İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 565 sayılı yazısına konu FLASH HABER logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 11.10.2023 tarihinde saat 09:58’de yayınlanan "Başkentte Gündem" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
FLASH HABER logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 11.10.2023 tarihinde saat 09:58’de yayınlanan, sunuculuğunu Fatih Ertürk’ün yaptığı "Başkentte Gündem" isimli programda, sunucu tarafından “Yani ne olacağını insanlar bilirdi. Emekli olduğunda ne kadar alacaksın, ne kadar ikramiye alacaksın, ne kadar maaş alacaksın, bu maaştan ne kadar kesinti yapılır, nereye ilaç parası işte SSK ne yapar, herkes bunu bilirdi. Hatta hatırlarsınız, çok değil 20 sene önce, yani AKP iktidarından önce her emekli, emekli ikramiyesiyle bir ev bir araba alırdı. Bugün bir ev bir arabanın maliyeti 4 milyon ya. 4 milyon... Emekli ol, verecekleri para 250 bin lira. Maksimum 300 bin lira. Ya dişinin kovuğuna yetmez. 35 sene boşuna çalışmış olacaksın. 35 sene boşuna emek vermiş olacaksın. Ya milleti hırsızlığa özendiriyorsunuz. Samimi söylüyorum bakın. "Çal" diyorsunuz ya. ‘Bizim gibi yap’ diyorsunuz. Herkes böyle değil ama. Herkes böyle değil. Herkes yetim hakkına el uzatmıyor. Herkes beytülmala el uzatmıyor. Allah'tan korkuyor, kuldan utanıyor. Emekli olmuş adam ya. Niye bunun hakkını vermiyorsun?”, “Nedir bu emeklinin hâli? Yine dalga geçer gibi 5 bin lira. "Çalışana vermiyoruz, çalışmayana vereceğiz. Canımız istediğinde veririz. Kasım ayının ilk haftasında veririz."... Elini cebine atıyor, aynı bir dilencinin önüne gelmiş, cebinden sadaka çıkaracak gibi. "İşte şurada bozukluk vardı, bin lira mı, iki bin mi? Ha iki bin lira az hadi beş bin lira vereyim. Seçim var.". Bu iş mi ya, iş mi? Yani ne yapacaksınız sendikacı olarak? Emekli ne yapsın? Bir yol gösterin. Bu böyle gitmiyor, gitmez ve gitmeyecek. Yılbaşından sonra da bu skandal, bu trajedi devam edecek. Millet sandıkta hesaplaşır, hesaplaşmaz. O milletin kendi basiretine kalmış. Artık o konuda bu millete laf söylemeye gerek görmüyorum ben. Anlamıyor çünkü. Konuşsan da anlatsan da söylesen de anlamıyor. Bildiğini yapıyor. Bildiğini yine yapsın. Ama yine haklarını biz savunacağız burada.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara, karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Medyanın görevi halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir.
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durum ve enflasyonist ortam, medyanın çalışan kesimin sorunlarının yanı sıra, daha zor durumda oldukları düşünülen emekli kesimin maddi sorunlarına da eğilmesini kaçınılmaz hale getirmekte, özellikle, farklı ülkelerin emeklilerinin refah düzeyi ile ülkemiz emeklilerinin yaşam koşulları ve standartları sıklıkla karşılaştırılmakta ve halkın çok büyük bir bölümünü ilgilendiren bu husus, haber ve haber programlarının vazgeçilmez konusu haline gelmektedir.
Bu kapsamda 9 Ekim 2023’te; çalışmayan emeklilere “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı İkramiyesi” olarak, tek seferlik 5 bin TL ödeme yapılacağı kararının açıklanması, ancak hem emekli olup hem de fiilen çalışmaya devam eden emeklilerin bu düzenlemenin dışında bırakılması, ülke gündeminin en birincil konusu olarak, ciddi eleştirilere ve hararetli tartışmalara yol açmıştır.
Dolayısıyla, söz konusu açıklamadan iki gün sonra, yaptırıma konu olan Flash TV’nin 11.10.2023 tarihli “Başkentte Gündem” isimli programında da, Gazeteci ve Yayıncı Fatih Ertürk, konuşmasının bir bölümünde emeklilerin bu sorununa değinmiş ve hükûmetin bu konudaki uygulamasına ilişkin, siyasi eleştiri niteliğindeki yorumlarını dile getirmiştir ki söylemlerinde, içerik olarak hakaret, küfür veya argo nitelikte bir ifade de bulunmamaktadır.
Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında, Fatih Ertürk’ün; “Ya milleti hırsızlığa özendiriyorsunuz. Samimi söylüyorum bakın. ‘Çal’ diyorsunuz ya.” şeklindeki söylemlerinin, “kişi ve kurumların şahsiyet ve itibarlarına zarar verebilecek nitelikte eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı, itibarsızlaştırıcı ve iftira niteliği taşıdığı” gerekçe gösterilmiştir.
Ancak, hem Anayasa Mahkemesi hem de AİHM kararlarında; toplumu bilgilendirme görevi olan medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda özgürlük alanın çok daha geniş yorumlanması gerektiği bilinmektedir. Benzer şekilde politikacılara ve hükümetlere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda da kışkırtıcı, rahatsız edici nitelikteki ifadelerin de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği görülmektedir.
Gazeteci Fatih Ertürk’ün söz konusu ifadelerinin doğrudan belli kişi ve kurumlara yönelik olmadığı, ülkemizin içinden geçtiği ekonomik krizden olumsuz şekilde etkilenen ve büyük sıkıntı yaşayan emekli yurttaşların durumunu abartılı şekilde anlattığı, söz konusu ifadelerin, politikacılar açısından kışkırtıcı nitelikte olsa da Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları kapsamında, eleştiri sınırları içinde kaldığı değerlendirilmektedir.
Bu konuda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı "İçtihat Metni" de yol gösterici niteliktedir. İçtihat Metni’nde yer alan “… Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslupla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler 'polemik' niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” değerlendirmesi, dosya bağlamında dikkate alındığında, Üst Kurul’un yaptırım kararının haksız, basın ve ifade özgürlüğü açısından hukuka uygun olmadığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca; Uzman raporunda da, Kurul Kararında da gözden kaçırılan ya da göz ardı edilen ve değinilmeyen bir konu da “söz sanatları”dır. Özellikle zekâ göstergesinin sergilenmesi bağlamında sıklıkla başvurulan ve edebiyatımızın zenginliğinin göstergesi olan söz sanatları kullanımı, medyada da sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce bir eserde, bir konuşmada ya da genellersek bir anlatımda söz sanatlarını kullanmak; anlatılmak istenen konunun kelime anlamını zenginleştirerek ve daha etkili kılarak, duygu ve düşüncelerin çok daha net şekilde anlatılmasını sağlar. Türkçenin etkili şekilde kullanılmasında en önemli araçlardan biri olan söz sanatları, kullanıldığı metnin daha zengin olmasını sağlar, duygu ve düşünce gelişir, hayal gücü zenginleşir, ifade daha anlamlı olur, yarattığı his dolayısıyla çok daha kalıcı hâle gelir. Özetle; söz sanatları yoluyla az sözle çok şey ifade edilir.
Edebiyatımızın en etkili silahlarından biri de “ironi”dir. Söylenmek istenen şeyin tam tersinin ima edildiği, alayın ve söz sanatının kullanıldığı ifadeler “ironi” olarak tanımlanır ve ironi ile daha eleştirel bir yaklaşım sergilenerek, yergi sanatının etkili izahı kullanılır. Dolayısıyla, gerçeğin gizlenip tersten söylendiği bu yaklaşımda esas amaç, kelimelerin düz anlamlarının dışına çıkılarak, söylem ya da eylemdeki çelişik noktalara dikkat çekmektir.
Söz konusu konuşmada da; gazetecinin, emeklilerin zor yaşam şartlarını anlatabilmek ve vurgulayabilmek için, “çal diyorsunuz” şeklindeki yaklaşımı, söz sanatının icra edilmesidir.
Bu konuya ilişkin Danıştay’ın da çok çarpıcı bir örnek kararı bulunmaktadır. Fox TV’de, 27.12.2020 tarihinde saat 08:30’da yayınlanan "İlker Karagöz ile Çalar Saat Hafta Sonu" adlı haber programına; Kalp ve Damar cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez’in corona aşısı yaptırmayanlara yönelik olarak; “Ben aşı yaptırmam diyenler birer vatan haini, onlara kız bile vermeyeceğiz, resmi dairelere bile giremeyecekler, okullara gidemeyecekler… Aşıda da kural koyacağız, devlet dairelerine bile giremeyecekler, otobüslere binemeyecekler, toplu taşımadan faydalanamayacaklar.” şeklindeki söylemleri nedeniyle, Üst Kurulun 30.12.2020 tarihli ve 53 sayılı toplantısındaki 38 No.lu kararıyla, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçe gösterilerek, cezai yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; medya hizmet sağlayıcı kuruluşun karara yönelik başvurusu sonucunda; Danıştay 13. Dairesi, 16.03.2023 tarihli, 2022/3672 E. , 2023/1214 K. sayılı kararı ile Kurul Kararına konu yaptırımı, hukuka uygun bulmamıştır. Kararda;
“İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik hâle gelen içtihadında, sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü "haber" ve "düşüncelerin" değil, devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerektiği; ifade özgürlüğünün, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olduğu ve bu özgürlük olmaksızın "demokratik toplumdan" bahsedilemeyeceği ifade edilmektedir. (Handyside/Birleşik Krallık, B.No: 5493/72, 07.12.1976)
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan, toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü; sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir (Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, Ş 35; Bekir Coşkun, Ş 52). Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, ş 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, ş 102) (AYM kararı, Burak Akbay (2) B. No:202011322, Karar Tarihi 08/02/2023, 516).Yayında, konuk Prof. Dr. B.S. tarafından aşı çalışmalarının hangi aşamada olduğuna ilişkin bilgi verilmiş, salgın hastalıkla mücadelede aşının önemine dikkat çekilmiş ve aşının önemini daha iyi vurgulamak için söz sanatları (mübalağa, ironi gibi) kullanılarak aşı karşıtlığına ilişkin dava konusu yaptırıma esas alınan ifadeler sarf edilmiştir…”
şeklinde hüküm bildirilerek, dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Anlatımlarda ve yazılarda söz sanatlarının kullanılmasına dair AİHM kararlarına bakıldığında da, konunun daha geniş çerçevede değerlendirildiği görülmektedir. Örneğin; AİHM’nin, 9 Haziran 2009 tarihli CİHAN ÖZTÜRK – TÜRKİYE DAVASI (Başvuru No: 17095/03) kararında, şu şekilde hüküm kurulmuştur:
“Karara konu olayda, başvuran tarafından bir dergide, postane müdürünün yapılan restorasyon çalışmasında ihmalkârlıklarını ortaya koyan bir yazı yayımlanmıştır. Bu yazı üzerine tazminat davası açılmış ve dava başvuran aleyhine sonuçlanmıştır. Başvuran bu müdahalenin Sözleşme’nin 10. maddesi ile bağdaşmadığını belirterek Mahkeme’ye başvurmuştur. Mahkeme başvuru konusu olayla ilgili değerlendirmesinde, ironik bir dille yazılan yazıda yapılan eleştirilerin kamu yararını ilgilendiren bir konunun dikkate alınmasına katkı sunmak amacıyla yapıldığını, kitle iletişim özgürlüğünün başkalarının şöhret ve haklarının korunması nedeniyle sınırlandırmalara tabi tutulabileceğini, ancak kamu görevlilerine yönelik haklı eleştirileri veya kamu görevlilerinin görevi suiistimallerinin veya yolsuzluklarının açığa çıkmasını önlemeyi amaçladıkları takdirde hakaret davalarının haklı görülemeyeceğini belirtmektedir. Zira kamu görevlilerine yapılan hakaretlere karşı dava hakkı kolayca suiistimal edilebilir ve kamuyu ilgilendiren konuların tartışılmasını ve eleştirilmesini engelleyebilir. Mahkeme anılan gerekçelerle yerel mahkemenin yarışan menfaatler arasında adil bir denge gözetmeden hüküm kurduğunu ve Sözleşme’nin 10. maddesini ihlal ettiği konusunda karar tesis etmiştir.”
Yine başka bir AİHM kararında da; mahkeme açıklamanın yalnızca içeriğini değil, tonunu da dikkate değer bulmaktadır. İçeriğin tonu ironik veya hicivli ise, mizahi bir yön taşıyor ise mahkeme açıklamaya ek hukuki koruma tanımaktadır. Bu tarz mizahi, hicivli ve ironik açıklamalar doğaları gereği abartı ve provokasyon içerdiklerinden dolayı mahkeme tarafından daha yumuşak bir şekilde ele alınmaktadır. Lopes Gomes Da Silva v. Portugal kararında; hicivli açıklamaların kamu menfaatini ilgilendiren sorunlar hakkında özgür tartışma ortamının yaratılabilmesi için önemine atıf yapılmıştır.
1-Bilindiği üzere; medya mensuplarının siyasi kişi veya kuruluşları, kamu kurumlarını eleştirme ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirme hakkı bulunmaktadır. Medya mensuplarının görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, birtakım kişi veya kuruluşları eleştirmesi ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi basın özgürlüğü anlamında da son derece önemlidir. Ayrıca; medyanın, üstün kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunduğu ve bu hakların, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
2- Gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir. Gazeteci Bahadır Özgür’ün konuşması bu bağlamda incelendiğinde de; yaptırıma konu edilen sözlerinin; örnek haberlerde görüldüğü üzere, kamuoyunda yaşanan tartışmaların, ekranda dile getirildiği, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, uygulanan yaptırımın haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır.
3- Kabul edilmelidir ki; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
4- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
5- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
6- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda; ulusal ve uluslararası hukuki kararlara baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
8- Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir.
Örneğin, Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55)
Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; Bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz.
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
9- Son olarak; medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında verilen hükümlere ilişkin ilişkin örnek kararlar da aşağıda sunulmuştur:
· Yukarıda örnek karar olarak verilen Danıştay kararında da atıfta bulunulduğu üzere; AİHM’nin, Handyside/Birleşik Krallık, (Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976) kararında; yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez
· Yine aynı konuya atfen; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Lingens-Avusturya kararında da, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
· AİHM’nin, çarpıcı bir başka kararına göre; hükümete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, Hükümetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır.(AİHM Castells/İspanya, Başvuru No: 11798/85, Para. 46)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç olarak; yaptırım uygulanan programda geçen konuşmaların, hükûmetin emeklilerin maaş düzenlemesine ilişkin uygulamalarına, ironik bir dille yapılan eleştiriler olduğu ve toplumun büyük bir kesimini etkilemesi nedeniyle bu konunun gündeme getirilmesinde kamu yararı bulunduğu ve kamuoyunun dikkatinin, emeklilerin sorunlarına odaklanması gibi ayrıca bir öneminin de bulunduğu ve yayında eleştiri sınırlarını aşan bir söylemin bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım.26.12.2023