İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 16.12.2024 tarih ve 104 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 27.11.2024 tarihinde saat 20:07’de yayınlanan "Arena" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Uğur Dündar’ın yaptığı, İYİ Parti Milletvekili Turhan Çömez’in konuk olarak katıldığı, yakın zamanda haklarında dava açılmış olan “Yenidoğan Çetesi” hakkında konuların konuşulduğu "Arena" adlı program yayınında geçen diyaloglarda; “(...) Acaba ne diyor bunlar diye dönüp baksaydın ya. Dünya kadar belge sunuyoruz. Utanmadan sıkılmadan kafanı çeviriyorsun ben komisyonda konuşurken. Bütün bu iddiaları orada tekrar ederken havaya bakıyorsun. Çünkü verecek cevabın yok ama eline geçirdiğin iktidar gücüyle gidiyorsun koskoca Sözcü ailesini, RTÜK marifetiyle cezaya mahkûm ediyorsun. Ama bu millet de yüreğinde seni cezaya mahkûm etti. Sen de bu milletin vicdanında mahkûm oldun. Çünkü bu çocuklar ölürken sen bunlardan haberdar idin ve sustun veyahut da haberdar olacak kadar tecrüben, becerin ve yeteneğin yoktu. Beceremedin, üstüne gidemedin veya korktun. Bilmiyoruz bunun cevabını. Siz bugün çok önemli bir araştırma yaptınız. 2014 – 15’li yıllarda bu işin başladığını söylediniz. Sizin programınızda ilk defa ben 2016 yılında ortaya çıkan bir soruşturma raporunu açıklamıştım. Ardından bazı çalışmalar yaptım. 2023 yılının Ocak ayındaki yani CİMER’e yapılmış olan şikâyetten üç ay önce yine İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nün yapmış olduğu bir teftiş raporuna ulaştım. O raporda da bütün bu rezalet ortaya çıkmıştı. O dönemde de İstanbul İl Sağlık Müdürü bugünkü Sağlık Bakanı’ydı. Göz göre göre o raporu ya yok farz etti ya umursamadı ya da birilerinden korktu ya da başka bir saikle bu raporun üzeri kapatıldı. Son bir belgeye daha ulaştım. Bu son derece vahim ve belki de mahkemenin seyrini etkileyecek ve yarın bu ülkede hakiki bir demokrasi hâkim olduğunda, bir hukuk düzeni hâkim olduğunda, bugünkü Sağlık Bakanı’nı mahkeme önünde hesap vermeye zorlayacak bir belge. O belge de 2023 yılının Ağustos ayında ortaya çıkan bir belge. Ne biliyor musunuz? Fırat Sarı, kaçak bir klinik kurmuş, o klinik vatandaşlar tarafından o zaman Sağlık Müdürlüğü yapan Memişoğlu’na şikâyet edilmiş ve bir teftiş gitmiş. Bir gece yarısı orayı basmışlar, inceleme yapmışlar ve oranın kaçak çalıştığı, ruhsatının olmadığı, kaçak bir takım işlemler yaptığı ortaya çıkmış…” şeklinde başlayan ve devamındaki ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz;…" ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 13.11.2024 tarihinde yayınlanan, sunuculuğunu Uğur Dündar’ın yaptığı “Arena” programına, İyi Parti Balıkesir Milletvekili ve Grup Başkanvekili Turhan Çömez konuk olmuş ve “Yenidoğan Çetesi” soruşturma ve yargılama sürecinin konuşulduğu programa,“...haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanmıştır. 27.11.2024 tarihinde yayınlanan “Arena” programında da, “Yenidoğan Çetesi”nin yıllar önceki faaliyetleri hakkında, Arena ekibi tarafından saptanan yeni gelişmeler aktarılmış ve bölümün sonunda, Turan Çömez’in yeni gelişmelere ilişkin görüşlerine yer verilmiştir. Ancak, Turan Çömez’in yaptığı bu değerlendirmelerin,“...haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa ikinci kez üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Yaptırım uygulanan 27.11.2024 tarihli yayın, saat 20:07’de başlamış ve 1 saat 44 dakika sürmüştür. Yayında “Yenidoğan Çetesi” konusu, iki farklı bölüm halinde işlenmiştir. Birincisi ve Uzman raporunda bulunmayan bölüm, 20:26:48-20:45.16 saatleri arasında yayınlanmış ve toplam 19 dakika sürmüştür.
İkincisi ve yaptırım uygulanan bölüm ise; Turan Çömez’in konuk edilerek, programın ilk bölümünde ele alınan konuları değerlendirmesinin istendiği bölümdür ve 21:22:49-21:29:29 saatleri arasında yayınlanmış, toplam 6 dakika 40 saniye sürmüştür.
Programın 19 dakikalık ilk bölümünde;
-Yenidoğan Çetesi ile ilgili ilk ihbarın, Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi SABİM’e, 28 Kasım 2014 tarihinde yapıldığına dair bir belge ekrana getirilmiştir. SABİM’e yapılan şikâyet dilekçesinde; bebekleri 51 gün hastanede tutulan Derya- Evren Ateş çiftinin yaşadıklarının, gündemdeki çetenin faaliyetleriyle birebir örtüştüğü açıklanmıştır.
-İkinci belge ise; mağdur aile Derya- Evren Ateş’in, suç duyurusunda bulunmaları nedeniyle, 4 ay sonra Sağlık Bakanlığının şikâyeti değerlendirmesi ve Güngören İlçe Sağlık Müdürlüğü tarafından ailenin ifadesinin alındığı, 2015 tarihli savcılık soruşturmasına ilişkindir.
-Bir diğer belge ise; Gazeteci Gökmen Ulu tarafından açıklanan, MAYIS 2015’te Change.org sitesinde yer alan bir imza kampanyasına ilişkindir. Ekrana getirilen imza kampanyasının; “YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNDE SAĞLIKLI BEBEKLERİN BOŞ YERE TUTULMASINI YASAKLAYIN VE YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNİN RUHSAT ALMA VE DEVAMLILIĞI İÇİN” şeklindeki sözlerle başladığı ve altında altı maddelik bir bölüm bulunduğu ve sonuç bölümünde ise; “Sağlıklı doğmuş veya ihtiyacı olmayan bebeklerin geçerli tıbbi sebep gösterilmeden yoğun bakım ünitelerinde tutulmamasını, tıbbi zaruret raporu olduğu belirtilmedikçe rutin radyasyona röntgene maruz bırakılmamalarını ve bu dilekçede belirtilen temel hak ve yükümlülükleri Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin ruhsat alımı ve devamlılığı için Sağlık Bakanlığı tarafından mecburi şart sayılmasını ve bakanlık tarafından düzenli aralıklarla hastane idaresinin haberi olmayacak şekilde objektif teftişini ve hastanelerin bu maddeleri ihlal ettiği durumlarda ciddi yaptırımın uygulanmasını talep ediyoruz.” ifadelerinin yer aldığı açıklanmıştır.
-Son olarak; Gazeteci Tülay Acar’ın, mağdur aile Derya-Evren Ateş çiftinin ve hastanede mağdur olan diğer annelerin yaşadıklarını, 2015 yılında haberleştirmesi ve bu haberle 2016 yılında “En İyi Araştırmacı Sağlık Ödülü” alması konu edilmiştir. Tülay Ateş, bu haberi ilk kez 2015 yılında kamuoyuna duyurduklarını, yaklaşık dokuz yıl önce mağdur olan birçok annenin çığlığını, haykırışını gündeme getirdiklerini, günlerce bunun haberini yaptıklarını, hatta o dönem habere konu hastanenin başhekimi Ali Aksu’nun, şu an bu yeni doğan bebek soruşturmasının iki numaralı ismi olarak yer aldığını açıklamıştır.
Özetle; programda yaklaşık 26 dakika süre ile iki bölüm halinde ele alınan bu konunun, Uzman raporunda, ihlal olduğu gerekçesiyle sunulan Turhan Çömez’in ifadeleri, bu bölümün bitiş konuşmasıdır ve ilk bölümde delil olarak sunulan belge ve bilgiler doğrultusunda yaptığı değerlendirmelerdir. Uzman raporunda, birinci bölümde yer verilen bilgi ve belgelere ilişkin hiçbir açıklama olmadığı gibi, yaklaşık 19 dakikalık bölüm yok sayılmış, Turan Çömez tarafından, yeni bilgi/belgelere yönelik yapılan değerlendirmeler, “soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın” ifade edildiği savıyla yaptırım uygulanmıştır.
Dolayısıyla, Yenidoğan Çetesi’nin faaliyetlerinin 2014 yılından beri devam ettiğinin, Sağlık Bakanlığı kaynaklı belgelerle ispat edildiği, dahası bu konuda yaptığı haberlerle ödül alan bir gazetecinin de konuk edildiği bölümün, Uzman raporunda yer almaması, bu bölümdeki belge ve bilgilere istinaden değerlendirmelerde bulunan Turan Çömez’in değerlendirmelerinin de havada kalmasına, neden ve neye istinaden bu açıklamaları yaptığının anlaşılamamasına neden olmuştur.
Bir programda, iki ayrı bölüm halinde işlenen aynı konuya ilişkin; kamu kurumlarına ait, 10 yıl önceki belgeler kanıt gösterilerek gerçekleştirilen ilk bölümün Uzman raporuna alınmaması, programın sonlarına doğru hem doktor hem milletvekili kimliğine sahip bir kişinin konuk edilerek, kanıt olarak sunulan belgelere yönelik yaptığı değerlendirmelerin, “doğruluğundan emin olunmaksızın” yapıldığı gerekçesiyle yaptırım uygulanması, hukuki açıdan kabul edilemez bir durumdur. Eksik deşifrelerle ve eksik açıklamalarla oluşturulmuş Uzman raporu esas alınarak verilmiş olan Kurul Kararı da, bu yönüyle hakkaniyetli ve isabetli değildir.
2- Ayrıca, daha önce de açıklandığı üzere; İyi Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez ile Türkiye’yi sarsan “Yenidoğan Çetesi” skandalının ele alındığı, 13 Kasım 2024 tarihli Arena programına da, Üst Kurulun 27.11.2024 tarih, 2024/46 sayılı toplantısında alınan 25 No.lu kararıyla, “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır.” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştı. İkinci kez yaptırım uygulanan 27 Kasım 2024 tarihli Arena programı, 13 Kasım 2024 tarihli Arena Programının devamı niteliğindedir. Programın başında, aynı gün açıklanan Üst Kurulun yaptırım kararı da eleştirilmiştir. Ancak; İyi parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez’in “RTÜK cezaları” ile ilgili değerlendirmeleri ile birlikte, REYAP Hastanesi ile ilgili yaptığı değerlendirmeler de, doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı gerekçesiyle, yaptırıma konu edilmiştir.
Oysaki Turan Çömez;
“(21:23:20) Ben sizin ekranlarınızdan paylaştığım bütün belgeleri tek tek Meclis Kürsüsünden paylaştım, Mecliste Basın Odasında tam 45 dakika basın toplantısı yaptım bütün belgeleri orada da paylaştım. O da yetmedi, şu anda kurulmuş olan Araştırma Komisyonu’na müracaat ettim ve kendilerine bu belgeleri vermeyi teklif ettim. O da yetmedi Mahkemeye müracaat ettim, resmi olarak bu belgeleri vermeyi teklif ettim.”
şeklindeki değerlendirmeleriyle, açıklamalarının somut belgelerini ortaya koymuştur. Buna rağmen, bu ifadelerin Uzman raporuna ve Kurul Kararına alınmadan, “haberler, doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle bu bölümdeki açıklamalarına yaptırım uygulanması, isabetli ve hakkaniyetli olmadığı gibi, dayanaktan da yoksundur.
Gerek Uzman raporunda, gerekse de Kurul Kararında Turhan Çömez’in “Ben bu dosyaya Reyap Hastanesi’nden ulaştım” açıklaması da ihlal gerekçeleri arasında sayılmıştır. Uzmanların ya da Üst Kurulun söz konusu ifadenin doğruluğunu/yanlışlığını sorgulama olanağı yoktur. Bu ifade ve devamında soruşturma süreciyle bağlantılı eleştirel değer yargısı niteliğinde değerlendirmelerin “haber” olarak değerlendirilmesi ve doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, yaptırım uygulanması hukuki ve ölçülü değildir.
Program konuğu, bir siyasi partinin grup başkanvekilidir ve siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında hükümetin, iktidarın uygulamalarını, toplumu derinden sarsan bir skandalla ilgili süreci eleştirme ve sorgulama hakkı olduğuna kuşku yoktur. Bir siyasi tartışma yürütülürken, sürecin aydınlatılmasına yönelik olarak bir takım iddiaların ve soruların gündeme taşınması, iddiaların muhatabı olan bakan ya da siyasetçilerin yanıt verme olanaklarının daha geniş olduğu da dikkate alındığında, beklenen ve olağan bir durumdur. Buna rağmen; siyasetçilerin, iktidarın uygulamaları veya bakanların sorumluluk alanlarında yaşanan olaylarla ilgili iddiaları gündeme taşımalarına “ispat yükümlülüğü” getirilmesi; bu gerekçe ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yaptırıma uğraması, demokratik sistemlerin temeli olarak sayılan siyasi tartışma özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacak, basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır.
“Yenidoğan Çetesi” ile ilgili yürüyen adli süreçte kamuoyuna yansıyan bilgiler, program konuğunun açıklamalarının olgusal temelinin bulunduğuna işaret etmektedir.
Bu çerçevede söz konusu ifadelerin, “haber” kategorisinde değil, kamusal faydası yüksek bir siyasi tartışmanın parçası olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Ayrıca gerek uzman raporunda gerekse raporu esas alan Kurul kararında, söz konusu iddiaların yanlış olduğuna işaret eden bir bilgi bulunmamaktadır. Cevap ve düzeltme hakkı başvurusu ve bu talebin karşılanıp karşılanmadığına ilişkin de bir bilgi yer almamaktadır.
İyi Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez’in gündeme getirdiği iddiaların, soruşturma ve yargılama sürecinde ortaya çıkan bilgilerden de anlaşılacağı üzere olgusal temeli bulunmaktadır. Bazı ifadeleri, abartılı ve rahatsız edici nitelikte de olsa, ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştirel değer yargısı niteliği sınırları içindedir.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları temel alındığında; cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar, kamu kurumları ile toplumda tanınmış kişilere yönelik eleştirilerde de ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine kuşku yoktur. Siyasi tartışma özgürlüğünün de demokratik ülkelerde özel güvence altında olduğu açıktır.
Bu yönüyle de program konuğu bir siyasetçinin, ülke gündeminde önemli yer tutan bir skandalla ilgili, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında canlı yayında yaptığı sorgulamaların, haber aktarımı gibi nitelendirilip, “doğruluğundan emin olunmaksızın” yayınlandığı gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, isabetli ve ölçülü değildir.
3- Kabul edilmelidir ki; medyanın, özellikle kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Bu nedenle, medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir. Kaldı ki; Üst Kurulun, uymakla yükümlü olduğu 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde de; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmü yer almaktadır.
Bu nedenlerle; eksik açıklamalar ve eksik deşifrelerle, bölünerek ya da seçilerek bağlamından koparılarak hazırlanan Uzman raporuna dayalı verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğuracaktır.
4- Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, haber programı ile yorum programları arasındaki farklılıktır.
Söz konusu program ile ilgili ihlal iddiası; gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında “haber” ve “gazetecilik” üzerinden gerekçelendirilmiştir. Uzman raporunda; “haberde doğruluk, haberde doğruluğun kanıtlanması, haberde nesnellik, haberde çarpıtma” kavramlarının ayrıntılı tanımlarına ve İletişim Başkanlığının “Doğru Habercilik ve Medya Etiği” başlıklı çalışmasının “Gerçek ve Doğru Habercilik” bölümünden de alıntılara yer verilmiştir. “Gazetecilik mesleğinin temel görevi haberciliktir” görüşü ve haber tanımıyla ilgili bölümler, Uzman raporunu esas alan Kurul kararına da alınmıştır. Kurul kararında ayrıca;
“...araştırılmadan, doğruluğu ispatlanmadan yapılacak haber sunumunun olması gereken sağduyu ortamına zarar vermesi kaçınılmazdır.
-Haber aktarımında doğruluk ve gerçeklik haberciler açısından hem hukuki hem de ahlaki zorunluluktur.
-Haberi veren de elde ettiği bilgileri doğrulatmak için çaba göstermelidir.
-Haber unsurlarından ve ögelerinden en önemlisi doğruluk ve gerçekliktir.
-Bir program yayınlanmadan önce teknik hazırlık, stüdyo içerik hazırlığı vb. birçok ön denetimden geçmektedir. Yayın kuruluşları tarafından tüm kamuoyunu ilgilendiren böylesine hassas haber ya da yorumların meslek ilkeleri uyarınca teyit edilmeksizin yayınlanmaması gerekir.”
şeklinde değerlendirmelere yer verildiği görülmektedir.
Bu görüşün devamı niteliğinde de “...soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı kanaatine varılmıştır.” şeklinde hüküm cümlesi de, Kurul Kararına alınmıştır.
Ancak, yaptırıma konu edilen ifadeler ve iddialar; bir haber bülteni ya da haber programında, sunucu ya da gazeteci tarafından gündeme getirilmiş değildir. Bir siyasi parti grup başkanvekilinin canlı yayında yaptığı açıklamaların, haber aktarımı olarak tanımlanması ve bunun üzerinden, “haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı” gerekçesi ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması hukuki değildir.
RTÜK’ün program türlerine ilişkin rehberindeki (https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832) tanımlamalar dikkate alındığında; SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “ARENA” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel programlar, Yorum Programları” olarak kodlanmıştır.
Bu duruma rağmen; milletvekili ve bir siyasi parti grup başkanvekili olan program konuğunun, bir yorum programında ifade ettiği görüşler ve gündeme getirdiği iddiaların, “haber” kategorisinde değerlendirilmesi ve “ispat yükümlülüğü” aranması, rasyonel değildir, haksızdır ve dayanaktan yoksundur.
Bir yorum programında, siyasetçilerin iktidarı sorgulama niteliğinde olan ve olgusal temeli bulunan yorumları nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması, basın ve ifade özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle de üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı; haksız, orantısız ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
5- Yorum programları özelinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun benzer bir konudaki yaptırım işlemini hukuka uygun bulmayan kararı, yol gösterici niteliktedir.
Üst Kurulun 19.03.2020 tarih ve 2020/12 sayılı toplantısında, 27 No.lu karar ile; Haber Türk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Gerçek Fikri Ne?” programında, sunucu ve program konuklarının; dış politik gelişmeler ve iç savaş riski üzerine yaptıkları değerlendirmelerle, “tarafsızlık, gerçeklik doğrularını esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır” ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Yaptırım kararı yayıncı kuruluş tarafından yargıya taşınmış, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin davanın reddi yönündeki kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin, 30.11.2023 tarih ve 2023/5695 E., 2023/6967 K. sayılı kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; “...söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ‘milli güvenliğin’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı... Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 19.3.2020 tarih ve toplantı No: 2020/12, Karar No:27 sayılı işleminde hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır” değerlendirmesi yer almıştır.
Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesinin kararı, RTÜK tarafından yapılan haber programı ve yorum programı ayrımının yargı tarafından da kabul edildiğine bir işarettir.
6- Yine bu çerçevede; Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
- Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
- Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
- RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
- Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir
7- Söz konusu program her ne kadar bir yorum programı ve yaptırıma gerekçe olan program konuğu siyasetçi de olsa, Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların ifade özgürlüğü açısından da örnek niteliğindedir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir.”
7- Milletvekilleri seçmen kitlesini, yani halkı temsil etmekle görevlidirler. Belirli bir ilden seçimi kazanmış olsalar da seçildikleri ili, bölgeyi veya salt kendilerini seçen seçmenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Dolayısıyla, halkın sorunlarını ve gündeme ilişkin görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak, çözüme ilişkin katkıda bulunmak, milletvekilinin, en asli, en önemli görevlerinden kabul edilir ve bu görevi ifa ederken medya kuruluşları en hızlı şekilde en büyük kitleye ulaşabilmelerine aracılık eder.
“Milletvekilleri, görevleri gereği yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığına sahiptir. Yasama sorumsuzluğu; milletvekillerinin yasama ve denetim faaliyetlerindeki oy ve sözlerinden ve Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, Genel Kurulca başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamalarından dolayı sorumlu tutulamayacaklarını ifade eder. Yasama sorumsuzluğu mutlak ve süreklidir. Görevi sona erse de milletvekilli, görevi sırasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. (Türkiye Büyük Millet Meclisi Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı, YASAMA EL KİTABI, Mart 2022, s.17) https://cdn.tbmm.gov.tr/TbmmWeb/Yayinlar/Dosya/8746211c-9eed-4bb3-b8fc-8b255b45f39d.pdf (E.T.:20.01.2025)
Dolayısıyla, Üst Kurul aldığı bu kararla; Türkiye Büyük Millet Meclisinde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekilinin, gündemde geniş yer bulan ve birçok tartışma programına konu edilen bir olaya dair, “siyasi tartışma” niteliğindeki açıklamaları üzerinden, ifade özgürlüğüne, siyaset yapma özgürlüğüne müdahale etmiş, öte yandan halkın temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına da kısıtlama getirmiştir.
Ayrıca milletvekilleri, siyasetçiler ve siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün çerçevesine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.2015 tarih ve 2014/6128 sayılı kararı örnek niteliğindedir. Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelenmiş ve “İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Kurul çoğunluğunun yaptırım yönündeki kararı, hukuken isabetli ve haklı değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
8- Cumhurbaşkanına, bakanlara veya iktidar partisi politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
Bu kararların işaret ettiği nokta; ülkeyi yönetenler veya iktidar partisi uygulamaları söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
9- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Ancak; medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların, siyasi tartışma, sert eleştiri ya da eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeni” dikkate alındığında, bir siyasetçi olan program konuğunun, Sağlık Bakanlığı’nın denetimi altında olan hastanelerde yaşanan skandal ve bağlantılı adli süreçle ilgili yaptığı sorgulama ve yürüttüğü siyasi tartışma nedeniyle SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
10- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
11- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin OTEGI MONDRAGON-İSPANYA (Başvuru no. 2034/07, 15 Mart 2011) içtihadında, ifadenin muhatabının cumhurbaşkanı/ devlet başkanı olması halinde, “yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırının, özel bir bireye kıyasla daha geniş olduğu, özel bir bireyin aksine bir politikacının, her sözcüğünü ve her yaptığını hem gazetecilerin hem de halkın yakın ve ayrıntılı incelenmesine bilerek ve kaçınılmaz olarak açtığı ve bu nedenle daha geniş bir tolerans derecesi sergilemesi gerektiği, hüküm altına alınmıştır.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Yine AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B.No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir.¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD])
12- Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin hüküm altına aldığı bir diğer husus da, siyaseti seçmekle bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bırakan siyasilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmaları gerektiğidir. Bu çerçevede dikkatlerde tutulması gereken bir başka nokta da siyasetçilerin dolayısıyla da siyasi partilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğudur. Dolayısıyla, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara bir siyasi tartışma kapsamında ifade edilen, hakaret ve iftira içermeyen görüşler nedeniyle verilen bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla, söz konusu programda bir siyasetçinin, ülke gündemindeki “Yenidoğan Çetesi” skandalı ile ilgili olarak, Sağlık Bakanı’nın tutumunu, olayın yaşandığı dönemdeki görevini de hatırlatarak sorguladığı ve siyasi tartışmaya açtığı, bu kapsamda da söz konusu ifadelerin, haber aktarımı olarak nitelendirilmesini gerektirecek bir durumun olmadığı açıktır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşun da, kamusal sorumluluk anlayışına aykırı bir tutumunun olmadığı görülmektedir.
Bu nedenlerle; olgusal temeli olan bir konuda yapılan sorgulamalar ve bir siyasi tartışma gerekçe gösterilerek uygulanan yaptırımın, kamusal yararı yüksek olan serbest tartışmayı ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe oluşturacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 23.01.2025