altına alınmış, maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer alırken, ikinci fıkrada “Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” düzenlemesine yer verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise basın özgürlüğünün sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. İfade ve basın özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
7- Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. “48. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11)
8- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
9-AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez.” (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
10-Ayrıca, AİHM kararlarında, yapılan eleştirilerin hükûmete karşı olması durumunda, daha hoşgörülü bir yaklaşım sergilendiği görülmektedir. AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, hükûmetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır. (AİHM Castells/İspanya, Başvuru No: 11798/85, Para. 46)
Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda alıntı yapılan Ergün Poyraz (2) [GK], kararında da söz konusu AİHM kararına yer verilerek; “69. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil; aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).” şeklinde hüküm bildirilmiş ve hükûmetlerin eleştirilere daha tahammüllü olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 13)
11- Bu konuda, Anayasa Mahkemesi tarafından alınan başka bir kararda da, konu daha ayrıntılı şekilde yer almaktadır:
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B.No:2018/17635, R.G.Tarih ve Sayı:19/9/2019- 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi Kararı’nın, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” bölümündeki bazı hükümler şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.”
İlgili Kararın “Nihai Değerlendirmeler” bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
İlgili Kararın “Orantılılık” bölümündeki değerlendirmelerde de şu hüküm yer almaktadır:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2) [GK], § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır. (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46)
137. Demokratik bir toplumda otosansür refleksine hizmet eden bir cezaya maruz kalınması, kamu gücünü kullanan organların karar ve eylemlerini sorgulanamaz hâle getirir. Oysa demokratik bir toplumda devletin, kamusal faydası yüksek olan bir tartışmanın yürütülmesini ceza tehdidi yoluyla engellemek yerine bilgi kaynaklarına ve iletişim araçlarına erişim imkânlarının genişliğinden yararlanarak kendisine yönelik eleştirileri etkili bir biçimde yanıtlamak suretiyle bu konudaki kamusal tartışmaya katkıda bulunması beklenir.
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi:10.07.2023)
Seçim sonuçlarının tartışıldığı bir tartışma/yorum programında, program katılımcılarının seçim dönemine ilişkin kendi gözlem ve değerlendirmelerini paylaşmaları, eleştirel yaklaşımda bulunmaları basın ve düşünceyi ifade özgürlüğü kapsamındadır. Programdaki bazı ifadelerin, konuşmaların bütünlüğü ve bağlamı dikkate alınmadan, alt alta yazılarak yaptırım uygulanması; kamusal faydası yüksek tartışmaların yapılmasını imkânsız hale getirecektir.
Gazetecilerin, hukukçuların bir tartışma programındaki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği şekliyle “güçlü nedenler” olmaksızın cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracaktır.
12- Ayrıca, Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu kararıyla;
“… Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, ''…'' logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 20/03/2020 tarihinde yayınlanan "…" adlı programına, 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
a-Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
b-RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
c-Ardından RTÜK, BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
Dolayısıyla; yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda dolayısıyla hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, Uzman Raporu ve rapora dayanan Üst Kurul Kararına konu edilen ve yaptırım uygulanmasına dayanak gösterilen söz konusu ifadelerin, Anayasa ile güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kalması, ayrıca söz konusu ifadelerin, konuşmanın bütünü ile birlikte ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirildiğinde; 6112 sayılı Yasa kapsamında aykırılık teşkil eden bir hususun bulunmaması gerekçeleriyle karara karşı oy kullandım. 17.07.2023