İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 09.02.2024 tarih ve 26 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 06.01.2024 tarihinde saat 10:01’de yayınlanan "Forum Hafta Sonu" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 06.01.2024 tarihinde saat 10:01’de yayınlanan, sunuculuğunu Namık Koçak'ın yaptığı, Özdemir İnce'nin ise konuk olarak katıldığı ve gündeme ilişkin çeşitli konuların ele alındığı "Forum Hafta Sonu" adlı programda konuk Özdemir İnce tarafından; “Mesela hafız diye 15, 14, 10 yaşındaki kızları, çocukları çıkarıyorlar. Onlar güldür güldür güldür ayınları (Arapçadaki bir harf kastediliyor) çatlata çatlata … (hafızlık esnasındaki Kur’ân okumaları alaycı ve gerçek dışı bir üslupla taklit edilerek belirsiz söylenen sözler) söylüyorlar. "O kızlar ne Arapça biliyor; ne Arapça yazmayı biliyor… O İmam Hatip mezunlarına şöyle bir söyle Arapça: "Kapıyı kapat, rüzgar geliyor". Arapça söyle. Anlamaz." Ama kelime-i şehadeti, kelime-i neydi o, kelime-i tevhid ha bir de; neyse oraya da sıra gelecek…” şeklindeki ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan; “Toplumun millî ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Kamusal bir görevi yerine getiren medya; kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu adına denetleme ve eleştirme yetkisini elinde bulundururken, vatandaşın hakkını savunmak adına da, toplumun ve kamunun vicdanı vazifesini görmekte, halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yayarak, kamuoyunu bilgilendirmektedir.
Tele 1 logolu medya hizmet sağlayıcıda, Namık Koçak’ın sunumuyla ekrana getirilen “Forum Hafta Sonu” adlı programın, 06.01.2024 tarihli yayınının ikinci bölümüne, Şair ve Gazeteci-Yazar Özdemir İnce konuk edilmiştir.
Gündeme ilişkin farklı konuların tartışılıp yorumlandığı yayının bir bölümünde de; batıda ve ülkemizde aydınlanma, eğitim alanındaki yetersizlik ve ezbere dayalı eğitim konularında değerlendirmelerde bulunulmuştur. Konuk gazeteci tarafından bu bölümde sarf edilen; “Mesela hafız diye 15, 14, 10 yaşındaki kızları, çocukları çıkarıyorlar. Onlar güldür güldür güldür ayınları çatlata çatlata söylüyorlar. O kızlar ne Arapça biliyor; ne Arapça yazmayı biliyor." ve "O İmam Hatip mezunlarına şöyle bir söyle Arapça; ‘Kapıyı kapat, rüzgâr geliyor.’ Arapça söyle. Anlamaz.…" şeklindeki ifadelerin, manevi değerlerle alay edici ve imamlık, hafızlık müesseselerini zedeleyici olduğu gerekçesiyle, programa yaptırım uygulanmıştır.
1- Bilindiği üzere, bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin saptanabilmesi için; programın ilgili bölümünün bütün olarak değerlendirilmesi, yapılan konuşmaların amacının, eleştirilerin hedefinin ve verilmek istenilen mesajın anlaşılabilmesi ile mümkündür ve bu nedenle ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin bağlamının göz ardı edilmemesi gerekmemektedir.
Ancak Uzman raporunda; gazetecilerin programda hangi konuyu ele aldıklarına veya hangi kapsamda eleştirilerde bulunduklarına dair hiçbir bilgi bulunmamakta, hatta yaptırıma gerekçe gösterilen konuşmaların neden ve neye istinaden söylendiği bile belirtilmemektedir.
Dolayısıyla, ihlal iddiasıyla sunulan konuşmaların öncesindeki ve sonrasındaki ifadelere yer verilmemesi, söylemlerin kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora eklenmesi ve konunun bütün olarak değerlendirmeye alınmaması; konuşmaların bağlamından koparılarak anlam bütünlüğünün bozulmasına, gazeteciler tarafından bu sözlerin söylenme kastı ve hedefi ile yapılan eleştirilerin amacının anlaşılamamasına ve sonuç olarak objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır.
Bu nedenlerle; yayına ilişkin aşağıda ayrıntılı olarak verilen konuşmalara daha geniş perspektiften bakıldığında ve bütünlük içinde değerlendirildiğinde, ifadelerin Kur’an eğitimi özelinde, esasında hükûmetin ezbere dayalı eğitim politikasına ilişkin eleştirel değerlendirmeler olduğu ve basın/ ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı netleşecektir. Bu kapsamda, sağlıklı bir değerlendirmenin yapılabilmesi için, programın ilgili bölümünde işlenilen konunun bilinmesi ve yapılan konuşmaların tamamının dikkate alınması yerinde olacaktır.
Söz konusu bölüme; Suudi Arabistan’da Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanacak olan Süper Kupa maçının iptal edilmesi ile ilgili yaşanan olaylardan yola çıkılarak, Suudilerle ilişkilerimizin tarihçesi anlatılarak başlanmış ve Arapça Kur’an eğitimi konusuna geçilmiştir. Özellikle; Yavuz Sultan Selim’in, bu konudaki eğitime çok önem verdiği, bu nedenle o dönem Mısır’dan, Şam’dan, Halep’ten Arap ulemaları getirtilerek medreselere yerleştirildiği ve işinin ehli âlimler tarafından verilen Kur’an eğitiminin son derece kaliteli olduğu aktarılmıştır. Ancak, sadece hocalarından öğrenilen bilgilerin nesilden nesile aktarıldığı bu eğitim sisteminde; giderek Arapçaya hâkim olamayan ve bu nedenle yetersiz Kur’an bilgisine sahip olan hocaların eğitimde rol almaları nedeniyle, eğitim sisteminin, anlamı bilinmeden sadece ezberden Arapça okumasının öğretildiği bir eğitim sistemine evrildiği anlatılmıştır.
Dolayısıyla; uzun yıllardır anlamı öğretilmeden, ezberleme yöntemiyle sadece okumanın öğretildiği bir eğitim verilmesi nedeniyle, gelinen noktada, halkın Kur’an dilini değil Arapçayı kutsal zannettiğine ve hatta yerde Arapça bir kâğıt görse öpüp başına koyacak derecede bu konuda yanlış bilgilere sahip olunduğuna ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. İlgili bölümde geçen konuşmalar şöyledir:
“Namık Koçak: Şu öyle bir girmiş ki, yani yerde Arapça bir kâğıt görse öpüp başına koyuyor. Arapça kutsal sanki o yazılan metinler filan çok önemli değil…
Özdemir İnce: (11.39.36) Mesela 1. Dünya Savaşı’nda, Kafkasya Cephesi’nde soruyor, Şevket Süreyya bir kitabında. Peygamber kim diyor, soruyor. Cevaplar; Hazreti Ali, Hazreti Âdem efendim, Enver Paşa, Talat Paşa, böyle cevap veriyor köylüler. Peygamberin kim olduğunu bildikleri yok. Padişah efendimiz diyen de var… Böyle ya nerden öğrenecek ya. Okul yok, okul yok, efendim doğru dürüst Türkçe Arapça okuma yazma bilen bir imam ve hoca da yok.
Namık Koçak: E zaten en önemli sorunlardan bir tanesi o. /Özdemir İnce: Öğretmen yok, din hocası da okuryazar değil... / Namık Koçak: Ama bunu bildikleri halde alfabe yeni alfabe, Latin alfabesi kullanmaya başlandığında, efendim geçmişle bağımız koptu dediler.
Özdemir İnce: Mesela hafız diye 15, 14, 10 yaşında kızları, çocukları çıkarıyorlar. Onlar güldür güldür ayınları çatlata çatlata.. / Namık Koçak: EZBER
Özdemir İnce: ...söylüyorlar. O kızlar ne Arapça biliyor; ne Arapça yazmayı biliyor. Efendim ‘baba bana at al’ diye alfabede yazar ya alfabede. Baba bana at al, dondurma al diye yazamaz, cehalettir bunlar. / Namık Koçak: Okuduğunu anlamayan.
Özdemir İnce: Ya bir dakika sana bir şey söyleyeyim mi, o İmam Hatip mezunlarına şöyle bir söyle Arapça: ‘Kapıyı kapat, rüzgâr geliyor’. Arapça söyle, anlamaz.”
Yukarıda ayrıntılı olarak verilen içerik anlatımlarından ve deşifrelerden de görüleceği üzere; yayının ilgili bölümündeki bazı ifadeler seçilerek ve bağlamından koparılacak şekilde rapora eklenerek, ihlal raporu oluşturulmuştur. Yayındaki konuşmalar bağlamı ile birlikte değerlendirildiğinde, yayının bu bölümünün ana temasının; “ezber yöntemine dayalı Kur’an eğitimi” olduğu, bu kapsamda, iktidarın eğitim politikalarına yönelik siyasi eleştiri sınırları içinde kalan ve ihlal teşkil etmeyen ifadeler kullanıldığı görülmektedir. Kaldı ki; ezbere dayalı eğitim sisteminin yarattığı olumsuzlukların, sadece Arapçanın kutsal zannedilmesi gibi masum etkilerle sınırlı kalmadığı, dinî konularda bilgisizliğin artmasının yanı sıra hayatın her alanında olumsuz sonuçlar doğurabildiğine ilişkin örnek olaylar ve eleştiriler sıklıkla medyada yer bulmaktadır.
Ayrıca Uzman raporunda yer almayan bir diğer husus da; konuk gazetecinin, “ayınları çatlata çatlata” söyleminin hemen ardından, program sunucusunun; “EZBER” ifadesini kullanması ve konuya açıklık getirmesidir. Burada dikkati çekmesi gereken husus şudur ki; tek bir kelimenin deşifreden çıkarılmasıyla, yayının o bölümünde verilmek istenilen mesaj, bağlamından kopabilmekte ve “alaycı” olduğu algısı oluşabilmektedir. Bu noktada “abartılı ve rahatsız edici” nitelikteki ifadelerin de düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu unutulmamalıdır.
Dolayısıyla, ifade edilen düşünceler, bağlamı ve bütünlüğü içinde incelendiğinde; yıllardır şikâyet edilen ancak iktidarların bir türlü değiştiremediği “ezbere dayalı eğitim” konusunda eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler olduğu; gerek konuk gazeteci gerekse program sunucusunun kastının alay etmek veya aşağılamak olmadığı, tam tersine konuya ilişkin eğitim sistemindeki çarpıklığın göz önüne serilmesinin amaçlandığı açıktır. Kabul edilmelidir ki; herhangi bir sorunun çözümlenebilmesi, öncelikle sorunun her yönüyle ele alınmasını gerektirir ki, bunun da en etkili yollarından birisi, geniş kitlelere ulaşma olanağına sahip olan medya ve medya da yürütülecek serbest tartışmadır.
Nihayetinde; ihlal teşkil ettiği savıyla rapora konulan ifadeler, öncesi ve sonrasındaki konuşmalarla birlikte, bir bütün olarak değerlendirildiğinde görülmektedir ki; yayının bu bölümünde yaptırım uygulanmasına neden olacak ve 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturacak bir ifade bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlarken, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” koşullarını getirmiştir.
Hakaret, iftira ya da aşağılama içermeyen ifadeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması, demokratik toplum düzeninin gereklerini aşan bir durumdur, haksızdır ve basın özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
Kişilere, bölgelere veya zamana göre bile değişiklik gösteren “genel ahlak, milli ve manevi değerler” gibi kavramların somutlaştırılması mümkün değildir ve demokratik ölçütlerle tanımlanmadığında, ifade özgürlüğü daralacak, “yasaklar” genişleyecektir. Dolayısıyla, gerçekçi ve somut bulgularla desteklenmeyen, eksik ve yanıltıcı bir rapor üzerinden milli-manevi değerlere aykırılık gerekçesi ile verilen yaptırım kararı; ölçülü ve isabetli olmamıştır.
2- Ezbere dayalı Kuran eğitimine ilişkin; Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün, “Allah ile Aldatmak” isimli kitabında şu görüşler yer almaktadır:
“Tedebbür, yâni okunan metinlerin anlaşılması ve anlamları üzerinde derin derin düşünülmesi. Bu tedebbür kavramı Kur’an’ın altını ısrarla çizdiği bir kavramdır. Öyle ki, Kur’an’a göre, Kur’an okumak, esas anlamıyla tedebbür etmektir. Tedebbür yoksa Kur’an okumaktan söz etmek mümkün değildir. Tedebbür için, okunan metnin dilini bilmek ilk şart olduğuna göre, Arapça bilmeyen bir Müslüman’ın, tedebbür emrini yerine getirmesi için, Kur’an’ı anladığı dildeki çevirisinden okuması kaçınılmazdır. Kur’an, tedebbür ilkesinin, Müslümanların temel ibadetleri olan namazda da korunmasını istemektedir. Bunun içindir ki, ne dediğini anlamadan namaz kılmak yasaklanmış (Nisa, 43), ne dediğini anlamadan namaz kılanlar ağır biçimde kınanmıştır (Mâûn, 4-5)” (ÖZTÜRK Yaşar Nuri, 2008, Allah ile Aldatmak, § 158. İstanbul: Yeni Boyut Yayınları).
Prof. Dr. Öztürk’ün açıklamaları aynı zamanda Gazeteci-Yazar Özdemir İnce’nin ifadelerinin de olgusal temeline işaret etmektedir.
Toplumun gündeminde olan ve tartışılan konuların, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda da gazeteciler, aydın, yazar ve sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir.
Bu çerçevede; olgusal temeli olan bir konuda, hakaret, iftira ve aşağılama içermeyen yorumlar nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması; ölçüsüz olacak, toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması ve ifade özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır.
3- Medyanın, üstün kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunduğu ve bu hakların, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunduğu bilinmektedir.
Bu kapsamda; olgusal temeli bulunan iddiaların ya da tartışma başlıklarının, televizyon programlarına konu edilmesinin ve farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Ancak; medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Üst Kurula; 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, birinci fıkrasının, (a) bendi ile “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” yükümlülüğünün verilmesinin amacı da budur.
Bu çerçevede, yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması yerinde olacaktır. Demokratik toplumlarda medyanın, geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek hak ve görevleri bulunmaktadır. Bu kapsamda; toplumun değişik kesimleri tarafından pek çok kez dile getirilen, iktidar ve kamu kurumları ya da toplumun bir kesimi için “incitici, abartılı, rahatsız edici” nitelik taşısa da eleştiri sınırları içinde kalan değerlendirmeler nedeniyle bir yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; adil olmayacak, basın özgürlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacaktır.
4- Kabul edilmelidir ki; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir.
Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
5- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
6- Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, BejdarRoAmed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3:AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E.T.: 15.03.2024)
7- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
8- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
9- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan, siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğu göz önüne alındığında, diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi politikaları ve siyasileri eleştiren, politikaları veya siyasi açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir (Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, Karar tarihi: 07/07/2015, §64).
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
10- Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur.
-AİHM’e göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir. Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmazsa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’e göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemezdir (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla; yaptırıma konu ifadelerin, hükûmetin eğitim politikalarına yönelik eleştiriler olduğu, programda manevi değerlere aykırı bir ifadenin bulunmadığı ve olgusal temeli olan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle yaptırım uygulanmasının, kamusal yararı olan serbest tartışmayı ve özgürce kanat oluşumunu engelleyici olacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun da bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 06.05.2024


