İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.12.2023 tarih ve 607 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 27.11.2023 tarihinde saat 21:03’te yayınladığı "5.Boyut" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 27.11.2023 tarihinde saat 21:03’te yayınlanan, moderatörlüğünü Merdan Yanardağ'ın yaptığı, konuk olarak Ömer Faruk Gergerlioğlu, Kemal Özkiraz, Özdemir İnce, Atilla Dorsay ve Dr. Atilla Özsever’in katıldığı, "5.Boyut" adlı programda geçen diyaloglarda; “...Bırakalım da onu da kursunlar kardeşim yani. Niye bu yapılmıyor. Bir üçüncü "K"da, "katil". Yılmaz Güney bir katildi, bir hakimi öldürdü. Peki ne yapalım? Bu üçüncü "K" kötü bir "K" diyerek bu adamı mahkum mu edelim? Hayır öyle yapmayalım çünkü onun yaptığı o kadar muhteşem şeyler var ki. O mükemmel bir yazar bir kere, o “Boynu Bükük Öldüler” adlı romanı alın okuyun. Hala yazılagelmiş en güzel romanlardan biridir, o inanılmaz bir senaryo yazarı...O müthiş bir oyuncu ve sonra da “Umut” ile başladığı üzere müthiş bir yönetmen. Bütün bu insanları yapan insana tek bir cinayet işledi, onu da bugünkü cinayetler gibi değil. Bugün basına yansıyan cinayetleri görüyorsunuz her biri bir vahşet neredeyse. Bu öyle de değil, adam bir yerde yemek yiyor ama efendim yanında tabanca var. Ya bugün Türkiye’de kimin elinde tabanca yok Allah rızası için. Yani toplum öylesine değişti ve dejenere oldu ki bugün silah kullanmak neredeyse doğal bir şey haline geldi. O zamanlar kullanmamalıydı, evet kullanmamalıydı tabi. Çok önemli bir yıldızdı. Ona silah yakışmazdı ama o cinayet de yani nasıl anlatayım düşünülmüş, planlanmış, bilinerek bugün cinayetleri gibi çeşitli korkunçluklar, ürkünçlükler, vahşet içeren bir olay değildi. Bir yerde adam ona meydan okudu, o da sarhoştu ve tabancasına sarıldı, adama ateş etti ve adam öldü. Ben o cinayeti işlemedi demiyorum. Ama dediğim gibi bu, bugünü cinayeti ile de kıyas kabul etmez....Orada yaşanan olay da şu; eşi Fatoş Güney'e Yumurtalık Hâkimi Sefa Mutlu sarhoş, aşırı içkili ve sataşıyor ve elle tacize kadar gidiyor bu sataşma. Sonuna kadar sabırlı davrandığı ama daha sonra silah çekerek ateş ettiği belirtiliyor...Güney'in avukatı olayın kasten öldürme suçunu teşkil etmediğini belirterek, meşru savunma sınırları içinde kaldığı ve burada en fazla kastın aşılması sonucu insan öldürmek suçunun işlenebileceğini ve bununla da 19 yıl değil çok daha az bir cezanın verilmesi gerektiğini, bir nefsi müdafaa durumunu olduğunu belirtmiş. "Bu kanun hükmü bilinerek ve isteyerek uygulanmadı.” demiş. “Yılmaz Güney'in eylemini kasten insan öldürmek değil kastın aşılması sonucu insan öldürmek ya da ölüme yol açmak suçunu oluştuğu ve bunun yeniden bir yargılama yoluyla açıklığa kavuşturulmasını istendiğini belirtmişler ve merminin geliş yönü vesaire öldürülmesi ile yeni bir otopsi istemişler. Avukat Alınak bu nedenle Hâkim Sefa Mutlu'nun Nevşehir’in Derinkuyu ilçesine bağlı Suvermez Köyü’ndeki mezarının açılmasını talep etmiş. Yeni bir haber bu...” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde yer alan; "Suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü, suç tekniklerini öğretici nitelikte olamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR.
Sinema sektöründe, yönetmen, senarist, yapımcı, yazar kimlikleriyle ve özellikle oyunculuğuyla tanınan Yılmaz Güney’in, 39. ölüm yıl dönümünde düzenlenen etkinlikler kapsamında, sanat camiasından övgü dolu paylaşımların basına yansıması, özel hayatına yönelik eleştirel açıklamaları da beraberinde getirmiş, bu çerçevede de medyada tartışmalar yaşanmıştır.
1- Yaptırıma konu 27.11.2023 tarihli “5. Boyut” programının ikinci bölümü de, ölüm yıl dönümü dolayısıyla Yılmaz Güney’e ayrılmış, Yılmaz Güney’in yakın arkadaşları Şair-Yazar Özdemir İnce, Sinema Eleştirmeni Atilla Dorsay ve Dr. Atilla Özsever’le birlikte medyada yaşanan bu tartışmalar değerlendirilmiş ve Yılmaz Güney’in sanat hayatı, başarıları ve özel hayatına dair bazı anıları izleyicilerle paylaşılmıştır. Söz konusu yayında; Yılmaz Güney’in cinayet işlediği için katil olduğu ön kabulüyle, esasında sanatçı kimliğinin ve sanat kariyerinin ön plana çıkarıldığı görülmüştür. Bu ayırıma, programın değişik bölümlerinde birçok kez dikkat çekilmiştir.
Yayının, yaptırıma konu edilen bölümünün ana fikri; “Yılmaz Güney’in bir cinayet işlediği gerçeğinin, sanat alanındaki başarılı çalışmaları bulunduğu gerçeğini değiştiremeyeceği” olarak özetlenebilir. Bununla birlikte, söz konuğu bölümde yer alan ‘övgü nitelikli tüm söylemler de sanatı ve sanat hayatına ilişkindir ki bu söylemlerin hiçbirinde “suç işlemesinin övüldüğü ya da işlediği suçtan dolayı övüldüğü” gibi bir ifade de bulunmamaktadır.
Atilla Dorsay tarafından, Yılmaz Güney’in işlediği cinayet kapsamında söylemleri şu şekildedir: “Yılmaz Güney’in hayatı da ‘3K’ üzerine kuruluydu… Bir üçüncü ‘K'da, ‘katil’. Yılmaz Güney bir katildi, bir hâkimi öldürdü. Peki ne yapalım? Bu üçüncü ‘K’ kötü bir ‘K’ diyerek bu adamı mahkûm mu edelim? Hayır, öyle yapmayalım çünkü onun yaptığı o kadar muhteşem şeyler var ki./ Tek bir cinayet işledi, onu da bugünkü cinayetler gibi değil/O zamanlar kullanmamalıydı (silah), evet kullanmamalıydı tabi. Çok önemli bir yıldızdı. Ona silah yakışmazdı ama o cinayet de yani nasıl anlatayım düşünülmüş, planlanmış, bilinerek bugün cinayetleri gibi çeşitli korkunçluklar, ürkünçlükler, vahşet içeren bir olay değildi/ Ben o cinayeti işlemedi demiyorum. Ama dediğim gibi bu, bugünün cinayeti ile de kıyas kabul etmez.”
Görüleceği üzere, konuğun söylemlerinde; Yılmaz Güney’in “katil” olduğu açık ve net bir şekilde belirtilmekte, silah taşımanın onun gibi önemli bir sanatçıya yakışmayacağı özellikle vurgulanmakta, bunların yanı sıra, cinayetin planlı olmadığına ilişkin kişisel değerlendirmelerde de bulunulmaktadır. Ancak bu ifadelerden, “suçun övüldüğü” yargısına varılması; yaptırıma, zorlama bir gerekçe sunulmasıdır. Çünkü övülen suç değil, Yılmaz Güney’in sanatçı kişiliği ve sanat alanında kazandığı başarılardır. Yıllar önce yaşamını yitirmiş bir kişinin, suçlu olduğu gerekçesiyle, sanat alanındaki başarılı çalışmalarından ve ödüllerinden bahsedilemeyeceğine ilişkin hukuki ya da etik açıdan bir engel bulunmamaktadır.
Örnek vermek gerekirse; Yılmaz Güney’in yaşarken yazdığı “Boynu Bükük Öldüler” adlı romanı ile ‘Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandığının ya da hayatının anlatıldığı bir kitap hakkında; “Yılmaz Güney kitabı burada kaçınca baskısını yapıyor. Yani, belli ölçüde sevilmese Yılmaz Güney, bu kitaplar da bu kadar satmaz diye düşünüyorum.” şeklindeki ifadelerin yayında dile getirilmesinin, yaptırım uygulanan (g) bendinde belirlenen; "Suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü, suç tekniklerini öğretici nitelikte olamaz." hükmüyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Söz konusu hüküm; “suçlunun, işlediği suçtan dolayı övülmemesi” kapsamında 6112 sayılı Yasa’da yer almaktadır.
Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suçu ve suçluyu övme” başlıklı 215. Maddesinde; “(1) İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde belirlenen yasa hükmü ile bu durum net olarak açıklanmış, “övme eyleminin, suçtan dolayı övme” olması durumunda suç teşkil edeceği yasa kapsamına alınmıştır. Ayrıca bu suç için “kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması” koşulu da getirilmiştir. Söz konusunda yayınla ilgili bu iki unsurun da oluşmadığı görülmektedir.
Bu noktada; “suçu ve suçluyu övme suçu” ile ilgili akademik değerlendirmeler önem taşımaktadır. Antalya Bilim Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Dülger ile Araştırma Görevlisi Selami Cin’in birlikte hazırladıkları, “Suçu Ve Suçluyu Övme Suçu (TCK md. 215)” başlıklı makalede, bu husus, şu şekilde açıklanmaktadır:
“Suçu ve Suçluyu Övme Suçu’nun gerçekleşebilmesi için övme fiilinin düşünce özgürlüğünün sınırları aşılarak gerçekleştirilmesi gerekir. Ayrıca övmenin neticesinde kamu düzeni ve barışı açısından somut bir tehlikenin ortaya çıkması gereklidir. Tüm bu kısıtlamalara rağmen, yine de bu suç ile insanın en temel haklarından biri olan düşünce özgürlüğü hakkı çok kolay ihlal edilebilmektedir. Bu nedenle hüküm verilirken, gerek madde metnindeki şartlar gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin koyduğu ölçütlerin yerine gelip gelmediği yeterince araştırılmalıdır…”(D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş TEZCAN’a Armağan, C.21, Özel S., 2019, s.2865) https://hukuk.deu.edu.tr/wp-content/uploads/2019/09/IBRAHIM-DULGER-SELAMI-CIN.pdf (E.T. 29.01.2024)
Bu yönüyle; programda geçen ifadelerin düşünce özgürlüğü kapsamında kalan değerlendirmeler olduğu, suç işlemeyi, suçluyu öven bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Uzman raporunda yer verilen bir başka husus da; Merdan Yanardağ’ın Güney Ailesi’nin mahkemeye başvurmasına ilişkin, medyada yer alan bir haberin konu edilmesine ilişkindir. Bu bölümde Merdan Yanardağ; Güney Ailesi tarafından, 1974 yılındaki cinayet olayının aydınlatılması için, 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurulduğunu ve Güney'in kasten öldürdüğü iddiasıyla 19 yıl hapis cezasına çarptırıldığı Yumurtalık Hâkimi Sefa Mutlu'nun mezarının açılmasının talep edildiğini belirtmiş ve ailenin avukatının; “Avukat Alınak sol ve sosyalist görüşleri nedeniyle Yılmaz Güney'in aslında gerçekte işlemediği bir suçtan, hızla ve ağır şekilde cezalandırıldığını belirtti. Güney'in avukatı olayın kasten öldürme suçunu teşkil etmediğini belirterek, meşru savunma sınırları içinde kaldığı ve burada en fazla kastın aşılması sonucu insan öldürmek suçunun işlenebileceğini… ve bunun yeniden bir yargılama yoluyla açıklığa kavuşturulmasını istendiğini belirtmişler.” şeklindeki iddiasını aktarmıştır.
Ancak yayında Merdan Yanardağ’ın Güney Ailesi’nin avukatının dilekçesinde yer alan iddiaları açıklaması, Uzman raporunda; “Yılmaz Güney'in sanatı yerine işlediği suç ön plana çıkarılmış, işlenen suç adeta övülmüş ve meşrulaştırılmış bununla birlikte bu suça ilişkin meşrulaştırma yapılırken aynı zamanda ‘katil’ ifadesi de kişi hakkında defalarca kullanılmıştır.” ifadeleri ile gerekçelendirilmiş ve yaptırıma uygun görülmüştür. Oysaki görüldüğü gibi söz konusu bölümdeki söylemler; Merdan Yanardağ’ın kendi fikirleri ya da yorumları olmayıp, Güney Ailesi’nin mahkemeye başvuru dilekçesindeki iddialarının aktarılmasıdır ki söz konusu iddialar, yayının gerçekleştiği tarihin öğle saatlerinden itibaren birçok medya organında da yer bulmuştur. Üstelik Merdan Yanardağ’ın “yeni bir haber bu” diyerek güncel bir konu hakkında bilgi vermesi sonrasında da, mahkeme süreci başlayan konuya ilişkin gerek moderatör, gerekse konuklar tarafından hiçbir yorum ya da açıklamanın yapılmadığı da görülmüştür. Ayrıca, yapıldığı açıklanan yeni başvuru da suçun ortadan kalkmasına ilişkin değil, suçun niteliğiyle ilgilidir.
Bununla birlikte; Uzman raporunda yer aldığı şekliyle; hem “katil ifadesinin defalarca kullanılması” hem de “işlenen suçun övülmesi ve meşrulaştırılması” kendi içinde bir çelişki oluşturacak niteliktedir. Çünkü yayında suç işleyen bir kişinin kanunsuz davranışının tekrar edilmesi yani bir kişinin işlediği cinayetin sürekli belirtilmesi, zaten izleyici kitlesi üzerinde olumsuz algı yaratabilecek içeriktedir ve bu davranış şekliyle suçun övülmesi ya da meşrulaştırılması imkânsızdır. Suçu ve suçluyu övme suçu ile korunmak istenen hukuki değerin, toplum düzeni ve kamu barışı olduğu ve bu yasa ile suç işlenmesinin önlenmesinin amaçlandığı bilinmektedir. Zira madde ile yaptırım altına alınan fiil sonucunda, toplumda suç işlemenin iyi bir şey olduğuna dair bir algı oluşacak, suç işlenmek suretiyle toplumsal düzen ve kamu barışı zarar görecektir. Dolayısıyla, yaptırıma konu söylemlere bütün olarak baktığımızda; “cinayet işlemenin iyi bir şey olduğu” algısını yaratacak nitelikte olmadığı açıktır.
Ayrıca, Yılmaz Güney’le ilgili bölümün 22.02’de başladığı ve 23.54’te bittiği göz önüne alınırsa; 1 saat 42 dakika süren bir yayında, yayın konuğu tarafından sarf edilen birkaç cümle üzerinden “sanatı yerine işlediği suçun ön plana çıkarıldığı” savının da gerçeklikten uzak ve dayanaksız olduğu da ortadadır. Bu nedenle de yaptırım kararı; haksızdır, ölçüsüzdür ve isabetli değildir.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların düşünce özgürlüğü sınırları içinde kalan değerlendirmeleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, farklı görüş ve düşüncelerin televizyon ekranlarında kendini ifadesini zorlaştıracaktır. Kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
2- Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:20.01.2024)
3- Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Olgusal temeli bulunan iddiaların ya da tartışma başlıklarının, televizyon programlarına konu edilmesi, bunların farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın özgürlüğü yaşamsal bir öneme sahip olduğuna kuşku yoktur.
Üst Kurula; 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, birinci fıkrasının, (a) bendi ile “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” yükümlülüğünün verilmesinin amacı da budur.
Yılmaz Güney ile ilgili olarak, neredeyse her yıl benzer tartışmaların, benzer ifadelerle yapıldığı dikkate alındığında, güçlü nedenler olmaksızın verilecek yaptırım kararları; düşünce çeşitliliğini koruma yükümlülüğüyle çelişecektir.
4- İnsan hakları hukuku belgelerinde ve anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
5- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
6- Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi’nin de yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11).
AİHM’e göre de ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez.” (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiğine kuşku yoktur.
Sonuç itibarıyla, programda, güncel bir konu hakkında yayın konuğunun kendi değer yargıları doğrultusunda, kişisel görüşlerini paylaştığı, yayının tamamında yer alan konuşmalarda; “suç işlemeyi ve suçluyu övücü” hiçbir ifadenin bulunmadığı ve yapılan konuşmaların düşünceyi açıklama ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı gerekçeleriyle, çoğunluk kararına karşı oy kullandım. 01.02.2024