İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 568 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 21.10.2023 tarihinde saat 20:02’de yayınlanan "Nasıl Olacak" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 21.10.2023 tarihinde saat 20:02’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Bengü Şap Babaeker ve Bahadır Özgür’ün yaptığı "Nasıl Olacak" isimli programda geçen diyaloglarda “Türkiye IŞİD saldırısına uğradı. Suriye'den sonra en çok saldırıya uğrayan ülkedir Türkiye. Evet bak Suriye'den sonra en çok saldırıya uğrayan ülke. Ne yaptınız, ne yaptınız? Niye o zaman tepesine binmediniz. Kendi halkını değil işte yani o bahaneydi, hem kendi halkını öldürdü yüzlerce kişiyi öldürdü IŞİD bu ülkede ya. En çok Suriye'den sonra en çok insanı öldürdüğü yer…Hatta şu anda Türkiye, Suriye'de Amerika'nın IŞİD'le mücadelesini baltalamakla suçlanıyor…Savaş mı açtınız? Çözüm süreci olarak masaya oturduğunuz bir örgüt PKK ile barış süreci çözüm süreci yürüttüğünüz bir şeyi şimdi birdenbire şeye çevirdiniz yani. Hani bütün saldırılar oradan geliyormuş. IŞİD ne oldu? Hâlâ mahkemelerde bırakıyorsunuz, hâlâ besliyorsunuz, hâlâ Türkiye'de yaşıyor…Lazım çünkü…Çünkü şuna lazım işte seni oralarda tutuyor bu. Bununla sen toplumu korkutuyorsun. Toplumu zapturapt altına almanın terör yöntemi oluyor bu. Tam Nuray Sancar'ın söylediği şey yani terörü böyle kullanıyorsun.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara, karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Yaptırıma konu edilen h halk logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta; 21.10.2023 tarihinde yayınlanan ve 4 saat 44 dakika süren "Nasıl Olacak" programının, yaklaşık üç saatlik bölümünde, İsrail-Filistin savaşı konu edilmiş, “İSRAİL GAZZE’DE PAZAR YERİ VURDU / NUSAYRAT MÜLTECİ KAMPINDA ÇOK SAYIDA CAN KAYBI VE YARALI VAR” sıcak gelişmesi üzerinden, İsrail-Filistin savaşına ilişkin değerlendirmelerde bulunulmuştur. “İsrail-Filistin Savaşında ‘Orantı’ Tartışması ve Can Kayıpları” konu başlığı ekseninde yapılan konuşmalar ve yorumlarda ise; İsrail’in Filistinli sivil halka karşı gerçekleştirdiği saldırıların, İsrail’i terör devletine dönüştürdüğü şeklinde yorumlar ön plana çıkmıştır.
İhlale gerekçe gösterilen Gazeteci Bahadır Özgür’ün 2 dakika 30 saniye süren ifadeleri de, bu bölümde yer almıştır. Yani yaklaşık üç saat süren bir bölümde, hakaret, kaba ve yaralayıcı söylem içermeyen, hükûmetin iç ve dış politikalarına yönelik, siyasi eleştiri niteliğindeki birkaç cümle seçilerek yaptırım uygulanmıştır.
Bu noktada; medyanın, üstün kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunduğu ve bu hakların, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Yayın konuğu gazeteci tarafından, gücünü Anayasa’dan alan ifade ve basın özgürlüğü hakkı kapsamında yapılan sorgulamalar ve eleştirilere dair ise, gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul Kararında, neden ve neye istinaden söylendiğine dair hiçbir açıklama bulunmamakta, cımbızlanarak alınmış ifadeler üzerinden yaptırım uygulandığı görülmektedir.
Bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin saptanabilmesi ve eleştirilerin hedefinin anlaşılabilmesi için; programın ilgili bölümünün bütün olarak değerlendirilmesi, konuşmaların geniş çerçevede ele alınması, yapılan konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılması ve ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin bağlamının göz ardı edilmemesi gerektiği açıktır.
Ancak Üst Kurul yaptırımına dayanak olan Uzman raporunda; ihlal iddiasıyla sunulan konuşmaların öncesindeki ifadeler değerlendirmeye alınmamış ve konuşmalara bağlamından koparılacak şekilde yer verilmiştir. Dolayısıyla, Üst Kurulun yaptırım kararına dayanak oluşturan raporun içeriğinin eksik ve yanıltıcı olduğu açıktır. Söz konusu konuşmaların kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora alınması, konuşmaların anlam bütünlüğünün bozulmasına ve objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır. Raporu esas alan Üst Kurul kararı da bu yönüyle isabetli olmamıştır.
Oysaki bir yayında verilmek istenilen mesaj üzerinden yaptırım uygulanabilmesi, ancak yayının ilgili bölümündeki konuşmaların tamamının değerlendirilmesi ile mümkündür ve söz konusu bölümün başlangıcındaki konuşmalar, o yayının ne amaçla ekrana getirildiğinin göstergesidir. Dolayısıyla, programda ifade edilen düşünceleri, bağlamı ve bütünlüğü içinde değerlendirmekten uzak şekilde oluşturulan yaptırım kararı, bu yönüyle de orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
Bu nedenlerle; yayına ilişkin aşağıda ayrıntılı olarak verilen konuşmalara daha geniş perspektiften bakıldığında ve konuşmalar bütünsellik içinde değerlendirildiğinde, ifadelerin hükûmetin dış politikası ekseninde, kamuoyunda yaşanan tartışmaların, eleştirel düzeyde değerlendirilmesi olduğu ve basın/ ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı netleşecektir. Bu kapsamda, sağlıklı bir değerlendirmenin yapılabilmesi için, programın ilgili bölümünün tam deşifresinin dikkate alınması yerinde olacaktır. Uzman raporunda ve Kurul Kararında yer almayan ilgili bölümün tam deşifresi aşağıda sunulmuştur:
Öncelikle, yayının amacının ve hedefinin anlaşılabilmesi açısından, programın moderatörü Bengü Şap Babaeker’in, programı nasıl açtığına bakmamız gerekir.
“Bengü Şap Babaeker: (20:02:21) 15 gündür bir halkın üzerine, dünyanın gözü önünde bomba yağıyor. Sadece altı günde altı bin bomba düştü Gazze’ye İsrail tarafından atıldı. 15 gün oldu Hamas’ın saldırısına İsrail’in verdiği yanıt, artık insanlık suçunu toplu kırımı, soykırımı aratmayan görüntülere sahne oluyor. Gazze’yi konuşacağız, İsrail’i konuşacağız, silahların sesi o İsrail’i destekleyenlerin sesi o kadar gür çıkıyor ki şimdilik, ateşkes isteyen barış isteyenlerin sesi duyulmuyor. Diplomasi zaten ortada yok bugün Kahire’de bir Barış Zirvesi toplandı. Toplanıp dağıldılar zaten bir sonuç beklenmiyordu beklendiği gibi de oldu bunu konuşacağız 3 saat boyunca. Gazze’ye bağlanacağız Tel Aviv’e bağlanacağız Ramallah’a bağlanacağız meseleyi her yönüyle, uzmanlarla ele alacağız 3 saat boyunca Gazze’deyiz.”
Anlaşılacağı üzere yayının konusu budur ve genel çerçevesi de bu şekilde devam etmiştir. Dolayısıyla; “eleştiri sınırları ötesinde” olduğu gerekçesiyle cezai işlem uygulanan ifadelerin kullanıldığı bölümde de, bu konu bağlamında değerlendirmeler bulunmaktadır. Uzman raporunda ve Kurul Kararında yer almayan ancak yaptırım uygulanan ifadelerin öncesinde ve sonrasında yapılan söylemler de şu şekildedir:
“(20:22:40)
Bengü Şap Babaeker: Bu yaşanan süreç İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan o düzenin bittiğini gösteriyor, böyle yorumlar okuyorum ben. Katılır mısın buna?
Bahadır Özgür: Çoktan bitti aslında. 2009 krizi… başta bütün savaşların altında sonuçta aslında bir çıkar yoğunlaşması yatar. Yani bu durup dururken kimse savaşa girmiyor bunun arkasında petrol savaşı oluyor bilmem ne bütün dünyada bütün savaşların arkasında böyle bir şey yatıyor... Atlanan şey şu; dünyada o zaman batı ülkeleri sanayileşmiş gelişiyor yani topluma bir refah sunabiliyordu. 2009 krizi bütün bu şeyleri dağıttı aslında…2000’lerden sonra oluşan finansal sistem çöktü aslında…Arkasında yatan şey belli pandemi ortaya çıkarttı. Bütün üretimi buraya kaydırdık, değer zinciri dedikleri şeye bağımlı hale geldik …arada bir Çin Hong Kong limanında covid var diye dünyanın boğazını sıkıyor, gemileri göndermedi mi burada sen otomobil üretemiyorsun. Şöyle bir şeye geçiliyor bu, savaşla geçilir başka bir şeyle geçemezsin. Artık diyor batı bunları kendi stratejik sektörleri kendi içime alayım…Bunlara bir çare arıyor şimdi hani enerjide ben kendimi güvenliğe alayım, tedarikte güvenliği alayım nasıl alacaksınız bunu? Artık dünyanın bir ucundaki ülkelere bağımlılıklarla olmuyor bu. Kendi bölgesel kutuplaşmalarımızı yaratıyorsunuz ve Türkiye’nin aslında Erdoğan’ın yarattığı batı için mucize bu. Niye bu kadar destekliyor, sadece mülteci meselesi değil ki bu çok önemli bir şey ama Erdoğan sana 2018’de ben Çin’in yerini alırım dedi. Kendi halkımı fakirleştiririm, yoksullaştırırım burada sana arazide veririm. Nükleer yaparım, senin enerjini de karşılarım diyor. Bakın, Türkiye’nin elinde olmayan kaynakla, Avrupa’nın üretim şeyini karşılayabilmek için, ucuz üretim tedarikini karşılayabilmek için her tarafa baraj yapıyorsunuz, yenilenebilir enerji diye tarım arazilerini yok ediyorsunuz, iki tane üç tane nükleer santral yapmaya kalkıyorsunuz bütün bunları işte bu değişen dünyanın ihtiyaçlarıydı, Türkiye buna uyum sağlayabilmek için bunları yapmak zorunda kaldı. Böyle bir değişim demokratik kurumlarla demokratik yollarla olmaz, Anayasaları askıya alarak olur. Bunu hep ben söylüyorum bu kadar lojistik ağı mega projelerin yapılması ancak Anayasayı askıya alarak, doğayı katlederek ona karşı çıkan insanı da döverek yapabilirsiniz. Başka bir türlü yapamazdınız bunu. Bunu niye yaptı, sadece yolsuzluk meselesi mi, değil. Dünya buraya gitti..Peki şimdi neye ihtiyaç duyuyor? Sen mülteci hapishanesi ol, aman benim ülkeme gelmesin. Benim demir-çelik sektörüme ben otomotivin, askeri sanayinin ihtiyacı olan demir-çeliği ben üretmeyim, çok enerji tüketiyor ve ben Rusya’ya bağımlı oluyorum sen üret. Sen her yere demir-çelik şeyi açıyorsun her yere enerji santrali kuruyorsun, niye kuruyorsun? Her yere endüstri bölgesi kuruyorsun. Bütün topraklarını, Ege’de, 6-7 tane tekele kiralamışsın, tarım tekeline…Hani senin pahalıya yiyorsun, daha kaliteli daha ucuz daha sağlıklı ürünü ihraç ürünü diye Avrupa istiyor. Çok geniş bir şey ama işte bunlar savaşla oluyor. Çatışmalar olmasaydı otoriter rejimler kurulmasaydı kendi halklarına yönelik bir takım, bir kısmını terörist ilan edip oraya böyle tepesine çökmeseydi bunları yapamazdı. Toplumlar bunu kabul etmez çünkü böyle bir değişimi kabul etmez reddeder. (B.Ş.Babaeker: İstediğin değişimi yapmak için savaşa ihtiyacın varsa savaş olacak.) İsrail bunu yapma hakkını, dünyadan bu ehliyeti alırsa gözümüzün önünde, her devlet alır, herkes o zaman kendi ihtiyacı çerçevesinde bir bölgeye bunu yapma hakkı alır ne olacak ki. Her taraf terör örgütü diyebileceğimiz örgüt dolu.”
Kurul kararıyla yaptırım uygulanan söylemler de, yayının tam olarak bu bölümünde bulunmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu ifadeleri bu bölüme yerleştirdiğimizde; “Türkiye IŞİD saldırısına uğradı. Suriye'den sonra en çok saldırıya uğrayan ülkedir Türkiye. Evet bak Suriye'den sonra en çok saldırıya uğrayan ülke. Ne yaptınız, ne yaptınız? Niye o zaman tepesine binmediniz. Kendi halkını değil işte yani o bahaneydi, hem kendi halkını öldürdü yüzlerce kişiyi öldürdü IŞİD bu ülkede ya. En çok Suriye'den sonra en çok insanı öldürdüğü yer…Hatta şu anda Türkiye, Suriye'de Amerika'nın IŞİD'le mücadelesini baltalamakla suçlanıyor…Savaş mı açtınız? Çözüm süreci olarak masaya oturduğunuz bir örgüt PKK ile barış süreci çözüm süreci yürüttüğünüz bir şeyi şimdi birdenbire şeye çevirdiniz yani. Hani bütün saldırılar oradan geliyormuş. IŞİD ne oldu? Hâlâ mahkemelerde bırakıyorsunuz, hâlâ besliyorsunuz, hâlâ Türkiye'de yaşıyor…Lazım çünkü…Çünkü şuna lazım işte seni oralarda tutuyor bu. Bununla sen toplumu korkutuyorsun. Toplumu zapturapt altına almanın terör yöntemi oluyor bu. Tam Nuray Sancar'ın söylediği şey yani terörü böyle kullanıyorsun. “, görülecektir ki söylemler; değişen dünya düzenine ayak uydurma çabasındaki iktidarın, bu kapsamdaki dış politika uygulamalarının, ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı üzerine olumsuz yansımalarına ilişkin, eleştirel bir analizdir.
Bu konuşmaların devamında yine; “Dünya buraya geldi. O yüzden de, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurumlar dağıldı mı, çoktan geçtik, biz o nehri çoktan geçtik dünya orayı çoktan geçti. Türkiye en erken geçen ülkedir Türkiye 2007’den sonra o suları geçti 2007’den sonra kendi rejimini, buna uygun rejimi inşa etti.” sözleriyle, konuya ilişkin değerlendirmeler bitirilmiştir.
Özetlersek; yayının bu bölümünde Gazeteci Bahadır Özgür; İsrail-Filistin savaşı özelinde, dünyada yaşanan savaşların veya yapılan saldırıların altında yatan ekonomik nedenleri açıklamış, değişen dünya konjonktürüne uyum süreci kapsamında, Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki uygulamaları aktarmış ve bu uygulamaların eksik/yanlış bulduğu yönlerine ilişkin yorumlarını ve eleştirilerini aktarmıştır. Kabul edilmelidir ki, medya mensuplarının siyasi kişi veya kuruluşları, kamu kurumlarını eleştirme ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirme ve eleştiri hakkı bulunmaktadır. Medya mensuplarının görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, birtakım kişi veya kuruluşları eleştirmesi ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi basın özgürlüğü anlamında da son derece önemlidir.
Dolayısıyla, İsrail-Filistin savaşına atfen, dünyada yaşanan savaşların çıkarılış amacının anlatılmaya çalışıldığı ve bu doğrultuda hükûmetimizin iç ve dış politikalarının sorgulandığı bir yayın esnasında sarf edilmiş birkaç cümlenin seçilerek raporlaştırılması, ifadelerin ne amaçla kullanıldığı bile belirtilmeksizin, “terör örgütlerine motivasyon sağlayacağı gibi spekülasyonlara, yanlış bilgilendirmeye ve asılsız söylentilerin yayılmasına da yol açabileceği, terörle mücadele eden kurumları terörü dolaylı yoldan destekler nitelikte gösterdiği” gibi öznel bir yaklaşım sergilenerek, Uzmanın düşünce ve duygularına dayanan subjektif kriterlerle cezalandırılması, hem gücünü Anayasa’dan alan basın ve ifade özgürlüğüne, hem de 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmüne aykırıdır.
Ayrıca, ihlal teşkil ettiği düşünülen ifadeler, konuşma bütünlüğü içinde ve bağlamı ile birlikte ele alındığında ifade özgürlüğü kapsamında korunması gereken üslubun bir parçası olarak nitelendirilebilir.
Türk Dil Kurumu; “bağlam” kelimesini “bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst” olarak tanımlamaktadır. Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2’de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar). https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:20.12.2023)
Bu kapsamda; Gazeteci Bahadır Özgür’ün sözlerinin bir kısmının alıntılanmak suretiyle, bütünlüğü ve bağlamından koparılarak hazırlanan rapor üzerinden ihlal oluştuğu kanaatiyle uygulanan yaptırım, AYM ve AİHM’nin yerleşik içtihatlarına aykırıdır.
Kaldı ki, Gazeteci Bahadır Özgür’ün, “IŞİD ne oldu? Hâlâ mahkemelerde bırakıyorsunuz, hâlâ besliyorsunuz, hâlâ Türkiye'de yaşıyor.” şeklindeki söylemleri çerçevesindeki eleştiriler, sıklıkla basında da yer almakta ve kamuoyunda tartışılmaktadır.
Konuya ilişkin birkaç örnek haber ve linkleri aşağıda sunulmuştur:
· IŞİD'in Türkiye sorumlularından İlhami Balı'nın eşi HB'nin arasında yer alan 6 IŞİD'li kadın ceza almadan kurtuldu. Mustafa Dokumacı'nın eşi, Emniyet'in canlı bomba listesinde bulunan Ulkar M. de tahliye edildi. https://www.dw.com/tr/canl%C4%B1-bomba-listesindeki-i%C5%9Fi%CC%87dli-kad%C4%B1na-ceza-%C3%A7%C4%B1kmad%C4%B1/a-60644684 (E.T.:21.12.2023)
· IŞİD militanları bu görüntülere rağmen serbest bırakılmışlardı. Görüntüler 10 Ekim dosyasına 7 yıl sonra girdi. 10 Ekim Katliamı sanıklarının, bir kişiyi infaz etme ve IŞİD kamplarında eğitim görüntüler, ısrarlara rağmen ancak 7 yıl sonra dava dosyasına eklendi. IŞİD'liler MİT raporuyla serbest bırakılmıştı.
https://www.evrensel.net/haber/498364/isid-militanlari-bu-goruntulere-ragmen-serbest-birakilmislardi-goruntuler-10-ekim-dosyasina-7-yil-sonra-girdi (E.T.:21.12.2023)
· İstanbul'da eylem hazırlığında olduğu öne sürülen IŞİD üyesi 2 kişi yakalandı. Uzun namlulu silahla çekilmiş fotoğrafı ortaya çıkan saldırganlardan biri tutuklanırken diğeri ise adli kontrol kararıyla serbest bırakıldı.
https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/eylem-hazirliginda-oldugu-one-surulen-isidli-2-kisi-yakalandi-biri-mahkemede-serbest-birakildi-2001715 (E.Tarihi: 21.12.2023)
Dolayısıyla Gazeteci Bahadır Özgür’ün değerlendirmelerinin bir bağlamı ve dayanağı vardır. Bu çerçevede; Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin örnek niteliğindedir.
Kararın gerekçesinde yer alan; “23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez....” değerlendirmesi, olgusal temeli olan ve toplumu ilgilendiren olaylar konusunda gazetecilerin ifade özgürlüğüne güvence getirmektedir. Türkiye gündeminde tartışılan birçok olay dikkate alındığında; Gazeteci Bahadır Özgür’ün değerlendirmelerinin de bir olgusal temele dayandığına, bu yönüyle de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına kuşku yoktur.
AİHM’nin de, özellikle kamuya yönelik eleştiriler konusunda, çok dikkat çekici bir kararı bulunmaktadır. AİHM, “halkın gözcüsü” rolünün bir parçası olarak, medyanın, “başvurandan başka kişilerin ortaya attığı ‘hikâye’ veya ‘söylenti’ veya ‘kamunun düşüncesini’” tamamen asılsız olmamaları durumunda bildirmesine müsaade edilmesi gerektiğini hatırlatır (Thorgeir Thorgeirson / İzlanda, Başvuru no:13778/88, Karar Tarihi: 25 Haziran 1992, A Serisi, no. 239).
1- Gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir. Gazeteci Bahadır Özgür’ün konuşması bu bağlamda incelendiğinde de; yaptırıma konu edilen sözlerinin; örnek haberlerde görüldüğü üzere, kamuoyunda yaşanan tartışmaların, ekranda dile getirildiği, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, uygulanan yaptırımın haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır.
2- Bilindiği üzere; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
3- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
4- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
5- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
6- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda; ulusal ve uluslararası hukuki kararlara baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz. Şöyle ki;
· Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
· Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
7- Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Şöyle ki;
· Örneğin, Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” ” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55)
· Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; Bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
1. Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
2. İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
3. İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
Sonuç olarak; Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmiştir.
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi:20.12.2023)
8- Son olarak; medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında verilen hükümlere ilişkin örnek kararlar da aşağıda sunulmuştur:
· İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, kamuoyunu bilgilendirmekle ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkân sağlamakla görevli medyanın, özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Bunun nedeni, dile getirilen olgu, düşünce ve kanaatlerin engellenmesinin aynı zamanda kamuoyunun haber alma ve kanaat oluşturma hakkını engelleyecek olmasıdır. Bu nedenle; ifade özgürlüğünün toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
· Yine aynı konuya atfen; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Lingens-Avusturya kararında da, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
· AİHM’nin, çarpıcı bir başka kararına göre; hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, hükûmetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır.(AİHM Castells/İspanya, Başvuru No: 11798/85, Para. 46)
Sonuç olarak; yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Bu bağlamda, programın yaptırım uygulanan bölümdeki konuşmaların; programın tamamında savunulan hakîm görüş olmadığı, hükûmetin devlet yönetiminde uyguladığı iç ve dış politikalara ilişkin siyasi nitelikli yorum ve eleştiriler olduğu, olgusal bir temele dayandığı, kamu yararı bulunduğu, eleştiri sınırlarını aşan bir söylemin bulunmadığı ve tüm ifadelerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğu, gerekçeleriyle karara karşı oy kullandım.26.12.2023

