28.12.2023 tarihli Üst Kurul Toplantısında, FOX logolu ve HUZUR RADYO TV A.Ş unvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşun; 18.12.2023 tarihlerinde saat 19:57de yayınlanan Kızıl Goncalar isimli dizinin ilk bölümüne, 25.12.2023 tarihinde saat 20:11’de yayınlanan ikinci bölümüne ilişkin 26.12.2023 tarih ve 618 sayılı uzman raporunda, aşağıda deşifresi verilen ifadelere istinaden 6112 sayılı Kanunun 8. Maddesinin 1. Fıkrası (f) bendi bağlamında yaptırım kararı istenmiştir.
Bahse konu Kızıl Goncalar isimli dizinin 18.12.2023 tarihinde yayınlanan 1. Bölümüne yönelik aşağıda deşifre edilen ifadelere dair, ‘evlilik kurumuna zarar veren’, ‘ahlaki değerlere aykırı bulunan’, ‘aile yapısına aykırı olduğu düşünülen’, ‘milli ve manevi değerlere uygun olmadığı’ görüşlerinden hareketle 6112 sayılı Kanunun 8. Maddesinin 1. Fıkrası (f) bendinin ‘toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması’ ilkesini ihlal edildiği ifade edilmiştir.
İlgili yayının 18.12.2023 tarihli 1. Bölümünde (20:22:26) ‘Babası şu meşhur profesör yahu. Ee Suavi Alkanlı.- Hocam o çok ters biriydi bize. Babası 28 Şubatçıydı onun. Hatırladım ben. Rektör müydü? Dekan mıydı? Bir şeydi.- Ona gidiyoruz. Cüneyd'i o görecek. Arif! Efendi Hazretleri isim zikretti yahu. Çocuk oyuncağı mı bu? Hakkımızda hayırlısı.”, …. (20:30:45) ‘Şartlar. Bak sana bir tavsiyede bulunayım. Bir daha şartlarınla ilgili kafana bir şey takılırsa şu arkamdaki adamı düşün. (Kamera Doktor Levent’in arkasındaki Atatürk portresine odaklanır.) Şam’a sürgüne gittiğinde Lütfi Müfit Özdeş yanında ve oradaki fakir fukarayı göstererek "Bu halk için mi hürriyeti getireceğiz" diyor. "Evet" diyor paşam, "Evet". "Onları bu sefalete mahkûm eden şartları biz değiştirmeyeceğiz de kim değiştirecek?" diyor. Ne dediğinin bir önemi yok. Sonuç önemli. Gel bak. Görüyor musun? (Doktor Deniz’e bilgisayarından Atatürk’ün olduğu birkaç fotoğraf gösterir.) Şu yüzlerdeki gülümsemelere bak. Hiçbir şey için değilse bile, bunun için değmez mi? Bizim de amacımız etrafta böyle gülen insanlar görmek değil mi? Seni şu andan itibaren koğuş sorumlusu yapıyorum, hastalarını da alıyorum. Orada hastalarını düzenle, farmakolojin iyi çünkü. Bu dediklerimi de unutma. Deniz, kusura bakma biraz gevezelik yaptım. Ama bak, burası çok enteresan bir memleket. Köylü dediğin kişi Aşık Veysel de çıkabilir.”, … (20:48:28) ‘Şu zorunlu görev yaptığım yerdeki tarikat vardı ya "Faniler".- Offf! Çok gericiydi onlar.- Onlardan biriyle yolum kesişti diyelim.- Dikkat et! Çok mülayim görünürler ama her şey beklenir. Her şeyi bekleyeceksin onlardan. Ahh, Ahh alamadık önlerini. Ahh sardılar memleketi.”, …(21:15:02) ‘Kaç tepsi yaptın?- Beş.- 20 tepsi yapılıyor verdiğimiz yağ ile.- Ben bilemedim, o yağı kullanmadım.- Biz biliyoruz.- Ben bilmiyorum (Sorumlu kadın dışarı çıkar. Bir süre sonra geri gelir.)- İdris Efendi’yle konuş.- Hayırdır bacım?- Tereyağı istedim ben.- Sana verilenle sana denildiği kadar yapacaksın.- Yetmedi.- Öbür yağ ile yapacaksın.- O usulü bilmiyorum ben.- Öğren, öğretsinler.- Olur.- İyi, tamam, hadi. Vakit nakit. -Ama kutuların üzerindeki yazıyı değiştirirseniz olur.- Ne kutusu?- Sattığınız kutular. Üzerinde has tereyağı yazıyor. Onları değiştirirseniz o zaman olur.- Ha başka?- O kadar, o vakit olur.- Topla pılını pırtını! Seninle mi uğraşacağım? Bana ticareti öğretiyor kadın başıyla.’ … (21:17:34) “Hümeyra, hadi sen oku.- (Hümeyra dua okumaya başlarken): Cüneyt Efendi geldi.- Bana baksana, sen! (Çocuğa tokat atar.) Sen nasıl Kur’an’ı bölüyorsun. Nasıl Sadakallahul Azim demeden kalkıyorsun? Geç yerine, geç! Geçin yerinize! Size ne Cüneyd Efendi’den, size ne? Akranınız mı o sizin (Hümeyra ağlamaya başlar.) Terbiyesizler! Ahlaksızlar! Hepiniz kardeşinizin günahının affı için 100’er Amenerrasulü okuyorsunuz. Bu sürede dışarı çıkmak da yok. Tuvalete gitmek de, abdest tazelemek de. Abdestini bozan da günaha gire gire okumaya devam edecek.’ … (21:44:20) .- (Beste elinde bavulla gitmeye hazırlanır, o sırada evin girişinde bekleyen Meryem ile konuşur) - Bu avansın, başladığında devamını alacaksın tamam mı?- Bir konuşsaydık.- Benim şimdi gitmem gerek, ama sen başlayabilirsin, mutfağı toparlayabilirsin, kolay gelsin.- Ben buraya tanışmaya geldim ve konuşmaya.- Konuşacak bir şey yok, hayırlı olsun, ev sana emanet. (Beste bavulunu alıp evi terk eder) Levent ve Beste ölü doğduğu düşünüldüğü için hastanede terk edilen kız bebeğini bulur. (Geçmişe dönüş sahnesi)-Ne yapacağız?- Levent, biz alalım. Bildirmeyelim. Hoş geldin, Mira.” 25.12.2023 tarihinde yayınlanan 2. Bölümde ise ‘.- Yapma güzel yavrum.- Ya bırak, dokunma bana pis.- Mira!- Sensin pis.- Hop, Mira. Mira ben sana odandan çıkma dedim.- Ya bırak, sende dokunma.- Tamam, bağırma.- Ya bırak.- Odana.- Bırak!- Yürü.- Bırak, söylesinler nerede annem.- (Esra, Hande ve Meryem salonda tartışırlar.)- Ya bak siz, siz var ya siz niye çıktınız ki mağaranızdan ya? Niye çıktınız?- Doğru konuş Hanım. Bizim nereden çıktığımız belli.- Belli, yoksa nereden görüp de öğrenecektin çocuk yaşta kız evlendirmeyi?- Sen, vallahi kötü olursun Hanım. Sesini kes. Eğer kızımın kulağına giderse, ben giderim başka bir Meryem gelir buraya.- Nasıl? Kızcağızdan da mı saklıyorsunuz?- Esra tamam, abim geliyor zaten.- Nereye geliyor? Ne işler çeviriyorsunuz siz Allah aşkına?- Yok, biz, sakin. Gerçekten bir şey yok.” şeklinde ifadelere yer verildiği görülmüştür.
Devletler iç hukukunda da uluslararası hukukta da ifade özgürlüğüne dair hükümler bulunsa da, ifade özgürlüğü farklı biçimlerde tanımlanabilmektedir. İfade özgürlüğü, ‘bireyin sadece dışsal bir yönüyle kendi düşüncelerini başkalarına aktarabilme ve yayabilme’ anlamının yanı sıra ‘bir düşünce, inanç, kanaat, tutum ya da bir duygunun açığa vurulması’ olarak da tanımlanabilmektedir. Aynı zamanda ‘bir bilgi ve fikre ulaşabilme, ulaşılan bu fikirler arasında seçim yapabilme ya da bu seçimi yapmama’ süreci olarak tanımlanabildiği için ifade özgürlüğü en geniş anlamında enformasyon ve haberleşme, düşünce ve kanaat ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetlerini de içermektedir.
Modern dünyada düşünceyi açıklama ve yayma araçları giderek artmakta ve her geçen gün bu araçlara ulaşma ve kullanma kapasitesi de yükselmektedir. Bu araçlar radyo ve televizyon yayınları yanı sıra internetin de dünyamıza girmesiyle birlikte dijital platformları ve sosyal medya uygulamalarını da içermektedir. Günümüz dünyasında devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak bilinen ve en güçlü araçlardan biri de televizyondur. Televizyon ve izleyici çalışmalarında da görülmektedir ki, kamusal söylemin en güçlü araçlarından biri televizyondur.
Dünya üzerindeki hiçbir toplum homojen bir yapıda değildir. Toplumsal kültürler, bir araya gelerek oluşturdukları toplumsal yapılarda çok sesliliği oluştururlar. Televizyon yayınları arasında, bir toplumun kültürünü en iyi yansıtan örnekler olduğu kadar o topluma rahatsızlık veren örneklerin de olması, bir toplumun homojen yapıda olamayacağından kaynaklanan bir durumdur. Özellikle yayıncılık dünyasında bu yapıyı bozmadan toplumun her kesiminin sesini yansıtabilmek, medya alanındaki düzenlemelerde de kendisini göstermektedir. Bu bağlamda televizyonda yayınlanan ve tamamen kurmaca olduğu aktarılan bir dizinin içerisindeki söylemleri ve tavırları bu denli yükseltmek toplumdaki kültürel yapıların arasındaki boşluğu artırmaya yönelik bir girişim olarak algılanmaktadır.
İfade özgürlüğü, dünya üzerindeki anayasalar ve uluslararası sözleşmelerin yorumlanmasıyla ele alınacak olursa, sadece kısıtlama olmadan kitap, makale, roman ya da hikâye yazmak ve yayınlamak değildir; aynı zamanda bir sanat eseri olarak resim ya da heykel yapmak, bir tiyatro oyunu sahnelemek, bir kıyafet giyebilmek ya da bir topluluk kurmak kapsamında da değerlendirmelidir. İfade özgürlüğünün kullanılmasında bilginin içeriğinin ya da niteliğinin bir önemi yoktur. Açıklanan her türlü bilgi ve fikir nerede ve nasıl açıklanmış olursa olsun, doğru ya da yanlış olsun ifade özgürlüğü kapsamına girer.
Sanatsal ifade özgürlüğü bir sanatçının çalışmalarını özgürce oluşturabilmesi, tasarlaması, ortaya çıkardığı ürünü yayınlayabilmesi ve bunun devlet ya da başka bir otorite tarafından müdahaleye uğramaması olarak tanımlanır. Yukarıda da belirtildiği gibi ifade özgürlüğünün araçlarından biri olarak kabul edilen sanatsal ifade özgürlüğü bu kapsamda ele alınması gereken hususlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İşlediği metayı belgeselden ayırıp onu kurmaca olarak aktarmayı hedefleyen sinema filmleri ve televizyon dizileri de sanatsal özgürlüklerini aktarabilmeyi hedefleyen sanatçı kişiliklerle anılmaktadır. Televizyon dizileri de sanatsal içerikli bir zanaat olarak değerlendirildiğinde sanatsal ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Film ve diziler salt gerçekliği aktarma gayesi güden belgesel yapımlardan ayrı tutulmalıdır. Kurmaca üretildiği açıkça bildirilen dizi ve filmlerin genel izleyici kitlesinin ön kabullerini sorgulatabilmesi ve propagandaya dönüştürmediği durumlarda izleyicinin hali hazırda beklentilerini karşılayamaması bu yapımların ifade özgürlüğü dışında tutulmasını gerektirmez.
Düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesi demokrasilerin temelidir. Bilinen, kabul edilen, tercih edilen düşünce ve fikirler kadar kabul edilmeyen ve rahatsızlık veren düşünceler de kamusal söylemde yerini bulabilmelidir. Bu ifade, aynı zamanda demokrasilerin en temelinde yatan muhalefet edebilme gerekliliğini de ortaya koymaktadır. Aksi takdirde bir toplumun demokratik olduğundan söz edilemez. Şiddete çağrıda bulunmadığı sürece eleştiri ve bilgi verme sınırını aşarak eyleme götürecek şekilde fikir aşılama anlamında propaganda yapmak da ifade özgürlüğü içerisinde yer almaktadır. Düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesi toplumun homojen olmayan yapısındaki her bir bireyin kendisine en uygun duygu ve tutuma bürünebilmesi için bir ayrıcalık tanır. Bunun yasaklanması ve kısıtlanması ise bireyleri şiddete bile götürebilecek sonuçlar doğurabilmektedir. Çünkü serbestçe açıklanmasına izin verilmeyen düşünceler gayri meşru yollarla ifade edilmeye çalışılabilir.
Modern dünyada meşruiyetlerini korumak isteyen devletler ifade özgürlüğünün sınırsız olmaması gerektiğini ve özellikle medya kanalları aracılığıyla dile getirilen düşüncelere birtakım düzenlemeler getirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Bu sınırlamaların da demokratik rejim anlayışı içerisinde bu hürriyetin ifası doğasının bozulmamasına özen göstererek getirilmesi konusunda hem fikirdirler. Bu sınırlamalar gelişmiş demokrasilerde daha orantılı olsa da, gelişmekte olan ülkelerde ise daha da tahammülsüz olarak dayatılmaktadır. Tüm bu hususlar bilginin sadece içeriği için değil aynı zamanda bilginin yayılma yolları ile de ilgilidir. Bu bağlamda bilginin yayılma yollarına dair yapılacak olan her türlü kısıtlama ifade özgürlüğüne de müdahale teşkil etmektedir.
Hem iç hukukta hem de Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerde ifade özgürlüğü son derece önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu bağlamda bahsi geçen uzman raporunda Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi'nin "Yayıncının Sorumlulukları” başlıklı 7. maddesinde "Program hizmetleri sunu ve içeriği bakımından tüm unsurları insan onuruna ve diğer insanların temel haklarına saygılı olacaktır.” ifadesi ile aynı maddenin 1. fıkrasında belirtilen "Program hizmetleri, özellikle edebe aykırı olmayacak ifadesi ve 2. fıkrasında belirtilen "Çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyebilecek türden program hizmetleri, bunların seyredilebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmayacaktır.” şeklindeki hükümlerine, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8. maddesinin (f) fıkrasında da "Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz” ilkesine değinilmiş, yayıncı kuruluşlara yayınlarının içeriğinde; gelenek, görenek, ahlâk gibi unsurları taşıyan ve "toplumsal ilişkilerde uygulanması gerekli davranış tarzları” için kullanılan "edep” kavramına ve "milli ve manevi değerlere” uygun yayın yapmaları gerektiği, bunun "yayıncının sorumlulukları” arasında bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Aynı zamanda televizyonun modern dünyada bireyin duygu ve düşünceleri kadar tavır ve tutumlarını da etkilediğinin altı çizilmiş, özellikle dini fikir ve davranış alanlarında bu etkinin en somut anlamda akılda kaldığına değinilmiştir.
Kitle iletişim araçlarının toplumsal gerçekliği etkilediği kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak bu gerçek toplumun homojen olmayan yapısında farklı şekillerde anlam bulabilmektedir. Özellikle dini değer ve inanca dair hassasiyet göstermesi gereken bu içeriklerin sorumlu yayıncılık anlayışında hareket etmesi de beklenmektedir.
Yukarıda deşifre edilen program yayınına ilişkin ‘Faniler’ olarak adlandırılan tarikat hakkında sahte ürün satımından, eğitim kurumu olarak adlandırılan Kur’an kurslarında ise küçük çocuklara tokat atılmasından bahsedilen uzman raporunda, bu davranış kalıplarının milli ve manevi değerlere aykırı olarak tespit edilmiş; iki farklı aile yapısında yaşanan aile içi ilişkilerin kopuk olması, aile içindeki annenin evi habersizce terk etmesi ise aile motifine yakışmayan edepsiz bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.
Bahsi geçen bu yorumlamalar, konuya ilişkin görüntülerle incelendiğinde dizinin başında yer alan ‘Bu dizideki karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur.’ ifadelerinden de anlaşılabileceği gibi kurmaca bir sanat ürünü olarak değerlendirilmektedir. Bahsi geçen görüntülerde yer alan ifadelerde ne aile kavramına ilişkin edepsizlik olarak algılanabilecek bir ifade ne de dini inançları farklı olan bireylere yönelik hakaret, tehdit ya da iftira niteliğindeki ifadelere yer verilmiştir. Homojen olması mümkün olmayan demokratik toplumlarda bu ve benzeri örnekler sıklıkla görülmekte ve toplumun bir kesimini mutlaka rahatsız edebilmektedir. Ayrıca cezaya dayanak olarak gösterilen kimi bölümlerin gerçek yaşamda kimi tarikat ve cemaatlerin içinde yaşanan gerçeklikler olduğu da yadsınamaz. “Cemaat yurdu” olarak ifade edilen ve dini eğitim verildiği belirtilen kimi yerlerde çocuklara dönük şiddet ve cinsel istismarların yaşandığına ilişkin görüntüler ve soruşturma bilgileri kamuoyuna yansımıştır.
Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasına göre, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.” Bununla birlikte 2004 tarihinde aynı fıkraya eklenen cümle ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin antlaşmalar hiyerarşik olarak kanunların üzerinde tutulmuştur. Buna göre, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Anayasanın bu hükmü karşısında sanat özgürlüğünü koruyan ve taraf olduğumuz milletlerarası antlaşmaların da incelenmesi gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 27. maddesinin ilk fıkrasına göre “Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.” 27. maddenin ikinci fıkrası da sanatçıların hakkını korumaya yöneliktir; bu fıkrada, “Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır” ifadeleri yer almaktadır.
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 15. maddesinde ise sanat özgürlüğü şu şekilde koruma altına alınmıştır: “Sözleşme’ye Taraf Devletler, herkesin… Yarattığı herhangi bir bilimsel, edebi ya da sanatsal üründen doğan maddi ve manevi çıkarların korunmasından yararlanma hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletlerin, bu hakkın tam olarak kullanılmasını sağlama yönünde alacakları tedbirler, bilim ve kültürün korunması, geliştirilmesi ve yayılması için gerekli olan tedbirleri kapsayacaktır. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, bilimsel araştırma ve yaratıcı faaliyetler için gerekli özgürlüğe saygı göstermekle yükümlüdürler. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, bilimsel ve kültürel alanda uluslararası işbirliğinin ve temasların özendirilmesinden ve geliştirilmesinden doğacak yararları kabul ederler.” Sözleşmenin 15. maddesinde sanat özgürlüğüne dair özel bir sınırlama ölçütü belirtilmemekle beraber, 4. maddesine göre sanat özgürlüğü ancak kamu yararı gerekçesiyle sınırlanabilir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), sanat özgürlüğünü ayrı bir maddede düzenlememiştir. Mahkeme, bu özgürlüğü ifade özgürlüğünün düzenlendiği 10. madde kapsamında ele almaktadır. 10. madde şu şekilde düzenlenmiştir:
“Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, Devletler’in radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.’’
AİHS siyasi, bilimsel, sanatsal, ticari yahut haber verme amacı taşıyan her türlü ifadeyi bu maddeyle koruma altına almaktadır. Maddenin ikinci fıkrasında ifade özgürlüğünün -konumuz itibariyle sanat özgürlüğünün- nasıl sınırlandırılabileceği gösterilmektedir. Devletler, ancak AİHS’de belirtilen meşru amaçları sağlamak için bu özgürlüğün kullanılmasını sınırlandırabilir. Bu amaçlar, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü, kamu güvenliği, suçun ve düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, gizli bilgilerin ifşasının önlenmesi, başkalarının şeref ve haklarının korunması, yargı organlarının otorite ve tarafsızlığının sağlanmasıdır. İfade özgürlüğüne yapılan müdahalenin, Sözleşme uyarınca meşru sayılabilmesi için, hukuk tarafından öngörülmüş olması ve demokratik bir toplumda gerekli (zorunlu) olup olmadığı tespit edilmelidir. Geniş ölçüde subjektif nitelikte olduğu belirgin olan bu değerlendirme işleminin sınırlarının tespit edilmesi zorunluluğu vardır.
Yapılacak olan sınırlama, ulaşılmak istenen amaçla ölçülü olmalıdır. Bu noktada, Anayasanın 13. maddesinde bulunan ölçülülük ilkesine ilişkin yaklaşım burada da geçerlidir. AİHM eğer sınırlamanın devletin takdir yetkisi alanının içerisinde olduğunu düşünüyorsa, sınırlamanın ölçülü olduğuna karar vermektedir. Devletin takdir yetkisinin genişlediği durumlarda, ölçülülük ilkesinin alanı ve bu nedenle de AİHM’in müdahalenin ölçüsüz olduğuna ve Sözleşmenin ihlal edildiğine dair karar verme ihtimali azalmaktadır. AİHM, sanat eserinin hitap ettiği kişilere, uygulanan yaptırımın niteliğine ve ağırlığına, diğer haklarla, örneğin din ve vicdan özgürlüğüyle arasındaki çatışmaya ulusal makamların bakışına, eserin kurgu niteliğinde olup olmadığına, siyasi şiddeti destekleyip desteklemediğine, sanat eserinin tamamına, sanat eserinin türüne, “Avrupa edebi mirasına” dahil olup olmamasına, sanatsal ifadede siyasi ifade bulunup bulunmadığına, nefrete teşviki olup olmadığına, ifadenin hicivsel olup olmadığına göre, devlet takdirinin ve buna bağlı olarak ölçülülük ilkesinin sınırlarını da belirlemektedir.
Tüm bu açıklamalardan bahisle tamamen kurmaca bir ürün hakkında milli ve manevi değerlere dair herhangi bir ifadeye yer vermemesi, aile kavramına dair herhangi bir edepsizlik içermemesi, toplumun bazı kesimlerine yönelik ifadelere yer verirken bir nefret dili kullanmadan, tehdit ve hakaret içermeyen diyaloglar bulunması, bahsi geçen ifadelerde toplumun herhangi bir kesimini aşağılamaya giden bir ifade kullanılmamasından dolayı söz konusu karara katılmadım. (10.01.2024)


