İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.12.2024 tarih ve 120 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 17.12.2024 tarihinde saat 16:58’de yayınlanan "Haber Saati" adlı program yayınına ilişkin Uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Serap Belovacıklı'ın yaptığı "Haber Saati" isimli haber bülteninde, haber sunucusu ile program konuğu arasında geçen diyaloglarda; Mv. Osman GÖKÇEK ve Korkutata ailesi hakkında çeşitli konularda suçlayıcı ve itham edici iddialara yer verildiği savıyla, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 17.12.2024 tarihinde yayınlanan, sunuculuğunu Serap Belovacıklı’nın yaptığı “Haber Saati” programına, CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba konuk olmuş, Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in yapımı süren konut inşaatı ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in avukatının başvurusu üzerine, söz konusu açıklamaların, “…soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Toplumun gündeminde olan ve tartışılan konuların, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazar ve sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir. Bu çerçevede ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması, toplumsal faydayı arttıracaktır.
Ayrıca, gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse de AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Yaptırıma gerekçe olan “Haber Saati” programında, TBMM’de süren bütçe görüşmelerinde CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, AKP Ankara Milletvekili Osman Gökçek’e ait, inşaatı süren konutla ilgili gündeme getirdiği konular ele alınmış, söz konusu programa, Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in şikâyeti üzerine değerlendirme raporu hazırlandığı görülmüştür.
Yayının ilk bölümünde, TBMM’deki bütçe görüşmeleri ekrana getirilmiş, ikinci bölümde de Milletvekili Veli Ağbaba ile bağlantı yapılmıştır. Yayın boyunca Milletvekili Ağbaba, TBMM’de gündeme getirdiği iddiaları yinelerken; Sunucu Serap Belovacıklı’nın, Veli Ağbaba’nın sözünü kestiği ve aralarında şu diyaloğun yaşandığı görülmüştür:
“Sunucu: (17:28:03) Bu arada fotoğraflar, ekranda dönenler de temsili, onu da buradan hatırlatalım.
Veli Ağbaba: Evet, evet bunlar temsili.
Sunucu: Tabi, temsili fotoğraflar.
Veli Ağbaba: Zaten bugün benden sonra Osman Gökçek konuştu, hiç yalanlamadı, yani böyle bir evinin olmadığını yalanlamadı. ‘Benim burada mal bildiriminde bulunmuştum.’ dedi. Hiç yalanlamadı. Böyle bir şatafatı, böyle bir malikâneyi yalanlamadı. Bunu kamuoyunun takdirine, vicdanına havale ediyoruz”
Görüleceği üzere; haber yayını esnasında, ekrana yansıtılan konut görüntülerinin “temsili” olduğu sunucu tarafından 2 kez vurgulanmış, ayrıca Veli Ağbaba da, fotoğrafların temsili olduğu onaylayarak, inşaatın devam ettiğini belirtilmiştir.
2- Yayın konuğu ve hakkında iddialar gündeme getirilen kişi milletvekilidir. Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, bütçe değerlendirmeleri kapsamında, iktidarın vergi politikalarını, yolsuzluk olaylarını, geçmiş yıllarda Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden verilen ihaleleri ve bu ihalelerle bağlantılı şekilde de Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in mal varlığını siyasi tartışmaya açmıştır.
Milletvekili Ağbaba’nın ifadeleri ihlale gerekçe yapılırken, gerek Uzman raporunda gerekse Kurul Kararında, 10 dakika süren yayınla ilgili uzun bir deşifre yer almasına karşın, Ağbaba’nın hangi ifadelerin ihlal oluşturduğuna ilişkin somut bir tespit ortaya konmamıştır.
Uzman raporunda ve Kurul Kararında temel tespit cümlesi “Milletvekili Osman Gökçek ve Korkutata ailesi hakkında doğruluğundan emin olunmaksızın bazı/suçlayıcı iddiaların gündeme getirilmesi” şeklindedir.
Program konuğu, bir siyasi partinin milletvekilidir ve siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında iktidarın uygulamalarını, siyasetçilerin tutumlarını eleştirme ve sorgulama hakkı olduğuna kuşku yoktur. Bir siyasi tartışma yürütülürken, sürecin aydınlatılmasına yönelik olarak bir takım iddiaların ve soruların gündeme taşınması, iddiaların muhatabı olan siyasetçilerin yanıt verme olanaklarının bulunduğu da dikkate alındığında, beklenen ve olağan bir durumdur. Buna rağmen; siyasetçilere, “ispat yükümlülüğü” getirilmesi; bu gerekçe ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yaptırıma uğraması, demokratik sistemlerin temeli olarak sayılan siyasi tartışma özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacak, basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır.
Bu çerçevede söz konusu ifadelerin, “haber” kategorisinde değil, kamusal faydası yüksek bir siyasi tartışmanın parçası olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Ayrıca gerek Uzman raporunda gerekse raporu esas alan Kurul Kararında, söz konusu iddiaların doğru olmadığına işaret eden bir bilgi bulunmamaktadır. Üst Kurulun Milletvekili Ağbaba tarafından gündeme getirilen iddiaların doğru olup olmadığını araştırma/sorgulama imkanı da yoktur. Cevap ve düzeltme hakkı başvurusu ve bu talebin karşılanıp karşılanmadığına ilişkin de bir bilgi yer almamaktadır.
İzleme raporu, yayında eleştirilen Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in avukatı aracılığıyla yaptığı başvuru üzerine hazırlanırken, başvuru dilekçesinde de yapımı süren inşaat konusu dışında, “Gökçek-Korkutata ailesi ilişkisi” iddiası dâhil gündeme getirilen diğer iddialarla ilgili hiçbir somut itirazın ortaya konmadığı görülmektedir.
Bu duruma rağmen; cevap ve düzeltme hakkını kullanmak yerine, basın ve ifade özgürlüğünü de hedef alacak şekilde yayıncı kuruluşun cezalandırılması için başvuru yapan Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in somut yanıtlar içermeyen dilekçesinin temel alınarak, yaptırım kararı oluşturulması rasyonel değildir.
Dilekçedeki tek somut nokta olan inşaat ile ilgili itiraz “Gerçekte inşaatı devam eden söz konusu ev, yapay zeka ile oluşturulmuş olup, evine içine eşyalar yerleştirilerek gerçekle ilgili olmayan ev görüntüsü yayınlanmıştır.” şeklinde ortaya konmuştur. Ancak daha önce de belirtildiği üzere; yayında, ekrana yansıtılan fotoğrafların, evin gerçek görüntüsü olduğuna ilişkin bir bilgi paylaşılmış değildir. Tersine, inşaatın sürdüğü belirtilmiş, görüntünün “temsili” olduğu bilgisi, 2 kez sunucu, bir kez de konuk tarafından açıklanmıştır.
Dolayısıyla, yayında kamuoyunu yanıltıcı bir bilgi söz konusu değildir ve inşaatın sürdüğü konusunda da, bir tereddüt bulunmamaktadır.
Bu kapsamda Milletvekili Ağbaba’nın gündeme getirdiği inşaat konusunun olgusal bir temelinin bulunduğu, bu bağlamda yaptığı değerlendirmelerin siyasi tartışma kapsamında olduğu görülmektedir.
Siyasi tartışma kapsamında kullanılan eleştirel yargısı niteliğindeki ifadeler üzerinden gerekçelendirilen yaptırım kararı, isabetli değildir; medya hizmet sağlayıcı kuruluşları, farklı siyasi düşünceleri ekrana taşıma konusunda tereddüte düşürecek, ifade özgürlüğü ve düşünce çeşitliliğinin sağlanması zora girecektir.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları temel alındığında; cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar, kamu kurumlarına yönelik eleştirilerde de ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine kuşku yoktur. Siyasi tartışma özgürlüğünün de özel güvence altına alındığı bilinmektedir.
Bu yönüyle de program konuğu bir siyasetçinin, bir başka siyasetçi ile ilgili, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında canlı yayında yaptığı sorgulamaların, “doğruluğundan emin olunmaksızın” yayınlandığı gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, isabetli ve ölçülü değildir.
3- Anayasa Mahkemesi, Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (B. No: 2020/23730, 14/6/2023) kararında da görüleceği üzere; habercilerin olgusal temelleri olduğu müddetçe, kamuoyundaki iddiaları gündeme taşımasının, sorgulamasının ve yanıt aramasının cezalandırılamayacağına hükmetmiştir. Kararda bu husus şu şekilde yer almıştır:
“23-…Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).”
Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü için sınırı “yeterli olgusal temel” olarak belirlerken, bu sınırın siyasetçiler için de geçerli kılınması, ifade özgürlüğünün ve demokrasinin niteliğinin de bir göstergesi olacaktır. Bu yönüyle; Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın varlığı Milletvekili Gökçek tarafından da kabul edilen konut inşaatını, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin geçmiş dönemlerdeki ihaleleriyle birlikte sorgulamasının olgusal bir temeli vardır.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları temel alındığında; cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasetçiler, bürokratlar, kamu kurumları ile toplumda tanınmış kişilere yönelik eleştirilerde de ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine kuşku yoktur. Siyasetçiler ve siyasi kurumlar söz konusu olduğunda “incitici, rahatsız edici” nitelikteki ifadelerin de eleştiri sınırları aşmayacağı kural haline geldiği ve tartışmanın tarafı olan milletvekilinin yanıt verme ve kendini savunma konusunda geniş olanaklara sahip olduğu dikkate alındığında, ifade özgürlüğü kapsamındaki bir siyasi tartışma nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; adil olmayacak, basın özgürlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe oluşturacaktır.
Bu kapsamda da medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, üst sınırdan verilen ceza, isabetli ve ölçülü değildir.
3- Yayınlarda zaman zaman bazı kişi ya da kurumlarla ilgili iddiaların da gündeme taşınması, olağan bir durumdur. Kişi ve kurumların da bu iddialara ilişkin cevap ve düzeltme hakkı vardır ve bu hak, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin (o) fıkrasında, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, koruma altına alınmıştır. Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in düzeltme ve cevap hakkının da bu koruma altında olduğuna şüphe yoktur.
Düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla, 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurulmaksızın, siyasi bir tartışma nedeniyle, basın ve ifade özgürlüğünü de zedeleyecek şekilde, bir yayını doğrudan bir yaptırımın konusu yapmak, ölçülü ve rasyonel değildir, yaptırımların kanuniliği ve eşitliği ilkesine aykırıdır.
4- Milletvekilleri seçmen kitlesini, yani halkı temsil etmekle görevlidirler. Belirli bir ilden seçimi kazanmış olsalar da seçildikleri ili, bölgeyi veya salt kendilerini seçen seçmenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Dolayısıyla, halkın sorunlarını ve gündeme ilişkin görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak, çözüme ilişkin katkıda bulunmak, milletvekilinin, en asli, en önemli görevlerinden kabul edilir ve bu görevi ifa ederken medya kuruluşları en hızlı şekilde en büyük kitleye ulaşabilmelerine aracılık eder.
“Milletvekilleri, görevleri gereği yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığına sahiptir. Yasama sorumsuzluğu; milletvekillerinin yasama ve denetim faaliyetlerindeki oy ve sözlerinden ve Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, Genel Kurulca başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamalarından dolayı sorumlu tutulamayacaklarını ifade eder. Yasama sorumsuzluğu mutlak ve süreklidir. Görevi sona erse de milletvekilli, görevi sırasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. (Türkiye Büyük Millet Meclisi Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı, YASAMA EL KİTABI, Mart 2022, s.17) https://cdn.tbmm.gov.tr/TbmmWeb/Yayinlar/Dosya/8746211c-9eed-4bb3-b8fc-8b255b45f39d.pdf (E.T.:30.01.2025)
Dolayısıyla, Üst Kurul aldığı bu kararla; Türkiye Büyük Millet Meclisinde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekilinin, gündemde geniş yer bulan ve birçok tartışma programına konu edilen bir olaya dair, “siyasi tartışma” niteliğindeki açıklamaları üzerinden, ifade özgürlüğüne, siyaset yapma özgürlüğüne müdahale etmiş, öte yandan halkın temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına da kısıtlama getirmiştir.
Ayrıca milletvekilleri, siyasetçiler ve siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün çerçevesine ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararı örnek niteliğindedir.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Kurul çoğunluğunun yaptırım yönündeki kararı, hukuken isabetli ve haklı değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
5- Yine bu çerçevede; Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
- Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
- Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
- RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir. Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
6- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeni” dikkate alındığında, bir siyasetçi olan program konuğunun, iktidar partisi milletvekili olan bir siyasetçi ilgili yaptığı sorgulama ve yürüttüğü siyasi tartışma nedeniyle SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
8- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102)
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Yine AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B.No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir.¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD])
9- Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin hüküm altına aldığı bir diğer husus da, siyaseti seçmekle bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bırakan siyasilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmaları gerektiğidir. Bu çerçevede dikkatlerde tutulması gereken bir başka nokta da siyasetçilerin dolayısıyla da siyasi partilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğudur. Dolayısıyla, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara bir siyasi tartışma kapsamında ifade edilen, hakaret ve iftira içermeyen görüşler nedeniyle verilen bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla, söz konusu programda bir siyasetçinin, iktidar partisi milletvekili ile ilgili TBMM’de başlattığı bir siyasi tartışmayı sürdürdüğü, olgusal temel bulunan bir konudaki eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmelerin, haber aktarımı olarak nitelendirilmesini gerektirecek bir durumun olmadığı açıktır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşun da, kamusal sorumluluk anlayışına aykırı bir tutumunun olmadığı görülmektedir.
Bu nedenlerle; olgusal temeli olan bir konuda yapılan sorgulamalar ve bir siyasi tartışma gerekçe gösterilerek uygulanan yaptırımın, kamusal yararı yüksek olan serbest tartışmayı ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe oluşturacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 06.02.2025