İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 573 sayılı yazısına konu KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 25, 26.10.2023 tarihlerinde saat 11:07’de yayınlanan "Zafer ARAPKİRLİ ile Medyaterapi" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 25.10.2023 tarihinde saat 11:07’de yayınlanan, sunuculuğunu Zafer Arapkirli’nin yaptığı "Zafer ARAPKİRLİ ile Medyaterapi" isimli programda, sunucu tarafından, “Devlet, yalan söyler mi? Devlet vatandaşını kandırır mı? Devleti temsil eden en yüce makamda oturan kişi, devletin en başındaki kişi bu Anayasa'ya göre Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı yalan söyleme hakkına sahip mi? Böyle bir ayrıcalığı var mı? Bunu merak ediyorum. Bunun cevabını aslında dün aldık. Nasıl aldık? Köprülere ve otoyollara yapılan zammın açıklanmasıyla aldık. Çünkü devletin en tepesinde, en yüce makamında oturan kişi bu milletin, 80 küsur milyon vatandaşın gözünün içine baka baka, kameralarda canlı yayında açıkça yalan söyledi. ...Bunlar nasıl olsa ne yapsak yerler" tavrına başvurması lazım. Hangisini yapacak merak ediyoruz…Devlet vatandaşına böylesine utanmadan yalanı nasıl söyler? ...O zaman niye kandırıyorsunuz milleti seçimde oy alacağız diye? Ayıp değil mi? Günah değil mi? Yazık değil mi? Bu milletin haysiyetiyle bu kadar oynanır mı? Sayın Cumhurbaşkanı'na soruyorum, direkt olarak Recep Tayyip Erdoğan’a soruyorum. Recep Bey? Bir devlet insanına, koskoca bir devleti temsil eden birine böylesine bir konuda vatandaşı kandırmak yakıştı mı? 14 Mayıs'ta seçime gidiyorsun ...aman oyları alayım diye ‘korkmayın korkmayın ben zam yapmayacağım köprülere’ dediniz. Yaptınız. Şimdi bunu nasıl izah edeceğiz? ...Devletin itibarı zedelenmedi mi? Devleti birinci dereceden temsil eden bir şahıs böylesine bir konuda milleti kandırmaya, o konuda gerçekleri saklamaya yapmayacağım deyip yapmaya utanmıyor mu? Bu soruları sormamız lazım, vatandaş olarak sormamız lazım. Çünkü, bir kaç nedenden dolayı sormamız lazım. Çünkü biz devletimizin, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin itibarlı bir devlet olması gerektiğini savunduğumuz için bunu dert ediniyorum. Yoksa Recep Tayyip Erdoğan, kendi kişisel itibarına özen gösterir göstermez, o kendisini ilgilendirir… hukuksuz olarak. …Yani diyorsun ki ben senden bir kez alma sözü vermiştim ama o sözümden vazgeçtim, yani sizi kandırdım, size yalan söyledim diyor. …Ayıp değil mi? Devlet vatandaşını böyle ters köşeye yatırır mı? Devlet vatandaşına 9 Ocak günü almayacağım deyip de 29 Ekim gecesi "yapacağım" diyebilir mi zammı? Devletin itibarını ayaklar altına alan bir yönetimle karşı karşıyayız. Bu da tabi ki devletin itibarıyla ilgili ne kadar hassasiyet gösterdiğini yönetenlerin, bizlerin onlardan daha fazla hassasiyet gösterdiğinin bir göstergesidir” söylemleri ve;
26.10.2023 tarihinde saat 11:07’de yayınlanan ilgili programda ise söz konusu zammın İletişim Başkanlığının yaptığı duyuruyla geri alınıp 2024 Ocak ayına ertelenmesi üzerine sunucu tarafından “Dün sabahta burada hatırlatmış ve devletin itibarının ayaklar altına alınması anlamına gelen bu geri dönüşü, u dönüşü, 180 derecelik çarkı ve halka zulmü eleştirmiştik. Nitekim bu çağrılar bizim gibi bütün ülkeden yükselen çağrılar hükümeti hani deyim yerindeyse imana getirmiş olmalı ki İletişim Başkanlığı bir açıklama yaptı, zam geri alınmıştır. ...Yani zammı yaparken zart diye zırt diye hart diye yapacaksın ama geri alırken inim inim inletmeyin insanları da üç lira beş lira insanlar için önemli.” şeklindeki ifadeleri nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; “…kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde alınan çoğunluk kararına katılmadım.
Kamuoyunu bilgilendirmek medyanın temel görevidir. Medyanın görevi halkı ilgilendiren tüm konularda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
25.10.2023 tarihinde yayınlanan “Zafer Arapkirli ile Medyaterapi" isimli programda da, Türkiye ve dünya gündeminde yer alan konular gündeme taşınmış, aynı gün duyurulan köprü ve otoyol zamları da bu çerçevede ele alınmıştır. Zafer Arapkirli, yaptırıma gerekçe gösterilen bölümdeki konuşmasında; köprü ve otoyol zamlarına ilişkin Cumhurbaşkanı tarafından daha önce yapılan “zam yapılmayacak” açıklamasına dikkat çekerek, bu açıklamaya rağmen, iktidarın aldığı “zam” kararındaki çelişkiyi ortaya koymuş ve iktidarın tutumunu sorgulamıştır. Nitekim yürürlüğe gireceği açıklanan zammın iptal edildiği, İletişim Başkanlığının açıklamasıyla ortaya çıkmış, ikinci gün yayınında da bu gelişmeye yer verilmiştir.
Köprü ve otoyol zamlarının, toplumu ilgilendiren ve güncel bir konu olduğuna kuşku yoktur. Bu konuda iktidar tarafından daha önce yapılan açıklamaların hatırlatılması ve bu konu özelinde, iktidarın hükûmet politikalarında çelişki yaratan uygulamalarının ortaya konulması da medyanın görev ve sorumluluğu kapsamındadır. Medyanın görevini yerine getirirken, sorular sorması ve yanıt araması doğaldır. Nitekim söz konusu yayında da Gazeteci Zafer Arapkirli’nin, çeşitli sorgulamalar yaparak, kendi görüş ve değerlendirmelerini ifade ettiği görülmektedir. Kaldı ki; gazeteciler tarafından yapılan sorgulama ve değerlendirmeler, iktidar ya da politikacılar açısından rahatsız edici ve kışkırtıcı nitelik taşısa da, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları dikkate alındığında, ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştiri sınırları içinde kaldığı ve bu özgürlüğün haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerdiği açıktır.
Bu çerçevede; Gazeteci Zafer Arapkirli’nin değerlendirmelerinin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve eleştiri sınırlarını aşan bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Medya mensuplarının görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, özellikle siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında, iktidar politikalarının tutarsızlık içeren yönleri hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi, basın özgürlüğü anlamında da son derece önemlidir. Özellikle aşağıda ayrıntılı şekilde yer verilen AİHM’nin Otegi Mondragon v. İspanya Davası’nda, “Kral veya devlet başkanlarına yönelik eleştiri ve haklarındaki görüş açıklamalarında, şiddet, nefret ve tahrik içermedikçe abartmaya izin verilebilir ve provakatif dil kullanılabilir.” şeklinde hüküm verilmesi, ülke yöneticilerine yönelik eleştiri sınırları konusunda yol gösterici niteliktedir.
Bilindiği üzere, gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir. Zafer Arapkirli’nin konuşması bu bağlamda incelendiğinde de; yaptırıma konu edilen sözlerinin; kamuoyunda yaşanan tartışmaların, ekranda dile getirildiği, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, uygulanan yaptırımın haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır.
Kabul edilmelidir ki; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
Bu çerçevede; Cumhurbaşkanına veya iktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
Kamuya mal olmuş kişilere yönelik eleştiriler konusunda alınmış Yargıtay kararlarına bakıldığında da benzer sonuçlar görülmektedir:
Yargıtay tarafından alınan bir kararda; "Kamuya mâl olmuş kişilerle karşılaştırıldığında özel kişilere yönelik eleştirilerin sınırları daha dardır. Diğer yandan davacı bürokrat olarak eleştiri ağır dahi olsa eleştirilere olağandan daha fazla katlanabilmelidir." şeklinde hüküm bildirilmiştir. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 04/12/2014 tarih ve E:2014/1846, K:2014/16594 sayılı kararı).
Ayrıca, Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. No.lu içtihat metninde ise, ifade özgürlüğü daha geniş kapsamlı ele alınmıştır:
“…İfade hürriyeti, bilgi verme ve bilgi edinme hürriyeti sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, "Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahaleleri olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar" denilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, kamuyu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç bu tartışmanın boyutlarının Devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. Süreklilik gösteren bu kararlarda, kamuoyunun bir bölümünün ve hatta çoğunluğun hoşuna gitmeyen, ürkütücü, şok edici, hoşa gitmeyen fikirlerin de sözleşmenin 10. maddesi tarafından korunduğu belirtilmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya vb. Kararlar).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarında, ifade hürriyetinin iki istisnası olduğuna işaret edilmektedir. Birinci istisna şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler, ikinci istisna ise azınlıklara karşı nefret söylemidir... Bunun için önce yazı veya sözün içeriğine bakılmalıdır. Yazı veya Sözler; a) Şiddet, bir araç olarak öngörülüyorsa, b) Kişileri hedef gösterip kanlı bir intikam istiyorsa, c) Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru olduğu ileri sürülüyorsa, d) İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtıyorsa, ifade hürriyetinden yararlanmayabilir (Sürek/Türkiye, no. 1, Büyük Daire, no 26682/95, Güzel ve Özer/Türkiye, 6 Temmuz 2010 kararı)…
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna-İtalya kararı)…
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 13, 14, 25, 26 ve AİHS'nin 9/2, 10/2, 17. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde devlet yahut halkın bir bölümü için rahatsız edici, hoşa gitmeyen, kural dışı, endişe verici, fakat şiddet ve şiddet kışkırtıcılığı içermeyen nitelikteki sözler de ifade hürriyeti kapsamındadır.”
Yukarıda atıfta bulunulan Yargıtay kararlarında da görüleceği üzere; ifade özgürlüğünün sınırları, “şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler ile azınlıklara karşı nefret söylemi” istisnaları dışında belirlenmektedir. Dolayısıyla, söz konusu yayında kullanılan ifade ve iddiaların bu kapsamlar dışında olduğu ortadadır ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
Gerek Anayasa Mahkemesi’nin, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiği görülmektedir. Konuya ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin örnek kararlarından bazıları şu şekildedir:
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin OTEGI MONDRAGON-İSPANYA (Başvuru no. 2034/07, 15 Mart 2011) içtihadında, ifadenin muhatabının cumhurbaşkanı/ devlet başkanı olması halinde, “yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırının, özel bir bireye kıyasla daha geniş olduğu, özel bir bireyin aksine bir politikacının, her sözcüğünü ve her yaptığını hem gazetecilerin hem de halkın yakın ve ayrıntılı incelenmesine bilerek ve kaçınılmaz olarak açtığı ve bu nedenle daha geniş bir tolerans derecesi sergilemesi gerektiği, hüküm altına alınmıştır.
“AİHM, AYM ve YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU / Vedat Şorli v. Türkiye Kararı İncelemesi”nde, AİHM’nin, yukarıda atıfta bulunulan Otegi-Mondragon-İspanya kararına yönelik saptamalar şu şekilde sıralanmıştır:
“AİHM Otegi Mondragon v. İspanya Davası Kararına Göre:
1-Kral veya devlet başkanlarının eleştirisinde, haklarında görüş açıklanmasında şiddet, nefret ve tahrik içermedikçe abartmaya izin verilebilir ve provakatif dil kullanılabilir.
2. Hükümete, Parlamentoya, Devlet Başkanlarına, Devlete ait bilgilerin ya da görüşlerin açıklanması hakkına ilişkin olarak hakaret konusunda sıradan yasa ile korunan başka insanlardan daha fazla koruma sağlayan ve hakaretamiz beyanlar için daha ağır cezalar öngören ceza yasası düzenlemeleri kabul edilemez. Bu bağlamda, hakaret konusunda özel bir yasayla Devlet Başkanlarına, daha fazla koruma sağlamak kural olarak AİHS’nin ruhuna uygun değildir.
3. Devlet başkanlarına sadece fonksiyonları ya da statülerine dayanarak onları eleştiriye karşı koruyan özel ayrıcalık tanınamaz, Devlet başkanlarına ayrıcalıklı bir statü ya da özel koruma vermenin hiçbir hukuki gerekçesi olamaz.
4. Çünkü AİHM, kurulu düzene saldıran, şoke eden ya da reddeden fikirlerin aktarılmasında ifade özgürlüğünün daha da önemli olduğunu ve üstün değer olduğunu kabul etmiştir. Devlet Başkanları, Kral ya da Cumhurbaşkanlarının devlete ve topluma karşı olan sembolik yükümlülükleri özgür tartışmaya bir engel olmamalıdır.” (Türkiye Barolar Birliği Yayınları:406, Ankara 2022) http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/666.pdf (E.T.05.01.2024)
AİHM, İHM Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğünü onaylamıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır. (Thorgeir Thorgeirson/İzlanda, 25 Haziran 1992)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
Yine AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir. (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46).
Hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (AİHM kararı, Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, Karar tarihi: 18/07/2000, §40).
AİHM’nin, Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012 kararında; ifade özgürlüğü hakkı ile kişilik haklarının ihlali noktasında, çatışan hakların dengelenmesine ilişkin bazı ölçütler sunmuştur.
Mahkeme kişilik hakkının basın yoluyla ihlalinde kullanılacak ölçütleri şu şekilde ortaya koymuştur: “(i):Kamu yararının bulunduğu tartışmaya katkı: Bu ölçüt uyarınca bir kimsenin günlük hayatındaki gelişmeler haber konusu yapılamayacaktır. (ii) İlgili kişinin ne kadar tanınır olduğu/ kamuya mal olmuş olup olmadığı ve yayının konusu. (iii) İlgili kişinin önceki davranışları. (iv) Bilginin elde ediliş yöntemi ve doğruluğu. (v) Yayının içerik, biçim ve sonuçları. (vi) Hükmedilen yaptırımın ağırlığı.” Mahkeme, somut yayının yukarıdaki ölçütleri sağladığını tespit etmiş bu nedenle yayıncı şirketin ifade özgürlüğünün ihlal edilmiş olduğuna hükmetmiştir.
AİHM’nin örnek sunulan kararları ile birlikte, Axel Springer kararındaki ölçütler açısından; yaptırıma konu edilen programdaki konuşmalar bütün olarak değerlendirildiğinde, programın içeriği ve kapsamının, tüm ölçütleri sağladığı ortadadır. Bununla birlikte, siyasetçilerin bu gibi durumları göze alarak siyasete girdiği ve her platformda kendilerini savunabilecek olanağa sahip oldukları için eleştirilere daha toleranslı olmaları gerektiği gerçeği bir yana, bu eleştirilerin iktidara yönelik olması durumunda, söz konusu olanaklar açısından çok daha ayrıcalıklı oldukları da bir gerçektir. Dolayısıyla, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara verilen bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde; toplumu bilgilendirme görevi olan medyanın, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda özgürlük alanın çok daha geniş yorumlanması gerekmektedir. Benzer şekilde politikacılara ve hükümetlere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda da kışkırtıcı, rahatsız edici nitelikteki ifadelerin de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Programda, kamuoyunda yaşanan tepkiler doğrultusunda yer alan ifadelerin; hukuka uygunluk bakımından gerçeklik, kamu yararı, toplumsal ilgi, güncellik ve objektif sınırlar içinde olma kriterlerine uyduğu, programda hakaret, küfür ve iftira niteliğinde ifadelerin yer almadığı, yapılan yorumların, iktidarın devlet yönetiminde uyguladığı tutarsız politikalara yönelik siyasi eleştiriler olduğu görüşündeyim. Eleştirilerde, küçük düşürücü, aşağılayıcı veya hakaret içerikli bir ifade bulunmamasına rağmen yaptırım uygulanmasının, haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 22.01.2024