İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 572 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 31.10.2023 tarihinde saat 20:00’da yayınlanan "18 Dakika" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Söz konusu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 31.10.2023 tarihinde saat 20:00’da canlı olarak yayınlanan, Merdan Yanardağ ve Prof. Dr. Emre Kongar'ın birlikte güncel, ekonomik ve siyasi konuların değerlendirildiği "18 Dakika" adlı programda geçen diyaloglarda; “Cumhuriyet kutlamalarının yankıları devam ediyor. Milyonlarca insan Hocam, sokaklardaydı. Devlet, gerici, faşizan oligarşi, devlete egemen olan oligarşi, gerici oligarşi Cumhuriyetten korktu, kaçtı. Ama halk Cumhuriyete sahip çıktı. Devlet, rejim onların, Cumhuriyet halkın. ..Ah, pardon ah bir de o enerjiyi kanalize edecek bir muhalefetimiz olsa. Mesele orada. Muhalefet bu enerjinin farkında olmadı, hiç bir zaman olmadı. Bu enerjiye güvenmedi, kitlelere güvenmedi, halka güvenmedi. Laikliği savunmaktan, Cumhuriyeti savunmaktan, Osmanlıcılık propagandasına karşı koymaktan bile kaçındı. Yanlış anlaşılır dendi, din düşmanı zannedilir dendi, işte muhafazakar oylar gelmez dedi. Hiç alakası yok. Bu ülkenin %80'inin Cumhuriyetle bir sorunu yok. %90'ının hatta. Bu ülkede, yani çürümüş bir hanedanlıktan, Osmanlıcılıktan yana olanların oranı yüzde %10-12 civarında zaten. Vahdettin’in tescilli bir hain olduğunu söylemekten korkan bir muhalefet olamaz. Tescilli ve soysuzlaşmış bir hanedanın tescilli hainidir. Bu Nutuk’ta Mustafa Kemal’in bizatihi kullandığı kavramdır ve Vahdettin Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile vatan haini ilan edilmiştir. Cumhuriyetin ilanı sırasında Vahdettin nerede Hocam? Türkiye'de değil, değerli seyirciler kaçtı bir İngiliz zırhlısıyla. İşgalcilerin gemisine binerek kaçanı neredeyse vatansever ilan edecekler. Ha onlar onların soyundan geliyor. Hiç itirazımız yok, biz de onu anlatmaya çalışıyoruz zaten. ..Savaş gemisine binerek.. ..Evet savaş gemisine.. ..Savaş, yani zannetmeyin ki gezi gemisi, tenezzüh gemisi. ..Kaçıyor Hocam, kaçıyor. İltica başvurusunda bulundu.- Savaş gemisiyle, savaş gemisiyle, savaş...- ...Bu ülkeyi işgal edenlerin gemisine bindi ve kaçtı, kaçtı.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan; "Yayın hizmetleri ... toplumun milli ve manevi değerlerine, ... aykırı olamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanması yönünde alınan karara aşağıda belirttiğim nedenlerle katılmadım ve karşı oy kullandım:
Kurul Kararında Merdan Yanardağ’ın; “…Bu ülkenin %80'inin Cumhuriyetle bir sorunu yok. %90'ının hatta. Bu ülkede, yani çürümüş bir hanedanlıktan, Osmanlıcılıktan yana olanların oranı yüzde %10-12 civarında zaten. Vahdettin’in tescilli bir hain olduğunu söylemekten korkan bir muhalefet olamaz. Tescilli ve soysuzlaşmış bir hanedanın tescilli hainidir." ifadeleri kültürel ve tarihi geçmişinde önemli yer tutan Osmanlı Hanedanını, dolayısıyla Osmanlı Devleti'ni aşağılama, saygınlığını azaltma ve değersizleştirilmesi sonucunu doğurduğu, sadece son Osmanlı Padişahı Vahdettin'e yönelik eleştirel nitelikte ifadeler olmadığı, aksine doğrudan Osmanlı Hanedanlığına dolayısıyla Osmanlı Devleti'ne yönelik olduğu” gerekçeleriyle yaptırım uygulanmıştır.
Osmanlı Hanedanlığı için kullanılan ifadelere baktığımızda, “çürümek” ifadesinin, TDK sözlüğünde “bozulup dağılmak/ sağlamlığını, dayanıklılığını yitirmek/yıpranmak, çökmek” olarak, soysuzlaşmak ifadesinin ise; “soyuna özgü nitelikleri kaybetmek; dejenereleşmek, dejenere olmak” olarak tanımlandığı görülecektir. Yani bu ifadelerin kullanımı, her şekilde belirli bir süreci değil, sürecin sonucunu kapsamaktadır.
Osmanlı İmaratorluğunda son dönem iktidara gelen padişahların, ülkeyi yükseliş dönemindeki padişahlar kadar başarılı bir şekilde yönetememelerinden kaynaklandığı, bütün tarih kitaplarında yazan ve bilinen bir gerçektir.
Merdan Yanardağ’ın, Osmanlı Devleti’nin yıkılması evresine ilişkin yaptığı bu değerlendirmeler üzerinden, sanki Osmanlı Devleti’nin, tüm döneminin kastedildiği algısı yaratılarak, yaptırıma gerekçe gösterilmesi, zorlama bir yorumdur. Merdan Yanardağ’ın değerlendirmeleri, bağlamından koparılmaksızın bütünsellik içinde değerlendirildiğinde de, basın ve ifade özgürlüğü kapsamındadır ve milli ve manevi değerleri hedef alan bir yönü bulunmamaktadır.
Ayrıca; toplumun farklı kesimlerine göre değişebilen “milli ve manevi değerler” kavramının somutlaştırılması mümkün değildir ve demokratik ölçütlerle tanımlanmadığında, ifade özgürlüğü daralacak, “yasaklar” genişleyecektir. Gerçekçi ve somut bulgularla desteklenmeyen, yanıltıcı bir rapor üzerinden milli-manevi değerlere aykırılık gerekçesi ile verilen yaptırım kararı; doğru ve isabetli değildir.
Bu yönüyle de uygulanan yaptırım; ifade özgürlüğüne ağır bir darbe olacak, toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel oluşturacak ve Üst Kurula kanunla verilen “düşünce çeşitliliğini korumak” yükümlülüğünün ihlaline yol açacaktır.
Yaptırım nedenlerinden ikincisi ise; son padişah Vahdettin’e yönelik olarak kullanılan “hain” nitelendirmesidir. Ancak Merdan Yanardağ’ın konuşmasının devamına bakıldığında, söz konusu ifadelerin; “…Bu NUTUK’ta Mustafa Kemal’in bizatihi kullandığı kavramdır ve Vahdettin Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile vatan haini ilan edilmiştir. Cumhuriyetin ilanı sırasında Vahdettin nerede Hocam?... Kaçıyor Hocam, kaçıyor... Bu ülkeyi işgal edenlerin gemisine bindi ve kaçtı, kaçtı...” şeklindedir. Atatürk’ün kaleme aldığı NUTUK referans gösterilerek yapılan bir konuşma olduğu görülecektir ve değerlendirmelerde eleştiri noktasının Padişah Vahdettin olduğuna da kuşku yoktur.
Padişah Vahdettin’in, Anadolu’da zor koşullarda yürütülen Kurtuluş Savaşı’na ilişkin tutumunun olumlu olmadığı bilinmektedir. Yaptırım uygulanan programda da; Gazeteci Merdan Yanardağ’ın ifadelerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun 700 yıllık tüm sürecine değil, özellikle Kurtuluş Savaşı’na denk gelen son dönemine yönelik olduğu, Nutuk’a yaptığı atıftan anlaşılmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da “hain” ilan edilen son Padişah Vahdettin için; bir yayında ve üstelik de Nutuk referans gösterilerek yapılmış söylemler üzerinden yaptırım uygulanması, son derece yanlış ve yanıltıcı olacaktır.
Ayrıca Padişah Vahdettin’e yönelik ifadelerin, “Cumhuriyetin temel değerlerine yönelik hakaret niteliğinde ifadeler” şeklinde değerlendirilerek yaptırıma gerekçe gösterilmesi de, gerçeği tersyüz etme çabasına işarettir ve hakkaniyetli de değildir.
Bir söylemin ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti için, konuşmanın bütününün ve bağlamının dikkatli şekilde incelenmesi zorunludur. Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda görülecektir ki; Merdan Yanardağ’ın söylemleri, bağlamından koparılacak şekilde anlamlandırılarak gerekçe oluşturulmuş ve yaptırım uygulanmıştır.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi bir zorunluluktur.
Merdan Yanardağ’ın ifadeleri, bağlamı ve bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde, Padişah Vahdettin’e yönelik eleştiri içerdiği, Osmanlı İmparatorluğunun tamamını ya da Cumhuriyetin temel değerlerini hedef almadığı, bu yönüyle de milli ve manevi değerlere aykırı bir unsur taşımadığı görülecektir.
Bu konuya dair, Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:10.01.2024)
Anayasa’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında; “herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu” belirtildikten sonra, 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Dolayısıyla, ifade özgürlüğü yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve başka yollar ifadesiyle her türlü ifade aracının Anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde; ifade özgürlüğünün radyo, televizyon ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı ifade edilerek radyo ve televizyon yayınlarının da 26. maddenin koruması altında olduğu belirtilmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 28. maddesinde ise basın özgürlüğü güvence altına alınmış, maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer alırken, ikinci fıkrada “Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” düzenlemesine yer verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise basın özgürlüğünün sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. İfade ve basın özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin de yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. “48. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11).
AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez.” (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
Yukarıda örnekleri verilen kararlardan da anlaşılacağı üzere; AİHS ile ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç olarak yayında kullanılan ifadelerin; Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı NUTUK eseri kaynak gösterilerek kullanılmış ifadeler olduğu, bütünlüğü ve bağlamında değerlendirildiğinde, 6112 sayılı Yasa ile belirlenen “milli ve manevi değerlere” aykırı bir husus bulunmadığı ve Anayasa ile güvence altına alınan “ifade ve düşünceyi açıklama özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşünde olduğum için yaptırım uygulamasına katılmadım. 22.01.2024