İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 24.04.2024 tarih ve 46 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 24.02.2024 tarihinde saat 21:01’de yayınlanan "Türkiye'nin Gündemi" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 24.02.2024 tarihinde saat 21:01’de yayınlanan, sunuculuğunu Çiğdem Bayraktar Ör'ün yaptığı, Rifat Serdaroğlu’nun konuk olarak katıldığı, çeşitli siyasi ve sosyal meselelerin konuşulduğu, "Türkiye'nin Gündemi" adlı programda geçen diyaloglarda; “(Tansu Çiller'in 31 Mart İstanbul Belediyesi seçimlerinde Murat Kurum'u desteklediğini açıklaması üzerine) Neden biliyor musunuz Tansu Hanım bu dönemlerde çıkar? Bunlar paraya doymazlar. Bakın hepsi nerede bugün bunların, hepsi bugün sarayın kapı kuludur. Yani Beştepe'deki sarayın kapı kuludur. O da oradadır. Mehmet Ağar da oradadır. Süleyman Soylu da oradadır. Bunlar hep aynı merkez sağ damarından gelen siyasetin bozuk türevleridir bunlar. Bunların ahlakı da bozuktur yapıları da bozuktur. O da oradadır, Köksal Toptan da bunlarla beraber olmuştur, Mehmet Sağlam da bunlarla beraber olmuştur. Bu da maalesef merkez sağda siyaset yapan insanların ayıbıdır. Bunlar hep güce taparlar. Doymak da bilmezler. Hep avanta peşinde koşarlar. Yani Tayyip Bey'in yanına yanaşmakla kendilerine biraz daha fazla maddi menfaat sağlamak isterler….Mehmet Ağar gibi adam, o kadar şeyler söylendi ki Mehmet Ağar hakkında. İnkar etmediler. Bir defa bile kalkıp "Hayır! Bu söylenenler yalan değildir." demedi Mehmet Ağar. Nerede o da sarayın yanında. Kimin yanında "Hırsızlar İmparatoru"nun yanında.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Tele 1 logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 24.02.2024 tarihinde yayınlanan ve moderatörlüğünü Çiğdem Bayraktar Ör’ün yaptığı “Türkiye’nin Gündemi” adlı programda “28 Şubat dönemi ve cezaevinde bulunan generaller” ve yaklaşmakta olan yerel seçim sürecinde kimi siyasetçilerin öne çıkan tutumları, program konukları tarafından yorumlanmıştır. Program 2 saat 50 dakika sürerken, program konuklarından Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu’nun geçmişte aynı parti çatısı altında siyaset yaptığı kişilerin, seçim sürecindeki tutumlarına yönelik “...Bakın hepsi nerede bugün bunların, hepsi bugün sarayın kapı kuludur. Yani Beştepe'deki sarayın kapı kuludur.”, “Yani Tayyip Bey'in yanına yanaşmakla kendilerine biraz daha fazla maddi menfaat sağlamak isterler... Nerede o da sarayın yanında. Kimin yanında ‘Hırsızlar İmparatoru’nun yanında...” ifadelerinin, eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Toplumun gündeminde olan ve tartışılan konuların, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazar ve sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir. Bu çerçevede ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması, toplumsal faydayı arttıracaktır.
Ayrıca, gerek Anayasa Mahkemesi gerekse de AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, basın ve ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Kabul edilmelidir ki; “Türkiye’nin Gündemi” adlı programda; ifadeleri ihlale gerekçe yapılan kişi bir siyasi parti genel başkanıdır ve ifadelerinin hedefindeki kişiler de yine siyasetçilerdir.
Siyasetteki tutum ve parti değişikliklerinin Türkiye’de sürekli gündemde olduğu ve eleştirildiği, Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu’nun sözlerinin hedefindeki siyasetçilerin, bir dönem aynı parti çatısı altında birlikte siyaset yaptıkları kişiler olduğu, bu yönüyle de eleştirilerinin olgusal bir temeli olduğu görülmektedir. Bu kapsamda kullanılan “kapı kulu” ifadesi de, bir siyasetçinin siyasetçilere yönelik kullandığı sert eleştiri niteliğinde bir ifadedir.
Politikacılar açısından rahatsız edici ve kışkırtıcı nitelik taşısa da, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları dikkate alındığında, ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştiri sınırları içinde kalan ifadeler nedeniyle yaptırım uygulanması, haber veya fikir alma ve verme özgürlüğü açısından haksız ve orantısızdır.
2- Önemli bir husus da; Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararı’nda, Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu’nun söylemlerine eksik şekilde yer verilmiş olmasıdır. Konuşmanın tamamına bakıldığında; yaptırıma konu edilen tanımlamanın, Sedaroğlu’nun kendi söylemi olmadığı ve bunu da özellikle belirttiği görülmüştür. Söz konusu tanımlama, kamuoyunda çok uzun bir süre tartışılan Deniz Feneri e.V. Davası’nın Başsavcısına aittir ve konuşmanın tam deşifresi şu şekildedir:
“Rifat Serdaroğlu: (22.18.38) Mehmet Ağar gibi adam, o kadar şeyler söylendi ki Mehmet Ağar hakkında. İnkâr etmediler. Bir defa bile kalkıp ‘Hayır! Bu söylenenler yalan değildir.’ demedi Mehmet Ağar. Nerede o da Sarayın yanında. Kimin yanında ‘Hırsızlar İmparatoru’nun yanında. Bu tabir benim tabirim değil. Bu tabiri bir Cumhuriyet Başsavcısı söyledi. Hangi Cumhuriyet Başsavcısı biliyor musunuz? Almanya’daki Deniz Feneri e.V. Davası’nın soruşturulmasıyla görevlendirilen bir Türk Cumhuriyet Başsavcısı bunu söyledi.”
Görüleceği üzere; yaptırım kararının gerekçelerinden biri olarak gösterilen “Hırsızlar İmparatoru” nitelemesi, Doğru Parti Genel Başkanı’nın konuşmasının devamında belirttiği gibi, kendisine ait değildir. Nitelemenin kaynağına ilişkin açıklama ise; Uzman raporunda da, Kurul Kararı’nda da yer almamıştır. Bu durum basın ve ifade özgürlüğünün öncelenmediğine işarettir.
Bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin saptanabilmesi için; programın ilgili bölümünün bütün olarak değerlendirilmesi, yapılan konuşmaların amacının, eleştirilerin hedefinin ve verilmek istenilen mesajın anlaşılabilmesi ile mümkündür ve bu nedenle ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin bağlamının göz ardı edilmemesi gerekmemektedir. İhlal iddiasıyla sunulan ifadelerin sonrasındaki konuşmalara yer verilmeden, kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora eklenmesi ve konunun bütün olarak değerlendirmeye alınmaması; konuşmaların bağlamından koparılarak anlam bütünlüğünün bozulmasına, eleştirilerin amacının anlaşılamamasına ve sonuç olarak objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır.
Ayrıca aşağıda ayrıntılı şekilde yer verilen AİHM’nin Otegi Mondragon v. İspanya Davası’nda, “Kral veya devlet başkanlarına yönelik eleştiri ve haklarındaki görüş açıklamalarında, şiddet, nefret ve tahrik içermedikçe abartmaya izin verilebilir ve provakatif dil kullanılabilir.” şeklinde hüküm verilmesi, ülke yöneticilerine yönelik eleştiri sınırları konusunda yol gösterici niteliktedir.
Bu çerçevede; yaptırıma konu edilen “Türkiye’nin Gündemi” programındaki değerlendirmelerin, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve eleştiri sınırlarını aşan bir yönünün bulunmadığı açıktır.
3- Anayasa Mahkemesi “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlarken, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” koşullarını getirmiştir.
Olgusal temeli bulunan iddiaların ya da tartışma başlıklarının, televizyon programlarına konu edilmesinin ve farklı görüşlere sahip gazeteci, politikacı ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Ancak; medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların, sert eleştiri ya da eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu yönüyle Tele 1 adlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan ölçüsüz yaptırım kararı, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca Üst Kurulun uymakla ve uygulamakla yükümlü olduğu; 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan, “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” ilkesiyle de çelişecektir.
4- Bu çerçevede; Cumhurbaşkanına veya iktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda, basın/ifade özgürlüğünün ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
5- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
6- Gerek Anayasa Mahkemesi’nin, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiği görülmektedir. Konuya ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin örnek kararlarından bazıları şu şekildedir:
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre; Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Ali Rıza Üçer (2), B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz.
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (E.T.: 25.05.2024)
7- Son olarak; kamu görevlilerine, hükûmete veya siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında; medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında verilen hükümlere ilişkin örnek kararlar da aşağıda sunulmuştur:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin OTEGI MONDRAGON-İSPANYA (Başvuru no. 2034/07, 15 Mart 2011) içtihadında, ifadenin muhatabının cumhurbaşkanı/ devlet başkanı olması halinde, “yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırının, özel bir bireye kıyasla daha geniş olduğu, özel bir bireyin aksine bir politikacının, her sözcüğünü ve her yaptığını hem gazetecilerin hem de halkın yakın ve ayrıntılı incelenmesine bilerek ve kaçınılmaz olarak açtığı ve bu nedenle daha geniş bir tolerans derecesi sergilemesi gerektiği, hüküm altına alınmıştır.
“AİHM, AYM ve YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU / Vedat Şorli v. Türkiye Kararı İncelemesi”nde, AİHM’nin, yukarıda atıfta bulunulan Otegi-Mondragon-İspanya kararına yönelik saptamalar şu şekilde sıralanmıştır:
“AİHM Otegi Mondragon v. İspanya Davası Kararına Göre:
1-Kral veya devlet başkanlarının eleştirisinde, haklarında görüş açıklanmasında şiddet, nefret ve tahrik içermedikçe abartmaya izin verilebilir ve provakatif dil kullanılabilir.
2. Hükümete, Parlamentoya, Devlet Başkanlarına, Devlete ait bilgilerin ya da görüşlerin açıklanması hakkına ilişkin olarak hakaret konusunda sıradan yasa ile korunan başka insanlardan daha fazla koruma sağlayan ve hakaretamiz beyanlar için daha ağır cezalar öngören ceza yasası düzenlemeleri kabul edilemez. Bu bağlamda, hakaret konusunda özel bir yasayla Devlet Başkanlarına, daha fazla koruma sağlamak kural olarak AİHS’nin ruhuna uygun değildir.
3. Devlet başkanlarına sadece fonksiyonları ya da statülerine dayanarak onları eleştiriye karşı koruyan özel ayrıcalık tanınamaz, Devlet başkanlarına ayrıcalıklı bir statü ya da özel koruma vermenin hiçbir hukuki gerekçesi olamaz.
4. Çünkü AİHM, kurulu düzene saldıran, şoke eden ya da reddeden fikirlerin aktarılmasında ifade özgürlüğünün daha da önemli olduğunu ve üstün değer olduğunu kabul etmiştir. Devlet Başkanları, Kral ya da Cumhurbaşkanlarının devlete ve topluma karşı olan sembolik yükümlülükleri özgür tartışmaya bir engel olmamalıdır (Türkiye Barolar Birliği Yayınları:406, Ankara/2022). http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/666.pdf (E.T.25.05.2024)
AİHM, İHM Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğünü onaylamıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır (Thorgeir Thorgeirson v/İzlanda, B.No: 13778/88, 25.06.1992).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
Yine AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B.No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
Hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, 18/07/2000, §40).
AİHM’nin, Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012 kararında; ifade özgürlüğü hakkı ile kişilik haklarının ihlali noktasında, çatışan hakların dengelenmesine ilişkin bazı ölçütler sunmuştur.
Mahkeme kişilik hakkının basın yoluyla ihlalinde kullanılacak ölçütleri şu şekilde ortaya koymuştur: “(i):Kamu yararının bulunduğu tartışmaya katkı: Bu ölçüt uyarınca bir kimsenin günlük hayatındaki gelişmeler haber konusu yapılamayacaktır. (ii) İlgili kişinin ne kadar tanınır olduğu/ kamuya mal olmuş olup olmadığı ve yayının konusu. (iii) İlgili kişinin önceki davranışları. (iv) Bilginin elde ediliş yöntemi ve doğruluğu. (v) Yayının içerik, biçim ve sonuçları. (vi) Hükmedilen yaptırımın ağırlığı.”
Mahkeme, somut yayının yukarıdaki ölçütleri sağladığını tespit etmiş bu nedenle yayıncı şirketin ifade özgürlüğünün ihlal edilmiş olduğuna hükmetmiştir.
Bununla birlikte, siyasetçilerin bu gibi durumları göze alarak siyasete girdiği ve her platformda kendilerini savunabilecek olanağa sahip oldukları için eleştirilere daha toleranslı olmaları gerektiği gerçeği bir yana, bu eleştirilerin iktidara yönelik olması durumunda, söz konusu olanaklar açısından çok daha ayrıcalıklı oldukları da bir gerçektir. Dolayısıyla, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara verilen bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde; toplumu bilgilendirme görevi olan medyanın, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda özgürlük alanın çok daha geniş yorumlanması gerekmektedir. Benzer şekilde politikacılara ve hükümetlere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda da kışkırtıcı, rahatsız edici nitelikteki ifadelerin de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerekse Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, programda siyasetçilerin tutum değişikliklerine ilişkin incitici, rahatsız edici ve provakatif nitelikte olsa da sert eleştiri sınırlarının aşılmadığı, buna rağmen ihlal olduğu değerlendirilerek yaptırım uygulanmasının, haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında aykırılık teşkil eden bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 03.06.2024


