İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 07.08.2023 tarih ve 486 sayılı yazısına konu KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 08.07.2023 tarihinde saat 21:06’da yayınlanan "Haftanın Panoraması" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 08.07.2023 tarihinde saat 21:06’da sunuculuğunu Semra Topçu’nun yaptığı, Sosyolog Mücahit Bilici’nin konuk olduğu ve canlı olarak yayınlanan “Haftanın Panoraması” adlı haber ve yorum programında, konuk tarafından “Şimdi Kürt seçmen biliyorsunuz, Kürdistan'da seçimlerdeki oy eğilimine baktığımız zaman AKP'ye de gidebiliyor, dindar partilere, geçmişte Refah Partisi gibi partilere gidebiliyor. Aynı seçmen ikisine de oy verebiliyor…Kürt siyasetinde tekel boyutu var HDP'nin. Bunun çeşitli sebepleri var. Yani devletin Türkiye'de Kürt kimliğinin ifade bulmasına izin vermemesinin getirdiği tekelleşmedir, PKK'nın şiddet tekeli. HDP'nin siyasi hegemonyası şeklinde Kürt toplumunda yankı buluyor…Çünkü pek çok Kürt HDP'ye şundan dolayı destek oluyordu veya sempati duymaya başlamıştı. Bu evet böyle bir gelenekten geliyor ama sivilleşiyor, demokratikleşiyor, genişliyor. Bunun başarılı olması hem şiddetin bitmesine hem de Kürtlerin ihtiyaçlarının dile getirilmesi, Türkiye'de Kürtlere ait olan devletin gasp edilmiş şu anki devletin Kürtlere de iade edilmesi sürecinin bir parçası olarak Kürtler sahiplendi. Bunu dindar Kürtler de sahiplendi, değişik kesimler de sahiplendiler. Şimdi bu süreç kesintiye uğradı. Hendek süreciyle birlikte derin bir meşruiyet krizine düştü ve oradan çıkamadı HDP.” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan; "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı olamaz."." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARARA KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
1-Kamuoyunu bilgilendirmek ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkân sağlamak, medyanın en birincil görevlerinden birisi kabul edilmekte ve bu doğrultuda, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, medyanın özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Bu açıdan, ifade özgürlüğünün daha geniş bir çerçevede korunmasının sebebi; dile getirilen olgu, düşünce ve kanaatlerin engellenmesinin aynı zamanda kamuoyunun haber alma ve kanaat oluşturma hakkını engelleyebilecek olmasıdır.
2-Haftanın Panoraması isimli programın, ihlal teşkil ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanan 08.07.2023 tarihli yayınındaki ilgili bölüme; New York Şehir Üniversitesi (City University of New York –CUNY) bünyesindeki John Jay College’da Sosyoloji bölümü öğretim üyesi, Sosyolog Doç. Dr. Mücahit Bilici konuk edilmiş; genel seçimlerde muhalefet partilerinin ortak tutumunun sonuçsuz kalmasına ilişkin görüşleri ile yerel seçimler yaklaşırken, HDP/ Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ya da resmî kısaltmasıyla Yeşil Sol Parti’nin seçim stratejileri ve Kürt seçmenin seçim eğilimleri ile eğilimlerine etki eden faktörler üzerine, analizleri ve yorumları ekrana getirilmiştir.
Ancak, Üst Kurul kararı ve karara dayanak oluşturan Uzman Raporu incelendiğinde; yayın konuğunun cezai işleme gerekçe gösterilen söylemlerinin tamamına yer verilmediği, konuşmaların nedensellik temasını oluşturan kısmının rapora eklenmediği, Uzman raporunun gerekçelendirildiği ve dolayısıyla müeyyide uygulanmasına dayanak gösterilen bölümdeki konuşmaların bağlamından koparılarak aktarıldığı, bu nedenle konu bütünlüğünün sağlanamadığı görülmektedir.
3-Bilindiği üzere, bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti; konuşmaların geniş çerçevede ele alınması, ayrıntılı deşifrenin sunulması, yapılan konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılarak, değerlendirilmesiyle mümkündür. Yaptırıma gerekçe gösterilen canlı yayındaki ihlal olduğu iddia edilen ifadelerin, öncesinde ve sonrasında yapılan açıklamalarla birlikte değerlendirilmesi gerekliliği, yayında genel anlamda verilen/verilmek istenilen mesajın içeriğiyle ve mesajın sunuş şekliyle doğru orantılıdır ve bunun saptanabilmesi için, yayındaki konuşmaların bütünsellik içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sağlıklı bir değerlendirmenin yapılabilmesi için, programın ilgili bölümünün tam deşifresinin dikkate alınması yerinde olacaktır.
4-Bu çerçevede; Uzman Raporu ve Üst Kurul kararında yer almayan ilgili bölümün tam deşifresi aşağıda sunulmuştur: (Altı çizgili yazılar, raporda ve Kurul kararında bulunmayan bölümlerdir.)
Sunucu Semra Topçu’nun (22.44.04) “HDP/Yeşil Sol Parti’nin, Kürt seçmeni ne kadar temsil ettiği”ne ilişkin sorusu üzerine;
“Mücahit BİLİCİ: Şimdi Kürt seçmen biliyorsunuz, Kürdistan'da seçimlerdeki oy eğilimine baktığımız zaman AKP'ye de gidebiliyor, dindar partilere, geçmişte Refah Partisi gibi partilere gidebiliyor. Aynı seçmen ikisine de oy verebiliyor. (22.45.46) Bunun sebebi şudur. Kürtler ortalama olarak Türkiye toplumuna oranla biraz daha gelenekseller biraz daha dindarlar. Bunların ikisini de bir olumsuzluk olarak düşünmemek lazım realiteyi görmek açısından, Bu da bu iki siyasi ve birbirine çok uzak ters gibi görünen siyasi eğilim arasında geçişlilik olduğunu bize gösteriyor. Yani dindar sebeplerle oy vermek ile diyelim ki Kürt kimliği dolayısıyla oy verme eğilimi örtüşebiliyor. Karşı karşıya da gelebiliyor. Şimdi HDP birinci partidir, AKP ikinci partidir Kürt illerinde bunu çok net görebiliyoruz. Bunun da bir arka planı var. Şimdi HDP bahsine gelince, HDP konsolide olmuş bir Kürt oyunun üzerine oturuyor. Bir nevi cepte sayılan yani otomatik olarak neredeyse alacağını hissettiği ve (22.46.53 ) bir de Kürt siyasetinde tekel boyutu var HDP’nin. Bunun çeşitli sebepleri var. Yani devletin Türkiye’de Kürt kimliğinin ifade bulmasına izin vermemesinin getirdiği tekelleşmedir, PKK’nin şiddet tekeli. HDP’nin siyasi hegemonyası şeklinde Kürt toplumunda yankı buluyor. (22.47.16) Şimdi ben HDP’nin yani demokratik sivil bir siyaset yapıyor olmasını çok değerli ve önemli buluyorum. PKK’nin de şiddete son vererek, şiddet kabiliyetini Türkiye’de özgürlüklerin artması istikametinde bir değişim için tahvil ederek, yani bir barış süreciyle onu bir nevi bir değere, paraya çevirerek, nakde çevirerek, insanlara nefes aldıracak bir nakde çevirerek bitirmesi gerektiğini düşünen biri olarak konuşuyorum. HDP’ye baktığımız zaman bir mirasın işte bir mücadelenin geleneğini sürdürücüsü olarak var da bir sürü parti açılıp kapatılıyor, kapatılıyor tekrar açılıyor ve her seferinde aynı şeyler oluyor. Yani HDP’nin başına ne geleceğini şimdiden söylebiliriz. Biraz özeleştiri verdik diyecekler… Yani raporlar yazılacak işte birileri bir şeyler diyecek programı yerine getiremedik diyecekler, insanlarla iletişim kuramadık bahsine yeterince giremeyecekler. Asıl girmeleri gereken konu odur. Kürt toplumu istemeye istemeye HDP’ye oy veriyordu zaten, memnun değillerdi siyasetlerinden, temsil kabiliyeti düşüktü. Fakat ‘ne yapalım bu bizim partimiz’ diyerek oy veriyorlardı.” şeklinde açıklamalarda bulunulmuştur.
Bu bölümde, ayrıntılı olarak sunulan ifadelerin bütününe bakıldığında; Mücahit Bilici’nin, Kürt vatandaşların “seçmen davranışı” üzerine bir analiz yaptığı, bunu yaparken de HDP ve PKK’yı eleştirdiği görülecektir.
Ayrıca söz konusu açıklamalarda, ülkenin bölünmez bütünlüğünü hedef alacak şekilde şiddete teşvik olarak ya da terör örgütünün şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek bir yön bulunmadığı dikkate alındığında; söz konusu ifadelerin; “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı olarak yorumlanarak yaptırıma tabi tutulması, haksız, ölçüsüz ve ifade özgürlüğünü daraltıcı olacaktır.
5-Kaldı ki, yayının devamında Mücahit Bilici’nin, sunucunun “Hendek” olaylarına ilişkin sorusu üzerine yaptığı açıklamalarda da; PKK eylemlerini “terörizm” olarak nitelendirdiği ve HDP’nin bu eylemlere itiraz etmemesi nedeniyle, toplum nezdindeki meşruiyetini kaybettiğini belirttiği görülmektedir. Bu bölüme ilişkin konuşmaların ayrıntıları şu şekildedir:
“Mücahit Bilici: (22.49.20) Bence çok iyi ettiniz. Ben Hendek bahsini unutuyordum. Yani HDP Türkiye’de müthiş bir ilgi görüyordu. Yani Türkiye’nin üçüncü büyük partisi biliyorsunuz yani neredeyse ana muhalefet partisi konumuna yükselecekti aslında 2015’teki o Hendek öncesi o dönemde ciddi bir ilgi görüyordu. Önünde iki şey vardı ya iktidar olacaktı, ya muhalefet olacaktı. Fakat HDP bunların ikisine de reddetti. Ne yaparak PKK’nin işte Hendek siyasetine itiraz etmeyerek ve yani sivil insanların evlerinin önünde, mahallelerde gençlere, bilmem başka yerden getirdiğin gençlere Hendek kazdırıp polisi, askeri, özel kuvvetleri, tankı, topu davet etmek bana göre terörizmdir. Bunu çok net söylüyorum. İnsanlar savaşabilirler, savaş ilan edebilirsiniz ve mertçe savaşırsınız. Bu meydan muharebesi olur, işte adına gerilla savaşı dersiniz. Bunlar tamam savaşın hukuku içinde bu olur. Ama gidip rızasını almadığınız sivil insanın evinin önüne Hendek kazıp o insanın hayatını tehlikeye atıp heder ettiğiniz zaman yaşlı insanların, imkânları olmayan insanların bir takım devrimcilik oyunları oynamak için başka büyük stratejileriniz olabilir onun için o insanların hayatını, özgürlüğünü, yaşam hakkını gözünüzü kırpmadan eğer harcıyorsanız bu yaptığınız eylemin kendisi terörizmdir. Şimdi HDP bu konuda net bir itiraz yapmadığı için hem Türkiye toplumu, geniş Türkler dışındaki Türkiye toplumu nezdindeki meşruiyetini kaybetti, hem de Kürtler nezdindeki meşruiyetini kaybetti. (22:51:15) Çünkü pek çok Kürt HDP'ye şundan dolayı destek oluyordu veya sempati duymaya başlamıştı: Bu evet böyle bir gelenekten geliyor ama sivilleşiyor, demokratikleşiyor, genişliyor. Bunun başarılı olması hem şiddetin bitmesi hem de Kürtlerin ihtiyaçlarının dile getirilmesi, Türkiye'de Kürtlere ait olan devletin gasp edilmiş şu anki devletin Kürtlere de iade edilmesi sürecinin bir parçası olarak Kürtler sahiplendi. Bunu dindar Kürtler de sahiplendi, değişik kesimler de sahiplendiler. Şimdi bu süreç kesintiye uğradı. Hendek süreciyle birlikte derin bir meşruiyet krizine düştü ve oradan çıkamadı HDP.”
Görüleceği üzere Mücahit Bilici bu bölümde de; PKK’nın 2015 yılındaki Hendek eylemlerini “terörizm” olarak nitelendirmiş, HDP’nin PKK’nın bu eylemlerine itiraz etmediği için meşruiyetini kaybettiğini belirtmiş, “çünkü” diye devam ederek, Hendek olaylarına kadar Kürt toplumunun, HDP’ye destek verme nedenlerini açıklamıştır. Ancak bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus şudur ki; “Çünkü pek çok Kürt HDP'ye şundan dolayı destek oluyordu:” söylemini takip eden ifadeler, Kürt toplumu tarafından HDP’ye oy verilme nedenlerinin açıklaması, yani belli bir kesimin bakış açısının yansıtılmasıdır. Dolayısıyla; yayın konuğu bir akademisyenin, herhangi bir konuda yaptığı analizlerin kendi fikri olduğu iddiasıyla programı cezalandırmak; hem zorlama bir cezalandırma şekli olacak, hem de ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici etkiler doğuracaktır.
6-İhlal teşkil ettiği düşünülen ifadeler, konuşma bütünlüğü içinde ve bağlamı ile birlikte ele alındığında ifade özgürlüğü kapsamında korunması gereken üslubun bir parçası olarak nitelendirilebilir.
Türk Dil Kurumu; “bağlam” kelimesini “bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst” olarak tanımlamaktadır.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2’de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar). https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:02.10.2023)
Dolayısıyla, Mücahit Bilici’nin sözlerinden parça parça alıntılar yapılarak, bütünlüğü ve bağlamından koparılarak hazırlanan rapor üzerinden ihlal oluştuğu kanaatiyle uygulanan yaptırım, AYM ve AİHM’nin yerleşik kararlarına aykırıdır.
7- Bilindiği üzere ifade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
8- Anayasa’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında; “herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu” belirtildikten sonra, 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Dolayısıyla, ifade özgürlüğü yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve başka yollar ifadesiyle her türlü ifade aracının Anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde; ifade özgürlüğünün radyo, televizyon ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı ifade edilerek radyo ve televizyon yayınlarının da 26. maddenin koruması altında olduğu belirtilmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
9- Anayasa’nın 28. maddesinde ise basın özgürlüğü güvence altına alınmış, maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer alırken, ikinci fıkrada “Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” düzenlemesine yer verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise basın özgürlüğünün sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. İfade ve basın özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
10- Anayasa Mahkemesinin aldığı bir kararda; ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin Anayasa’nın 26. maddesini ihlal edip etmediği incelenirken soyut bir değerlendirme yapılmayıp; başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakılması gerektiği hüküm altına alınmıştır (AYM Kararı, Tansel Çölaşan, (B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 58).
11- Anayasa Mahkemesi’nin de birçok kararında çerçevesini çizdiği şekliyle terör ile ilgili her ifade suç sayılmamakta, suç sayılabilmesi için gerekli kriterler; “terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapılması” şeklinde belirlenmektedir.
Bu çerçevede; Anayasa Mahkemesi’nin 2018/17635 nolu kararındaki; “İçinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ve terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan düşünce açıklamaları sırf terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşlerine benzerlik gösterdiğinden bahisle terörizmin propagandası olarak kabul edilemez. Toplumsal ve siyasal ortama veya sosyoekonomik dengesizliklere, etnik sorunlara, ülke nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine veya ülke yönetim biçiminin eleştirisine yönelik düşüncelerin -Anayasa Mahkemesinin daha önce ifade ettiği gibi devlet yetkilileri veya toplumun önemli bir bölümü için rahatsız edici olsa bile açıklanması, yayılması, aktif, sistemli ve inandırıcı bir şekilde başkalarına aşılanması, telkin ve tavsiye edilmesi ifade özgürlüğünün koruması altındadır” değerlendirmesi yol göstericidir.
Bahse konu AYM Kararı’nın ayrıntıları şu şekildedir:
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B.No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/201 -30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş, kararda; “Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğu” ve “Kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişilerin, güçlü nedenler olmadan cezalandırılmaması gerektiği” şeklinde hüküm bildirmiştir.
Başvurunun konusu; bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
a- Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
b- İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer
verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
c- İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
Sonuç olarak; Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir.
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi:02.10.2023)
12-Görüleceği gibi, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
13- Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; canlı yayınlarda kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu kararıyla; “… Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, ''…'' logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 20/03/2020 tarihinde yayınlanan "…" adlı programına, 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
b) Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
c) RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
d) Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
14- AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz (Handyside/Birleşik Krallık, 5493/72, 07.12.1976).
Ayrıca yine aynı karara atfen, AİHM kararına göre; ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
15-Yine AİHM’nin, Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
16- Tüm bu değerlendirmelere ek olarak; Uzman raporunda ve Üst Kurul kararında ihlal teşkil ettiği gerekçesiyle yer alan bir diğer husus da, yayın konuğunun “Kürdistan” söylemidir. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, bu konuda 13 Haziran 2023 tarihli şöyle bir kararı bulunmaktadır:
Dava 13 Aralık 2017 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda “Kürdistan” ifadesini kullanan bir milletvekilinin, milletvekili aylık ödeneklerinin üçte ikisinin kesilmesiyle birlikte, iki birleşim Meclisten çıkarılma şeklinde disiplin cezasına çarptırılması ile ilgilidir. HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman BAYDEMİR, bu cezanın AİHS’nin 10. maddesiyle korunan ifade özgürlüğü hakkına müdahale teşkil ettiğini iddia ederek başvuruda bulunmuştur. AİHM, Baydemir/Türkiye Davası’nda, AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Baydemir/Türkiye Davası, Başvuru No. 23445/18, 13 Haziran 2023). https://hudoc.echr.coe.int/tur#{%22itemid%22:[%22001-226321%22]}(E. Tarihi:02.10.2023)
Yukarıda örneklerini verdiğim Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararları doğrultusunda ve Basın Kanunu’nda, dolayısıyla hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı ve özellikle basın özgürlüğü bağlamında ifade özgürlüğünün, demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir.


