İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 09.02.2024 tarih ve 25 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 14.12.2023 tarihinde saat 21:02’de yayınladığı "Gerçeğin İzinde" isimli program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 14.12.2023 tarihinde saat 21:02’de yayınlanan, sunuculuğunu Zeynel Lüle'nin yaptığı ve Rıza Zelyut'un aralarında bulunduğu birçok konuğun katıldığı ve genel olarak gündeme ilişkin çeşitli konuların ele alındığı "Gerçeğin İzinde" adlı tartışma programda, geçen diyaloglarda; “Şimdi efendim bu konu özellikle Dersim İsyanları ve Şeyh Said meselesi iki de bir AKP tarafından gündeme getiriliyor ve Türkiye’nin ayrıştırılmasında kutuplaştırılmasında kullanılıyor. Şunun altını çizelim insanoğlu tarihten ders çıkarır ama düşmanlık çıkarmaz. Tarihimize bakıp acılardan düşmanlık çıkarmaya kalkışmak siyasetçinin asla yaklaşmaması gereken konudur ama Türkiye’yi 20 yıldır istediği gibi yöneten AKP ve Tayyip Erdoğan ekibi Türkiye’yi bu etnik kimliklerden ve dinsel kimliklerden faydalanarak kamplara bölüyor ve istediği gibi de yönetiyor... Bu bir oyun yani sonuçta Diyarbakır kayyum tarafından yönetilen Diyarbakır Belediyesi'nin bu girişimi aslında amacı belli yerel seçimlere yönelik ayrıştırmacı bir yol izlemek anladığım kadarıyla bunu söylüyorsunuz… Şimdi efendim o ayrı bir konu ama AKP bunu alıp öyle ayrıştırma değil sanki doğru bir şeymiş gibi topluma takdim etmeye çalışıyor. Hem kendi dinci siyasal dinci tabanını hem Kürtlerin bir kısmını dindar kısmını kendi tarafına çekmek için Şeyh Said’i hatta PKK eylemlerini hatta PKK elebaşlarını bile kullanmaya kalkışıyor ve kullanıyor da bunu görüyoruz. Şimdi tekrar başa dönecek olursak tarihten düşmanlık çıkarmak, bugün Türkiye'yi bu düşmanlık üzerinden yönetmeye kalkışmak ülkeye ihanettir. Asıl ihanet bence budur. Yani Şeyh Said'in ihaneti geçmişte kalmıştır. Tarihte yerini almıştır ama onu bugün yeniden canlandırarak bizim önümüze parçalanma sorunu gibi koymak ülkeye yapılan en büyük ihanettir. Bu ihanette maalesef iktidar tarafından siyasi amaçla çok yakın olarak da dediğim gibi yerel yönetim seçimlerinde özellikle de İstanbul'u kazanabilmek için kullanılan bir araç haline getirildi. Benim burada söylemek istediğim bir konuda şu; son olarak Türkiye’de özellikle PKK 40 yıldır eylem yapıyor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlüdür, PKK’yı isterse ezer ortadan kaldırır. Ama iktidarı ele geçirenler PKK’yla mücadele ediyormuş görüntüsü verip, PKK’yı ortadan kaldırmıyorlar. Çünkü PKK’yı göstererek Türkiye’de demokrasi öteleniyor. İnsan hakları ortadan kaldırılıyor ve neredeyse diktatörlük rejimi PKK üzerinden kuruluyor ve yönlendiriliyor. PKK’yı 20 yıldır iktidarda olan AKP, dünya lideri gibi kendini gösteren Sayın Erdoğan niye ortadan kaldırmadı? Çünkü PKK’yı öne çıkartarak kaç tane seçim kazandı, milleti onunla korkutuyor. Onun için Türkiye'de bu Kürtçülük bölücü Kürtçülük özellikle demokrasinin karşısında bir tehdit olarak duruyor. Bölücü Kürtçüler bunu yapamasa bile onların tehdit olduğunu gösteren ve kamuoyunu korkutan siyasetçiler yapıyor.” … şeklinde ifadeleri nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz;…" ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi; halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Tele 1 logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 14.12.2023 tarihinde, Zeynel Lüle'nin sunduğu ve birçok konuğun katıldığı "Gerçeğin İzinde" isimli tartışma programı yayınlanmıştır. Programın son bölümünde siyasetin gündemi olan “Şeyh Said İsyanı” ele alınmış, Gazeteci, Tarihçi ve Yazar Rıza Zelyut, tarihi sürece ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Ancak; Rıza Zelyut’un bazı ifadelerinin gerçeklik, doğruluk ilkelerini ihlal ettiği, toplumda özgürce kanaat oluşumunu engellediği görüşüyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
1- Öncelikle; Kurul kararına dayanak oluşturan Uzman raporunda; programın bu bölümünde işlenilen konunun ne olduğu veya ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin ne amaçla ve neye istinaden söylendiğine ilişkin herhangi bir bilginin yer almadığı, medyaya yansıyan Şeyh Said tartışmasının, hangi zeminde ve neden başladığına ilişkin bir açıklamanın bulunmadığı görülmektedir.
Oysaki yayın konusunun bile belirtilmediği programdaki ifadelerin, ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti; öncelikle yayında neden bu konunun gündeme getirildiğinin bilinmesiyle, yapılan konuşmaların amacının, eleştirilerin hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğinin anlaşılmasıyla mümkündür.
Dolayısıyla; Uzman raporunda yer almayan ancak yayının başlangıcında Sunucu Zeynel Lüle tarafından, yayında neden bu konunun ele alındığının belirtildiği söylemler şu şekildedir:
“Zeynel Lüle: (23.02.23) …2019 tarihinden bu yana kayyum yönetiyor biliyorsunuz Diyarbakır’ı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini kayyum olarak. Tabi geçen hafta yapım çalışmalarına başlanılan bir bulvara, 1925’te iki yıl önce kurulan Cumhuriyet’e isyan eden Şeyh Said’in isminin verildiğini açıklaması, tartışma yarattı bir anlamda. İyi Parti, Şeyh Said’e yönelik ithamları şiddetle reddettiğini söyleyen İstanbul Milletvekili Mehmet Salim Ensarioğlu’nu disipline sevk etti mesela ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’e soruldu bu soru. Şeyh Said isyanı ile ilgili olarak; ‘Konjonktüründe Cumhuriyet’e karşı ayaklanma olduğunu biliyorum, bastırılırken oluşan acılar torunların kalbini acıtıyorsa saygılı olmak gerekir’ diye bir yanıt verdi Özgür Özel. Özgür Özel’in bu sözüne, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ tepki gösterdi dedi ki, ‘Biz zamanı gelince o bulvarın adını Diyarbakır’ın yiğit evladı Ziya Gökalp’in adını vereceğiz’ dedi. Diyarbakır Barosunun bir açıklaması oldu. Şeyh Said’e hakaret ettiği gerekçesiyle Gazeteci Fatih Altaylı hakkında suç duyurusunda bulunmuş, Şeyh Said için, ‘Türkiye’ye karşı İngilizlerle işbirliği yaparak, daha Türkiye kuruluş aşamasında iken isyan etmiş, bu ülkeyi yıkmayı bölmeye çalışmış bir haysiyetsiz bir şerefsiz’ diyen, cümlesini kullanan Altaylı’ya, DEM Parti tepki göstermişti. Şeyh Said’i yeniden gündeme getiren Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin 6 Aralık’ta twitter hesabından bir açıklaması var, o da bu açıklamada da işte neden böylesine bir bulvarın ismini koyduğuna yönelik bir açıklama yapılıyor. Bütün bunları konuşacağız. Şeyh Said, tam 95 yıl önce asıldığını biliyoruz, şimdi yeniden neden gündeme geldi? Rıza Zelyut bizimle birlikte, bir kitabı var Rıza Zelyut’un bildiğim kadarıyla. Özellikle o kitabında ayrıntılı bir biçimde bu konuya yer vermişti. ‘Şeyh Said Ayaklanması’ ile ilgili bir kitap.”
Görüleceği üzere yayının konusu; iktidar partisinin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığına atadığı kayyum tarafından, Cumhuriyetin ilk yıllarında isyan çıkaran ve hain olduğu için idam edilen bir kişinin, şehirdeki bir bulvara adının verilmesi ve yerel seçimler yaklaşırken açılışının yapılmasının yarattığı tartışmalara ilişkindir.
Kabul edilmelidir ki; söz konusu eylemin, iktidar tarafından atanan bir kayyum tarafından yapılmasından kaynaklı spekülasyonların, ne siyasi partilerin ne de medyanın yoğun ilgisine ve tepkisine maruz kalması şaşırtıcı bir durum değildir ve bu kapsamda basına yansıyan tartışmalar da uzun süre güncelliğini korumuştur. Ayrıca iki farklı siyasi parti tarafından olumlu karşılanan ve memnunluk yaratan böyle bir eylemin, seçimlere çok az bir zaman kala yapılması nedeniyle, seçimlere olası etkileri kapsamındaki tartışmaların ekranlara taşınması da, tabii ki kaçınılmaz olacaktır.
Bu noktada, yayındaki konuşmaların ihlal olup/olmadığının anlaşılabilmesi için; ihlal olduğu gerekçesiyle yaptırım uygulanan ifadelere, yayının konusuna ilişkin yukarıda yapılan açıklamalar bağlamında bakılması gerekmektedir.
Yaptırım uygulanan söylemlere bu açıdan baktığımızda; “Dersim İsyanları ve Şeyh Said meselesi iki de bir AKP tarafından gündeme getiriliyor. / Türkiye’yi 20 yıldır istediği gibi yöneten AKP ve Tayyip Erdoğan ekibi Türkiye’yi bu etnik kimliklerden ve dinsel kimliklerden faydalanarak kamplara bölüyor ve istediği gibi de yönetiyor./ Diyarbakır Belediyesi'nin bu girişimi aslında amacı belli yerel seçimlere yönelik ayrıştırmacı bir yol izlemek. / Hem kendi dinci siyasal dinci tabanını hem Kürtlerin bir kısmını dindar kısmını kendi tarafına çekmek için Şeyh Said’i hatta PKK eylemlerini hatta PKK elebaşlarını bile kullanmaya kalkışıyor ve kullanıyor da bunu görüyoruz. / Bu ihanette maalesef iktidar tarafından siyasi amaçla çok yakın olarak da dediğim gibi yerel yönetim seçimlerinde özellikle de İstanbul'u kazanabilmek için kullanılan bir araç haline getirildi.” şeklindeki ifadelerin, bir gazeteci tarafından siyasi konjonktürdeki gelişmelere ilişkin yapılmış, eleştirel içerikli siyasi analizler olduğu ve ihlal teşkil etmediği görülecektir.
Dolayısıyla raporda söz konusu konuşmaların kapsamı ve amacı ile eleştirilerin hangi zeminde gerekçelendirildiğinin açıklanmaması, deşifrelerin eksik ve yetersiz olması, yayının bu bölümündeki konunun ana fikrinin ve siyasi eleştirilerin hedefinin anlaşılamamasına ve objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır. Uzman raporunun eksik ve yanıltıcı olması nedeniyle, raporu esas alan Kurul Kararı da isabetli değildir.
Ayrıca; “Araştırmacı Gazeteci, Tarihçi ve Yazar” kimliklerine sahip olan yayın konuğu Rıza Zelyut’un, -yayın esnasında da belirtildiği üzere- “Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği” isimli bir kitabı da bulunduğu göz önüne alındığında, yayın konusuna yönelik araştırmaları ve yazdığı bir kitabı bulunan konusunda uzmanlaşmış bir gazetecinin, yapmış olduğu siyasi nitelikteki değerlendirmelerin, “doğru olmadığı” gerekçesiyle yaptırıma tabi tutulması hem haksız, hem de aşağıda verilecek olan Danıştay kararı (8. madde/b bendi) doğrultusunda hukuki olmayacaktır.
2- Yine, yayın konuğu gazetecinin, yaptırıma gerekçe gösterilen; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlüdür, PKK’yı isterse ezer ortadan kaldırır. Ama iktidarı ele geçirenler PKK’yla mücadele ediyormuş görüntüsü verip, PKK’yı ortadan kaldırmıyorlar. Çünkü PKK’yı göstererek Türkiye’de demokrasi öteleniyor. İnsan hakları ortadan kaldırılıyor ve neredeyse diktatörlük rejimi PKK üzerinden kuruluyor ve yönlendiriliyor. PKK’yı 20 yıldır iktidarda olan AKP, dünya lideri gibi kendini gösteren Sayın Erdoğan niye ortadan kaldırmadı? Çünkü PKK’yı öne çıkartarak kaç tane seçim kazandı, milleti onunla korkutuyor.” şeklindeki ifadeleri de; iktidardaki hükûmetin, devlet yönetim sürecine ilişkin politikalarına yönelik, siyasi eleştiri niteliğinde kişisel fikir ve analizleridir.
Bilindiği üzere, demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
Bu çerçevede; Tarihçi-yazar Rıza Zelyut’un “siyasi kutuplaşma” ve “PKK terör örgütü ile mücadele” konusundaki görüşleri, bütünlüğü ve bağlamından koparılmaksızın değerlendirildiğinde, çok kez ve farklı toplum kesimleri tarafından da dile getirilen görüşler olduğu, olgusal temeli olan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğinde ifadeler olduğu görülmektedir.
3- Olgusal temeli bulunan iddiaların, tartışma başlıklarının; medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından programlara konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, kamusal tartışmalara ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın özgürlüğünün yaşamsal bir öneme sahip olduğu da bir gerçektir.
Olgusal temeli bulunan konularda, kamu otoriteleri ya da toplumun bir kesimi için abartılı veya rahatsız edici nitelikte de olsa, bazı yorum, iddia ve soruların gündeme taşınmasının, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları ile korunan basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı da bilinen bir durumdur.
İfade özgürlüğü kapsamında kalan, hakaret, iftira ya da aşağılama içermeyen ifadeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması, iktidar politikalarına yönelik eleştirel yaklaşan görüşlerin ifadesinin engellenmesi ve basın özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarında “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlamaktadır. Bu çerçevede de, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” ölçütlerinin getirildiği görülmektedir. Bu ölçütler ışığında Tele 1 logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım kararının orantılı ve en son çare olarak görülmesi mümkün değildir.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; basın ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşmayan değerlendirmeler nedeniyle; Anayasa Mahkemesi’nin tariflediği şekilde “güçlü nedenler” olmaksızın cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, kamusal nitelikli tartışmaların yapılmasını güçleştirecektir.
4- Türk Dil Kurumu, kutuplaşmak kavramını “bir toplumda düşünce, görüş, sosyal ve siyasal konum ve tavır olarak iki karşıt grupta yoğunlaşmak” şeklinde tanımlamaktadır.
Siyasi kutuplaşma ise TÜBİTAK Ansiklopedisinde, “siyasi aktörlerin, ideolojik, siyasi temelli, partizan ya da duyguya dayalı ayrışması” olarak tanımlanmıştır. https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/siyasi_kutuplasma (E.T.:20.03.2024)
Demokrasiyi ve çoğulculuğu zedelediği bilinse de Türkiye’de ve başka ülkelerde, özellikle de seçim dönemlerinde, partilerin siyasi kutuplaşmayı besleyen politika ve kampanyalar yürüttükleri bilinen bir durumdur. Çeşitli dönemlerde yapılmış pek çok akademik araştırma ile bu durum bilimsel olarak da tespit edilmiştir.
2023 yılı seçimleri bağlamında, Dr. Fırat Demirkol tarafından hazırlanan “2023 Yılı Milletvekili Seçimleri Üzerinden Cumhuriyetin 100. Yılında Seçmenin Siyasi Yelpazedeki Yeri” başlıklı makalede de bu durum; “...Toplum içerisinde bulunan ideolojik kamplaşma eğilimi seçmenlerin davranış kalıplarını ve siyasal tercihlerini doğrudan etkilemektedir. Bu durumda seçimleri kazanmak için optimum oy sayısına ulaşmış olan siyasi gruplar bu kamplaşmanın yumuşamasını istememekte ve mevcut durumunu korumaya çalışarak hareket etmektedir... Türk siyasi hayatına bakıldığında ideolojik tartışmalar hep gündemde olmuş ve seçmen tercihlerini doğrudan etkilemiştir. Belirli toplumsal değerler üzerinden toplumdaki kamplaşma özellikle seçim dönemlerinde yoğun bir biçimde ön plana çıkmıştır. Bu doğrultuda seçmenin ideolojik kamplara ayrıldığı ve siyasi tercihlerini bu doğrultuda ortaya koyduğu kabul edilmektedir” şeklinde ortaya konmuştur. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3513361 (E.T.:20.03.2024)
Bu çerçevede seçimlere katılan tüm partilerin kimi politika ve uygulamalarının siyasi kutuplaşma üzerinden eleştiriye tabi tutulmasında da, hayatın olağan akışına aykırı bir yön bulunmamaktadır.
5- Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da haber programı ile yorum programları arasındaki farklılıktır.
Söz konusu program ile ilgili ihlal iddiası; gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında “bilgi ve haber aktarımında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk” ilkeleri üzerinden gerekçelendirilmiş, Kurul Kararına; “...dolayısıyla bilgi ve haber aktarımında tarafsızlık, gerçeklik ilkelerine ve toplumun olaylarla ilgili özgür kanaat edinmesine engel olabilecek nitelikte yayın yapıldığı kanaatine varılmıştır.” şeklinde yansıtılmıştır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlardaki programların “habercilik” ile sınırlandırılıp, bu tanımlama üzerinden de ihlal gerekçesi oluşturulmaya çalışılması, zorlama bir tutumdur ve gerçekçi de hakkaniyetli de değildir.
Gazeteciler, aydın, yazar ve sanatçıların katıldıkları yayınlarda daha önce haberleştirilen konularda ya da tartışma başlıklarında kendi görüş, analiz ve eleştirilerini paylaşmaları, serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir.
Tarihçi-yazar Rıza Zelyut’un bir haber bülteni ya da haber programında haber aktarmadığı açıktır. “Gerçeğin İzinde” programı da “haber bülteni” değildir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı, yaptırım uygulama aşamasında dikkate alınmak üzere program türlerini 2014 yılında yeniden düzenleyerek, “Yayınlarda Program Türleri Kod, Tanım ve Sınıflandırmaları” başlığı altında yayınlamıştır. Program türleri; “Haber, Güncel Programlar, Kültür Programları, Eğitim Programları, Gerçek Yaşamlar, Drama, Eğlence Programları, Çocuk Programları, Ticari İletişim ve Tanıtım” şeklinde 9 başlık altında sınıflandırılmıştır. “Haber bülteni” ve “haber programı” haber başlığı altında tanımlanırken, “yorum programı” güncel program altında sınıflandırılmıştır.
https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832 (E.T.:20.03.2024)
RTÜK’ün program türlerine ilişkin rehberindeki tanımlamalar dikkate alındığında; Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “Gerçeğin İzinde” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel programlar, Yorum Programları” olarak değerlendirilmiştir.
Bu duruma rağmen; bir yorum programında ifade edilen, hakaret, iftira ya da aşağılama içermeyen görüşlerin, haber aktarımı gibi değerlendirilip, doğruluk ve tarafsızlık ölçütüyle değerlendirilmesi isabetli değildir.
Bu yönüyle de; haber ile yorum arasındaki ayırımı dikkate almayan yaptırım kararı; haksız, orantısız, serbest tartışmayı ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir. Ek olarak, 6112 sayılı Kanunla Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini korumak” görevine de aykırılık oluşturmaktadır.
6- Yorum programları özelinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun benzer bir konudaki yaptırım işlemini hukuka uygun bulmayan kararı, yol gösterici niteliktedir.
Üst Kurulun 19.03.2020 tarih ve 2020/12 sayılı toplantısında, 27 No.lu karar ile; Haber Türk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Gerçek Fikri Ne?” programında, sunucu ve program konuklarının; dış politik gelişmeler ve iç savaş riski üzerine yaptıkları değerlendirmelerle, “tarafsızlık, gerçeklik doğrularını esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır” ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Yaptırım kararı yayıncı kuruluş tarafından yargıya taşınmış, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin davanın reddi yönündeki kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin, 30.11.2023 tarih ve 2023/5695 E., 2023/6967 K. sayılı kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; “...söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ‘milli güvenliğin’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı... Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 19.3.2020 tarih ve toplantı No: 2020/12, Karar No:27 sayılı işleminde hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır” değerlendirmesi yer almıştır.
BİM kararı, RTÜK tarafından yapılan haber programı ve yorum programı ayrımının yargı tarafından da kabul edildiğine bir işarettir.
7- İktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
b) Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
· Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
· RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
· Ardından RTÜK, BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
8- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber ve bilgi kaynaklarına ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
9- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
10- Gerek Anayasa Mahkemesi’nin, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, iktidarlara, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
11-Siyasi tartışma ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur.
- AİHM’nin yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46).
Basının siyasi hayatın bekçisi olarak rolünü AİHM ilk kez Lingens davasında (1986) vurgulamıştır. Lingens/Avusturya kararında; siyasi tartışma özgürlüğünün, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’ olduğu hüküm altına alınmıştır. Söz konusu özgürlük hem bilginin, hem de fikirlerin açıklanması ile ilgili olduğundan, AİHM tarafından yapılan ayrım bu erken aşamadan itibaren önem kazanır. Bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) arasında açık bir ayrıma giden AİHM şöyle demiştir: “Olguların varlığı kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konulamaz. (...) Değer yargıları açısından bunu talep etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey istemektir; bu, AİHS’in 10. Maddesi’nin teminat altına aldığı hakkın asli bir bölümü olan fikir özgürlüğünün kendisini ihlâl eder.” (Lingens, 1986; Jerusalem-Avusturya, 2001; Dichand ve diğerleri-Avusturya, 2002). (İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, Monica Macovei İnsan Hakları El Kitapları, No.2, Para.7)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3610/aihsmad10ifade.pdf (E.T.:20.03.2024)
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir. (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976)
12- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar.” (S.86)
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:20.03.2024)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda dolayısıyla hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek AYM ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Danıştay kararlarında ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, yaptırım uygulanmasına dayanak gösterilen söz konusu ifadelerin; siyasi eleştiri nitelikli kişisel görüş ve analizler olduğu, olgusal temeli bulunan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmelere yönelik, gerçeğe aykırı olduğu gerekçesiyle yaptırım uygulanmasının, hukuki olmadığı ve yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 06.05.2024