27.12.2024 tarihli Üst Kurul Toplantısında, h halk logolu ve Halk Radyo Ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. unvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşun; 17.12.2024 tarihinde saat 20:00’de yayınlanan sunuculuğunu Şule Aydın’ın yaptığı "Kayda Geçsin" adlı haber bültenine ilişkin aşağıda deşifresi verilen ifadelere istinaden 6112 sayılı Kanunun 8’inci maddesinin birinci fıkrası (ı) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." ilkesinin ihlali nedeniyle yaptırım kararı istenmiştir.
Yukarıda deşifre metinleri aktarılan ilgili uzman raporu Osman Gökçek’in avukatı tarafından 19.12.2024 tarihli şikâyet dilekçesi bakımından değerlendirilerek işleme konmuştur. Bahse konu şikâyet dilekçesinde; 28. Dönem milletvekili Osman Gökçek’in iddia edilen bu görüntülerdeki evin kendisine ait olmadığı, evin gerçekte inşaatının devam ettiği ve evin içerisine gerçekte olmayan eşyaların yapay zekâ ile yerleştirildiği; bu haberin veriliş amacının müvekkil Osman Gökçek’in toplum gözünde tamamen kasıtlı ve su-i maksatlı olduğu ifade edilmiş; Osman Gökçek hakkında ağır ithamlarda bulunulduğu, 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun’un 49. Maddesi ve 129 sayılı Basın Ahlak Esasları Hakkında Genel Kurul Kararının birinci maddesinde yer alan "Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlâka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz." ve aynı maddenin (ı) bendi uyarınca "Kişi, kurum ve toplum katmanlarına yönelik yayınlarda, eleştiri sınırlarını aşan aşağılayıcı sözcükler kullanılamaz; hakaret edilemez, sövülemez iftira ve haksız isnat yapılamaz." İfadelerine dikkat çekilerek söz konusu ifadelerin, Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile güvence altına alınmış olan kişilik haklarına yönelik saldırı olarak nitelendirilerek; Sözcü TV ve Halk TV tarafından 17.12.2024 tarihinde yayınlanan "Kayda Geçsin" ve "Haber Saati" adlı programlara yönelik 6112 sayılı Kanunun 8. Maddesini ihlal ettiği gerekçeleriyle "Sayın Başkanlığınız tarafından yapılacak inceleme ile idari yaptırım uygulanması talebimizin kabulüne karar verilmesi talep edilmektedir." İfadeleri yer almaktadır.
Şikâyete ve bahse konu uzman raporuna konu olan ifadeler aşağıda deşifre edilmiştir.
(21:23:03) Şule Aydın: Şule Aydın: Şu bir görüntü var ya arkadaşlar, küçük saray. Her yerde bir saray aşkı var. Burası da yavru bir saray. Arkadaşlar göreceksiniz evi de; barbekü kamelyası 27 metrekare. Yani bir yavru sarayda olabilecek her şey planlanmış bir gösterelim arkadaşlar. Barbekü kamelyasına kadar da düşünülmüş. Bu kimin evi?
Murat Ağırel: Bu Osman Gökçek'in evi. Bu Osman Gökçek'in İncek'te yaptırmış olduğu ev. Daha bitmemiş ama biteceğini söylüyor ki kendisiyle konuştum.
Şule Aydın: Ankaralıyı neden bu ev ilgilendiriyor? Aslında çünkü oradaki ilişki ağı Ankaralıyı ilgilendiriyor.
Murat Ağırel: Zaten önemli olan da bunun arka planı. Neden derseniz bugün CHP Milletvekili Veli Ağbaba TBMM'de yapmış olduğu konuşmada Osman Gökçek'in evini yapay zekâyla bitmiş halini gösterip fotoğraflar paylaştı. O fotoğraflar gerçekten bitmiş hali mi diye merak ettim ben. Onlar yapay zekâyla yapılmış. Bitse nasıl olur? Şule Aydın: Proje o.
Murat Ağırel: ... Minvalinde yapılmış şeyler ama evin gerçeği bu.
Timur Soykan: Şu an inşaat bu aşamada ama...
Murat Ağırel: inşaat daha bu aşamada değil.
Timur Soykan: Ha yapılıyor şu an.
Murat Ağırel: Yapılmak üzere. Binaların sadece etrafı kapanmış ama içine herhangi bir şey yapılmamış. Parsel alanı 14.347 metrekare. Yaklaşık 15 dönümlük bir araziden bahsediyoruz. ve inşaat alanı 2421 metrekarelik bir arazi. Yapı yüksekliği 13 metrekare olarak söyleniyor. iki salon 16 oda 10 banyo diye belirtilmiş burada. Kendisine sorduğumda 6+2 dedi galiba yanlış hatırlamıyorsam, bunun doğru olmadığını söyledi Osman Gökçek. Kapalı yüzme havuzu, hamam içerisinde birtakım yerler olduğunu zaten söylüyor daha bitmedi diyor. Şimdi buraya nereden geleceğiz biz öncesinde 'Parsel Parsel' kitabını yazdım ben. 'Parsel Parsel' kitabıyla ilgili de mahkemelere suç duyurusunda bulunuldu. Tamamından beraat ettim...
(21:24:26) Murat Ağırel: Burayı Osman Gökçek gidip de tapuyu direkt üstüne almıyor. Bunu birinden alıyor. Veli Ağbaba'nın iddiasına göre Serkan Korkutata'dan alıyor burayı. Ben bunu kendisine sorduğumda Serkan Korkutata'dan değil başka birinden alıyor ama o kişi de Serkan Korkutata'dan alıyor.
Şule Aydın: Bir dakika bir dakika. Sen Osman Gökçek'le konuştun.
Murat Ağırel: Evet konuştum.
Şule Aydın: Osman Gökçek diyor ki evet burası benim kardeşim.
Murat Ağırel: Evet.
Şule Aydın: Veli Ağbaba'nın iddiasında burayı Korkutata'dan aldığını söylüyor o da diyor ki ben Korkutata'dan almadım ama sen diyorsun ki.
Murat Ağırel: Serkan Korkutata'nın sattığı kişiden aldım diyor.
Timur Soykan: Araya bir oyuncu sokulmuş.
Murat Ağırel: Evet bir kişi girmiş. Oradan aldım ve bunu da mal beyanında beyan ettim ben diyor Osman Gökçek.
Şule Aydın: Peki burada soru işareti kalmasın şimdi diyor ya oyuncu sokulmuş. Burada bir soru işareti kalmasındaki neden esasında bu Korkutata ailesinde kişisiyle bu soyadıyla Gökçek döneminin ilişki ağı.
Programdaki tartışmanın bundan sonraki kısmı Korkutata ailesi ile Gökçek ailesi arasındaki ilişki ağı masaya yatırılmıştır.
(21:39:25) Murat Ağırel: Geldiğimiz nokta şu. Evin ilk baştaki Osman Gökçek’e ait olan kısmı 6.000 metrekare. Bu arsa üzerine ruhsatlı ve iskânlı bir ev yapıyor. Yan parseller tek tek eklenmeye başlıyor, bu inşaat başladığı zaman. Arsa 14.347 metrekareye çıkarılıyor. 27 Aralık 2020, bu tarihte Serkan Korkutata bu evi, bu arsa ile birlikte, oradaki inşaatla birlikte Osman Gökçek’e devrediyor. Şimdi iddia Veli Ağbaba’ya ait. Ama bunu kendisine sorduğumda diyor ki ben Korkutata’dan almadım, arada biri vardı, ben ondan sonra aldım.
Timur Soykan: Ne fark eder? Böyle bir ticari ilişkisi olmuş. Bir belediye başkanının ticareti olmuş bir aile ile onun araya bir kişi koyup sonra ona satması, çok bildik bir yöntem. Bunun soruşturulması lazım.
Murat Ağırel: Buradaki mevzu şu. Biz beyanı esas olarak kabul edip, insanların cevap hakkına riayet gösterelim. Onlar benim hakkıma riayet göstermediler ama biz riayet gösterelim. Diyor ki ben burayı Korkuata’dan almadım. O satmış, ben de o sattığı kişiden aldım. Hatta bana söylediler burayı şöyle olur diye ama ben problem olacağını söylemedim. Nakit parayla aldım. Kendi beyanım var. O beyanı da zaten meclise sundum.
Timur Soykan: Nakit parayla mı aldım diyor?
Murat Ağırel: Tabi, nakit parayla aldım diyor. 600 milyon TL değeri var mı dedim? Ankara’da dedi Allah aşkına 600 milyon TL2lik ev mi olur dedi? Böyle bir ev biliyor musun dedi. 100 milyonluk bile yok dedi. 100 milyonluk ben biliyorum var dedim. 600 milyon TL’lik ev yok, böyle bir şey yok dedi. Abartılıyor tabi ki bu rakam dedi. Ama siz gazetecisiniz dolayısıyla bu bir haber, üstüne de gitmeniz gerekiyor. Hatta benim hakkımda suç duyurusu yapmaları gerekiyor. Ben bununla ilgili de gider, elimdeki yasal belgeleri veririm. Zaten mal beyanımda da var diye söyledi. Genel konuşmamız bu yönde oldu ama buradaki mevzu şu. Siz eğer bir aileye kalkındırmak için sırf babası milletvekili ya da babası bakanlık yapmış ve zamanında siyasetle ilgilenmiş ve aynı ideolojiye sahibiz diye, onun çocuklarını da korumak üzere, belediyenin ve halkın alın teri olan kamu kaynaklarını peşkeş çekerseniz, verirseniz ki bunun adı ihale kazanmak değildir. Bu peşkeştir. Peşkeş çeker verirseniz, sonrasında o evi de ben onlardan aldım ama aramızda ticari bağ yok derseniz kimse buna inanmaz.
İktidar partisinin bir milletvekilinin sahip olduğu bu denli büyük bir evin muhalefet partisine mensup başka bir milletvekilinin meclis kürsüsünden açıklamaları üzerine gündem olmuş ve gazeteciler tarafından bir televizyon kanalında bu evin eleştirilmesi üzerine yaptırım uygulanması demokratik ilkleri basın özgürlüğü ve siyasi etik açısından boşluklar olduğunun bir kanıtıdır. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere gazeteciler, kamu yararına olacak şekilde bir milletvekilinin gündem olan evini ve mal varlığını sorgulamaktadır. Bu tür bir eleştiriye dair yaptırım uygulanması, ifade özgürlüğünün ihlali olarak görülmektedir ve medya üzerinde caydırıcı bir etki yaratmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Temel Haklar ve Ödevler başlıklı ikinci kısım, Kişinin Hakları ve Ödevleri başlıklı ikinci bölümünde 25’inci madde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı ile ‘Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.’ İfadelerine ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı ile de ‘Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.’ ifadelerine yer verilerek bu ilkelerle ifade özgürlüğü de güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın "Basın hürriyeti" başlıklı 28’inci maddesinin ilgili kısmı ise şöyledir: "Basın hürdür, sansür edilemez... Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.
Temel hak ve hürriyetlerin korunmasına dair Anayasa’nın 5’inci maddesi ise "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." ifadeleriyle yukarıda temel haklar arasında yer alan hükümlerin demokratik bir hukuk devleti tarafından korunması gerektiğini güvence altına almıştır.
Anayasa’nın çizdiği sınırların ötesinde şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzak bir tavırlar, demokrasinin dördüncü kuvveti olan basının ve basın çalışanlarının yaptıkları haber dolayısıyla baskı altına alınmaya çalışılması ve bunun adı geçen milletvekilinin şikâyet dilekçesinde talep ettiği gibi yerine getirmesi tarafsızlık sıfatını yitirmiş, hukuki dayanakları olmayan bir bakış açısının ürünüdür.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. Madde hükümleri ise şu şekildedir:
1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, Devletler’in radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları incelendiğinde Lingens-Avusturya davasında başvurucu, iki gazete yazısında Almanya Başbakanına yönelik bazı ifadeleri (“en adi türden fırsatçılık”, “ahlâksızca” ve “utanç verici”) yüzünden hüküm giymişti. AİHM bu davada şunları belirtmiştir (8 Temmuz 1986 tarihli karar, Seri A No. 103, paragraf 46-47): "Bay Lingens’in ifade özgürlüğünü kullanmasına yönelik müdahalenin “demokratik bir toplumda [...] başkalarının şöhret[inin] korunması için” gerekli olmadığı ortaya çıkmaktadır; müdahale izlenen meşru amaçla orantısızdır. Dolayısıyla, AİHS’in 10. Maddesi (madde 10) ihlal edilmiştir." kararını vermiştir.
Hakkında bir yargı hükmü verilmesi talep edilen sınırlama veya müdahalelerin “gerekliliği”ni incelerken AİHM, aşağıdaki yaklaşımı benimsemektedir (bkz. örneğin Janowski-Polonya davası kararı, 21 Ocak 1999, Reports 1999-I, paragraf 30): "10. Madde’de belirtildiği gibi, [ifade özgürlüğü] istisnalara tabidir. Ancak bu istisnalar dar anlamda yorumlanmalıdır. Herhangi bir sınırlama ihtiyacı ikna edici şekilde ortaya konulmalıdır" (bkz. aşağıdaki kararlar: Handyside-Birleşik Krallık,7 Aralık 1976, Seri A No. 24, s. 23, paragraf 49; LingensAvusturya, 8 Temmuz 1986, Seri A No. 103, s. 26, paragraf 41; ve Jersild-Danimarka, 23 Eylül 1994, Seri A No. 298, s. 23, paragraf 31).
AİHM “Hükümet’in yaptıklarının ve yapmadıklarının” “sadece yasama ve yargının değil, aynı zamanda kamuoyunun da yakın denetimine tâbi olması” gerekliliğine işaret etmiştir. Mahkeme, davacının mahkûm edilmesinin ve cezalandırılmasının “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığının değerlendirilmesi açısından “ifade özgürlüğünün herkes için değerli olmakla birlikte, siyasi partiler ve faal üyeleri için özel bir önem taşıdığını” vurgulamıştır. Mahkeme şunu belirtmiştir: İncal’ın Türkiye’deki terörizm sorunu konusunda herhangi bir sorumluluk taşıdığı sonucuna ulaşmayı haklı kılacak herhangi bir kanıt [bulunamamıştır]. (...) Sonuç olarak, İncal’ın mahkûmiyeti izlenen amaçla orantısal değildir; dolayısıyla, demokratik bir toplumda gereksizdir (İncal/Türkiye, 9.6.1998, p. 56, Kararın Türkçe çevirisi için bkz: YMB, 7 Nisan 1999, Sayı:76, s.51 vd). AİHS, politik içerikli açıklamalara diğerlerine oranlar daha fazla koruma sağlamaktadır. İncal/Türkiye kararında AİHM, politikacıların ve hükümetin daha fazla eleştirilebileceğini, var olan devlet düzeninin sorgulanabileceğini, politik ifadelerin Sözleşme’nin 10. Maddesinin korumasından en geniş şekilde yararlanacağını, ifade özgürlüğünün siyasi partiler ve aktif üyeleri için daha da büyük önem taşıdığını vurgulamıştır.
Muhalif gazetecilerin yargılanması konusunda AİHM, (...) "Mahkeme ayrıca, özgürlükten yoksun bırakma şeklindeki bir tedbir uygulanmasının, kendisi gibi, devlet organlarının faaliyetleri ve tutumları hakkında araştırma yapmak ve yorumda bulunmak isteyen diğer bütün araştırmacı gazeteciler üzerinde kendi kendini sansürleme ortamı oluşturabileceğine dair başvuran görüşüne de katıldığını ifade etmektedir. Mahkeme bu son nokta ile ilgili olarak, egemenlik hakkını kullanma konumunda bulunan Hükûmet, karşıtlarının veya medyanın haksız eleştirilerine ve saldırılarına cevap vermek için özellikle başkaca imkânlarının olduğu durumlarda, cezalandırma yolunu seçerken daha çekinceli davranmak zorundadır, şeklindeki içtihadına atıf yapmaktadır" (Nedim Şener – Türkiye, Başvuru no. 38270/11, 8 Temmuz 2014).
AİHM, siyasetçilerin mal varlığına dair konuların da haber yapılabileceğini ve bunun basın özgürlüğün çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini çeşitli kararlarında ortaya koymuştur. Fressoz ve Roire davasında AİHM, gazetecilerin kamuya mal olmuş kişilerin (siyasetçilerin, üst düzey yöneticilerin vb.) mal varlıklarını ve mali durumlarını haberleştirme hakkını savunmuş, bu tür bilgilerin kamu yararı taşıyan bilgiler olduğunu belirleterek ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiştir (21 Ocak 1999, No. 29183/95, paragraf 54, ECHR 1999-I, paragraf 54-56). Mahkeme, Bladet Tromso ve Stensaas davasında, yolsuzluk ve kamu görevlilerinin mali işlerinin basın tarafından araştırılmasının meşru olduğunu belirterek, "Her ne kadar basın, özellikle başkalarının şöhreti ve hakları ve gizli bilginin açıklanmasının önlenmesi ihtiyacı konularında belirli sınırların ötesine geçmemek zorunda ise de basının görevi (yükümlülükleri ve sorumlulukları ile tutarlı bir tarzda), kamu yararını ilgilendiren bütün konularda bilgi ve fikirleri aktarmaktır" (bkz. Jersild-Danimarka davası kararı, 23 Eylül 1994, Seri A No. 298, s. 23-24 paragraf 31; de Haes ve Gijsels-Belçika davası kararı, 24 Şubat 1997, Reports of Judgments and Decisions 1997-I, s. 233-34, paragraf 37; ve Bladet Tromsø ve Stensaas davası kararı, paragraf 59) ifadelerine yer vermiştir.
Kamu görevlilerinin mal varlıklarını, özellikle de büyük servetlerini ve bu servetlerin kaynağını, kamuoyunun bilmeye hakkı vardır. Eğer bir milletvekilinin serveti meşru yollarla finanse ediliyorsa, bu tür eleştiriler karşısında şeffaf bir açıklama yapmak yerine yaptırım uygulanıyorsa, bu durum daha da şüphe uyandırıcı olabilmektedir. Osman Gökçek’in şikâyet dilekçesinde de açıkça belirtildiği gibi Üst Kurul Başkanlığı’ndan böyle bir yaptırım talep edilmesi ve bunun aynı toplantıda şikâyet dilekçesinde bahsi geçen iki farklı programa olduğu gibi uygulanması, bu tür bir yaptırımın uygulanmasının medya organlarının iktidara yönelik eleştiriler konusunda temkinli ve çekingen davranmasına yol açabilecektir. Bu yaklaşım iktidardaki siyasetçilerin kendilerini eleştirilerden muaf tutmaya çalıştıkları yönündeki bir tutum olarak algılanmakta ve demokratik süreçlerin hiç de demokratik yürümediğini göstermektedir. Bir siyasi baskı aracı olarak kullanılan RTÜK’ün buradaki tutumu da son derece açıktır.
Siyasi elitlerin bu tür eleştirilerden ve kamu denetiminden kaçma çabası olarak değerlendirilecek olan bu yaptırım kararı, basın özgürlüğünün ne denli bir kıskaç içerisinde olduğunun göstergesidir. Demokrasilerde basın, dördüncü kuvvet olarak kabul edilmekte ve kamu yararı doğrultusunda siyasetçileri denetleme işlevi görmektedir. Milletvekilleri ve diğer kamu görevlileri, kamu kaynakları ile ilişkili olduklarından dolayı, mal varlıkları ve yaşam tarzları ile ilgili eleştiriye açık olmak zorundadır. Bu noktada bir gazetecinin bunu sorgulaması, basının temel görevlerinden biri olarak görülmelidir. Basın özgürlüğü sadece haber vermek değil, aynı zamanda eleştirme hakkını da kapsar. Bir siyasetçinin büyük bir servetinin olması ve bunun medya tarafından tartışılması demokratik toplum olma özelliklerinden biridir. Gazetecilerin haber yaparken hakaret, iftira veya özel hayatın gizliliğine dair yasal sınırları aşması halinde hukuki süreçler pek tabii işletilebilir. Ancak sırf eleştirel habercilik yaptıkları için cezalandırılmaları demokratik bir hukuk devleti ile bağdaşmaz.
Gazetecilerin ve basının, kamu görevlilerini eleştirirken kasıtlı bir yalan ve ağır ihmal bulunmayan her ifadelerinin demokratik toplum için gerekli olduğu, basın tarafından eleştirilen kamu görevlilerinin basına karşı yaptırım uygulatma talebinden ziyade basına karşı daha şeffaf bir ispat standardı benimsemesi gerektiği, talep edilen bu yaptırımın hayata geçirilmesi ile birlikte bu yaptırımın temel haklar arasında yer alan ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği, uygulanan bu yaptırımın ölçülü ve gerekli olmadığı, yalnızca gazeteciler için değil halkın da doğru ve tarafsız bilgiye ulaşmaya hakkının olduğu ancak bunun engellendiği, genel çerçevede siyasi aktörlerin mal varlığı gibi konuların eleştirilerinin yapılması gerektiği ve bunun demokratik değerler arasında yer aldığı, AİHM içtihatlarının da siyasetçilerin mal varlığı gibi konuların kamu yararı açısından haber yapılabileceğini açıkça ortaya koyduğu gerekçeleriyle karar katılmadım. 30.01.2025