İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.12.2023 tarih ve 609 sayılı yazısına konu caddetv logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 15.11.2023 tarihinde saat 19:53’te yayınlanan "Bellek" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
caddetv logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 15.11.2023 tarihinde saat 19:53’te yayınlanan, sunuculuğunu Devrim Hacısalihoğlu’nun yaptığı "Bellek" adlı programda, geçen diyaloglarda; “Şimdi ben ikisinin de birlikte işlediğini düşünüyorum... Uzun zamandan beri aslında Milli Eğitim'in ne milliliği kaldı ne eğitimi kaldı, tarikatlara cemaatlere alanları terk ettikleri için. Öyle bir hani laik bir hukuk devletinden hızlı bir şekilde uzaklaşma sürecini yaşıyoruz. Burada bazı kurumlara da görev verildiğini görüyoruz. Milli Eğitim bunlardan biri. Adalet Bakanlığı bunlardan biri. Sağlık Bakanlığı bunlardan biri. O kadar güzel böyle ilmek ilmek bunları dokuyorlar ki... Şimdi yargı da bunun bir ayağı. Yargının ayağında da hem Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi arasında bir çekişme olduğunu görüyoruz biliyoruz. Çünkü orada da bazı cemaatler yapılanmış durumda ama onun dışında da o laik cumhuriyetten uzaklaşmanın bir başka şeyi de Anayasayı değiştirmek ve Anayasa yoluyla da tamamen rejimi değiştirmek. Dolayısıyla bu ikisini de danışıklı dövüşüklü halde yürüttüklerini düşünüyorum...Artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından kaybedecek bir dakikamız bile yok. Çünkü devletin bütün kurum ve kuruluşlarının çivisini çıkardılar, söktüler bilinçli bir şekilde. Zaman zaman karşı karşıya halkla getirdiler. Zaman zaman, işte şimdi oldukları gibi yapay bir sanki kriz varmış yargının birbiri arasında ve hadi biz bunu bir de çözelim noktasına getirerek, gerçekten eğitimi yerle bir ederek, eğitimde yeni bir yurttaş tipi yaratma çabası içerisinde şekillendirerek eğitimi, öyle bir hale getirdiler ki bunun bir adım ötesi zaten laik cumhuriyetin ortadan kaldırılmasının olduğu çok açık net ortada. Dolayısıyla burada hem bir yandan zaman zaman MHP'nin AKP'ye diş göstermesi, 'Biz buradayız.' demesi var. Ama bir yandan da ikisinin birleşerek laik cumhuriyetin ortadan kaldırılmasına yönelik de bir dayanışma yani bir karşıtlık ve dayanışmayı aynı anda görüyoruz. Ama sonuç itibariyle hukuk devletinin ortadan kaldırılması sürecini hızlı bir şekilde yaşıyoruz…Çok net bir şey bu yani. Dolayısıyla burada bir kez daha halkımızı kendi hakkına hukukuna sahip çıkmaya davet etmemiz gerekiyor. Mesele bizim kendi aramızda yaptığımız bir işte yargısal bir kriz çıktı işte o kriz üzerinden de biz muhalefet olarak iktidara vuruyoruz meselesinin çok ötesinde çok tehlikeli bir noktada gerçekten laik cumhuriyetimizin ortadan kaldırılmasına yönelik de bir çalışma hüviyetinde.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Kamusal bir görevi yerine getiren medya; kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu adına denetleme ve eleştirme yetkisini elinde bulundururken, vatandaşın hakkını savunmak adına da, toplumun ve kamunun vicdanı vazifesini görmekte, halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yayarak, kamuoyunu bilgilendirmektedir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın özgürlüğü yaşamsal bir öneme sahiptir.
“caddetv” logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 15.11.2023 tarihinde saat 19:53’te yayınlanan, sunuculuğunu Devrim Hacısalihoğlu’nun yaptığı "Bellek" adlı programda, Hatay Milletvekili Can Atalay ile ilgili yargı kararları bağlamında güncel gelişmeler değerlendirilmiş, CHP Milletvekili ve Trabzon Barosu Eski Başkanı Sibel Suiçmez görüşlerini paylaşmıştır. Milletvekili Suiçmez’in “…Milli Eğitim'in ne milliliği kaldı ne eğitimi kaldı, tarikatlere cemaatlere alanları terk ettikleri için. Öyle bir hani laik bir hukuk devletinden hızlı bir şekilde uzaklaşma sürecini yaşıyoruz…Milli Eğitim…Adalet Bakanlığı bunlardan biri. Sağlık Bakanlığı bunlardan biri... Şimdi yargı da bunun bir ayağı…devletin bütün kurum ve kuruluşlarının çivisini çıkardılar, söktüler bilinçli bir şekilde…bunun bir adım ötesi zaten laik Cumhuriyetin ortadan kaldırılmasının olduğu çok açık net ortada....laik Cumhuriyetin ortadan kaldırılmasına yönelik…Ama sonuç itibariyle hukuk devletinin ortadan kaldırılması sürecini hızlı bir şekilde yaşıyoruz…Mesele...çok tehlikeli bir noktada. Gerçekten laik Cumhuriyetimizin ortadan kaldırılmasına yönelik bir çalışma hüviyetinde" şeklindeki değerlendirmelerinin ihlal oluşturduğu gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
1- Çoğulculuk ve çok seslilik, demokratik bir toplumun önemli göstergeleridir ve ifade özgürlüğü kapsamında eleştiri sınırlarını aşmayan eleştiri ve görüşlerin kamuoyuyla paylaşılması, demokrasinin niteliği açısından büyük önem taşımaktadır.
Güncel konuların; gazeteciler, siyasetçiler, hukukçular tarafından değerlendirildiği, analiz edildiği yorum ve sohbet programlarının; toplumda özgürce kanaat oluşumuna ve düşünce çeşitliliğinin korunmasına katkı sağladığı açıktır.
Yaptırım uygulanan “Bellek” programında, program sunucusu Devrim Hacısalihoğlu’nun, CHP Milletvekili Sibel Suiçmez’i konuk ettiği, güncel tartışma başlıklarına ilişkin konuğunun görüşlerini aldığı görülmektedir. Program 2 saat 38 dakika sürerken, Milletvekili Suiçmez, 51 dakika yayında kalmış, bu süre içindeki 3 ayrı bölümdeki ifadeleri üzerinden yaptırım uygulanmıştır.
Bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti, konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılarak, konuşmaların bütün olarak değerlendirilmesiyle mümkündür. Oysaki Üst Kurul yaptırımına dayanak olan Uzman raporunda; konuşmaların tamamının değerlendirmeye alınmadığı görülmektedir. Çünkü yayınının bu bölümünde esas konu; Anayasa Mahkemesi’nin TİP Milletvekili Can Atalay kararının, Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen yerel mahkeme ve Yargıtay 3. Dairesi tarafından tanınmaması ile başlayan hukuk devleti krizine ilişkindir.
Yayının, Milletvekili Suiçmez’in konuk olduğu bölümünde hakaret ya da aşağılama içeren ifadelerin yer almadığı, yapılan yorumların, iktidarın devlet yönetiminde uyguladığı tutarsız politikalara yönelik siyasi eleştiriler olduğu, bu değerlendirmelerde de bir olgusal temel bulunduğu açıktır.
Ayrıntılı bakmak gerekirse, Milli Eğitim Bakanlığı’nın tarikat ve cemaat gibi yapılarla eğitim alanında işbirliği protokolleri yaptığı ve konunun uzun bir süredir kamuoyunda tartışıldığı bilinmektedir. Milletvekili olan program konuğu, bu tartışmaların TBMM’de de yapıldığını, kendisinin de bu konudaki görüşlerini bir gün önce TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda dile getirdiğini ifade etmektedir.
Nitekim Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinde, “…Bunların içerisinde sizin ‘tarikat, cemaat’ dediğiniz… bizim ‘STK’ dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Ve ben bu protokollerden dolayı bu protokollerle bize hizmet eden, bize destek olanlara da teşekkür ediyorum. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor, onlardan siz bunun için rahatsızsınız...” (https://www.tbmm.gov.tr/Tutanaklar/Tutanak/23971) açıklamasını yapmış, bu açıklama üzerine tartışma yoğunlaşarak, bir süre daha haber ve yorum programlarının konusu olmaya devam etmiştir.
Yine programda konu edilen ve yorumlanan yargı kararları ile Anayasa değişikliği tartışmaları da güncel konu başlıklarıdır. Cumhurbaşkanı’nın, Hatay Milletvekili Can Atalay ile ilgili Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın çelişkili kararları konusundaki “Biz bu tartışmada taraf değil, hakem konumundayız” ve “Yeni bir Anayasa için çalışıyoruz” açıklamaları da yürütülen tartışmaların olgusal temeli niteliğindedir.
CHP Milletvekili ve Trabzon Barosu Eski Başkanı Sibel Suiçmez konuya ilişkin; “(20:11:20) Burada aslında temelde korumak istediğimiz tabii ki Anayasa Mahkemesi, bir Anayasal kurum korumak istiyoruz ama esas korumak istediğimiz vatandaşın bir hukuk devletinde gönül rahatlığıyla yaşayabilme hakkıdır. Ne demek istiyorum? Eğer bu keyfi uygulamaları biz kabul edersek yani bir mahkeme başka bir mahkemenin kararını tanımayacak. Yarın öbür gün çıkacak başka bir mahkeme de başka bir mahkemenin, yani yerel mahkeme Yargıtay’ın kararını tanımayacak. Öteki ötekini tanımayacak. Bir savcı da çıkacak diyecek ki ben hiçbirinizi tanımıyorum diyebilecek. Bir infaz hâkimi tüm bu şeyleri tanımam ben diye tahliyede edebilir. Böyle bir riski var. Yani bunu kabul ettiğimiz noktada Türkiye’de hiçbir vatandaşın hukuki güvenliği yoktur. Hukuk güvenliği de bir ülkede yoksa hukuk devleti yoktur bu kadar açık net.” şeklindeki ifadeleri ile Anayasa Mahkemesi kararının, yerel mahkeme ve Yargıtay 3. Dairesi tarafından tanınmaması ile başlayan krizin, ilerleyen süreçte yargısal sistemi nasıl etkileyebileceğine/kilitleyebileceğine yönelik açıklamalarda bulunmuştur.
Bu çerçevede; Milletvekili Suiçmez’in değerlendirmelerinin de olgusal bir temeli olduğuna kuşku yoktur. Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasetçiler, bürokratlar, kamu kurumları ile toplumda tanınmış kişilere yönelik eleştirilerde de ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine kuşku yoktur. Bu çerçevede ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin; küfür, hakaret ve iftira niteliği taşımadığı, ifade özgürlüğü kapsamında korunan, eleştirel değer yargısı niteliği taşıyan sert eleştiri olduğu, kişi ve kurumları aşağılayıcı bir yönünün de bulunmadığı açıktır.
Toplumun değişik kesimleri tarafından pek çok kez dile getirilen ve iktidar ve kamu kurumları için “incitici, abartılı, rahatsız edici” nitelik taşısa da eleştiri sınırları içinde kalan değerlendirmeler nedeniyle bir yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; adil olmayacak, basın özgürlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacaktır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
2- Milletvekilleri seçmen kitlesini, yani halkı temsil etmekle görevlidirler. Belirli bir ilden seçimi kazanmış olsalar da seçildikleri ili, bölgeyi veya salt kendilerini seçen seçmenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Dolayısıyla, halkın sorunlarını kamuoyuyla paylaşmak ve çözüm önerileri bulunmasına katkıda bulunmak, bir milletvekilinin, en asli, en önemli görevlerinden kabul edilir ve bu görevi ifa ederken medya kuruluşları en hızlı şekilde en büyük kitleye ulaşabilmelerine aracılık eder.
“Milletvekilleri, görevleri gereği yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığına sahiptir. Yasama sorumsuzluğu; milletvekillerinin yasama ve denetim faaliyetlerindeki oy ve sözlerinden ve Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, Genel Kurulca başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamalarından dolayı sorumlu tutulamayacaklarını ifade eder. Yasama sorumsuzluğu mutlak ve süreklidir. Görevi sona erse de milletvekilli, görevi sırasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. (Türkiye Büyük Millet Meclisi Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı, Yeni Sisteme Göre YASAMA EL KİTABI, 2018, s.26) https://www5.tbmm.gov.tr/yayinlar/Yasama_El%20Kitabi.pdf (E.T.:20.01.2024)
Dolayısıyla, Üst Kurul aldığı bu kararla; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekilinin, gündemde geniş yer bulan ve birçok tartışma programına konu edilen bir olaya dair, üstelik “siyasi eleştiri” niteliğindeki açıklamaları üzerinden, fikir ve ifade özgürlüğü hakkıyla, siyaset yapma özgürlüğü hakkına müdahale etmiş, öte yandan halkın da, temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirmiştir.
Bu nedenlerle, Kurul çoğunluğunun yaptırım yönündeki kararı, hukuken isabetli ve haklı değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
3- Cumhurbaşkanına veya iktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
4- Kabul edilmelidir ki; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
5- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
6- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
7- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
8- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
9- Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında özel korumalar söz konusudur.
“-AİHM’e göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir. Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmazsa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’e göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemezdir. (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986)
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir. (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976)
10- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir.¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD])
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar.” (S.86)
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:20.01.2024)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla; yaptırıma konu ifadelerin sert eleştiri niteliğinde olduğu, programda küçük düşürücü, aşağılayıcı ya da hakaret, küfür ve iftira içerikli ifadelerin yer almadığı ve olgusal temeli olan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle yaptırım uygulanmasının, kamusal yararı olan serbest tartışmayı ve özgürce kanat oluşumunu engelleyici olacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 01.02.2024