İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 19.02.2024 tarih ve 30 sayılı yazısına konu FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 28.01.2024 tarihinde saat 11:18’de yayınlanan "Merve Yıldırım ile Benden Söylemesi" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 28.01.2024 tarihinde saat 11:18’de yayınlanan "Merve Yıldırım ile Benden Söylemesi" adlı programda, geçen diyaloglarda; “...dün başıma gelen bir şeyi anlatacağım. Dün "Çalar Saat"te bu konuyu konuştuk sevgili Ezgi Gözeger ile beraber. Yayından çıktım Maraşlı tanıdığım, Ankara'dan tanıdığım Maraşlı bir anne. Anne beni aradı ve konuşurken gözleri dolmaya başladı. Gözleri dolmaya başladı derken ben sesinden anlıyorum. Anlattığı şey şu bak. Üçüncü sınıfa giden bir evladı var. Pardon ortaokula giden bir evladı var, yani yeni geçmiş ortaokula. Ortaokula Ankara Ülkü Ocaklarından geliyorlar. Müdürle anlaşmışlar, çocukları bir yere toplamışlar. Ülkü Ocaklarını anlatıyorlar. Çocukta etkilenmiş bundan. Eve geliyor, eve geliyor türlü türlü şeyler söylüyor annesine, babasına bir şeyler. Bu ailenin en yakınları Maraş'ta katledilmiş tamam mı? Çocuk, yani kardeşim sevmek zorunda değil kimse sizi. Dayatamazsınız da kendinizi. Anne beni arıyor ben şimdi...Her siyasi görüş için böyle bu arada…Tabi canım her siyasi görüş için böyle. Şimdi sen diyorsun ya diyor özel okulların sayısı artıyor, gönder bana para gönder de ben de çocuğumu özel okula gönderiyim diyor. Şimdi ne diyeyim ben buna? Ne diyecektim? Haklı. Sonuna kadar haklı. Alevi bir aile çocuğu böyle bir eğitimden geçiyor. Eve gelince bozkurt yapmış çocuk. Baba çıldırmış. Çünkü kardeşi öldürülmüş. Ya bu memleketin sinir uçlarına bu kadar rahat dalınırsa, bu ailenin evinde yaşadığı travmayı nasıl açıklayacaksınız? Bana diyor ki para gönder özele göndereyim. Ama, şimdi şu da var baba diyor ki asla yarın okula gitmeyecek. Şimdi, yarın okula gitmeyecek dediğin çocuk 9 yaşında, 10 yaşında. Nereye göndereceksin, kilometrelerce uzakta başka bir yere. Niye? Çünkü müdür ülkücüymüş. Ya böyle bir eğitim sistemi bu hale getirilir mi ya? Şimdi özele, nasıl özele gitmesin?. Nasıl özele gitmesin bu çocuk? Ben de çocuğum olsa özele gönderirim. Bunlara emanet edilir mi ya?” şeklindeki ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile alınan karara, karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Fox logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 28.01.2024 tarihinde yayınlanan “Merve Yıldırım ile Benden Söylemesi” adlı programda, program konukları ile güncel konular değerlendirilmiştir. Programın ilerleyen bölümlerinde program konuklarından Ozan Gündoğdu, Ankara Ülkü Ocaklarının, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarındaki faaliyetleri ile ilgili bir konuyu gündeme taşımış, eğitim kurumlarındaki siyasi faaliyetlere ilişkin eleştirel açıklamalarda bulunmuştur.
Ozan Gündoğdu’nun söz konusu değerlendirmeleriyle ilgili; Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı ve Vakıf Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın, üç başlık üzerinden yaptığı şikâyet üzerine değerlendirme raporu hazırlanmış, Kurul çoğunluğunun, 6112 sayılı Yasa’nın 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinin ihlal edildiği tespiti doğrultusunda da, medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
1- Olgusal temeli bulunan iddiaların, tartışma başlıklarının; medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından programlara konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, kamusal tartışmalara ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın özgürlüğü temel koşullardan biridir.
“Merve Yıldırım ile Benden Söylemesi” programında, sivil toplum kuruluşlarının özellikle de siyasi bağları olan kuruluşların, eğitim kurumlarında yürüttüğü etkinlikler çerçevesinde ortaya çıkabilecek olumsuz durumlara ilişkin kamusal nitelikli bir tartışma yürütüldüğü görülmektedir.
Programda Gazeteci Ozan Gündoğdu, özel okullarla ilgili değerlendirme yaparken, Ankara’dan bir velinin kendisine ilettiği bir konuyu paylaşmış ve “...Ortaokula Ankara Ülkü Ocaklarından geliyorlar. Müdürle anlaşmışlar, çocukları bir yere toplamışlar. Ülkü Ocaklarını anlatıyorlar. Çocuk da çok etkilenmiş bundan. Eve geliyor, türlü türlü şeyler söylüyor annesine, babasına bir şeyler. Bu ailenin en yakınları Maraş’ta katledilmiş tamam mı? Çocuk, yani kardeşim sevmek zorunda değil kimse sizi. Dayatamazsınız da kendinizi...” diyerek, eğitim kurumlarında siyasi faaliyet yürütülmesini eleştirmiş, program sunucusu Merve Yıldırım da “Her siyasi görüş için böyle bu arada” şeklinde uyarıda bulunarak, eğitim kurumlarında siyasi faaliyetlere, görüş ayırımı olmaksızın, izin verilmemesi gerekliliğini vurgulamıştır.
Eğitim kurumlarında siyasi faaliyet ve siyasi propaganda, hukuki düzenlemelerle yasaklanmış durumdadır.
“Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarında Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği” doğrultusunda, sivil toplum kuruluşlarının eğitim kurumlarında sosyal etkinlik düzenlemesine izin verilmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı da bazı vakıf ve derneklerle protokoller imzalayarak, bu tür etkinliklerin önünü açmaktadır. Ancak, bazı vakıf ve derneklerle yapılan protokoller ve düzenlenen etkinliklerin kamuoyunda tartışma yarattığı da bilinen bir durumdur.
Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfının siyasi görüşü ve bir siyasi parti ile fiili-hukuki-organik bağı, kamuoyu tarafından bilinmektedir ve Vakfın internet sitesindeki “Hakkımızda” bölümünde de bu durum açıkça ifade edilmektedir. https://ulkuocaklari.org.tr/pages/i/hakkimizda (E.T.:20.03.2024)
Ayrıca Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyesi kimliği ile de tanınmaktadır. Yıldırım, vakıf başkanı olarak atandığı tarihte de, yaptırım gerekçesi olan programın yayınlandığı tarihte de, MHP MYK Üyesi olarak görev yapmaktadır. https://ulkuocaklari.org.tr/blog/i/ulku-ocaklari-genel-baskanimiz-ahmet-yigit-yildirim-oldu (E.T.:20.03.2024)
Siyasi kimliği, bir siyasi parti ile hukuki ve fiili bağı dolayısıyla öne çıkan bir vakfın, eğitim kurumlarındaki faaliyetleri ile ilgili kamuoyunda tartışmalar yaşanması, halkla ilişkiler niteliğindeki faaliyetlerinin eleştiri konusu yapılması; çok sesliliğin, düşünce ve ifade özgürlüğünün doğal bir sonucudur ve beklenen bir durumdur. Siyasetçiler, siyasi yapılar, kamuoyunda tanınan kişiler söz konusu olduğunda eleştiri sınırlarının daha geniş olduğu gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararlarıyla yerleşmiş bir durumdur.
Gazeteci Ozan Gündoğdu’nun ifadeleri; bütünlüğü ve bağlamı içinde irdelendiğinde eleştiri noktasının, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı ya da Vakıf Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’dan çok, eğitim sistemi ve eğitim kurumu yöneticilerinin olduğu da görülecektir. Gündoğdu’nun, “...Bana diyor ki para gönder özele göndereyim. Ama, şimdi şu da var baba diyor ki asla yarın okula gitmeyecek. Şimdi, yarın okula gitmeyecek dediğin çocuk 9 yaşında, 10 yaşında. Nereye göndereceksin, kilometrelerce uzakta başka bir yere. Niye? Çünkü müdür ülkücüymüş. Ya böyle bir eğitim sistemi bu hale getirilir mi ya? Şimdi özele, nasıl özele gitmesin?. Nasıl özele gitmesin bu çocuk? Ben de çocuğum olsa özele gönderirim. Bunlara emanet edilir mi ya?” şeklindeki ifadesi, eleştirilerinin hedefini ortaya koymaktadır.
Programın hiçbir yerinde, MHP MYK üyesi de olan Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın adı geçmemekte, Yıldırım’a yönelik bir suçlamada ya da hakarette bulunulmamaktadır. Bu yönüyle şikâyet dilekçesinde iddia edildiği şekliyle, Ahmet Yiğit Yıldırım’ın kişilik haklarının ihlal edilmesi de mümkün değildir.
Yine programda; Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı adı da tam olarak geçmemekte Gazeteci Gündoğdu, “...Ortaokula Ankara Ülkü Ocaklarından geliyorlar. Müdürle anlaşmışlar, çocukları bir yere toplamışlar. Ülkü Ocaklarını anlatıyorlar...” ifadesini kullanmaktadır. Bu bölümde de “Ankara Ülkü Ocakları” ya da Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfına doğrudan bir suçlama yöneltilmemekte, tüzel kişilik haklarına bir saldırıda bulunulmamaktadır.
İkinci nokta; Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfının eğitim kurumlarındaki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin kapsamına ilişkindir. Şikâyet dilekçesinde Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfının eğitim kurumlarında faaliyet yürüttüğüne bir itiraz söz konusu değildir. Dilekçede; “Adı geçen programda, gerçek olup olmadığı araştırılmadan müvekkil vakıf siyasi bir propaganda yapmışçasına...” denilerek, itiraz noktasının propaganda noktasında olduğu belirtilmektedir.
Siyasi kuruluşların her türlü etkinliğinin aynı zamanda bir propaganda faaliyeti olduğu ya da propaganda amacı içerdiğine kuşku yoktur. Propagandanın çok çeşitli yöntemleri vardır ve halkla ilişkiler faaliyeti ya da başka bir ad altında da olsa bu çalışmaların; tanıtım, iletişim kurmak, güven oluşturmak, olumlu bir algı oluşturmak gibi hedeflerinin olduğu bilinmektedir.
Yukarıda da açıklandığı şekliyle başkanı MHP MYK üyesi olan Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı, politik kimliğiyle ön plana çıkan bir kuruluştur. Bu yönüyle de vakfın etkinliklerinin, hedef kitle üzerinde olumlu bir algı oluşturmak ya da güven oluşturmak gibi bir niyet taşımadığını iddia etmek, hayatın olağan akışına aykırıdır. Çünkü tüm siyasi parti, vakıf veya dernek gibi sivil toplum kuruluşları, toplum tarafından tanınmak, beğenilmek ve kabul görmek ister.
Ayrıca yapılan bu tarz etkinliklerin, bireyler üzerinde hangi etkilere yol açacağı hususunun, her bir bireyin kişisel gelişimine bağlı olarak değişeceği de kuşkusuzdur. Bu nedenle, yapılan etkinliklerin bir propaganda amacıyla yapılmadığı savunulsa da, yapan kuruluşun kimliği, faaliyetlerin sonuçları üzerinde belirleyici olabilecektir.
Gazeteci Gündoğdu’nun bir velinin anlatımına dayanarak yaptığı değerlendirmeler, olgusal temeli olan bir konuda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki açıklamalardır. Bu açıklamaların doğruluğu ya da yanlışlığının, somut bilgi içermeyen ve iddia temelli bir şikâyet dilekçesi ile anlaşılması da mümkün değildir.
Olgusal temeli bulunan konularda, toplumun bir kesimi için abartılı veya rahatsız edici nitelikte de olsa, bazı yorum, iddia ve soruların gündeme taşınmasının, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları ile korunan basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı da bilinen bir durumdur.
Gazeteci Gündoğdu’nun gündeme getirdiği şekliyle, Ülkü Ocaklarının eğitim kurumundaki faaliyeti ile ilgili; hem Uzman raporu hem de de raporu esas alan Kurul kararının sonuç bölümünde bile çelişkili değerlendirmeler yer almaktadır. Raporun ve Kurul kararının sonuç bölümünde söz konusu olayla ilgili bir bölümde, “yaşanan bir olay üzerinden yapılan konuşmalarla” denilirken, ilerleyen bölümünde “gerçekleştiği iddia edilen bir olay üzerinden” ifadesi kullanılmaktadır. İki durumdan da aynı sonuca ulaşılması mümkün değildir.
Gazeteci Ozan Gündoğdu’nun hakaret, iftira ya da suçlama içermeyen ifadelerinin, bağlamı ve bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde, basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı açıktır. Bu çerçevede de yaptırım kararı, haksız, orantısız ve basın özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; basın ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşmayan değerlendirmeler nedeniyle; “güçlü nedenler” olmaksızın cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, kamusal nitelikli tartışmaların yapılmasını güçleştirecektir. Ayrıca, bu tür yaptırım kararları, 6112 sayılı Kanun’la Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini korumak” görevine de aykırılık oluşturacaktır.
2- Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da haber programı ile yorum programları arasındaki farklılıktır.
Söz konusu program ile ilgili ihlal iddiası; gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında haber ve gazetecilerin habercilik niteliği üzerinden gerekçelendirilmiştir. Raporda ve Kurul kararında “haberde doğruluk, haberde doğruluğun kanıtlanması, haberde nesnellik, haberde çarpıtma” kavramlarının ayrıntılı tanımlarına ve İletişim Başkanlığının “Doğru Habercilik ve Medya Etiği” başlıklı çalışmasının “Gerçek ve Doğru Habercilik” bölümünden de alıntılara yer verilmiştir. “Gazetecilik mesleğinin temel görevi haberciliktir” görüşü ve haber tanımıyla ilgili bölümler, Uzman raporunu esas alan Kurul kararına da alınmıştır. Bu görüşün devamı niteliğinde de “...soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı kanaatine varılmıştır.” şeklinde hüküm cümlesi de, Kurul kararına alınmıştır.
Gazetecilik mesleğinin “habercilik” ile sınırlandırılıp, bu tanımlama üzerinden de ihlal gerekçesi oluşturulmaya çalışılması, zorlama bir tutumdur ve gerçekçi de hakkaniyetli değildir.
Gazetecilerin habercilik görevinin yanında, olayları yorumlama ve eleştiri hakkı da vardır. Bu kapsamda gazeteciler, katıldıkları yayınlarda daha önce haberleştirilen konularda ya da tartışma başlıklarında kendi görüş, analiz ve eleştirilerini paylaşmaktadır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir.
Gazeteci Ozan Gündoğdu’nun bir haber bülteninde haber aktarmadığı açıktır. “Merve Yıldırım İle Benden Söylemesi” programı da “haber bülteni” değildir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı, yaptırım uygulama aşamasında dikkate alınmak üzere program türlerini 2014 yılında yeniden düzenleyerek, “Yayınlarda Program Türleri Kod, Tanım ve Sınıflandırmaları” başlığı altında yayınlamıştır. Program türleri; “Haber, Güncel Programlar, Kültür Programları, Eğitim Programları, Gerçek Yaşamlar, Drama, Eğlence Programları, Çocuk Programları, Ticari İletişim ve Tanıtım” şeklinde 9 başlık altında sınıflandırılmıştır. “Haber bülteni” ve “haber programı” haber başlığı altında tanımlanırken, “yorum programı” güncel program altında sınıflandırılmıştır.
https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832
RTÜK’ün program türlerine ilişkin rehberindeki tanımlamalar dikkate alındığında; FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “Merve Yıldırım İle Benden Söylemesi” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel programlar, Yorum Programları” olarak değerlendirilmiştir.
Bu duruma rağmen; gazetecilerin bir yorum programında ifade ettikleri görüşlerin, haber aktarımı gibi değerlendirilip, dezenformasyon suçlamasının getirilmesi haksızdır ve dayanaktan yoksundur.
Bir yorum programında, gazetecilerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan ve olgusal temeli bulunan yorumları nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması ve ifade özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle de yaptırım kararı; haksız, orantısız ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
3- Yorum programları özelinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun benzer bir konudaki yaptırım işlemini hukuka uygun bulmayan kararı, yol gösterici niteliktedir.
Üst Kurulun 19.03.2020 tarih ve 2020/12 sayılı toplantısında, 27 No.lu karar ile; Haber Türk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Gerçek Fikri Ne?” programında, sunucu ve program konuklarının; dış politik gelişmeler ve iç savaş riski üzerine yaptıkları değerlendirmelerle, “tarafsızlık, gerçeklik doğrularını esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır” ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Yaptırım kararı yayıncı kuruluş tarafından yargıya taşınmış, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin davanın reddi yönündeki kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin, 30.11.2023 tarih ve 2023/5695 E., 2023/6967 K. sayılı kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; “...söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ‘milli güvenliğin’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı... Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 19.3.2020 tarih ve toplantı No: 2020/12, Karar No:27 sayılı işleminde hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır” değerlendirmesi yer almıştır.
BİM kararı, RTÜK tarafından yapılan haber programı ve yorum programı ayrımının yargı tarafından da kabul edildiğine bir işarettir.
4- Yine bu çerçevede; Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
- Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
- Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
- RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
- Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir
5- Gazetecilerin kamuoyuna yansıyan iddia ve spekülasyonları gündeme taşıması ve yanıt aramasının sınırlarına ilişkin olarak, Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı örnek niteliğindedir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir.”
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; gazetecilerin, siyasetçilerin, hukukçuların bir tartışma programındaki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği şekilde, “güçlü nedenler” olmaksızın ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracaktır.
6- Medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmasına neden olan değerlendirmelerde; Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı ve MHP MYK üyesi olan Ahmet Yiğit Yıldırım’a yönelik suçlayıcı veya iftira niteliğinde bir ifade bulunmamaktadır. Şikâyet dilekçesinde yer verildiği şekliyle “kişilik hakları”na saldırı iddiası için de Vakıf ve Vakıf Başkanı’nın cevap ve düzeltme hakkı vardır ve bu hak, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin (o) fıkrasında, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, koruma altına alınmıştır. Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı ve Vakıf Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın düzeltme ve cevap hakkının da bu koruma altında olduğuna şüphe yoktur.
Düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarında “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlamaktadır. Bu çerçevede de, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” ölçütlerinin getirildiği görülmektedir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurmaksızın, görünür gerçeği yansıtan bir haberin doğrudan bir yaptırımın konusu yapılması ve yayıncı kuruluşun cezalandırılması, demokratik toplum düzeninin gerekleri açısından orantılı ve isabetli değildir.
7- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
8- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi yer almaktadır.
9- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan, siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğu göz önüne alındığında, diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi politikaları ve siyasileri eleştiren, politikaları veya siyasi açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir (Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, Karar tarihi: 07/07/2015, §64).
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
10- Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. No.lu içtihat metninde ifade özgürlüğünün daha geniş kapsamlı ele alındığı görülmektedir:
“…İfade hürriyeti, bilgi verme ve bilgi edinme hürriyeti sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, "Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahaleleri olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar" denilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, kamuyu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç bu tartışmanın boyutlarının Devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. Süreklilik gösteren bu kararlarda, kamuoyunun bir bölümünün ve hatta çoğunluğun hoşuna gitmeyen, ürkütücü, şok edici, hoşa gitmeyen fikirlerin de sözleşmenin 10. maddesi tarafından korunduğu belirtilmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya vb. Kararlar).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarında, ifade hürriyetinin iki istisnası olduğuna işaret edilmektedir. Birinci istisna şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler, ikinci istisna ise azınlıklara karşı nefret söylemidir... Bunun için önce yazı veya sözün içeriğine bakılmalıdır. Yazı veya Sözler; a) Şiddet, bir araç olarak öngörülüyorsa, b) Kişileri hedef gösterip kanlı bir intikam istiyorsa, c) Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru olduğu ileri sürülüyorsa, d) İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtıyorsa, ifade hürriyetinden yararlanmayabilir (Sürek/Türkiye, no. 1, Büyük Daire, no 26682/95, Güzel ve Özer/Türkiye, 6 Temmuz 2010 kararı)…
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esas temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna-İtalya kararı)…
11- Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur.
-AİHM’ye göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir. Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmazsa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’ye göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemezdir (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla; eğitim kurumlarında yapılmasına izin verilen bu tür siyasi faaliyetlerin yaratabileceği olumsuz etkilerin, sadece çocukları değil, ailelerini de içine alan çok geniş bir kitleyi kapsayacağı dikkate alındığında, aktarılan olayda “kamusal yarar” bulunduğu açıktır. Dolayısıyla, kamusal yararı bulunan bir konunun da kamuoyuna aktarılması, medyanın en birincil görevidir. Kaldı ki, medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır.
Bu nedenlerle, söz konusu yayında, kamusal yarar bulunduğu, yaptırım kararına gerekçe gösterilen ifadelerde, şikâyet eden kişi ya da kurumların doğrudan hedef alınmadığı ve kesin bir dille suçlanmadığı, yapılan eleştirilerin hedefinin, “kurumların işleyişine” yönelik olduğu ve olgusal temeli bulunan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle yaptırım uygulanmasının, kamusal nitelikli serbest tartışmalar ile özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 06.05.2024


