İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.12.2023 tarih ve 614 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 11.11.2023 tarihinde saat 20:02’de yayınlanan "Nasıl Olacak" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 11.11.2023 tarihinde saat 20:02’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Bengü Şap Babaeker ve Bahadır Özgür'ün yaptığı "Nasıl Olacak" isimli yorum programında; “Şunu da söyleyerek söyleyeyim. Hani Tolga Şirin Hoca hep bir bu programa geldiği zaman bir şey söylerdi. Bir rehin siyasetinden bahseder. Can Atalay bir rehindir, Selahattin Demirtaş bir rehindir, Gülten Kışanak bir sürü kişi bir rehin. Yani bir pazarlık şeyidir aynı zamanda ve bu hep sürdürülür diye. Erdoğan’ın elinde de rehineler var diyordu.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (t) bendinde yer alan; “Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet edecek sonuçlar doğuracak şekilde sunamaz.” ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Olgusal temeli bulunan iddiaların ya da tartışma başlıklarının, televizyon programlarına konu edilmesi, bunların farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın özgürlüğü yaşamsal bir öneme sahip olduğuna kuşku yoktur.
Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) cezaevindeki Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Avukat Can Atalay hakkında iki kez hak ihlali kararı vermesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ardından Yargıtay'ın da uygulamadığı tahliye kararları ekseninde yaşanan tartışmalar, uzun süredir medyanın gündeminde yer almakta ve birçok programa konu edilmektedir.
1- “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcıda; Bengü Şap Babaeker ile Gazeteci Bahadır Özgür’ün her Cumartesi akşamı birlikte sundukları, “Nasıl Olacak” isimli programın 4 saat 47 dakika süren 11.11.2023 tarihli yayınında da, farklı konuklarla ülke ve dünya gündemine ilişkin güncel birçok farklı konu tartışılmış, sorunlara yönelik çözüm önerileri kapsamında görüşler açıklanarak, yorumlarda bulunulmuştur.
Yayıncılık açısından çok uzun bir zaman dilimini kapsayan yayında işlenilen konulardan birisi de; Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, Can Atalay hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararını tekrar tanımaması ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin gelişmeler olmuştur. Yayında; özellikle konunun siyasi boyutu ve siyasi tartışmalara yansıması ele alınmıştır.
Yayında Gazeteci Bahadır Özgür’ün; “Şunu da söyleyerek söyleyeyim. Hani Tolga Şirin Hoca hep bir bu programa geldiği zaman bir şey söylerdi. Bir rehin siyasetinden bahseder. Can Atalay bir rehindir, Selahattin Demirtaş bir rehindir, Gülten Kışanak bir sürü kişi bir rehin. Yani bir pazarlık şeyidir aynı zamanda ve bu hep sürdürülür diye. Erdoğan’ın elinde de rehineler var diyordu.” şeklindeki sözleri yaptırıma gerekçe gösterilmiştir.
Öncelikle; söz konusu söylemlere bakıldığında; bu ifadelerin yayıncının kendi fikri, ya da kendi görüşleri doğrultusunda yorumlaması olmadığı, açık ve net bir şekilde “Tolga Şirin Hoca söylerdi/ bahseder/ diyordu” şeklinde, Doç. Dr. Avukat Tolga Şirin’in daha önce yaptığı siyasi bir analize atıfta bulunduğu görülecektir.
Bir akademisyenin daha önce paylaşmış olduğu, eleştirel içerikli siyasi bir analize ilişkin yapılmış bir alıntının dahası kaynak gösterilerek yayında konu edilmesi; Uzman Raporu’nda “varsayımsal içeriklerin; gerçekmiş gibi kesin bir dille ve taraflı bir şekilde ele alındığı” olarak değerlendirilmiştir.
Takdir edileceği üzere; Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararı’nda yaptırıma gerekçe gösterilen bu sözler; sadece bir akademisyenin siyasi içerikli analizine yapılan atıftan ibarettir ve yapılan bir atıf üzerinden “gerçekmiş gibi kesin bir dille” veya “taraflı bir şekilde” saptamasının yapılması, hem gerçekçi bir yaklaşım değildir hem de haksız ve zorlama bir yorumdur. Çünkü böyle bir değerlendirmenin yapılabilmesi için, alıntı yapılan ifadelerin, neden ve neye istinaden kullanıldığının bilinmesi gerekmektedir. Bilindiği üzeri; bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti, konuşmaların geniş çerçevede ele alınması, ayrıntılı deşifrenin sunulması, yapılan konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılarak, konuşmaların bütün olarak değerlendirilmesiyle mümkündür. Oysaki Üst Kurul yaptırımına dayanak olan Uzman raporunda; sadece alıntı yapılan bölümdeki birkaç cümle bulunmakta, konuşmaların öncesindeki ve sonrasındaki ifadelere yer verilmemekte, bu nedenle konuşmaların bağlamı anlaşılamamakta, ihlal iddiasıyla sunulan konuşmaların bütün olarak değerlendirmeye alınmaması ve bağlamından koparılarak sunulması nedeniyle de, yayıncının bu sözleri söyleme kastının ve hedefin ne olduğu bilinememektedir.
Dolayısıyla; yayındaki konuşmaların içinden cımbızlanarak alınmış, neden ve ne amaçla söylendiği bilinmeyen ifadeler üzerinden yapılan değerlendirme ve değerlendirmeyi esas alan Kurul Kararı da, bu nedenlerle uygun ve isabetli değildir.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin geçtiği konuşmanın bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur. Bu noktada, Gazeteci Bahadır Özgür’ün yaptırıma konu sözlerinden önce ve sonra yaptığı ve Uzman raporunda yer almayan ifadelerine bakmak gerekmektedir. Yayının bu bölümündeki konu; aralarında Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu’nun da bulunduğu konuklarla, “Asıl hedef Anayasa mı?/AYM neden hedef alınıyor? Yeni Anayasa için zemin mi hazırlanıyor?/ Yargıda derin kriz” alt başlıkları ile işlenmiş ve tartışılmıştır. Söz konusu bölümün deşifre metni şu şekildedir:
“ (Uzman raporunda yer verilmeyen bölümlerin altı çizilmiştir.)
Gazeteci Bahadır Özgür: (22.45.55) (Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu’na yönelik) Peki, şöyle bir şey olabilir mi hocam? Bu rejimin şunu biliyoruz; Erdoğan’ın siyasi varlığını sürdürmesine bağlı siyaseten. Yani seçime girmesi kazanması bu rejimin sürdürülebilirliği buradan geliyor, hani bir varis bir şey yok ortada, olmuyor. Çünkü seçim olduğu için ve kazanan aday da bu. Kendine göre bir rejim kurdu şimdi bu rejimde, bir tartışma yaşadık biz bu seçimde. Aday olur mu olmaz mı? Şimdi olmadığı zamana geldik aslında, hani olmadığı sekansa geldik diyelim. Bu tamamlandığı zaman artık Erdoğan aday olamayacak. Acaba bütün bu el yükseltme krizi daha önce de benzerlerinde olduğu gibi, sadece Anayasa’da buna yönelik bir yol açma. Hani sizin dediğiniz gibi bütün çatıyı, bütün kabuğu ortadan kaldırma değil de, onun içinde kendi siyasi geleceğini biraz daha garantiye alacak bir yol açma amacı güdebilir mi? Şunu da söyleyerek söyleyeyim. Hani Tolga Şirin Hoca hep bir bu programa geldiği zaman bir şey söylerdi. Bir rehin siyasetinden bahseder. Can Atalay bir rehindir, Selahattin Demirtaş bir rehindir, Gülten Kışanak bir sürü kişi bir rehin. Yani bir pazarlık şeyidir aynı zamanda ve bu hep sürdürülür diye. Erdoğan’ın elinde de rehineler var diyordu. Son dönemde hem yeni İçişleri Bakanı’nın bir şekilde aslında beklenmedik bir şekilde sadece operasyonlarla ilgili değil. Mesela ‘Cumartesi Anneleri’ ile ilgili beş yıldır süren şeyi ortadan kaldırdı bir kararla. Bununla ilgili değil ama bir takım hassasiyetlere dair, bir takım gözaltılar oluyor son dönemde hani. Toplumun bir tarafını öbür tarafına, mesela diyelim Atatürk’e hakaret etti deniyor, hiç işletmedikleri bir maddeyi işletmeye başladılar en son. Acaba sadece hani tamamen o şeyi kaldırmak değil de, derdi Anayasa Mahkemesi de değil, derdi Yargıtay da değil, derdi belki AİHM de değil. Ama, kendisinin son dönemi ve bunu uzatabilecek bir pozisyona hani krizi yükseltip sonra çözmenin böyle basit bir pozisyona indirme gibi bir amaç da güdüyor olamaz mı?
Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu: Ateşle oynar, artık o şeyleri geçtik, geçtik artık.”
Ayrıntılı sunulan konuşmalardan da görüleceği gibi; yayının bu bölümünde, yaşanan yargı krizi özelinde, krizin siyasi konjonktürde yaratabileceği olası etkilerin değerlendirilmesi amacıyla; konunun uzmanı olan ve “profesör” ünvanına sahip bir anayasa hukukçusunun görüşleri alınmak istenmektedir. Dolayısıyla; yaptırıma gerekçe gösterilen alıntı cümleleri, esasında bir soru cümlesinin parçasıdır ve soruya zemin oluşturmaktadır. Soru anlamı taşıyan ve karşısındaki kişiden bilgi alabilmek veya görüşlerini aktarmasını sağlamak amacıyla kurulan soru cümlesinin “tarafsız olmadığı” iddiasının, gerçeklikten uzak ve zorlama bir yorum olduğu göz önüne alındığında; uygulanan yaptırımın da haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı ve toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır.
Ayrıca, yargı bağımsızlığı ve bazı mahkeme kararları ülkemizde uzun süredir tartışma konusudur ve yargı kararları da eleştiriye açıktır. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda; abartılı veya rahatsız edici nitelikte de olsa eleştiri sınırının daha geniş olduğuna kuşku yoktur. Bu yönüyle de olgusal temeli olan bir konuda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki bir görüşe atıfla sorulan bir soru üzerinden, yayıncı kuruluşlar için ağır bir itham içeren, “terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet edecek sonuçlar doğuracak şekilde sunmak” suçlamasının yapılması da isabetli değildir. Gazetecilerin, siyasetçilerin, hukukçuların bir tartışma programındaki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği şekliyle “güçlü nedenler” olmaksızın ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracaktır.
2- Gazetecilerin habercilik görevinin yanında, olayları yorumlama ve eleştiri hakkı da vardır. Bu kapsamda gazeteciler, katıldıkları yayınlarda daha önce haberleştirilen konularda ya da tartışma başlıklarında kendi görüş, analiz ve eleştirilerini paylaşmaktadır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir.
Gerek uzman raporunda gerekse de uzman raporunu esas alan Kurul kararında yaptırım gerekçelerinden biri olarak, dezenformasyon iddiası gösterilmiş, Gazeteci Bahadır Özgür’ün soru cümlesi ile dezenformasyon ilişkisi kurulmuştur.
Dezenformasyona ilişkin bağlam; Kurul kararına “...Dezenformasyon gerçek olay ile haber anlatısı arasındaki süreçte kendisini göstermektedir. Dezenformasyon; haberlerin hazırlanışı, izleyicilere sunuluşu ve sonrasında toplumsal gerçekliğin inşa edilerek kulaktan kulağa dolaşması ile yaygınlaşmaktadır.” şeklinde alınmıştır. Bu değerlendirmeden, dezenformasyonun haberle bağlantılı olduğu, haberlerin hazırlanışı ve sunuşuyla birlikte ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır.
RTÜK’ün program türlerine ilişkin “Yayınlarda Program Türleri Kod, Tanım ve Sınıflandırmaları(https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832)” rehberindeki tanımlamalar dikkate alındığında; h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “Nasıl Olacak” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel Programlar, Yorum Programları” kategorisinde değerlendirilmiştir. Buna rağmen; haber/haber programları ile bağlantılı olarak ele alınması gereken dezenformasyon kavramının; bir yorum programında, daha önce bir akademisyen tarafından paylaşılmış bir görüşten alıntıyla oluşturulan soru cümlesi için yaptırım gerekçelerinden biri olarak kullanılması haklı ve isabetli değildir. Bu doğrultuda da yaptırım kararı, haksız, orantısız, kamusal faydası olan serbest tartışmaları engelleyici, toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
3- Kabul edilmelidir ki; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
4- Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir. Kaldı ki; Üst Kurulun, uymakla yükümlü olduğu 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde de; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmü yer almaktadır.
Bu nedenlerle; söz konusu ifadelerin öncesi ve sonrasında yapılan açıklamalara yer verilmeden, bölünerek ya da seçilerek bağlamından koparılarak hazırlanan uzman raporuna dayalı verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğuracaktır.
5- Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır: “AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:20.01.2024)
6- İnsan hakları hukuku belgelerinde ve anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
7- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
8- Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz.
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi: 20.01.2024)
9- Son olarak; AİHM’nin, kamu görevlilerine, hükûmete veya siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında aldığı kararlarda, medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük hak ve alanını oldukça geniş tuttuğu görülmektedir.
-Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğü onaylanmıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır (Thorgeir Thorgeirson/İzlanda, 13778/88, 25 Haziran 1992).
-Basının siyasi hayatın bekçisi olarak rolünü AİHM ilk kez Lingens davasında (1986) vurgulamıştır. Lingens/Avusturya kararında; siyasi tartışma özgürlüğünün, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’ olduğu hüküm altına alınmıştır. Söz konusu özgürlük hem bilginin, hem de fikirlerin açıklanması ile ilgili olduğundan, AİHM tarafından yapılan ayrım bu erken aşamadan itibaren önem kazanır. Bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) arasında açık bir ayrıma giden AİHM şöyle demiştir: “Olguların varlığı kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konulamaz. (...) Değer yargıları açısından bunu talep etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey istemektir; bu, AİHS’in 10. Maddesi’nin teminat altına aldığı hakkın asli bir bölümü olan fikir özgürlüğünün kendisini ihlâl eder.” (Lingens, 1986; Jerusalem-Avusturya, 2001; Dichand ve diğerleri-Avusturya, 2002). (İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, Monica Macovei İnsan Hakları El Kitapları, No.2, Para.7)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3610/aihsmad10ifade.pdf (E.T.:20.01.2024)
Ayrıca Lingens/Avusturya kararında; ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
-Hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46).
- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar.” (§ 86)
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:20.01.2024)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde basın/ ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarında ve AİHS kapsamında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, bir gazetecinin, güncel bir konuda ‘Anayasa Hukukçusu’ konuğunun görüşlerini almak istemiyle yönelttiği bir sorunun, “tarafsız olmadığı” gerekçe gösterilerek terörle bağlantılı bir yaptırım uygulanmasının haksız olduğu, yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal teşkil edecek bir hususun bulunmadığı, tüm konuşmaların düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği göz önüne alındığında da yaptırım kararında isabet bulunmadığı gerekçeleri ile söz konusu Üst Kurul kararına karşı oy kullandım. 29.01.2024


