17.11.2023 tarihli Üst Kurul Toplantısında, Tele 1 logolu ve ABC RADYO TELEVİZYON VE DİJİTAL YAYINCILIK A.Ş. unvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşun; 10,11.10.2023 tarihlerinde saat 20:00’de yayınlanan Merdan Yanardağ ve Prof. Dr. Emre Kongar’ın birlikte güncel ekonomik ve siyasi konuların değerlendirdiği "18 Dakika" adlı yorum program yayınına ilişkin 15.11.2023 tarih ve 570 sayılı uzman raporunda, programda yapılan yorumlara ilişkin 6112 sayılı Kanunun 8. Maddesinin 1. Fıkrası (ç) bendi bağlamında yaptırım kararı istenmiştir.
Bahse konu raporda geçen diyaloglar aşağıdaki gibi deşifre edilmiştir.
(20:45:35) Merdan Yanardağ: Artık toplumdan bir meşruiyet, onay, bir rıza üretemiyor AKP, baskı ile zorla. Şu emeklilere yaptığı numaraya bakar mısınız ya? 5.000 lira emeklilere 29 Ekim ikramiyesi verecek. Ama çalışmayan emeklilere. Türkiye'de 14 milyon emekli var. 14 milyon küsür yaklaşık. (…) 1 milyon 800 bin ya da 2 milyona yakın bir çalışmayan emekli nüfusu olduğu belirtiliyor. Daha ileri yaşlarda çalışamayan insanlar. Geçinemedikleri için, özellikle erkek emekliler bir başka işte çalışıyor. Bir başka işte çalışıyorlar, bunların tümünü kapsam dışı bırakıyor. (…) Zaten 5.000 lira veriyorsun üç kuruş para. Bir de bunu çalışan emeklilere vermiyorsun bu büyük bir haksızlık, büyük bir haksızlık. Yani ben çalışmayan emeklilere bu paranın verilmesine hiçbir şekilde itiraz etmiyorum. Ama şunu söylemek istiyorum ya bütün emeklilere verin bu ikramiyeyi ya da sadaka olarak vermeyin. Bütün emeklilere 10'ar bin lira en az 15'er bin lira. Şimdi garip değil mi Hocam. Ya Kılıçdaroğlu herkese 15 bin lira emekli ikramiyesi vereceğiz dedi. Bayramda da şey olacak, iki bayramda da 30 bin lira vereceğiz dedi hem şeyde hem şeker bayramında, Ramazan Bayramında ya ona, ya bir iftiranın arkasına takılan da bir nüfusta var. Türkiye'de nüfusun bir kesimi, toplumun bir kesimi bu yönetimi fazlasıyla hak ediyor. Bundan hiç kuşku yok, hiç kuşku yok. Kendileri için mücadele eden insanları harcayan bir, harcayan bir ne diyelim derin bir cehalet ve karanlık içinde bir kesim var. Biz gittik bedel ödedik ya, ödedik. Ben hapis yattım. Hiç pişman değilim. Ben bir gelenekten geliyorum, ben mücadelenin, bedel de öderim. Ama ben kendim için yatmadım ki, bu ülke için bu toplum için, sizin için, sizin için. Sosyal Yardımlaşma Vakfı'ndan üç kuruş sosyal yardım almak için sadaka bekleyen insanlar için mücadele ettik. Bizim arkadaşlarımızın hepsi öyle, hepsi öyle. Biz sizin için mücadele ettik. Hiç pişman değiliz. Yine mücadele edeceğiz. Ama sizi de biliyorum.
(11/10/2023) (20:13:30) Merdan Yanardağ: Yazdığım yazılarda da belirttim. Türkiye'de esaslı bir umut krizi var. Yani demokratik yollardan bu zorbalık rejiminin, bu patrimonyal sultanizm denilen benim Islamofaşist demeyi tercih ettiğim yani dinci bir gericiliğe dayalı faşizan bir rejimdir benim tanımladığım, tarif ettiğim. "Islamofaşizm” kitabında da bunun ideolojik ve tarihsel temellerini anlatmaya çalıştım benim son kitabım... Rejime karşı mücadelenin demokratik yollardan yürütülebileceğine dair bir inanç yitimi var. (…) Muhalefete derin bir ne diyelim, öfke diyelim yani bir öfke var. Kandırıldıklarını düşünüyorlar. (…) O nedenle demokratikleşmede 160., 170. sıralarda. Bazı Afrika ülkelerinin bile gerisine düşmüş durumda... Türkiye'de adil, demokratik, güvenilir bir seçim yapılamıyor... Ne zamandan beri 2007, 2008'deki yani -AKP'nin ikinci kez yüzde 47 oy alarak Cumhurbaşkanlığı görevine Abdullah Gül'ü getirme çoğunluğunu Meclis'te yakaladığı tarih dâhil- o tarihten sonra her seçimde bir yolsuzluk, oyların çalınması, usulsüzlük, oy kaydırma vesaire gibi bir dizi sorunu tartışıyoruz. Türkiye'nin her tarafı Cumhuriyet Mitingleri ile sarsılıyor. Dünya çapında son yüz yılın en demokratik ve kitlesel gösterilere -altını çiziyorum demokratik ve kitlesel- milyonlarca insan katılıyor bunlara ama ne yazık ki liberallerin daha sonra yetmez ama evet cephesinde bulunacak bir takım sol liberal ve bir takım liberal kesimlerin ve sol liberal kesimlerin ve dönek solcuların etkin olduğu entelektüel ortamında ciddi katkısıyla bu Cumhuriyet Mitinglerinin lekelendiğini biliyoruz. Hâlbuki Türkiye'nin Islamofaşist bir rejime sürüklenmesine yönelik ilk büyük kitlesel direniştir. İkincisi nedir? İkincisi Gezidir. Cumhuriyet Mitinglerine katılanlar, Gezi Direnişi'ni yaratanlardır aynı zamanda. O milyonlarca insanın sokağa dökülmesinin nedeni odur. Ne Marksist ya da sosyalist solun böyle bir kitlesel gücü vardır ne de böyle kitlesel çevreci hareket vardır Türkiye'de. O nedenle insanlar Türk Bayraklarını alarak, Mustafa Kemal posterlerini alarak sokaklara döküldüler. Ne yaptılar sosyalistlerin, çevrecilerin yanına geldiler. Onları kendi dostları ve tarihsel müttefikleri olarak görüyorlar. Bunu sosyalist sol yeterince göremedi, kavrayamadı ve içeremedi. O dönemdeki HDP, HDP'nin devamı olduğu BDP'nin de -o dönemde BTP'ydi bu- kopuşta ya da bu kavrayamama halinde durumunda bir payı, bir payının olduğunu düşünüyorum. Şimdi o günden beri bir Türkiye'de seçim sistemine ilişkin 2007 - 2008 dönemecindeki tepki Cumhuriyet Mitingleri ve Geziyle ortaya çıktı...
Merdan Yanardağ: Bütün eğitim dinselleştirilmiş, tarikatlar eğitim kurumlarına milli eğitim okullarına girmiş, iktidarda laikliğe ve cumhuriyete karşı faaliyetlerin odağı olmaktan mahkûm olan bir parti var ve bu parti iktidarda kalmaya devam ediyor. Her türlü yönteme rağmen. Seçimlerde kara propagandayı kullanmış, hile yapın„ iftira atmış iftira atmış, hile yaptığı iddiaları var, yalan söylemiş, montaj videolar devreye sokulmuş ve bu itiraf edilmiş en yetkili ağızdan. Emre Kongar: Övülmüş, övülerek...
Bahsi geçen programda yukarıda yapılan yorumlar 6112 sayılı kanunun 8. Maddesinin 1. Fıkrası (ç) bendi; ‘‘İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.’ kapsamında değerlendirilmiştir.
Yukarıda ilgili uzman raporunda 10.10.2023 tarihli yayında deşifre edilmiş olan yorumlar, "Sosyal Yardımlaşma Vakfı'ndan üç kuruş sosyal yardım almak için sadaka bekleyen insanlar için mücadele ettik.", "ne diyelim derin bir cehalet ve karanlık içinde bir kesim var. " ifadeleri ile devlet tarafından ihtiyaç sahiplerine yönelik yapılan sosyal yardımların sadaka olarak tanımlandığı görülmektedir. Ayrıca "Ama şunu söylemek istiyorum ya bütün emeklilere verin bu ikramiyeyi ya da sadaka vermeyin." ifadeleri ile çalışmayan emeklilere verilecek olan 5.000 TL ikramiyenin sadaka olarak değerlendirilmiş; 11.10.2023 tarihli yayın için ise Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmekte olan iktidarın yaklaşımına dair yapılan yorumların ise eleştiri sınırlarını aştığı ifade edilmektedir. İlgili uzman raporunda bahsi geçen yorumların siyasi partilere, emeklilere ve sosyal yardım alan kişilere karşı aşağılayıcı bir söylem içerdiği ve eleştiri sınırlarının dışında kaldığı iddia edilmiştir.
Yukarıda deşifre edilen konuşmalar ve ilgili uzman raporu değerlendirildiğinde ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bahsi geçen söylemler programın bütününe bakıldığında, iktidarın yaklaşımlarına karşı muhalif bir tutum takınan, işlemlerin matematiksel olarak değerlendirildiğinde daha büyük zararlara yol açabileceğini ifade eden söylem ve yorumlar da içermektedir. Bahsi geçen söylemlerde emekli olup da çalışmak zorunda kalan bireylerin uygulanacak olan yöntem dışında tutulmasının bir adaletsizlik olduğuna dikkat çekilmeye çalışılmış, çalışan emeklilerin büyük bir kısmının sigortadan çıkmak isteyebileceğini, bunun da SGK girişlerinde ve dolayısıyla devletin de bir gelir kaybına uğrayabileceğine dair yorumlarda bulunulmuştur.
Sosyal yardım alan bireyler için yapılan yorumlarda ise; yardım alan kişilerin sadaka beklediği ima edilmeye çalışılmamıştır. Sosyal yardım alan bireylerin aldığı yardım miktarlarının günümüz Türkiye’sinde yetersiz kaldığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ‘sosyal bir devlet’ olarak tanımladığı devletimizin sosyal yardıma ihtiyaç duyan vatandaşlarının olması ve bu vatandaşlara verilen ikramiyelerin ise beklenen rakamların altında kaldığı vurgulanmaya çalışılmıştır.
Gazetecilik mesleğini icra eden bireyler, ardalanına aldıkları akademik bilgi ve kişisel deneyimlerini, yaşadıkları toplumu gözlemleyerek, o toplumda yaşayan insanlarla iletişim kurarak ve bu insanları dinleyerek icra etmek durumundadırlar. Gazeteci ve yazar kimlikleriyle ön plana çıkan Merdan Yanardağ, bahsi geçen programda bu yorumları yaparken, ‘Bugün bana iki arkadaşım geldi ve geçinemediklerini söyleyerek, SGK’dan çıkmak istediklerini söyledi.’ şeklinde yorumlarını da eklemiş ve yaptığı yorumlarda toplumun nabzını tutarak deneyimlerini aktarmaya çalıştığını ifade etmiştir.
Aynı zamanda muhalif birer yazar ve gazeteci olan iki ismin yürüttüğü yorum programında, hem iktidara hem iktidarın yönetim tarzına hem de iktidarın tüm toplumda yürüttüğü kendi geleneksel yapısına dair yorum yapması ve bazı tanımlamalarda bulunması son derece doğaldır.
İlgili uzman raporunda yapılan değerlendirmede, Merdan Yanardağ’ın Türkiye’de yaşayan insanların yarısına yakın bir kesiminin umut krizi içinde olduğunu ve bunun nedenlerinin ise iktidarın benimsediği yönetim kültürünün toplumun geniş kesimlerinde yaşanmasının getirdiği boşluklar olduğunu vurgulaması ve bu vurgulamayı yaparken de bazı tanımlamalarda bulunduğu görülmektedir. Bu tanımlamalardan bir tanesi Yanardağ’ın yayınlamış olduğu bir kitabın ismidir. Ayrıca, kendisinin de yaşamış olduğu ülkenin, vatandaşların yorumları ve yönelimlerini inceleyen bir gazeteci olarak, ‘Bu ülkenin yarısının parlamentoya, seçim sandığına yönelik derin bir güvensizlik içinde olması, Türkiye’nin geleceği açısından da büyük bir tehlikeyi getirdiğini’ söylemesi yukarıda eleştiri sınırlarını aştığı iddia edilen ifadelerin temelini oluşturmaktadır. Seçim sürecinde yaşanan ve oy koruma endişesini taşıyan insanlar ile vatandaşların muhalefete yönelttiği eleştirilere neden olan siyasi geçmişin bir zaman çizelgesi anlatılmaya çalışılmıştır.
İfade özgürlüğü, bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olup ifade özgürlüğü sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil ayni zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati (görüsü) açıklama ve yayma", buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme" özgürlüklerini de kapsamaktadır.
Bu noktada, Avrupa İnsan Haklar Mahkemesinin yerleşik hale gelen içtihadında, sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya zararsız gördüğü "haber" ve "düşüncelerin" değil, devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerektiği; ifade özgürlüğünün, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olduğu ve bu özgürlük olmaksızın "demokratik toplumdan" bahsedilemeyeceği ifade edilmektedir.(Handyside/Birlesik Krallik, B.No: 5493/72, 07/12/1976)
AHM, Müslüm Gündüz/Türkiye davasında, ifade özgürlüğünüm, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birini ve bu toplumlardan her birinin ilerlemesi ve gelişmesi için vazgeçilmez şartlardan birini oluşturduğunu, Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkra hükmü saklı kalmak kaydıyla ifade özgürlüğünüm, sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen bilgi ve düşünceler için değil ayni zamanda devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, sok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu, demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan, çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülüğün bunu gerektirdiğini ifade etmiştir. (Karar tarihi: 04/12/2003, Başvuru No:35071/97)
Kişinin üstlendiği görevin, toplumdaki önemine göre yapılan eleştirilerin sayısı çoğalacağı gibi gerektiğinde içeriği de çok sert olabilir. Çünkü basın, kamu adına, eleştiri yapmaktadır. Demokrasilerde eleştirilmeyecek kurum, kuruluş, fikir ve düşünce yoktur. Siyasal yasamda görev yapmak, bu görevin gerektirdiği sorumluluk ve sonuçları kabul etmek demektir. Siyasi kişileri, yöneticileri, genel müdürleri eleştirmek ve onlarla ilgili sürekli haber yapmak basın için bir hak değil, ayrıca bir görevdir. Özellikle siyasal yasamda görev alan kişilerin, basının her yönüyle kendisi ile ilgileneceğini, eleştireceğini, uyaracağını ve hatta bazen çok sert eleştirilerle muhatap olacağını önceden bilmesi ve hesaba katması gerekir. Siyasal figürlerin davranışları, yasalara uygun olsa ve yasalara aykırı hiçbir eylem içermese dâhi, basın tarafından değer yargılarına ters düsen davranışlarının sorgulanacağını bilmesi ve bilebilecek durumda olması gerekir. (Kişilik Hakları-Medya Etik Yargı Kararları, Fikret İlkiz ve Barış Günaydın, Küresel iletişim Dergisi, Sayi:2, Güz-2006)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre, siyasi tartışma özgürlüğü, "tüm demokratik sistemlerin temel ilkesidir (AHM kararı, Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, Karar tarihi: 08/07/1986, §41-42). Hükümetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidir, hükümetlerin ayni zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (AHM kararı, Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, Karar tarihi: 18/07/2000, §40).
İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünüm güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan, siyasi tartışma özgürlüğünüm "tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi" olduğu göz önüne alındığında, diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi politikalar ve siyasileri eleştiren, politikaları veya siyasi açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir (AYM kararı, Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, Karar tarihi: 07/07/2015, §64).
Kişinin şöhretinin ve manevi varlığının korunması hakki bakımından herkes ayni düzeyde korumaya sahip değildir. Bu bağlamda, kişinin kamuya olabildiği oranda, kişilik hakları ve özel hayatına ilişkin korunması gereken alanın kapsamı sınırlanmaktadır.
Siyasetçilerin ve hükûmette bulunanların kişilik hakları ve özel hayatlari ise, ifade özgürlüğü karsısında en az korunan alanlardan biridir.
Bununla birlikte; Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, politikacılar, bürokratlar, diplomatlar, bilim adamları, sanatçılar, sporcular gibi kamuoyu tarafından tanınan kişilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının, toplumda yer alan diğer kişilere oranla daha geniş olmasının, bu kişilerin özel hayatlarına, onur, şeref ve saygınlığı dair ağır ve haksız saldırılarda bulunulabileceği anlamına gelmediği de gerek iç hukukumuzda gerek AİHM kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Buna muhatabının konumu, ifadeyi toplumların kullananlar açısından sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı bahsetmez. Bu nedenle demokratik çoğunda; ifade özgürlüğü kalkanı gizlenerek, kişileri yalnızca karalamak, aşağılamak, asılsız sulamalarda bulunmak, kişilerin özel hayatlarına saldırıda bulunmak gibi ifade özgürlüğü hakkının açıkça kötüye kullandığı hukuken korunmamaktadır. Bu anlamda; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici keyfi söz ve beyanlar ile özel hayata ve hayatin gizli alanına karsı saldırılar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeyi hedefleyen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilebilmektedir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi, E:2017/1848, K:2018/545, Karar tarihi: 17/01/2018).
İfade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ihlal teşkil edip etmediği incelenirken soyut bir değerlendirme yapılmayıp, başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kim tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakılmalıdır. (AYM kararı, Tansel Çölaşan, § 58).
6112 sayılı Kanun ile medya hizmet sağlayıcıları, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla yayın ilkelerine uygun olarak sunmakla yükümlü kılınmıştır. Bu ilkelerden biri de medya hizmet sağlayıcılarının yayınlarının kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içermemesi gerektiğine ilişkindir. Herkesin siyasi tartışmalarda yer alabilmesine ve medyanın iktidar sahiplerine hesap sorabilmesi anlamına gelen ifade özgürlüğü demokrasiler için hayati önem taşımaktadır. Özgür, bağımsız ve çeşitlilik içeren bir medya , “kamu bekçiliği” görevini yerine getirerek, halkı bilgilendirir ve iktidarı elinde bulunduranlardan hesap sorar. Bu nedenle bahsi geçen yorumlarda eleştiri sınırlarını aşan herhangi bir ifadenin bulunmadığı, devletin bütünlüğünü milletin bölünmezliğini ihlal etmediği ve küfür ya da hakaret gibi söylemler içermediği son derece açıktır.
Bu nedenle ihlale konu olduğu iddia edilen söylemlerin, bir yorum programında hükümeti ve hükümetin politikalarını eleştirmekten ibaret olduğu, eleştiri sınırlarını aşmadığı ve ne hükümet hakkında ne de politikacılar hakkında herhangi bir hakaret ya da aşağılayıcı ifade içermediği; bahsi geçen söylemlerin ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden karara katılmadım.


