İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 16.11.2023 tarih ve 575 sayılı yazısına konu KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 07.11.2023 tarihinde saat 11:08’de yayınlanan "Zafer Arapkirli ile Medyaterapi" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 07.11.2023 tarihinde saat 11:08’de yayınlanan, sunuculuğunu Zafer Arapkirli’nin yaptığı "Zafer Arapkirli ile Medyaterapi" isimli programda, sunucu tarafından “Ama bunu konuşmuyoruz. Bakın yandaş medyanın manşetlerine biraz sonra bakacağız. Ben utandım onların yerine. Neyi konuşuyoruz biliyor musunuz? Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümetine yandaşlık, yalakalık, yılışıklık eden yılışıklık eden medya neyi konuşuyor biliyor musunuz? Efendim, Hakan FİDAN, kendisine doğru şöyle bir öpme hamlesi yapmak isteyen Anthony BLINKEN’I çok başarılı bir vücut çalımıyla engellemiş. Sarmaş dolaş olmasını engellemiş. Soğuk bir şekilde sıkmış elini. Bravo. Ne büyük şey yapmış Hakan FİDAN, öptürmemiş kendisini. Yav bu mudur övüneceğimiz? Adam geliyor diyor ki benim diyor ırkdaşlarım, soydaşlarım neyse İsraillileri kastediyorum. Bombalıyorlar. O nüfusu oradan silip süpürmek, göndermek için ‘ya birazını siz alın da başarılı olsunlar’ demeye getiriyor. Hakan FİDAN’ın başarısı neymiş? Öptürmemiş kendisini, kaçmış böyle. Aferin ya Hakan Bey, ne güzel. Yani öptürseydiniz gitmişti demek ki, tövbe estağfurullah.” şeklinde ifadelere yer verilmesinin 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARARA KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Medyanın görevi halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir.
“Zafer Arapkirli ile Medyaterapi" isimli programda da, Türkiye ve dünya gündeminde yer alan konular gündeme taşınmıştır. Bu çerçevede; İsrail ve Filistin arasında yaşanan çatışmaları görüşmek üzere Türkiye’ye gelen Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Antony BLINKEN ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan FİDAN arasında geçen görüşmelerin, iktidara yakın medya kuruluşlarında nasıl ele alındığının değerlendirildiği ve eleştirildiği bölüm 8 dakika 20 saniyedir.
Raporda yaptırıma gerekçe gösterilen yayının süresi ise, 1 dakika 15 saniyelik bölümdür. Uzman raporunda, sunucunun “Yani öptürseydiniz gitmişti demek ki, tövbe estağfurullah.”…“Yani öptürseydiniz gitmişti demek ki...” ifadesini deşifreye alarak sunucunun; “neyi ima ettiği ilk başta soru işareti yaratsa da devamında toplumumuzda ayıp olarak nitelendirilen ve söylenmeye çekinilen/utanılan durumlarda kullanılan ‘tövbe estağfurullah.’ ifadesinin dile getirilmesiyle, söylenmeye çalışılanın Sayın Bakanla ilgili belden aşağı olarak nitelendirilebilecek bir hakaret olduğu anlaşılmaktadır.” ifadeleriyle ‘tövbe estağfurullah.’ ifadesini niyet okuma şeklinde yorumlayarak, “Kişi ve kuruluşları… eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ve aşağılayıcı” olduğu gerekçesiyle rapor düzenlenmiştir.
Kurul kararına dayanak oluşturan uzman raporundaki deşifre, eksik ve bütünlükten uzak bir şekilde ele alındığı için, yanlış bir sonuca varılmış, haksız bir yaptırım kararı ortaya çıkmıştır.
Yaptırım uygulanan programda geçen konuşmalar, ağırlıklı olarak ABD Dışişleri Bakanı ile Türkiye Dışişleri Bakanının görüşmesinde, İsrail’in Filistin’e yönelik vahşice saldırıları ile Filistinlilerin ülkelerinden tehcire zorlanmaları, gerek ABD’nin, gerekse ülkemizin İsrail’in yapmak istediği tehcire suç ortaklığı edip etmeme ya da bu tehciri durdurma konusunda takındıkları tavır ve davranışlar üzerine görüş ve eleştirilerden oluşmaktadır. Gazeteci Zafer Arapkirli’nin yaptırım kararına dayanak gösterilen ifadeleri ise, Dışişleri Bakanı Hakan FİDAN ile Anthony BLINKEN’in tokalaşmasının, sunucu tarafından “yandaş medya olarak” tanımlanan bazı medya kuruluşlarındaki veriliş şeklinin eleştirildiği bölümdedir.
Bu bölüm; sunucu Zafer Arapkirli’nin “...Bakın yandaş medyanın manşetlerine biraz sonra bakacağız. Ben utandım onların yerine. Neyi konuşuyoruz biliyor musunuz? Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümetine yandaşlık, yalakalık, yılışıklık eden yılışıklık eden medya neyi konuşuyor biliyor musunuz?...” ifadesi ile başlamakta ve iktidara yakın bazı medya kuruluşlarının, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın meslektaşı ile tokalaşırken “kendisini öptürmeyerek nasıl dik durduğu” şeklinde, Filistin’de yaşanan sürecin, olayın özünden uzak bir şekilde ele alınmasına tepki gösterdiği ifadelerle sürmektedir. Konuşmanın bütünü ve bağlamı dikkate alındığında, söz konusu ifadelerin, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a değil, tokalaşma haberlerinin veriliş şekli nedeniyle bazı medya kuruluşlarına yönelik olduğu açıktır.
Söz konusu ifadelerin öncesi ve sonrasında yapılan açıklamalara yer verilmeden, bölünerek ya da seçilerek bağlamından koparılarak ve niyet okunarak hazırlanan uzman raporu ve rapora dayalı verilen ihlal kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğuracaktır.
Bu çerçevede bağlamın doğru anlaşılabilmesi için ilgili bölümün deşifresinin bütününe bakılması yerinde olacaktır. Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında yer almayan bölüme dair eksik deşifre şöyledir:
“Zafer Arapkirli: … (12.39.04) Gelin biraz dış politikadan bahsedelim. İsrail. İsrail’in vahşeti bombardımanı devam ediyor ve bakın bugün 32. Gün. On binin üzerinde insan hayatını kaybetti Filistin topraklarında… Bunun adı barbarlık… O insanları o topraklardan zorla silip süpürmeye çalışıyorlar. Adeta dilim varmıyor ama çöp muamelesi yapıyorlar insanlara. İnsanları vatanlarından defetmeye çalışıyorlar. Gazze’yi Filistinlilerden arınmış yeni bir İsrail’in yeni bir ili ya da yeni bir bölgesi, ilçesi haline getirmeye çalışıyorlar. Büyük bir vahşet yaşanıyor... O görüşmelerden dışarı yansıyan konu başlıklarına baktığımızda hepimizin endişelenmesini gerektirecek çok sayıda unsur var. Birincisi, Filistinlilerin hayatının korunması, bombardımanın durdurulması, bir an önce bir ateşkese gidilmesinden ziyade Filistinlilerin oralardan nasıl çıkarılıp ta nerelere ne karşılığında gönderileceğinin pazarlığının yapıldığı anlaşılıyor. Utanç verici bir şey. Amerika açısından da, eğer doğruysa bu içerik, Türkiye açısından da utanç verici. Yani İsrail diyor ki, ‘Ben bombalamaya devam edecem. Bunları burdan silip süpürme amacıyla yapıyorum bunu’ diyor. Hiç gizlemiyor. Birileri de oturmuşlar bir yerde Blınken’mı Fidan’mı kimse başkaları? Ya İsraillileri ordan nasıl alırız da dışarı çıkartırırız hesabını yapıyorlar. Sivil bir toplumu sivil bir halk kitlesini, bir milleti topraklarından zorla silip süpürmeye çalışıp başka yerlere göndermeye çalışmanın adı tehcir. Dünyanın neresinde ne zaman yapılmışsa ve yapılacaksa bu haklı olarak eleştiriliyor. Türkiye Cumhuriyeti bu konuda zan altında daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti demeyelim de, Türkiye geçmişiyle 1915’teki yönetimiyle filan zan altında. ‘Niye Ermenileri tehcir ettirdiniz?’ diye ağır bir dille suçlanıyor. Türkiye bu olaylardan o dönemden dolayı üzüntü duyduğunu kendi ağzından dile getirdi. O zaman dünyanın başka bir coğrafyasında, başka bir toprak parçasında Filistinli insanlar tehcir edilirken yüz binlercesi, milyonlarcası ‘İyi siz ediyorsunuz biz alalım onları’ demek akılla, vicdanla bağdaşacak bir şey mi? Bize yaratacakları sorun ayrı mesele. Şu anda onu tartışacak konuşacak durumda değiliz. Zaten vicdanlı bir şeyde olmaz. Aman almayalım zaten bizde çok mülteci var. Tartışacağımız şey o değil. Tartışacağımız şey İsrail’in yapmak istediği şeye adını koyalım. Tehcire suç ortaklığı edip etmeme kararıdır bu. Bütün dünyayı örgütleyip, bütün dünyaya öncülük edip bas bas bağırıp ‘bu bombardımanı ve bu tehciri durdurmamız gerekiyor’ diyeceğimiz yerde ‘biz kaç tane Filistinli alabiliriz filan’ derdine mi düştük acaba? Bu sizi hiç utandırmıyor mu? Tehcire yardım ve yataklık suçlaması sizi hiç utandırmıyor mu? Ama bunu konuşmuyoruz. Bakın yandaş medyanın manşetlerine biraz sonra bakacağız. Ben utandım onların yerine. Neyi konuşuyoruz biliyor musunuz? Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümetine yandaşlık, yalakalık, yılışıklık eden yılışıklık eden medya neyi konuşuyor biliyor musunuz? Efendim, Hakan FİDAN, kendisine doğru şöyle bir öpme hamlesi yapmak isteyen Anthony BLINKEN’ı çok başarılı bir vücut çalımıyla engellemiş. Sarmaş dolaş olmasını engellemiş. Soğuk bir şekilde sıkmış elini. Bravo. Ne büyük şey yapmış Hakan FİDAN, öptürmemiş kendisini. Yav bu mudur övüneceğimiz? Adam geliyor diyor ki benim diyor ırkdaşlarım, soydaşlarım neyse İsraillileri kastediyorum. Bombalıyorlar. O nüfusu oradan silip süpürmek, göndermek için ‘ya birazını siz alın da başarılı olsunlar’ demeye getiriyor. Hakan FİDAN’ın başarısı neymiş? Öptürmemiş kendisini, kaçmış böyle. Aferin ya Hakan Bey, ne güzel. Yani öptürseydiniz gitmişti demek ki, tövbe estağfurullah... Bir başka yalakalık bir başka kepazelik; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Ankara’da kalmamış, Ayder Yaylası’na gitmiş. Orada gezmeye orada denetlemeler yapmaya, dolayısıyla Blinken onunla görüşememiş. Yahu muhteremler bir dakika, biz yanlış mı biliyoruz? Recep Tayyip Erdoğan koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı. Antony Blinken’ın muhatabı değil ki. Geçmişte bunu bin defa eleştirdik bin birinci defa yine eleştirmek zorunda kalıyoruz. Blinken Cumhurbaşkanıyla ne konuşacaktı arkadaş muhatabı değil ki, tabii ki kabul etmeyecekti. Konuş Hakan’la git diyecekti, Hakan bey de gidip Cumhurbaşkanını brifing verecekti, bu işler öyle oluyor. Senin Dışişleri Bakanın gittiği zaman Biden’mi kabul ediyor Beyaz Saray’da? İstisnalar olmuş olabilir geçmişte Putin’le bilmem neyle görüşmüş olabilir ama yanlış. Heyetle gittiğin zaman tabii ki Clinton düzeltiyorum Blinken’la da, bilmem Baydın’la da görüşülür bilmem ne yapılır… Bu işlerin yolu yordamı bu değil ki. Yapmayın beyler. Milleti böylesi safsatalarla uyutmayın. Millete yalan söylemeyin, işin muhtevasına odaklanın. Bir halkın, Filistin halkının dünya yüzünden silinmesi operasyonuna yardım ve yataklık etmenin üzerini, böyle şaklabanlıklarla örtmeyin..”
Yaptırıma konu edilen “Yani öptürseydiniz gitmişti demek ki, tövbe estağfurullah.” cümlesinin öncesi ve sonrasındaki ifadeler birlikte değerlendirildiğinde, eleştirilenin Dışişleri Bakanı değil, tokalaşma haberlerinin veriliş şekli nedeniyle bazı medya kuruluşlarının olduğu açıktır. Yine, söz konusu ifadeden sonra gazeteci tarafından kullanılan “Yahu muhteremler bir dakika, biz yanlış mı biliyoruz?/ Geçmişte bunu bin defa eleştirdik bin birinci defa yine eleştirmek zorunda kalıyoruz. / Bu işlerin yolu yordamı bu değil ki. Yapmayın beyler. Milleti böylesi safsatalarla uyutmayın. Millete yalan söylemeyin, işin muhtevasına odaklanın. Bir halkın, Filistin halkının dünya yüzünden silinmesi operasyonuna yardım ve yataklık etmenin üzerini, böyle şaklabanlıklarla örtmeyin.” ifadelerinin muhatabı da; yine Cumhurbaşkanının gezisi ile ilgili yapılan haberler nedeniyle bazı medya kuruluşlarıdır.
Bu durum ortadayken; Dışişleri Bakanı’nın eleştiri sınırlarının ötesinde ifadelerle küçük düşürüldüğü iddiasıyla rapor hazırlanması ve bu rapora dayalı olarak oluşturulan yaptırım kararı isabetli olmamıştır.
1-Türk Dil Kurumu; “bağlam” kelimesini “bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst” olarak tanımlamaktadır.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:22.12.2023)
Yaptırıma gerekçe yapılan “Tövbe estağfurullah” kalıbının hangi anlamda değerlendirilmesi gerektiğinin de ayrıca incelenmesi yararlı olacaktır. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Anabilim Dalı Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Doktora Programı kapsamında sunulan “Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretiminde Bir Kültür Aktarım Aracı Olarak Kalıp Sözler" başlıklı Doktora Tez’inde, “tövbe” kelimesinin, “tövbe tövbe, tövbe estağfurullah, tövbe yarabbi” şeklinde kalıp halinde kullanıldığında, “söylenenlerin kabul edilmediği ve uygun görülmediği” anlamını taşıdığı bildirilmektedir.
Söz konusu doktora tezinde, Tövbe estağfurullah kalıbının kelime bağlamı “itiraz/red” olarak tanımlanırken, “... bu kalıp sözler aracılığıyla aynı hatanın tekrarlanmaması, konunun kapatılarak bir daha dillendirilmemesi isteği dile getirilmektedir” değerlendirmesi yer almaktadır.
https://openaccess.hacettepe.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11655/6894/10238351%20(3).pdf?sequence=1 (E. Tarihi:21.12.2023)
“Tövbe estafurullah” kalıbının bağlamından koparılarak yapılan bir değerlendirme ile hazırlanan uzman raporu ve uzman raporuna dayanan Kurul Kararı; basın ve ifade özgürlüğüne ağır ve haksız bir darbe olacaktır.
2-Anayasa’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında; “herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu” belirtildikten sonra, 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Dolayısıyla, ifade özgürlüğü yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve başka yollar ifadesiyle her türlü ifade aracının Anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde; ifade özgürlüğünün radyo, televizyon ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı ifade edilerek radyo ve televizyon yayınlarının da 26. maddenin koruması altında olduğu belirtilmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
3- Anayasa’nın 28. maddesinde ise basın özgürlüğü güvence altına alınmış, maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer alırken, ikinci fıkrada “Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” düzenlemesine yer verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise basın özgürlüğünün sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. İfade ve basın özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
4-Anayasa Mahkemesi’nin de yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
5- Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. “48. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11)
Ayrıca Anayasa Mahkemesinin yukarıda alıntı yapılan Ergün Poyraz (2) [GK], kararında da söz konusu AİHM kararına yer verilerek; “69. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil; aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).” şeklinde hüküm bildirilmiş ve hükûmetlerin eleştirilere daha tahammüllü olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 13)
6-İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, https://www.anayasa.gov.tr/media/3542/aihs_tr.pdf, Erişim Tarihi, 22.12.2023).
7- AİHM’ye göre hükümete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46).
8-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından görüldüğü üzere ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir.
9- AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez.” (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
10- AİHM, ifade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no. 216).
Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu birçok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschlick-Avusturya (no:2), 1 Temmuz 1997 tarihli karar, Derleme 1997-IV, ss. 1274-1275, § 29 ve adı geçen Lingens, s. 26, § 42).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, yayında güncel bir konunun işlendiği, söz konusu haberin verilmesinde kamu yararı bulunduğu, yayın içerisinde diplomatik bir temasın bazı basın kuruluşlarında veriliş şeklinin eleştirildiği, konuşma bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde kişi ve kurumlara yönelik eleştiri sınırlarını aşan bir ifadenin ve 6112 sayılı Yasa ile belirlenen ilkelere aykırı bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, söz konusu karara karşı oy kullandım. 26.12.2023


