İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 06.11.2024 tarih ve 80 sayılı yazısına konu NOW logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 04.11.2024 tarihinde saat 19:00’da yayınlanan "Selçuk Tepeli ile Now Ana Haber" adlı haber programında ilk haber olarak gündemin önemli gelişmelerinden biri "Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atandı" ifadelerini içeren sunumla izleyicilere aktarılmıştır.
Haberin detayında konuyla ilgili kayyum atanan belediyelerin önünde gerçekleşen protestolara ait görüntüler ve Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk'ün ve diğer siyasilerin çeşitli yorum ve değerlendirmelerine yer verilmiştir. Haberin ardından program sunucusu Selçuk Tepeli’nin; “Yav şimdi biz ne dedik, evvelsi hafta açılım filan diyorlardı. Gerçi o açılım değil açılın ben geçeyimdi onu da söyledik. E Dem Partisi'ne söylemedim mi ben arkadaş daha kaç kere efendim bu sözlere kanacaksınız da nereye varacaksınız diye. Şimdi ne diyo meydanda konuşmacı: İşte ellerini uzattılar biz de yeni bir işte fırsat zannettik ee demedik mi, bunu. Yaa şu siyasette böyle insanların yer işgal edip milletin vaktini almasından artık sıkıldım ya. Bi şey söylüyoruz arkadaş ya. Hani nerde normalleşme, hani nerde ılımlı bilmem ne hani nerde neydi o öbürü...günü kurtarmak için panik kararlarla hareket ettiklerini son bir ayda yaptıklarıyla kanıtladılar. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Hükümetten bahsediyorum Ak Parti Hükümetinden, Cumhur İttifakından. Niye bu kadar panikteler peki çünkü darmaduman ettiler, düzeni bozdular, her şeyi bozdular ve ülkeyi artık yönetemiyorlar da ondan.”,
“...O yumuşama muhalefetten başladı tabi. Dedik ki özgür olmak istiyorsan lüzumsuz uzlaşmamalısın. Öyle demedik mi burada. E geçen hafta Ahmet Türk barış elçisiydi. Bakın muhalefeti uyarıyorum bundan bi kaç gün sonra, bi kaç hafta sonra sizin şu meydanlarda birbirinize verdiğiniz destekten yola çıkarak evvelsi hafta Abdullah Öcalan gelsin, önüne kırmızı halılar serilsin, mecliste konuşsun, halka millete Türk milletine hitap etsin gibi şeyler söyleyenler sizi terör bloğu, terör bilmem bi şeyşi, koalisyonu olarak falan millete şikâyet etmeye başlar, milletimizin bi bölümü de buna inanır. İki üç hafta önce neler olduğunu hatırlamaz. Bu arada bu dava sürüyor, bi mahkumiyet filan da yok. Yav üç kere belediye başkanı olmuş. Aday olurken kimse bi şey demiyor mu? Diğer bu arada kayyum vakalarında da bundan önceki seneler benim bildiğim bi mahkumiyet falan yok. Bu nasıl keyfi bi şey ya. Milli irade, milli iradeyi ağızlarından düşürmüyodu Cumhur İttifakı. şimdi gelelim Esenyurt'a. Esenyurt'ta meclis üyeleri bugün toplantıları var, bugün toplantı günü- belediye meclisinin. Meclis üyeleri belediyeye sokulmadı -sunucu ses tonunu yükselterek- noldu siz meclislere de mi kayyum atamaya başladınız.”
şeklindeki son cümlesini ses tonunu yükselterek söylemesinin, “tepkide ölçünün kaçırılması” olarak değerlendirilmesi ve “herhangi bir bilgi ve belge olmaksızın çeşitli kişisel görüş ve yorumlarda bulunmasının da, bilgi ve haber aktarımında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine aykırı, toplumun olaylarla ilgili özgürce kanaat edinmesine engel olabilecek nitelikte olduğu gerekçeleriyle; 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz;…" ilkesinin ihlal edildiği değerlendirmesiyle, “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu” bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
31 Mart 2024 tarihinde gerçekleştirilen “Yerel seçimler” üzerinden bir yıl bile geçmeden, İçişleri Bakanlığı tarafından 31.10.2024 tarihinde Esenyurt Belediyesi’ne, 04.11.2024 tarihinde de Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlıklarına yapılan “kayyım” atamaları, toplumun büyük kesimi tarafından demokrasiye müdahale olarak nitelendirilerek tepki ile karşılanmış, özellikle siyasi arenada çok sert tartışmalara yol açmış ve konuya ilişkin eleştirel değerlendirmeler o tarihten itibaren medyada geniş bir şekilde yer almıştır.
NOW logolu kuruluşta da, kayyım atamalarının açıklandığı tarih olan 04.11.2024 tarihinde, "Selçuk Tepeli ile Now Ana Haber" isimli haber bülteninde, ilk haberler bu konuya ayrılmış, sunucunun haberler sonrası yaptığı yorumlar, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır;…" hükmünü ihlal ettiği iddiasıyla, yayına oy çokluğu ile yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Öncelikle, Uzman raporuna ve raporu esas alan Kurul Kararına bakıldığında; söz konusu yaptırım kararının, haberin içeriğinden değil, haberin veriliş şeklinden kaynaklı nedenlerle gerekçelendirildiği görülmektedir.
Raporda bu husus, Sunucu Selçuk Tepeli’nin; “Şimdi gelelim Esenyurt'a. Esenyurt'ta meclis üyeleri bugün toplantıları var, bugün toplantı günü belediye meclisinin. Meclis üyeleri belediyeye sokulmadı -sunucu ses tonunu yükselterek- noldu siz meclislere de mi kayyum atamaya başladınız.” ifadelerini, ses tonunu yükselttiği vurgulanarak yaptırıma gerekçe gösterilmiş ve yaptırım kararı;
“Haber spikerinin duygusal tepkiler vermesi bir noktaya kadar anlaşılır olsa da bu tepkide ölçünün kaçırılması durumunun ekrandan izleyiciye ulaşırken ajitasyona varabilmesi sunucunun konumu gereği sahip olduğu otorite ile birleşince ikna ve etkileme gücünü misli ile arttırabilmektedir.” gibi subjektif değerlendirmeler üzerinden temellendirilmiştir.
Söz konusu değerlendirmelerin, kişilerin bakış açısına göre değişiklik gösterebilecek öznel nitelikte olduğu ve “tepkide ölçünün kaçırıldığı” tespitinin nasıl ve ne şekilde yapıldığı bir yana, bu tarz bir yaklaşımla verilen yaptırım kararı da, uygun görülen 6112 sayılı Yasa madde hükmüyle örtüşmemektedir.
Ayrıca; sunucunun “ses tonunu yükseltmesi” gibi bir argümanla, “tepkide ölçüyü kaçırdığı” gibi bir saptama üzerinden uygulanan yaptırım, zorlama bir gerekçeye dayanmasının yanı sıra, hem “haber sunumunun” doğasına aykırıdır, hem de hukuki açıdan ispatı zordur. Çünkü bir saat süren Ana Haber Bülteni boyunca, sunucunun birçok haberin sunumunda, söz konusu haberdeki gibi bir ses tonu kullandığı görülmektedir.
Ayrıca, dramatik bir bütünlük gerektiren televizyon haberlerinde, haber sunucularının üslup ve becerilerinin haber sunumunda etkili olduğu bilinmektedir. Bunun nedeni; “Anchorman/ Anchorwoman” ya da “Yorumlayıcı Haber Sunucusu” olarak adlandırılan haber sunucularının, haberleri kişisel yorumları ve katkıları ile sunmalarından kaynaklanmaktadır. Özellikle, haber sunucularının başarı kıstası olarak değerlendirilen ve etkili sunumun en önemli, en temel kuralı kabul edilen husus; haberi yorumlarken aktarılan cümle duygusuna, gerektiğinde beden dilini de uyumlandırabilmek ve ses tonunu haberin türüne/içeriğine göre ayarlamak gelmektedir. Aksi takdirde tüm haberlerin durağan bir ses tonuyla aktarılması, izleyici kitlesi üzerinde etkileyici olmayacak ve izleyicinin farklı yayın kuruluşunu tercih etme olasılığını artıracaktır.
Kurul Kararı’nda da vurgulandığı şekliyle “ana haber bültenleri en çok izlenen program türlerindendir” ve bu nedenle de medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar için ana haber bültenleri önemli bir ölçüt olmakta, gerek haber seçimleri, gerek haber içerikleri ve gerekse de sunum biçimleriyle izlenme oranlarını korumaya çalışmaktadır. Buradaki çeşitlilik bir yandan izleyicilere alternatifler sunmakta, seçim yapmalarına olanak tanımakta, bir yandan da düşünce çeşitliliğinin sağlanmasına katkı yapmaktadır. Bu noktada demokratik toplum düzenine aykırı şekilde güçlü nedenler olmaksızın uygulanacak yaptırımların, çok sesliliği ve çeşitliliği zayıflatacağına kuşku yoktur.
Dolayısıyla, haber sunumunun doğasına aykırı olacak şekilde, haberin veriliş şekli üzerinden, somut bulgulardan yoksun ve “ölçünün kaçması” gibi zorlama gerekçelerle, uygulanan yaptırım kararı; haksızdır ve hukuki dayanaktan yoksundur. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların haklı gerekçeler olmaksızın cezalandırılması, basın ve ifade özgürlüğünü temel alan demokratik toplum düzenine aykırı olacağı gibi, 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin... çoğulculuğun güvence altına alınması... amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmünü de ihlal edecektir.
Bu kapsamda; üst sınırdan verilen yaptırım kararı isabetli ve ölçülü değildir.
2- Konuya ilişkin bir diğer husus da; hukuken, habercilerin haberi veriş şekline müdahalenin kabul edilemez oluşudur. Ulusal ve uluslararası içtihatlar, habercilerin, haberi veriş şekline karışılmasını mümkün kılmamaktadır.
Bilindiği üzere; medyanın, özellikle kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Dolayısıyla, kamuoyunu bilgilendirmekle ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkân sağlamakla görevli medyanın, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Bunun nedeni, dile getirilen olgu, düşünce ve kanaatlerin engellenmesinin aynı zamanda kamuoyunun haber alma ve kanaat oluşturma hakkını engelleyecek olmasıdır.
Özellikle “kayyım atamaları” gibi, sonuçları itibarıyla siyasi partiler özelinde, partilerin seçmen kitlelerinin de dâhil olacağı ve toplumun büyük bir kesiminin etkileneceği bir konuda, kamu otoritesinin müdahaledeki konumunu ve/veya müdahalenin yanlış/eksik olduğu düşünülen boyutlarını kamuoyuna aktaracak şekilde yayıncılık yapmak da yayıncıların görev alanındadır. Kaldı ki, medyanın “demokratik süreçlerin işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla, düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir.
Medyanın böylesi önemli bir görev tanımı, yasalarla korunmasını da kaçınılmaz kılmaktadır. Bu noktada; medyanın basın/ifade özgürlüğü şemsiyesi korumasına, sadece haberin içeriği değil, aynı zamanda haberin veriliş şekli de girmektedir.
Anayasa Mahkemesi, benzer konulardaki başvurularda, Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında; özellikle kamu yararı söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün haberlerin iletilme usulünü de kapsadığını hüküm altına almaktadır.
-Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66).
-Haberin onun özel hayatı ile ilgisinin olmadığı, kaba hakaret içermediği ve keyfî kişisel saldırı boyutuna da ulaşmadığı gözetildiğinde, geriye başvurucunun haberi verirken kullandığı polemik içeren agresif usulü kalmaktadır. Bu noktada ifade özgürlüğünün sadece haber ve fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de koruduğu gözetilmelidir (Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 78).
-Başvurucunun, böyle bir dönemde kendi adına kamuoyunu bilgilendirmek ve eleştirilerle kamuoyu oluşturmak amacıyla hareket ettiği açıktır. Öte yandan başvurucunun yorumları ve çıkarımlarının ağır eleştiri olduğunda herhangi bir tereddüt olmamasına rağmen başvurucunun yorumlarının ve çıkarımlarının keyfî kişisel saldırı boyutuna ulaştığı da söylenemez. Başvurucunun polemik içeren agresif usulü değerlendirilirken ifade özgürlüğünün sadece haber ve fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de koruduğu gözetilmelidir (Ergün Poyraz (2), B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 77).
-Anayasa Mahkemesi, İlhan Cihaner Başvurusu (2) kapsamında aldığı kararda da, (B. No: 2013/5574, 30/6/2014 ) AİHM’nin konuya ilişkin kararlarına atıfta bulunmuştur:
“59. Ayrıca bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemenin yargı mercilerinin görevi olmadığı (Jersild/Danimarka, B. No: 15890/89, 23/9/1994, § 31) göz önünde bulundurulmalıdır.
86. Diğer yandan söz konusu gazete haberinde hiçbir şekilde abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).”
-Yine AİHM’nin Oberschlick v.Avusturya Davası’nda da, (B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57), 10. Maddede (AİHS) güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, ifade edilen fikir ve bilgilerin yalnızca özünü değil, aynı zamanda bunların iletilme biçimini de koruduğu hüküm altına alınmıştır.
Görüleceği üzere, medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal ve uluslararası mahkeme kararlarına göre, sadece haber içeriğinin değil, içeriğin iletilme biçiminin de, ifade özgürlüğü kapsamında olduğu açıktır. Bu kapsamda, Üst Kurul tarafından verilen yaptırım kararının hukuki olmadığı ortadadır.
3- Uzman raporunun ve raporu dayanak alan Kurul Kararının bir başka bölümünde de yaptırımın diğer gerekçesi; “…program sunucusu tarafından sarf edilen bilgi ya da belgeye dayanmayan çeşitli kişisel görüş ve yorumlarla kamuoyunda kanaat oluşturabilecek, tüm ülkenin hassas olduğu bir konu olan terör bağlantısı şüphesiyle hukuki sürecin işletildiği bir süreçte toplumu yanlış yönlendirebilecek, toplumun bir bölümü ya da genelinde kafa karışıklıklarına yol açabilecek ifadelere yer verildiği görülmüştür. Dolayısıyla bilgi ve haber aktarımında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine aykırı toplumun olaylarla ilgili özgür kanaat edinmesine engel olabilecek nitelikte yayın yapılmasına yayın kuruluşu tarafından aracılık edildiği değerlendirilmiştir.” şeklinde belirtilmiştir.
Gazetecilerin, haber sunucularının yorum yapmasına ya da eleştiride bulunmasına engel bir durum yoktur. Bu durum, gerek uzman raporunda gerekse de raporu esas alan Kurul Kararı’nda, “...medya aktörlerinin siyasi kişi, kurum ve kuruluşları eleştirebilme ve bu kişi, kurum ya da kuruluşların ortaya koyduğu eylemler konusunda kamuoyunu bilgilendirme hak ve sorumluluğu bulunmaktadır.” ve “Gazetecilerin ilgili konu ile alakalı, programlarında ve bültenlerde çeşitli yorumlarda bulunması olası ve gerekli bir durumdur...” değerlendirmeleri ile kabul edilmiştir.
Sunucu Selçuk Tepeli’nin belediyelere yapılan kayyım atamaları ve siyasetin gündeminde olan “açılım” tartışmaları gibi, olgusal temeli bulunan konularda değerlendirmelerde bulunduğu, eleştirel değer yargısı niteliğindeki yorumların, düşünce çeşitliliğinin bir parçası ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici bir nitelik taşımadığı görülmektedir.
Bu yönüyle de; gazetecilerin eleştiri ve yorum yapma hakkı bulunduğu kabulüne rağmen, eleştiri sınırı aşmayan, gazeteciler söz konusu olduğunda daha geniş yorumlanması gereken ifade özgürlüğü kapsamında kalan kişisel görüş ve yorumların yaptırıma gerekçe gösterilmesi açık bir çelişkidir.
Gazetecilerin, “kişisel görüş ve yorumlarının, bilgi ve belgeye dayanmaması” iddiasının doğruluk payının olmaması bir yana, gazetecilerin, kamu yararı bulunun, olgusal temeli olan konularda iddiaları gündeme taşıyarak ve sorgulayarak gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamaya çalışmak gibi bir görev ve yükümlülüğü bulunmaktadır ve bu husus yüksek mahkeme kararlarında da vurgulanmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin örnek teşkil edecek nitelikteki iki kararı şu şekildedir:
a) Anayasa Mahkemesi, Orhan Pala Başvurusunda, ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin karar vermiş ve basının savcı gibi ispat yükümlülüğü bulunmadığını, hüküm altına almıştır.
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)… Castells/İspanya davasında, ulusal yargılamaları yürüten yüksek mahkemeye göre millî kurumları karalamakla suçlanan bir kişinin gerçeği ispat hakkı bulunmamaktadır. AİHM, başvurucunun kendisi hakkında açılan söz konusu hakaret davasında gerçeği ispatlamasına ve iyi niyetini ortaya koymasına izin verilmediğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre başvurucu tarafından ileri sürülen olgusal iddiaların birçoğunun gerçekte olup olmadığı yerel mahkemelerin atacağı adımlarla ortaya çıkarılabilir ve başvurucu makul bir çerçevede iyi niyetini ortaya koymaya çalışabilir…
51. Gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı yüksek bir ispat külfeti getirir ve böyle bir mükellefiyet sanık veya davalı olarak yargılandıkları davalarda hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu sebeple somut davada başvurucunun bir gazeteci olarak yeterince sorumlu bir şekilde davrandığını kabul etmek gerekir (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51).
b) Anayasa Mahkemesi, Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (B. No: 2020/23730, 14/6/2023) kararında; habercilerin olgusal temelleri olduğu müddetçe, kamuoyundaki iddiaları gündeme taşımasının, sorgulamasının ve yanıt aramasının cezalandırılamayacağına hükmetmiştir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır…”
Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı dikkate alındığında; oy çokluğuyla alınan yaptırım kararının ifade ve basın özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe vuracağı kuşkusuzdur.
4- Üst Kurul tarafından, benzer programlarda Cumhurbaşkanına veya iktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır…” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutularak, basın/ifade özgürlüğünün öncelendiği görülmektedir.
a) Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci paragrafının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
Ardından RTÜK, BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
b) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
Sonuç itibarıyla; örnek kararlardan da anlaşılacağı üzere, canlı yayınlarda dile getirilen eleştiri nitelikli ifadelerin, doğru olmadığı veya toplumun olaylarla ilgili özgür kanaat edinmesine engel olabilecek nitelikte olduğu iddialarıyla bir programa yaptırım uygulanması, Danıştay tarafından basın/ifade özgürlüğüne aykırı olarak değerlendirilmekte ve Üst Kurulun yaptırım kararları iptal edilmektedir.
4- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
5- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükmüne yer verilerek, her türlü ifade aracının Anayasal koruma altında olduğu, yani ifade özgürlüğünün kapsamının yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil, iletilme biçimlerini de koruduğu gösterilmiştir.
Anılan maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde ise; ifade özgürlüğünün radyo, televizyon ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı ifade edilerek radyo ve televizyon yayınlarının da 26. maddenin koruması altında olduğu belirtilmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
6- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar.” (S.86)
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:05.12.2024)
7- Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. “48. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11)
8- Basının siyasi hayatın bekçisi olarak rolünü AİHM ilk kez Lingens davasında (1986) vurgulamıştır. Lingens/Avusturya kararında; siyasi tartışma özgürlüğünün, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’ olduğu hüküm altına alınmıştır. Söz konusu özgürlük hem bilginin, hem de fikirlerin açıklanması ile ilgili olduğundan, AİHM tarafından yapılan ayrım bu erken aşamadan itibaren önem kazanır. Bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) arasında açık bir ayrıma giden AİHM şöyle demiştir: “Olguların varlığı kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konulamaz. (...) Değer yargıları açısından bunu talep etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey istemektir; bu, AİHS’in 10. Maddesi’nin teminat altına aldığı hakkın asli bir bölümü olan fikir özgürlüğünün kendisini ihlâl eder.” (Lingens, 1986; Jerusalem-Avusturya, 2001; Dichand ve diğerleri-Avusturya, 2002). (İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, Monica Macovei İnsan Hakları El Kitapları, No.2, Para.7) https://www.anayasa.gov.tr/media/3610/aihsmad10ifade.pdf (E.T.:05.12.2024)
AİHM, Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğünü onaylamıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır.
Bir şeyi ima etmenin doğrudan bir suçlama ve ispat edilmesi gereken bir isnat olarak yorumlanması demokratik bir toplumda basın hürriyeti üzerinde caydırıcı ve sınırlayıcı bir etkiye neden olacaktır. Önüne gelen bir konuyu araştıran gazeteci söylentiler de dâhil olmak üzere kullanabileceği tüm malzemeden faydalanmaya çalışacaktır (Thorgeir Thorgeirsson/İzlanda, B.No: 13778/88, 25/6/1992, § 65; Cihan Özturk/Türkiye, B.No: 17095/03, 9/6/2009, § 28).
9-AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez.” (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, Para. 49).
Ayrıca, AİHM kararlarında, yapılan eleştirilerin hükûmete karşı olması durumunda, daha hoşgörülü bir yaklaşım sergilendiği görülmektedir. AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, hükûmetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır. (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, Para. 46)
Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda alıntı yapılan Ergün Poyraz (2) [GK], kararında da söz konusu AİHM kararına yer verilerek; “69. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil; aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).” şeklinde hüküm bildirilmiş ve hükûmetlerin eleştirilere daha tahammüllü olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 13)
10- Üst Kurul tarafından; kamu otoritesinin eleştirildiği programlar nedeniyle yayın kuruluşlarına sıklıkla yaptırım uygulanmaktadır. Söz konusu yaptırım kararlarının pek çoğunun Danıştay tarafından kaldırıldığı da bilinen bir durumdur. Karşı oy kullandığım söz konusu haberde de görüleceği üzere; esasında yaptırımın temel nedeninin, iktidarın devlet yönetiminde uyguladığı politikaların eleştirilmesi olduğu açıktır.
Danıştay gibi Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında da, iktidar uygulamalarına yönelik eleştirilerde basın ve ifade özgürlüğünü genişlettiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B.No:2018/17635, R.G.Tarih ve Sayı:19/9/2019- 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi Kararı’nın, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” bölümündeki bazı hükümler şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.”
İlgili Kararın “Nihai Değerlendirmeler” bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
İlgili Kararın “Orantılılık” bölümündeki değerlendirmelerde de şu hüküm yer almaktadır:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2) [GK], § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır. (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46)
137. Demokratik bir toplumda otosansür refleksine hizmet eden bir cezaya maruz kalınması, kamu gücünü kullanan organların karar ve eylemlerini sorgulanamaz hâle getirir. Oysa demokratik bir toplumda devletin, kamusal faydası yüksek olan bir tartışmanın yürütülmesini ceza tehdidi yoluyla engellemek yerine bilgi kaynaklarına ve iletişim araçlarına erişim imkânlarının genişliğinden yararlanarak kendisine yönelik eleştirileri etkili bir biçimde yanıtlamak suretiyle bu konudaki kamusal tartışmaya katkıda bulunması beklenir.
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi:05.12.2024)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği ve bireylere yönelik olarak hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden eleştiri ve yorumların basın özgürlüğü çerçevesinde korunduğu görülmektedir.
Sonuç itibarıyla; haberin verilişinden kaynaklı gerekçelerle uygulanan yaptırım kararının, ulusal ve uluslararası yüksek mahkeme kararları ışığında değerlendirildiğinde, hukuki olmadığı, kişisel görüş ve yorumların, Anayasa ile güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kaldığı, ayrıca zorlama gerekçelerle üst sınırdan uygulanan yaptırım kararının, 6112 sayılı Yasa’nın uygun görülen madde hükmüyle örtüşmediği ve gücünü Anayasa’dan alan basın ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 17.12.2024