İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 568 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 21.10.2023 tarihinde saat 20:02’de yayınlanan "Nasıl Olacak" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 21.10.2023 tarihinde saat 20:02’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Bengü Şap Babaeker ve Bahadır Özgür’ün yaptığı "Nasıl Olacak" isimli programda geçen diyaloglarda “Türkiye IŞİD saldırısına uğradı. Suriye'den sonra en çok saldırıya uğrayan ülkedir Türkiye. Evet, bak Suriye'den sonra en çok saldırıya uğrayan ülke. Ne yaptınız, ne yaptınız? Niye o zaman tepesine binmediniz. Kendi halkını değil işte yani o bahaneydi, hem kendi halkını öldürdü yüzlerce kişiyi öldürdü IŞİD bu ülkede ya. En çok Suriye'den sonra en çok insanı öldürdüğü yer… Hatta şu anda Türkiye, Suriye'de Amerika'nın IŞİD'le mücadelesini baltalamakla suçlanıyor…Savaş mı açtınız? Çözüm süreci olarak masaya oturduğunuz bir örgüt PKK ile barış süreci çözüm süreci yürüttüğünüz bir şeyi şimdi birdenbire şeye çevirdiniz yani. Hani bütün saldırılar oradan geliyormuş. IŞİD ne oldu? Hâlâ mahkemelerde bırakıyorsunuz, hâlâ besliyorsunuz, hâlâ Türkiye'de yaşıyor… Lazım çünkü… Çünkü şuna lazım işte seni oralarda tutuyor bu. Bununla sen toplumu korkutuyorsun. Toplumu zapturapt altına almanın terör yöntemi oluyor bu. Tam Nuray Sancar'ın söylediği şey yani terörü böyle kullanıyorsun” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "… kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez" hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde alınan karara katılmadım ve karşı oy kullandım.
h halk logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta; 21.10.2023 tarihinde yayınlanan ve 4 saat 44 dakika süren "Nasıl Olacak" programının, yaklaşık üç saatlik bölümünde, İsrail-Filistin savaşı konu edilmiş, “İsrail Gazze’de pazar yeri vurdu / Nusayrat Mülteci Kampı’nda çok sayıda can kaybı ve yaralı var” sıcak gelişmesi üzerinden, İsrail-Filistin savaşına ilişkin değerlendirmelerde bulunulmuştur. “İsrail-Filistin Savaşında ‘Orantı’ Tartışması ve Can Kayıpları” konu başlığı altında yapılan konuşmalar ve yorumlarda ise; İsrail’in Filistinli sivil halka karşı gerçekleştirdiği saldırıların, İsrail’i terör devletine dönüştürdüğü şeklinde yorumlar ön plana çıkmıştır.
İhlale gerekçe gösterilen Gazeteci Bahadır Özgür’ün 2 dakika 30 saniye süren ifadeleri de, bu bölümde yer almıştır. Yani yaklaşık üç saat süren bir bölümde, hakaret, kaba ve yaralayıcı söylem içermeyen, hükûmetin iç ve dış politikalarına yönelik, siyasi eleştiri niteliğindeki birkaç cümle seçilerek yaptırım uygulanmıştır.
Bu noktada; medyanın, üstün kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunduğu ve bu hakların, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Yayın konuğu gazeteci tarafından, gücünü Anayasa’dan alan ifade ve basın özgürlüğü hakkı kapsamında yapılan sorgulamalar ve eleştirilere dair ise, gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul Kararında, neden ve neye istinaden söylendiğine dair hiçbir açıklama bulunmamakta, cımbızlanarak alınmış ifadeler üzerinden yaptırım uygulandığı görülmektedir.
Bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin saptanabilmesi ve eleştirilerin hedefinin anlaşılabilmesi için; programın ilgili bölümünün bütün olarak değerlendirilmesi, konuşmaların geniş çerçevede ele alınması, yapılan konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılması ve ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin bağlamının göz ardı edilmemesi gerektiği açıktır.
Ancak Üst Kurul yaptırımına dayanak olan Uzman raporunda; ihlal iddiasıyla sunulan konuşmaların öncesindeki ifadeler değerlendirmeye alınmamış ve konuşmalara bağlamından koparılacak şekilde yer verilmiştir. Dolayısıyla, Üst Kurulun yaptırım kararına dayanak oluşturan raporun içeriğinin eksik ve yanıltıcı olduğu açıktır. Söz konusu konuşmaların kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora alınması, konuşmaların anlam bütünlüğünün bozulmasına ve objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır. Raporu esas alan Üst Kurul kararı da bu yönüyle isabetli olmamıştır.
Oysaki bir yayında verilmek istenilen mesaj üzerinden yaptırım uygulanabilmesi, ancak yayının ilgili bölümündeki konuşmaların tamamının değerlendirilmesi ile mümkündür ve söz konusu bölümün başlangıcındaki konuşmalar, o yayının ne amaçla ekrana getirildiğinin göstergesidir. Dolayısıyla, programda ifade edilen düşünceleri, bağlamı ve bütünlüğü içinde değerlendirmekten uzak şekilde oluşturulan yaptırım kararı, bu yönüyle de orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
İsrail-Filistin savaşına atfen, dünyada yaşanan savaşların çıkarılış amacının anlatılmaya çalışıldığı ve bu doğrultuda hükûmetimizin iç ve dış politikalarının sorgulandığı bir yayın esnasında sarf edilmiş birkaç cümlenin seçilerek raporlaştırılması, ifadelerin ne amaçla kullanıldığı bile belirtilmeksizin, “terör örgütlerine motivasyon sağlayacağı gibi spekülasyonlara, yanlış bilgilendirmeye ve asılsız söylentilerin yayılmasına da yol açabileceği, terörle mücadele eden kurumları terörü dolaylı yoldan destekler nitelikte gösterdiği” gibi öznel bir yaklaşım sergilenerek, Uzmanın düşünce ve duygularına dayanan subjektif kriterlerle cezalandırılması, hem gücünü Anayasa’dan alan basın ve ifade özgürlüğüne, hem de 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin... korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak” hükmüne aykırıdır.
Yayın ihlali şeklinde düşünülen ifadeler, konuşma bütünlüğü içinde ve bağlamı ile birlikte ele alındığında ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin örnek niteliğindedir.
Kararın gerekçesinde yer alan; “… Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez...” değerlendirmesi, olgusal temeli olan ve toplumu ilgilendiren olaylar konusunda gazetecilerin ifade özgürlüğüne güvence getirmektedir. Türkiye gündeminde tartışılan birçok olay dikkate alındığında; Gazeteci Bahadır Özgür’ün değerlendirmelerinin de bir olgusal temele dayandığına, bu yönüyle de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına kuşku yoktur.
AİHM’nin de, özellikle kamuya yönelik eleştiriler konusunda, çok dikkat çekici bir kararı bulunmaktadır. AİHM, “halkın gözcüsü” rolünün bir parçası olarak, medyanın, “başvurandan başka kişilerin ortaya attığı ‘hikâye’ veya ‘söylenti’ veya ‘kamunun düşüncesini’” tamamen asılsız olmamaları durumunda bildirmesine müsaade edilmesi gerektiğini hatırlatır (Thorgeir Thorgeirson / İzlanda, Başvuru no:13778/88, Karar Tarihi: 25 Haziran 1992, A Serisi, no. 239).
İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda; ulusal ve uluslararası hukuki kararlara baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiği görülmektedir:
Bir Anayasa Mahkemesi kararında; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Şöyle ki;
Örneğin, Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” ” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55)
Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; Bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şöyledir:
“Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
Söz konusu Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
“Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır” şeklindedir.
Sonuçta; Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE karar verilmiştir.
Sonuç olarak; yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Yayın Kuruluşuna yaptırım uygulanan programdaki konuşmaların; Mevcut Hükümetin iç ve dış politikalarına ilişkin siyasi nitelikli yorum ve eleştiriler olduğu, kamu yararı bulunduğu, eleştiri sınırlarını aşan bir söylemin bulunmadığı ve tüm ifadelerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi görüşünde olduğum için söz konusu karara karşı oy kullandım. 22.01.02024


