İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.12.2023 tarih ve 603 sayılı yazısına konu KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 17.11.2023 tarihinde saat 11:08’de yayınlanan "Zafer ARAPKİRLİ ile Medyaterapi" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
KRT logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 17.11.2023 tarihinde saat 11:08’de yayınlanan, sunuculuğunu Zafer Arapkirli’nin yaptığı "Zafer ARAPKİRLİ ile Medyaterapi" adlı programda, sunucu tarafından; “Demek ki Vedat Bey’in durduğu yerden öyle gözüküyor memleket. Ya biraz insaf edin. Aşırı açlık ve yoksulluk yoktur diye bir açıklama yapmak için bir insanın gerçekten hiç yüzünün kızarmayacak edep seviyesinde olması lazım bu kadar da ağır konuşuyorum bak Vedat Bey…Tam tersine mikrofonların kameraların önünde muhalefetin sözlerine cevap vereceğim diye aşırı açlık ve yoksulluk olduğunu sanmıyorum diye kepaze bir demece imza atmış bir Sayın Bakan…Sürekli olarak katlanan bir vergi geliri var, sürekli olarak çalıştıklarımızı devlete veriyoruz ve götürüp böyle projelere toprağa gömüyorsunuz. Yol yaptık, köprü yaptık, geçit yaptık. İhtiyaç var mı yok mu diye sormadan, soruşturulmadan, bunların projeleri denetlenmeden, birilerini zengin etmek amacıyla sadece rant hırsıyla yapılmış projeler bunlar. Şehir hastaneleri de böyle. Sağlık hizmetinde bir aşama mı yaptın, bir şey mi yaptın, level mi seviye mi atlattın ne yaptın? Hiçbir şey yapamadın. Doktorlarını elinde tutamıyorsun, kafileler halinde kaçıyorlar, sonra da arkasından terbiyesizlik ediyorsun. Bir de bunun için (eliyle para işareti yapar) gidiyorlar filan diye kepazelik, küstahlık ediyorsun. Sağlık Bakanı'nı kastediyorum. Doktor Fahrettin KOCA, kulak kabart dinle bizi, senden bahsediyorum. Bu hareketi yaptığın (eliyle para işareti yapar), o kepaze hareketi yaptığın sahneler hiçbir şekilde unutulmayacak…Bu kepazelikleri yaptınız ondan sonra sağlıkta devrim yaptık.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Demokratik toplumlarda medyanın, geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek hak ve görevleri bulunmaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2024 yılına ait bütçesinin görüşüldüğü, Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Bakan Vedat Işıkhan’a bazı sorular yöneltmiş, Bakan Işıkhan da bu sorulara yazılı olarak cevap vermiştir. Ancak cevabında; Türkiye’de asgari ücretin 11 bin 402 lira olduğunu belirterek; “Ülkemizde, asgari ücret net 11.402,32 TL olup; bu kapsamda çalışıp aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi bulunmamaktadır” ifadesinin bulunması, medyada geniş yer bulmuş ve Bakan Işıkhan uzun süre eleştirilerin hedefi haline gelmiştir.
Yine Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın da, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda doktorların daha fazla kazanç için yurt dışına gittiğini söylemesi ve ardından eliyle para sayma işareti yapması, başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere birçok kesimin eleştirilerine neden olmuş ve bu olay da uzun süre gündemdeki yerini korumuştur.
1- Hafta içi her gün, Gazeteci Zafer Arapkirli’nin gündemi ve gazete manşetlerini yorumladığı Medyaterapi programının, 17.11.2023 tarihli yayınında da, bu iki konuya yönelik kullanmış olduğu bazı ifadeler nedeniyle programa yaptırım uygulanmıştır. Şöyle ki;
Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararı’nda, gazetecinin Bakan Işıkhan hakkında; "Aşırı açlık ve yoksulluk yoktur diye bir açıklama yapmak için bir insanın gerçekten hiç yüzünün kızarmayacak edep seviyesinde olması lazım bu kadar da ağır konuşuyorum bak Vedat Bey.", "Tam tersine mikrofonların kameraların önünde muhalefetin sözlerine cevap vereceğim diye aşırı açlık ve yoksulluk olduğunu sanmıyorum diye kepaze bir demece imza atmış bir Sayın Bakan.", Sağlık Bakanı Fahrettin Koca hakkında ise; "Sağlık hizmetinde bir aşama mı yaptın, bir şey mi yaptın, level mı seviye mi atlattın ne yaptın? Hiçbir şey yapamadın. Doktorlarını elinde tutamıyorsun, kafileler halinde kaçıyorlar, sonra da arkasından terbiyesizlik ediyorsun. Bir de bunun için (eliyle para işareti yapar) gidiyorlar filan diye kepazelik, küstahlık ediyorsun. Sağlık Bakanı'nı kastediyorum. Doktor Fahrettin KOCA, kulak kabart dinle bizi, senden bahsediyorum. Bu hareketi yaptığın (eliyle para işareti yapar), o kepaze hareketi yaptığın sahneler hiçbir şekilde unutulmayacak." şeklindeki ifadeleri, yaptırıma gerekçe gösterilmiş ve eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçesiyle de yaptırım uygulanmıştır.
Öncelikle belirtmek gerekirse, Bakan Vedat Işıkhan’ın açıklaması ile Bakan Fahrettin Koca’nın doktorlara yönelik hareketi, sadece bu yayında değil, birçok televizyon kanalında ve yazılı basında eleştiri konusu olmuş, meslek odaları ve sivil toplum örgütleri tarafından da protesto edilmiştir.
Bakan Koca’nın tepkiler üzerine yaptığı “...Yine de kastımı yanlış anlayarak kırdığım bir meslektaşım varsa onlardan da özür dilerim.” açıklaması, eleştirilerin haklılığına ilişkin bir işarettir. Bu açıklama aynı zamanda Gazeteci Zafer Arapkirli’nin eleştirilerinin de olgusal temelini oluşturmaktadır.
Kamu kurumları, bakanlar, siyasetçiler söz konusu olduğunda eleştiri sınırlarının daha geniş olduğuna kuşku yoktur. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda ifade özgürlüğü daha da genişlemektedir. Bu yönüyle Zafer Arapkirli’nin ifadeleri sert eleştiri niteliğindedir ve kişi ya da kuruluşlar için küçük düşürücü, aşağılayıcı bir yönü bulunmamakta, iftira niteliği taşımamaktadır.
Toplumun değişik kesimleri tarafından tepki gösterilen bir konuda, bakanlar ve kamu kurumları için “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelik taşısa da eleştiri sınırları içinde kalan değerlendirmeler nedeniyle bir yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; adil olmayacak, basın özgürlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacaktır.
Ayrıca söz konusu ifadelerle her iki Bakan da “siyasi eylemleri” nedeniyle eleştirilmekte ve kullanılan bu ifadeler “hakaret” niteliği taşımamaktadır. Bu söylemlerin hakaret sayılamayacağına ilişkin Yargıtay tarafından verilen kararlar bulunmaktadır. Şöyle ki;
a) Yargıtay 18. Ceza Dairesi, 14/06/2020 tarih, 2019/10145 E. , 2020/8074 K.
“…Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref, ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Olay günü sanığın müştekiye yönelik söylediği kabul edilen "edepsiz, terbiyesiz, faşist" şeklinde ve kaba ifade niteliğindeki sözlerinin, müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı… HÜKMÜN BOZULMASINA” …oy birliğiyle karar verildi.”
b) Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 13/01/2014 tarih, 2012/14059 E., 2014/249 K.
“…Sanığın, kendisine haksız yere trafik ceza tutanağını düzenleyen ve hakaret ettiğini iddia eden görevliler hakkında Başbakanlık İletişim Merkezi ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yapmış olduğu şikayetle ilgili soruşturma izni verilmemesi üzerine müdürlüğe gönderdiği e-maildeki “bu ne rezillik, bu ne kepazelik, bu ne ahlaksızlık ve terbiyesizlik,…” şeklindeki sözler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, herhangi bir kişi hedef alınmadığı gibi, e-maildeki sözlerin, kişilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, ağır eleştiri niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden…HÜKMÜN BOZULMASINA…oyçokluğuyla karar verildi.”
c) Yargıtay 18. Ceza Dairesi, 03/05/2017 tarih, 2015/31985 E. , 2017/4893 K.
“Sanığın… hukuki sorun bulunan katılana gönderdiği, ‘… apartmana kepaze etcem seni’ şeklindeki mesaj içeriklerinin somut bir fiil ya da olgu isnat etmek şeklinde olmadığı gibi, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek ağırlıkta sövme fiili olarak kabulü de mümkün değildir…Bu nedenlerle iddianamede anlatılan eylemlerin suç teşkil etmemesi karşısında sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçeyle mahkumiyet kararı verilmesi, Kanuna aykırı ve sanık ...'nun temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnamedeki isteme aykırı olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA…oy birliğiyle karar verildi.”
d) Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 27/06/2022 tarih, 2020/16982 E., 2022/16062 K.
“…Yargılamaya konu somut olayda; sanığın katılana yönelik ifadeleri (Doktora hitaben: Küstahlık yapıyorsunuz) bir bütün olarak değerlendirildiğinde; katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, nezaket dışı ve kaba söz niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadı gözetilmeden, yasal olmayan ve yerinde görülmeyen gerekçe ile mahkûmiyet kararı verilmesi… HÜKMÜN BOZULMASINA…oy birliğiyle karar verildi.”
e) Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 18/12/2014 tarih, 2013/41566 E. , 2014/36693 K.
“…C. Savcılarına yöneldiği anlaşılan ‘küstahca ifadelerle ve ceza yargılamasının amacı gerçeği bulmaktır mazeretinin arkasına saklanarak’ cümlesindeki ‘küstah’ ibaresinin Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘sıra, saygı tanımadan davranan kimse’ anlamına geldiğinin belirtilmesi de gözetilerek, sanığın savunma yaptıktan sonra, iddia makamının delil ileri sürmesi işlemine ilişkin eleştiri ve savunma amaçlı söylendiği anlaşıldığından…HÜKÜMLERİN BOZULMASINA… oybirliğiyle karar verildi.”
Görüleceği üzere; Yargıtay kararları kapsamında, söz konusu kelimelerin Türk Ceza Kanunu’na göre hakaret niteliği taşımadığı ve suç sayılmadığı açıktır. Hakaret niteliği taşımayan ve suç sayılmayan ifadelerin, “eleştiri sınırları ötesinde olduğu” iddiası da, bu kapsamda son derece zorlama bir yorum olacaktır. Dolayısıyla, yasal dayanağı olmadan, subjektif kriterlerle alınan yaptırım kararı da isabetli ve hukuki değildir.
2- Gazetecilerin habercilik görevinin yanında, olayları yorumlama ve eleştiri hakkı da bulunmakta ve bu kapsamda gazeteciler, katıldıkları yayınlarda daha önce haberleştirilen konularda ya da tartışma başlıklarında kendi görüş, analiz ve eleştirilerini paylaşmaktadır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir. Ayrıca, medya mensuplarının siyasi kişi veya kuruluşları, kamu kurumlarını eleştirme ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirme hakkı da bulunmaktadır. Medya mensuplarının görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, birtakım kişi veya kuruluşları eleştirmesi ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi basın özgürlüğü anlamında da son derece önemlidir. Burada önem arz eden başka bir nokta; ünlü ve kamuoyunca tanınmış kişilere veya politikacılara yapılan eleştirilerin herhangi bir kişiye yapılan eleştiriden daha ağır olabileceği ve bunun da hakaret sayılamayacağıdır.
Daha öncede belirtildiği üzere, yaptırıma konu söylemler her iki siyasetçinin de, görev alanları kapsamındaki faaliyetlerine yönelik “sert siyasi eleştiri” niteliğindedir ve siyasilere ilişkin eleştiriler kapsamında, Yargıtay ve Danıştay tarafından alınmış iki karar, örnek niteliğindedir.
-Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin, 26/03/2015 tarih ve 2014/8386 E., 2015/3689 K. sayılı ilamında; davacının siyasi kimliği sebebiyle normal koşullardan daha ağır eleştiriye açık olması gerektiğinden bu şartlar altında ifade özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerektirir demokratik bir toplum için gereklilik bulunmadığı kararı verilmiştir. Söz konusu kararda;
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre; siyasetçilere yönelik eleştirinin sınırı özel kişiler için olandan daha geniştir ve siyasetle uğraşan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanması gerekir. Çünkü siyasetçi zorunlu ve bilinçli olarak eylem ve davranışlarını gazetecilerin ve vatandaşların kontrolüne açık bırakmakta, kamuoyuna mal olmuş kişiler haline gelmeyi bilerek tercih etmektedir. Somut olaya gelince; Davacı ... milletvekilidir. Davalı da ... il teşkilatından olup ... Barosuna kayıtlı avukattır….Şu durumda, davacının davalı hakkında yaptığı açıklamalara cevap mahiyetinde davalı tarafından dava konusu edilen ifadelerin kullanıldığı, Mahkemece, hakaret olarak kabul edilen ifadelerin davalının kişisel değer yargısı niteliğindeki görüşleri ve davacının kendisi ile ilgili değerlendirmelerine karşılık cevapları olup, ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamı sınırları içinde kaldığı, davacının siyasi kimliği nedeniyle normal koşullardan daha ağır eleştiriye açık olması gerektiğinin kabulü gerekir…” değerlendirmeleri yer almıştır.
-Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K.
Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
3- Anayasa Mahkemesi kararlarında da, kamu yararı taşıyan konularda; siyasetçilere, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen eleştirilerde ya da siyasi konulara ilişkin yapılan yorum ve analizlerde, medyaya tanınan ifade özgürlüğü hak ve alanını genişlettiği görülmektedir. Bu konuya ilişkin, bazı Anayasa Mahkemesi kararları aşağıda sunulmuştur.
İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan, siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğu göz önüne alındığında, diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi politikaları ve siyasileri eleştiren, politikaları veya siyasi açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir (AYM kararı, Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, Karar tarihi: 07/07/2015, §64).
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan bir başka Anayasa Mahkemesi kararına göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
4- Son olarak; AİHM’nin de, kamu görevlilerine, hükûmete veya siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında aldığı kararlarda, medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük hak ve alanını oldukça geniş tuttuğu görülmektedir.
-Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğü onaylanmıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır (Thorgeir Thorgeirson/İzlanda, 13778/88, 25 Haziran 1992).
-Basının siyasi hayatın bekçisi olarak rolünü AİHM ilk kez Lingens davasında (1986) vurgulamıştır. Lingens/Avusturya kararında; siyasi tartışma özgürlüğünün, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’ olduğu hüküm altına alınmıştır. Söz konusu özgürlük hem bilginin, hem de fikirlerin açıklanması ile ilgili olduğundan, AİHM tarafından yapılan ayrım bu erken aşamadan itibaren önem kazanır. Bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) arasında açık bir ayrıma giden AİHM şöyle demiştir: “Olguların varlığı kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konulamaz. (...) Değer yargıları açısından bunu talep etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey istemektir; bu, AİHS’in 10. Maddesi’nin teminat altına aldığı hakkın asli bir bölümü olan fikir özgürlüğünün kendisini ihlâl eder.” (Lingens, 1986; Jerusalem-Avusturya, 2001; Dichand ve diğerleri-Avusturya, 2002). (İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, Monica Macovei İnsan Hakları El Kitapları, No.2, Para.7)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3610/aihsmad10ifade.pdf (E.T.:05.02.2024)
-İfade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
Dolayısıyla, örnek verilen Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin de hüküm altına aldığı husus, siyaseti seçmekle bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bırakan siyasilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmaları gerektiğidir. Bu hususta unutulmaması gerekir ki; siyasetçiler yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek imkânlara da sahiptir.
Bu doğrultuda; yaptırıma konu yayında, her iki Bakanın da, siyasi eylemleri nedeniyle eleştirildikleri, yapılan eleştirilerin “hakaret, küfür veya iftira” niteliği taşımadığı, ifade özgürlüğü kapsamında korunan, eleştirel değer yargısı niteliği taşıyan sert eleştiri olduğu, kişi ve kurumları aşağılayıcı bir yönünün de bulunmadığı ve eleştirilerin hedefindeki siyasetçilerin, siyasetçi kimlikleri nedeniyle eleştirilere cevap verebilme olanaklarının bulunduğu da göz önüne alındığında, söz konusu ifadelerde, Yargıtay, Danıştay, AYM ve AİHM kararları kapsamında ve 6112 sayılı Yasa çerçevesinde de ihlal teşkil edecek bir hususun bulunmadığı açıktır.
5- Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir.
Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için, Anayasa Mahkemesinin aradığı ölçütlerin bazıları şunlardır:
a) Uyuşmazlığa konu ifadelerin maddi olgu mu yoksa değer yargısı mı oluşturduğu,
b) İfadelerin kimin tarafından dile getirildiği,
c) Hedef alınan kişinin kim olduğu, kendisine yöneltilen ifadelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı, hayatı üzerindeki etkisi,
d) Tarafların ünlülük dereceleri,
e) Hedef alınan kişinin katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı,
f) Siyasi parti liderlerinin kullandığı ifadelerin türü, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesi ve kamuyu bilgilendirme değeri,
e) Toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı,
g) İfadelere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı, ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı ve başvurucunun yaptırıma maruz kalma endişesinin başvurucu üzerinde caydırıcı etki yaratıp yaratmayacağı (Nilgün Halloran, §§ 41-44; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66).
“Zafer Arapkirli ile Medyaterapi” programı, AYM kararındaki ölçütler çerçevesinde irdelendiğinde, bakanlara yönelik hakaret içermediği, eleştirilerin dengeli olduğu ve eleştiri sınırını aşmadığı, bu çerçevede de yaptırım kararının isabetli olmadığı görülmektedir.
Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Kaldı ki; Üst Kurulun, uymakla yükümlü olduğu 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde de; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmü yer almaktadır.
6- Kabul edilmelidir ki; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
7- İnsan hakları hukuku belgelerinde ve anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
8- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
9- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
Örnek verilen Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi Kararları ile AİHS kapsamında ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından görüldüğü üzere; ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramları demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlanmakta, medyada bireylere yönelik olarak hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddialar yer alabilmektedir. Dolayısıyla, bu nitelikte yorum ve değerlendirmelerin, basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi esastır.
Sonuç itibarıyla, TCK’ya göre hakaret sayılmadığı ve suç niteliğinde olmadığı Yargıtay kararlarıyla kesinleşmiş söz konusu ifadelerin, subjektif gerekçelerle “hakaret” olarak değerlendirilerek yaptırıma dayanak gösterilmesinin hukuki olmadığı ve uygulamakla yükümlü olduğum 6112 sayılı Yasa kapsamında yayında ihlal teşkil edecek bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, söz konusu Üst Kurul kararına karşı oy kullandım. 07.02.2024