İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 02.05.2024 tarih ve 48 sayılı yazısına konu FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 03.01.2024 tarihinde saat 18:57’de yayınlanan "Selçuk Tepeli ile Fox Ana Haber" adlı haber programı yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 03.01.2024 tarihinde saat 18:57’de yayınladığı "Selçuk Tepeli ile Fox Ana Haber" adlı haber programında "Skandalın Belgesi. Torpile Suçüstü" başlığı ile sunulan haberde; “Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can. Hatırlıyorsunuz dün bir açıklama yapmıştı. Türkiye bir İslam ülkesidir demişti. Sonra siyasi polemikler başladı. Bugün Yargıtay binasında Adalet Akademisi programındaydı kendisi. Hiç sesi duyulmadı. Çünkü çok meşguldü. Çok meşguldü. Neden? Çünkü Bakanlığın görevde yükselme mülakatına girecek... Mülakat hani kaldıracaklardı Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemişti. Kaldırmadıkları gibi, görevde yükselme mülakatına girecek bazı personele torpil yapmakla meşguldü. Yükselme hikayesinin altını dün çizdiğimi hatırlıyorsunuz. Onun derdi yükselmek veya birilerini yükseltmek. Kime göre, neye göre? Skandalın belgesi. Torpile suç üstü. (..., haberin ilerleyen kısımlarında Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can'ın fotoğrafı ile ona ait olduğu belirtilen telefon ekranındaki mesajlar görülmektedir.)…Torpil Yaparken Suçüstü Yakalandı…Türkiye İslam ülkesidir diyen Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can'ın Adalet Bakanlığı görevde yükselme sınavı için torpil taleplerini takipteyim diyerek cevaplayıp Özel Kalemine ilettiği anlar. (Ekranda Adalet Bakan Yardımcısı Can'ın cep telefonu ekranı yakın çekip gösterilerek gelen mesajlar ekranda gösterilmiştir.)…Adalet Bakanlığı görevde yükselme sınavı mülakat tarihi 26 Ocak. Torpil mesajlarını tek tek yanıtlayıp, takipçisi olacağını söyleyip, Özel Kalem Müdürüne iletti Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can. (Ekranda Adalet Bakan Yardımcısı Can'ın cep telefonu ekranı yakın çekip gösterilerek gelen mesajlar ekranda gösterilmeye devam edilmiştir.)…Birkaç dakika öncesine kadar Bakanlık mülakatında torpil taleplerinin takipçisi olacağına dair tek tek yanıtlar veren Bakan Yardımcısı Ramazan Can, Türkiye İslam ülkesidir sözlerini soran Fox Haber ekibinden koşar adım uzaklaştı.(Bakan Yardımcısı Ramazan Can'ın toplantıdan ayrılma görüntüleri ekrana getirilerek haber son bulmuştur.)…Efendim sorudan kaçarken doluya yakalanmak bu işte. Fox Haberden Fırat Irmak muhabirimiz ve kameramanımız Mahmut Özgün'ün haberiydi. Şimdi Anayasanın 2. maddesini unutup ya da hiç bilmeyip. Bilmiyorum Adalet Bakan Yardımcısı bir şeyler söylüyordu. Dün de zaten biliyorsunuz vermiştik. Niye FETÖ'yü ziyaret etmiş falan. Efendim işte başka türlü yükselinmiyormuş öyle diyordu. Demek derdi yükselmek. Şimdi bugün gene bir yükselme meselesi. Bakın orada yazdıklarını, çizdiklerini gördünüz değil mi? Demek ki ne derdi, ne din devleti, ne Cumhuriyet devleti. Derdi torpil yükselme şu bu devlet. Tanıyın bu insanları. Tanıyın.” şeklinde ifade ve görüntülerin, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi, halkı ilgilendiren her konuda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymaktır. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
FOX logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 03.01.2024 tarihinde yayınlanan "Selçuk Tepeli ile Fox Ana Haber" adlı haber bülteninde, "Skandalın Belgesi /Torpile Suçüstü" başlığı ile sunulan haberde; Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can’ın, Yargıtay binasında Adalet Akademisi programındayken, cep telefonuna gelen “torpil istekli mesajların ve bu mesajlara olumlu yanıt vermesinin” ekrana getirilmesi ve eleştirilmesinin, “özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği” görüşüyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- TDK’ya göre, “akraba ve yakın arkadaşları kayırma” olarak tanımlanan “nepotizm”, bir kimsenin bilgi, beceri, kabiliyet, başarı ve eğitim düzeyi gibi faktörler açısından değerlendirilmeksizin veya işyerindeki tecrübesine, kazanımlarına ve başarılarına bakılmaksızın, yalnızca kan bağı ve yakınlık ilişkileri esas alınarak istihdam ve/veya terfi ettirilmesine denmektedir. Demokrasinin olgunlaşmadığı, liyakatin yönetimde temel ilke olmadığı toplumlarda nepotizme sıkça rastlanmaktadır.
Halkımız arasında “torpil, adam kayırma, dayıcılık, iltimas, imtiyaz, ayrıcalık, referans” gibi sözlerle tanımlanan bu tarz ilişkileri önceleyen durumlar, ülkemizde de yaygın olarak görülmekte ve medyada geniş yer bulmaktadır. Çünkü ülkemizde olduğu gibi, özellikle genç nüfusa dair işsizlik rakamlarının yüksek olduğu ülkelerde, hükûmetlerin kamu sektöründeki istihdam yollarının ve olası nepotik tutum ve davranışlarla, adil olmayan yaklaşımlarının medyanın ilgisini çekmesi kaçınılmazdır.
Ülkemizde de kamu kurum ve kuruluşlarında, yazılı sınavlarda çok yüksek not alan gençlerin, mülakat sınavlarında elenmesi veya yazılı sınavda çok düşük not alan gençlerin, yüksek mülakat puanlarıyla işe girmeye hak kazanması gibi olaylar, sıklıkla medyada yer almaktadır. Bu tür olayların yaşanması, doğal olarak nepotizm iddialarını güçlendirmekte ve adil olmayan şekilde, hak edenin değil, torpili olanın işe alındığı bu ayrımcı yaklaşım, toplumsal tepki oluşmasına neden olan konuların başında gelmektedir.
Bu soruna ilişkin, medyada yer alan 11 Nisan 2023 tarihli ve devamındaki haberlere baktığımızda, kamu kurumlarında işe alımlara ilişkin; “Erdoğan: Kamuda mülakatı kaldıracağız. AK Parti Seçim Beyannamesi'ne kamuda mülakatların kaldırılacağı yer aldı… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Seçim Beyannamesi ve Milletvekili Aday Tanıtım Toplantısı'na katıldı. Burada bir konuşma yapan Erdoğan, kamuda mülakatları kaldıracaklarını söyledi… ‘Kamuya işe alımları, görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak, gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız.’ dedi.” içerikli haberlerin kamuoyuna yansıdığı görülmüş ve halk tarafından olumlu karşılıklar bulmuştu. https://www.memurlar.net/haber/1061618/erdogan-kamudaki-mulakati-kaldiracagiz.html#google_vignette / https://www.gazeteduvar.com.tr/erdogan-kamuda-mulakati-kaldiracagiz-haber-1612951, (E.T.:25.05.2024)
Cumhurbaşkanı tarafından yapılan söz konusu açıklama; kamuoyu tarafından; kamuda hiçbir şekilde kayırmacı yaklaşımlara izin verilmeyeceği olarak algılanmıştır. Dolayısıyla tüm ülkeyi ilgilendiren, hatta iktidar partisinin seçim beyannamesine konulacak kadar önem taşıyan bir sorun hakkında, İktidar Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı tarafından bizzat kamuoyuna açıklanan gelişmelerin, medya tarafından takip edilmesi ve uyulmaması noktasında kamuoyuna duyurulması, basının en doğal hakkı ve görevidir. Bununla birlikte, hükûmet üyelerinin, kamuyu ilgilendiren bir konuda verilmiş olan sözlerini tutup/tutmadıklarını bilmek de, halkın en doğal hakkıdır. Her iki kesimi de bu haktan mahrum etmek ise, demokrasinin özüne aykırıdır.
Yaptırım uygulanan söz konusu haberde de; Adalet Bakan Yardımcısının, cep telefonunu gelen “torpil” istekli mesajlara, olumlu yanıt vermesi konu edilmiş ve eleştirilmiştir. Kabul edilmelidir ki; Cumhurbaşkanı tarafından kamuda bu tarz kayırmaların yapılmayacağı şeklindeki açıklamanın tüm ülkeye duyurulmasının ardından, Adalet Bakanlığı gibi bir kamu kurumunda, hiyerarşik düzende en üst düzey kamu görevlisi olan “Bakan”dan sonra, ikinci sırada gelen bir bakan yardımcısının, görevde yükselmek isteyenlere yönelik kayırmacı bir yaklaşım sergilemesi ve torpil isteklerine olumlu yanıt vermesi, tüm demokratik ülkelerde “haber” değeri taşıyacak niteliktedir. Dolayısıyla; halkın genelini ilgilendiren ve “kamu yararı” taşıyan bir konunun haberleştirilmesinin, “özel hayatın ihlali” olarak değerlendirilerek yaptırım uygulanması, hukuki ve ölçülü değildir. Çünkü haberin ana teması ve verilmek istenilen mesaj ile amaçlanan, özel hayatın deşifre edilmesi değil, kamusal yetkinin kötüye kullanılıp kullanılmadığının tespitidir.
2- Haberde özel hayatın gizliliğinin ihlali değerlendirmesi yapılırken, söz konusu haberin nasıl hazırlandığının da incelenmesi yararlı olacaktır. Haber, kamusal bir alanda, kamusal bir sorumlulukla programa davet edilen gazetecinin, kendisine verilen izinle görüntü kaydı yaptığı bir ortamda elde edilen görüntü ile hazırlanmıştır ve söz konusu haber; halkın büyük bir kesimini ilgilendiren toplumsal bir soruna ilişkindir.
Ayrıca, bürokratların, siyasal makamların çizmiş oldukları ana politika çerçevesinde hareket edip etmediklerinin tespiti noktasında, medyanın rolü, önemi ve görevi unutulmamalıdır. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
Bu noktada, açıklanması gereken bir diğer husus da; Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul kararında yer almayan, Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can’ın, Adalet Bakanlığı Görevde Yükselme Sınavına ilişkin cep telefonuna gelen ve olumlu yanıt verdiği mesajlardır. Söz konusu mesajlardan bazı bölümler şu şekildedir:
“-Adalet Akademisinde Sosyal Hizmet Uzmanı olarak görev yapıyorum. Görevde yükselme sınavına girdiğimi söylemiştim. Bilgilerimi atmamı istemiştiniz...
-Sayın Bakanım arz ederim.
-Abi notunuzu aldık. Takip edeceğiz inşallah...
-Görevde yükselme sınavı. Mülakat tarihi 26 Ocak 2024 Cuma. Saat 14:30..
-Notumuzu aldık. Takip edeceğiz inşallah.
-Büro Memur Sen ..... İl Başkan Vekili Müdür adayımız. Çalıştığı Birim: İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı. Yazılı Sınav Puanı:89. Başvurulan Pozisyon: İzmir Yazı İşleri Müdürlüğü Görevde Yükselme Sınavı.
-Notumuzu aldık. Takip edeceğiz inşallah.
-Sayın Bakanım arz ederim.
-Abi notumuzu aldık, takip edeceğiz.
-... Bakan Yardımcısı. Önemli, bizim de işimiz düşüyor.”
Görüleceği üzere Adalet Bakan Yardımcısının, ekrana yansıtılan cep telefonu mesajlarının içeriğine bakıldığında, “Torpile Suçüstü” başlıklı haber, görünür gerçekle örtüşmektedir.
3- Bakan Yardımcısı tarafından yapılan ve birçok devlet memurunun mağdur olmasına yol açabilecek bu eylemin, gazetecilik faaliyeti olarak kayıt altına alınıp haberleştirilmesinde de kamu yararı bulunduğu açıktır. Kamu yararı söz konusu olduğunda da basın özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine ilişkin pek çok akademik çalışma bulunmaktadır. Bu konu; Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Beşir ACABEY’in, “BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BU ÖZGÜRLÜĞÜN BİR SINIRI OLARAK KİŞİLİK HAKKI” adlı çalışmasında ele alınmış ve çalışmada şu değerlendirmeler yer almıştır:
“Bir kimsenin özel hayatını veya onur ve saygınlığını (şeref ve haysiyetini) ihlal eden bir basın faaliyeti kamu yararına yönelikse ve uygun bir araç olarak kullanılmışsa, hukuka uygun olarak değerlendirilecek ve bu açıklamadan dolayı herhangi bir hukuksal sorumluluk doğmayacaktır[1].
Demokratik toplumlarda basının en önemli görevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda haber ve bilgi vermek, açıklamalar yapmak, eleştiri ve değer yargıları sunmak suretiyle toplumu aydınlatmak ve kamuoyu oluşturmaktır[2]. İsviçre Federal Mahkemesine göre de basının görevi; okuyucuya toplumu ilgilendiren olayları bildirmek, onu her türlü siyasi, ekonomik, bilimsel, edebi ve sanat olayları hakkında yönlendirmek, kamu yararıyla ilgili sorunlarda fikir alış verişini başlatmak, toplumu meşgul eden meselelerde çözümlerin bulunmasına çalışmak, devlet yönetimi ve özellikle kamu parasının harcanması konusunda bilgi istemek, devlet işlerindeki her türlü suiistimalleri bulmak, meydana çıkarmaktır[3].
...Ancak önemi nedeniyle hemen vurgulayalım ki; basının kamu yararını gözetip gözetmediği tespit edilirken, haber veya eleştiri konusu kişinin toplumdaki yeri ve görevinin dikkate alınması gerekir. Kişinin kimliği, toplum içindeki konumu ve üstlendiği görev, elinde bulundurduğu kamu yetkisi, kişiliğine yönelik müdahalelerin sınırının belirlenmesinde kamu yararı ölçütü açısından özellik gösterir. Bu durum özellikle, onur ve saygınlığı ihlal edici nitelikteki eleştirilere katlanma ile özel hayata müdahaleler açısından önemlidir. Kamuya mal olmuş kişilerin eleştiriye daha açık olmaları, özellikle kamu gücünü elinde bulunduran yönetici ve siyasetçiler yönünden kamu yararı gereğidir. Kimse eleştiriden kaçınamaz, özellikle kamuya mal olmuş kişiler, eleştirilere daha fazla katlanmak zorundadır[4].
... Kamu yararı bulunduğu, toplumu ilgilendirdiği oranda bu kişilerin hayat öyküleri ve yaşamları, basın tarafından yayın konusu yapılabilir. Çünkü kamunun haber alma hakkı, kural olarak üstün kamusal yarar olarak öncelikli kabul edilir ve topluma mal olmuş kişilerin özel yaşamına ilişkin hususların basında yer alması, kişilik hakkının ihlali sayılmaz[5].
Bir kişi ile ilgili olarak yayınlanan bir haber veya eleştiri, kişiyi küçük düşürücü olsa dahi, kamu yararı bulunan bir gerçeği yansıtıyor ve kamuoyunu aydınlatma fonksiyonun çerçevesi içinde kalıyorsa, hukuka aykırı olmayacaktır[6].
Demokratik rejimlerde ise; rejimin güvencesi, vatandaşların eleştirel katkılarıdır. Vatandaşın sözcüsü ise basındır. Bu nedenle, özgürlükçü demokrasilerde basının en önemli görevi, tüm kamusal yaşamın kontrolü ve kritiğidir[7].” ([1] KILIÇOĞLU, Ahmet, “Sorumluluk Açısından Basın Özgürlüğünün Özel Hukuktaki Yeri”, YD. C.13-1987, S.1-2, sh. 88-89; ÖZEL, 44., [2] EREN, 36; İÇEL/ÜNVER, 10 vd., 112-116; ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, İstanbul 1978, sh.32 vd.; KAPLAN, İbrahim : Kişilik Haklarının Kitle Haberleşme Araçları Karşısında Korunması, Ankara 1979, sh. 9; GELGÖR, 130-131., [3] BGE 37 I 377. Bu karar için bkz. EREN, 36., [4] DURAL/ÖĞÜZ, 123; REİSOĞLU (Kişilik Haklarının Korunması), 305-306., [5] REİSOĞLU (Kişilik Haklarının Korunması), 301; ZEVKLİLER/ACABEY/ GÖKYAYLA, 471-472., [6] OĞUZMAN/ SELİÇİ/OKTAY-ÖZDEMİR, 178; OĞUZMAN/ÖZ, 510., [7]. İÇEL/ÜNVER, 113)
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/179428 (E.T.:25.05.2024)
Dolayısıyla, yaptırıma konu haberin, kamu da çalışan ve kamuda çalışmak isteyen herkesi ilgilendiren bir boyutu olduğu ve söz konusu haberin, benzer konular için sayılan “doğruluk, güncellik, toplumsal ilgi ve ölçülülük” ölçütlerini taşıdığı da dikkate alındığında; söz haberde “kamu yararı” bulunduğu açıktır. Kamu yararı bulunan haberlerde de, özel hayatın ihlali söz konusu olamayacaktır.
4- Basın özgürlüğü ile haberleşmenin gizliliği hakkının çatışmasında, her koşulda haberleşmenin gizliliğinin öncelenmesi söz konusu değildir. Bu durum; Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları ile birlikte, Üst Kurulun, haberleşmenin ve özel hayatın gizliliğini ihlal değerlendirmesi yaptığı ve yaptırım içeren başka bir kararında da kabul edilmektedir.
Üst Kurul tarafından, 03.05.2024 tarih ve 2024/17 sayılı toplantıda alınan 13 ve 14 No.lu kararlar; aynı medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, farklı tarihlerde yayınlanan, biri Bakan Yardımcısı (şu anda karşı oy gerekçelerimi belirttiğim 13 No.lu karar), diğeri ise eski Bakan ve halen milletvekili olan bir siyasinin, cep telefonu yazışmalarının, yakın plan çekimlerinin haberleştirilmesine ilişkindir ve her iki habere de yaptırım uygulanmıştır.
Ancak, yaptırım uygulanan 13 ve 14 No.lu kararlar incelendiğinde, iki karar arasında büyük bir çelişki olduğu görülmektedir. Şöyle ki;
14 No.lu yaptırım kararına ilişkin; eski Bakan ve şu anda Milletvekili olan kişinin, cep telefonu yazışmalarının haberleştirilmesi konusunda; gerek Uzman raporunda, gerekse raporun dayanak alındığı Kurul Kararı’nda, basın özgürlüğünün koruma alanı şöyle belirlenmektedir:
“...Basın, kişilerin davranış ve olaylar içinde aldığı rolünü haberinin, eleştirisinin ya da yorumunun konusu yapabilir. Ancak kişinin özel hayatının haber konusu yapılması, üstün nitelikte bir kamu yararının varlığı hâlinde söz konusu olabilecektir.
Basın tarafından gerçekleştirilen faaliyetlerin basın özgürlüğünün koruma alanı kapsamında değerlendirilebilmesi için birtakım koşulların varlığı aranmaktadır. Bu nedenle yayınlanan bir olayın haber verme hakkı kapsamında kaldığının kabul edilmesi için haberin gerçek olması, haberin güncel olması, haberin verilmesinde kamu ilgi ve yararının bulunması ve haberin veriliş şeklinin haberin özüne uygun olması gerekmektedir.
Haberin verilmesinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak karşımıza çıkan kamu yararı ilkesi, her somut olayda olayın özelliği, toplumsal hayata etkisi, olayda yer alan kişilerin meslekleri, faaliyetleri, tanınırlık gibi unsurlar dikkate alınarak belirlenmektedir. Bu açıdan bir haberin salt bireysel, siyasi ya da ekonomik çıkarlara hizmet etmesi hâlinde bu haber hukuka aykırı değerlendirilebilecektir. Ayrıca kamunun ilgi ve merakının bulunması da her zaman haberin verilmesinde kamu yararı bulunduğu anlamına gelmeyebilir. Kamunun ilgi ve merakının haklı bir merak olması, gereksiz olmaması, bir diğer ifadeyle kamusal ilgiyi çeken ve ilgilenilmesi haklı olan olayın yayınlanmasında toplumsal yararın gerçekleşmesi gerekmektedir.”
Görüleceği üzere; üstün nitelikte kamu yararı bulunduğunda ve gerçek, güncel bir haber söz konusu olduğunda, basın özgürlüğünün, özel hayatın gizliliği ilkesinin önüne geçebileceği Üst Kurul tarafından da kabul edilmektedir. “Torpile Suçüstü” başlığıyla sunulan haberin de bu kapsamda ele alınması gerektiği kuşkusuzdur.
Yaptırıma konu edilen “Torpile Suçüstü” başlıklı haber; Üst Kurul tarafından da kabul edilen “haberin gerçek olması”, “haberin güncel olması”, “haberin verilmesinde kamu ilgi ve yararının bulunması” ve “haberin veriliş şeklinin haberin özüne uygun olması” ölçütleri açısından değerlendirildiğinde; 6112 sayılı Yasa’nın ihlali söz konusu değildir. Uzman Raporu ve Kurul Kararı’nda da kabul edildiği şekliyle “torpil yazışmaları” içeren haber gerçektir. Atamalarda liyakat, torpil tartışmaları ve Cumhurbaşkanı’nın mülakatın kaldırılacağı yönündeki açıklamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, haber günceldir. Adalet Bakanlığındaki görevde yükselme mülakatına girecek adaylar arasında kayırmacılığın önlenmesinin, kamu kurumlarındaki tüm işe alım sınavları ile ilgili sonuçlar doğurabilecek olması nedeniyle, haberin verilmesinde üstün bir kamu yararı olduğu da açıktır. Bu hususlar dikkate alınmaksızın verilen yaptırım kararı, basının haber verme hakkına ağır ve haksız bir müdahale olacaktır.
Ayrıca aynı toplantıda verilen iki kararın birinde, “kamu yararı” bulunmadığı gerekçesiyle yaptırım uygulanırken, kamu yararı taşıdığı yadsınamayacak olan diğer haber için, içeriğine bakılmaksızın yaptırım uygulanması, adil ve ölçülü değildir.
Çatışan haklar konusunda basın özgürlüğünün koruma alanın geniş tutulmasının nedeni, basının yüklendiği kamusal görev ve sorumluluktur. Koruma alanı geniş olmazsa, AİHM’in tanımladığı şekliyle basın, “vazgeçilmez kamusal gözetleyici / halkın gözcüsü (watchdog)” rolünü oynamakta zorlanacaktır.
Bu çerçevede; kamusal tartışmaya katkısı açık olan bir haber nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım kararı haksız ve orantısızdır, isabetli değildir. Ayrıca, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; Anayasa Mahkemesi’nin basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında belirtildiği şekilde, “güçlü nedenler” olmaksızın ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek şekilde cezalandırılması, kamusal yararı yüksek haberlerin yapılmasını güçleştirecek, özgürlüğü değil otosansürü besleyecektir. 6112 sayılı Kanun’un 1’inci maddesindeki “haber alma özgürlüğünün sağlanması” amacıyla da çelişen bir durum ortaya çıkacaktır.
5- Bilindiği üzere; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi; kamu adına denetim yapmak ve kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilmektedir.
Kaldı ki; tüm demokratik toplumlarda siyasilerin, iktidar sahiplerinin yanı sıra, özellikle hükûmeti yönetmekle görevli olan ve idarî yetkiler kullanan üst düzey kamu personelinin özel hayatı, kamusal yetkinin veya kamu kaynaklarının uygun şekilde kullanılmaması noktasında, özel hayat olmaktan çıkacak ve kanunlar devreye girecektir. Çünkü özel kanunlara tabi olan kamu personeli, yasal olarak görev süresince kamusal sorumlulukla hareket etmek zorundadır. Şöyle ki;
Devlet memurları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabidir ve uymak ve uygulamakla yükümlüdür. 657 sayılı Kanun’da, “kariyer” ve “liyakat” hususlarına ilişkin aşağıda belirtilen özel hükümler bulunmaktadır:
657 SAYILI DEVLET MEMURLARI KANUNU:
Madde 3 –Bu kanunun temel ilkeleri şunlardır:
Kariyer:
B) Devlet memurlarına, yaptıkları hizmetler için lüzumlu bilgilere ve yetişme şartlarına uygun şekilde, sınıfları içinde en yüksek derecelere kadar ilerleme imkânını sağlamaktır.
Liyakat:
C) Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkânlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır.
Madde 7 – (Değişik: 12/5/1982 - 2670/2 md.)
Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=657&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (E.T.:25.05.2024)
Görüleceği üzere; görev ve sorumlulukları özel kanunlarla belirlenmiş kamusal hizmet veren kamu personelinin, idarî yetkiler kullanımı aşamasında, 657 sayılı Yasa ile hüküm altına alınan koşullara uyum zorunlulukları mevcuttur. Yukarıda belirtilen Kanun hükümlerinde de belirtildiği üzere; “liyakate göre atama veya görevde yükselme işlemlerinin, eşit imkânlarla uygulanması gerekliliğinin yanı sıra, bir siyasi partinin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunmaları da yasaklanmıştır.
657 sayılı Yasa hükümlerine göre suç sayılan bir konuda yapılan bir habere, özel hayatın gizliliğini ihlal gerekçesiyle yaptırım uygulanması, halkın haber alma hakkının zayıflatılmasına yol açacaktır. Aksi düşünüldüğünde ve bu tarz haberlere yaptırım uygulandığında; örneğin bir kamu görevlisinin cep telefonundan yaptığı rüşvet/yolsuzluk vs. gibi mesajların haberleştirilmesinin önü kesilecek, medyanın denetim mekanizması görevi işlevsizleştirilecek ve en önemlisi gençlerin siyasete ve kamu kurumlara yönelik güveni sarsılacaktır.
Dolayısıyla, söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan halkın, iktidar tarafından atanan bürokratların nepotik tutum ve davranışları hakkında bilgi edinme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiş, bir yandan da medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiştir. Demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar ve yaptırımlar kabul görmez.
6- Bu konuda, Yüksek Yargı tarafından alınan kararlara baktığımızda; “kamu yararı”nın ön planda tutulduğu ve verilen kararların basın/ifade özgürlüğünden yana kararlar olduğu görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin, Hakan YİĞİT başvurusunda (Başvuru No: 2015/3378), 5 Temmuz 2017 tarihinde aldığı karar, bu tür haberler kapsamında, örnek niteliğindedir. AYM söz konusu kararında, “özel haberleşmeye müdahale/özel hayatının korunması” ile “gazetecilerin bilgiyi serbestçe kullanma hakkı” arasındaki çatışmaya ilişkin, başvurucunun ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Karanın ilgili bölümleri şöyledir:
“51. Basının kendisi için konulmuş sınırlamalara uyması gerekmesine rağmen toplum ve devlet hayatını ilgilendiren meselelerde bilgi vermesinin bir demokrasinin düzgün bir şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevi bağlamında bir zorunluluk olduğu da hatırda tutulmalıdır. Basının anılan bilgileri ve fikirleri bildirme zorunluluğunun yanı sıra halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü kamuoyuna; siyasetçiler, yüksek bürokratlar, kanaat önderleri veya iş adamları gibi söz ve davranışları kamuoyunun ilgisinde olan kişilerin fikir ve tutumlarının keşfedilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 56-58, 82; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 49-51, 61-63; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 45-47, 57-58).
57. Somut olayda özel haberleşmeye müdahale, kamu gücünü kullanan organların birinden değil bir basın kuruluşundan gelmiştir. Mevcut başvuruda Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "başkalarının özel hayatlarının korunması" biçiminde ifade edilen meşru sınırlama amacı ile gazetecilerin bilginin serbest akışı ile iştigal etme hakkı arasında bir çatışma doğmuştur. Bu çatışmanın Anayasa tarafından özel olarak korunan haberleşme hakkına müdahale edildiği hâllerde daha belirgin hâle geldiği açıktır. Buna rağmen haberleşme içerikleri gibi hassas bilgilerin -yasa dışı yollardan elde edilmiş olsa bile- haberleştirilmesi gazetecileri otomatik olarak Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin sağladığı korumadan yoksun bırakmaz.
58. Mevcut başvuruya benzer başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılması gereken, gazetecilerin basın özgürlüğü ile özel haberleşmesine müdahale edilen bireylerin haberleşme özgürlüğünü dengelemektir. Böyle bir dengeleme; her somut olayda haberleştirilen bilginin içeriğinin, haberleşmesine müdahale edilen kişilerin kimliklerinin, haberin kamusal tartışmalara yaptığı katkının ve somut olayın geçtiği bağlam da dâhil olmak üzere tüm koşulların birlikte değerlendirilmesi ile mümkündür.
62. …Dolayısıyla konuşmanın yayımlanmasının kamuoyu gündeminin ilk sıralarında yer alan kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır.
68. Başka bir deyişle basının bir demokrasinin düzgün şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevi dikkate alındığında başvurucunun cezalandırılmasının, basının kamu yararına olan hususlarda açık tartışmaya olan katkısını yıldırabilecek nitelikte olduğu kabul edilmelidir. Dolayısıyla başvurucunun 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılması ve beş yıl denetim altına alınarak hükmün açıklanmasının ertelenmesi biçimindeki şikâyet konusu müdahale, müştekinin özel hayatının korunması şeklinde takip edilen amaç ile orantısızdır. https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3378 (E.T. 25.05.2024)
Yukarıda atıfta bulunulan Anayasa Mahkemesi kararında da görüleceği gibi;
· Basının, devlet işlerini ilgilendiren konularda bilgi vermekle yükümlü olduğu,
· Basının söz konusu bilgi ve fikirleri yayma yükümlülüğünün yanı sıra, kamuoyunun da bunları alma hakkı bulunduğu,
· Basın özgürlüğünün, bürokrat gibi kamuoyuna mal olmuş kişilerin fikir ve davranışlarının öğrenilmesi ve bunlar hakkında fikir oluşturulması için en iyi araçlardan birisini sağladığı,
· Haberde kamu yararının bulunması unsurları ön plana çıkarılarak, basının birincil görevinin, demokrasinin düzgün işleyişini sağlamak olduğu,
hüküm altına alınmıştır.
7- Basın özgürlüğü ile özel hayatın gizliliği konusunu içen Yargıtay kararlarına baktığımızda da, AYM kararıyla aynı doğrultuda kararlar verildiği görülmektedir.
- Ülke çapında çeşitli iş kollarında faaliyeti olan ve kamuoyu tarafından bilinen şirketler grubunun üst düzey bir yöneticisi ile Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanı'nın, şirketin devlete olan vergi borcu nedeniyle yaptıkları telefon görüşmesine ilişkin konuşma kaydının ulusal bir gazetede yayımlanmasına ilişkin davada Yargıtay, basının haber verme hakkından yana hüküm kullanmıştır. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, E. 2013/5626, K. 2013/26685 ve 25.11.2013 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:
“...haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olması, kamuya mal olmuş bir holdingin üst düzey yöneticisi olan katılan ile Maliye Bakanlığında Gelir İdaresi Başkanı olan üst düzey bürokrat ile yaptığı, miktarı yüksek bir vergi borcunun düşürülmesi ile ilgili olarak yapılan telefon görüşmesinin haberinin yapılmasında, bürokratın yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, haberde kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunması, haberi yapılan konunun güncel olması, haberde kullanılan ifadelerin ve haberle beraber yayımlanan fotoğrafların, habere konu olayla fikri bağlantısının bulunması, sonuç olarak, haberin verilişinde ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olması karşısında, yayımlanan haberin, basının haber verme hakkı sınırları içerisinde kalması sebebiyle, katılanın, sanık tarafından haberleşmesinin gizliliğinin ihlal edildiğinin kabulünün mümkün olmadığı, ..., beraata ilişkin hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 25.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
- Kamuoyunda "Ergenekon yargılamaları" olarak bilinen ve kamuoyunu uzun süre meşgul etmiş yargılamalar sırasında mahkemenin bir hâkimi ile bir avukat arasındaki görüşmelerin ulusal bir gazetede yayımlanmasının, haberleşmenin gizliliğinin ihlali suçunu oluşturduğunun ileri sürüldüğü bu davada da, Yargıtay aynı içtihadını sürdürmüştür. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, E. 2013/8602, K. 2014/158 ve 13.01.2014 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olması, kamuya mal olmuş katılanın, yargıyı etkileme suçlamasıyla yürütülen soruşturmada ‘şüpheli’ sıfatını taşıyan biriyle, davanın başka bir mahkemeye gönderilmesi konusunda yaptığı konuşmalara ilişkin haberin yapılmasında, yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunması, haberi yapılan konunun güncel olması, haberde kullanılan ifadelerin ve haberle beraber yayımlanan fotoğrafın, habere konu olayla fikri bağlantısının bulunması, haberin verilişinde tahkir edici bir dil kullanılmayıp, ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olması karşısında, yayımlanan haberin, basının haber verme hakkı sınırları içerisinde kalması sebebiyle, katılanın özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğinin kabulü mümkün olmadığı gibi, haberde yer alan sözlerin, katılanın küçük düşmesine yol açan değer yargısı içerecek, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olmayıp, kullanılan üslupla konunun okuyucuya aktarılması sırasında, hukuka uygun çerçevenin dışına çıkılmadığı anlaşılmakla, katılanın hakarete uğradığından da söz edilemeyeceği anlaşılmakla… Yapılan yargılama sonunda, sanığa yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğu gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin sübuta ilişkin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, beraata ilişkin hükmün isteme aykırı olarak ONANMASINA, 13.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Yüksek yargı kararları da ortaya koymaktadır ki; çatışan haklar söz konusu olduğunda, olaylardaki içerik, bağlam ve amacın incelenmesi zorunludur.
8- Anayasa Mahkemesi basın ve ifade özgürlüğü söz konusu basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Bu açık duruma rağmen; mesajların içeriğine bakılmaksızın ve kamu yararı değerlendirmesi yapılmaksızın, sadece şekil yönünden incelenerek verilen yaptırım kararı; ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun değildir.
9- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
10- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda; ulusal ve uluslararası hukuki kararlara baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58).
11- AİHM’e göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre 10. maddenin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).
AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün birçok kez altını çizmiştir. AİHM'e göre basının -her ne kadar özellikle de başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre, bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).
AİHM bir kararında basının denetim görevine vurgu “Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” şeklinde vurgu yapmıştır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
AİHM'in aldığı başka bir karar da, bir radyo istasyonuna uygulanan yaptırımın Sözleşme'nin 10. maddesini ihlal ettiği yönündeki 19/12/2006 tarihli kararıdır. Radyo yayıncısı olan başvurucu Radio Twist, Adalet Bakanı ile Başbakan yardımcısı arasındaki telefon görüşmesine ait kayıtları bir haber programında yayınlamaktan suçlu bulunmuştur. Haber programında, yayınlanan kayıtlarla birlikte bazı yorumlara da yer verilmiş ve söz konusu yorumlarda kayıtların en büyük ulusal sigorta şirketinin özelleştirilmesine ilişkin menfaati olan iki gurup arasındaki güç mücadelesine ilişkin olduğu belirtilmiştir. Adalet Bakanı, yasa dışı olmasına rağmen, telefon görüşmesinin yayınlanmasının kişilik haklarına zarar verdiği iddiasıyla Radio Twist aleyhine medeni dava açmıştır.
AİHM, telefon görüşmesinin ve haberin sunumu sırasında yapılan yorumların içeriğinin ve bağlamının tamamen politik olduğuna ve politikacıların özel hayatları ile bir ilgisi bulunmadığına dikkat çekmiştir. AİHM, devletin sahip olduğu şirketlerin yönetimi ve özelleştirilmesiyle ilgili soruların kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ve tanımı itibarıyla kamu yararına ilişkin olduğunu düşünmektedir. AİHM ayrıca, kayıtların yayımlanmasından sonra davacının Slovakya Anayasa Mahkemesi’ne hâkim olarak seçildiğini ve itibarının lekelenmiş görünmediğini değerlendirmiştir. AİHM, üçüncü bir kişi tarafından elde edilmiş bir kaydı yayınlaması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olduğunun yeterince ikna edici bir şekilde ortaya konulamadığına ve Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Radio Twist A.S. /Slovakya, B. No: 62202/00, 19/12/2006).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü ve “halkın gözcüsü” görevi söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği ve üstün kamu yararı söz konusu olduğunda basının haber verme hakkının daha geniş şekilde korunduğu görülmektedir.
Sonuç itibarıyla; söz konusu haberin içeriğinin, görünür gerçekle örtüştüğü, halkın büyük bir kesimini ilgilendiren güncel bir konunun işlendiği haberde kamu yararı bulunduğu, basının, Devlet işlerini ilgilendiren konularda bilgi vermekle yükümlü olduğu gibi aynı zamanda kamuoyunun da bürokrat gibi kamuoyuna mal olmuş kişilerin fikir ve davranışlarını öğrenme ve bunlar hakkında fikir oluşturma hakkı çerçevesinde hazırlanan ve içeriği ifade özgürlüğü sınırları içinde kalan haberde; 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturacak bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, söz konusu karara karşı oy kullandım. 03.06.2024


