İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 20.12.2024 tarih ve 112 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 21.11.2024 tarihinde saat 21:00’de yayınlanan "Söz Bizde" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Burçin Atılgan’ın yaptığı, Miyase İlknur’un konuk olarak katıldığı "Söz Bizde" adlı programda, Milli Eğitim Bakanı Yusuf TEKİN'in açıklamalarının değerlendirildiği ilgili bölümünde, program konuğu tarafından; “Müslüman dediğin, önce ne öğretilir; temiz ahlak öğretilir. Kul hakkı yememe öğretilir. İstediğin kadar ritüellerini yerine getir, şeklen yerine getir. Kul hakkı yiyorsan Müslümanlığın en önemli şartlarından birini ortadan kaldırıyorsun demektir. ÇEDES projesi diyorsun, onu yapmakla övünüyorsun. Ya onun yerine çerez projesi yapsan çoluk çocuk aç gidiyor okula. Çerez versen çocuğun karnı doyacak... Bırak çocuklara bunları öğretmeyi önce o çocukların karnını doyurmayı öğret. Okula aç gitmemelerini öğret. O zaman iyi Müslüman olursun. Senin derdin zaten Müslümanlık değil. Sen zaten bizatihi kul hakkı yemişsin. 1.5 aylık Yusuf. Utanır insan ya. Utanır insan, insan içine çıkamaz ya. 5 yıl gerektiren bir sürede insan ancak profesör olurken bir gecelik kararname ile. Bunun adı hırsızlıktır, hak çalmaktır, hukuk çalmaktır, kadro çalmaktır. Hangi yüzle kalkıyorsun dinden imandan bahsediyorsun, Müslümanlıktan bahsediyorsun. Tüccar! Bu kadar söylüyorum, başka da bir şey söylemiyorum.” şeklinde ifadelere yer verilmesinin, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
TELE 1 logolu medya hizmet sağlayıcıda 21.11.2024 tarihinde yayınlanan "Söz Bizde" programında, Gazeteci Miyase İlknur’un, Milli Eğitim Bakanı Yusuf TEKİN'in bazı açıklamaları özelinde, iktidarın eğitim politikalarına yönelik değerlendirmelerinin, eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Öncelikle bilinmesi gereken husus; gerek Uzman raporunda gerekse raporu dayanak alan Kurul Kararında; Gazeteci Miyase İlknur’un, yaptırım uygulanan ifadelerini, neden ve neye istinaden söylediğine ilişkin, hiçbir bilginin yer almadığıdır. “Milli Eğitim Bakanı Yusuf TEKİN'in açıklamalarının değerlendirildiği ilgili bölümünde..” gibi kısa bir cümle ile yapılan açıklama sonrası, direkt olarak bir gazetecinin söylemlerinin eleştiri sınırlarını aştığı gerekçe gösterilerek yaptırım uygulanması, haksızdır ve somut gerekçelerden yoksundur.
Bir yayının ihlal teşkil edep/etmediği tespitinin yapılabilmesi için; o yayında verilmek istenilen mesaj ile söylemlerin ana fikrinin ve bağlamının bilinmesi, gerekli ve zorunludur. Bu tespit ise, ancak yayında işlenilen konunun ayrıntılı olarak incelenmesi ve iddialar ile eleştirilerin dayanak noktasının doğru olup/olmadığının saptanması ile mümkündür.
Dolayısıyla yayın, yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde incelendiğinde görülmektedir ki; söz konusu konuşmalar ve saptamalar, Milli Eğitim Bakını Yusuf Tekin’in daha önceki görevlerine atanma süreciyle ile ilgili kamuoyuna yansıyan bilgiler ve bir profesör tarafından resmi kaynaklardan yapılan alıntılarla kaleme alınmış ve “ANAYASA.GEN.TR” isimli Türk Anayasa Hukuk Sitesi’nde yayınlanmış bir makaleye (https://www.anayasa.gen.tr/cbhs-ek-2-yusuf-tekin.htm) dayanmaktadır.
Bu kapsamda, yaptırıma konu söylemlerin amacının ve eleştirilerin hedefinin anlaşılabilmesi için, yayının ayrıntılarına bakılması yerinde olacaktır.
Birkaç konunun ele alındığı programın, yaptırım uygulanan bölümünde; Millî Eğitim Bakanlığının, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile imzaladığı ÇEDES projesi kapsamında okullarda yürütülen ve bazı etkinliklerin, toplum tarafından büyük tepki ile karşılanması konu edilmiştir.
Saat 22:00’da başlayan bu bölümde; İlahiyatçı Profesör Doktor Mustafa Öztürk ile bağlantı kurulmuş, Sunucu Burçin Atılgan, Milli Eğitim Bakanlığının ÇEDES Projesi kapsamında eğitimde yürütülen politikaları değerlendirmesini istemiştir.
İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk; ÇEDES Projesi kapsamında değerlendirmelerde bulunduktan sonra, Milli Eğitim Bakanı’na yönelik, kamuoyunda tepki yaratan, hatta bir makaleye konu edilen, “görevde yükselme sürecine” yönelik bazı açıklamalarda bulunmuştur.
“Prof. Dr. Mustafa Öztürk: (22:13:34) Ama şunu söyleyeceğim bu kadar laiklik üzerinden, bir bakıma dinsizliğe, İslami değerlerin laiklik üzerinden yıpratılmasına atıf yaparken, kendisi bu değerlere sahip çıktığını da ima ederken, acaba bu Milli Eğitim Bakanı’nın gerek profesörlüğe atanma şeklinin, gerek Hacı Bayram Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanma şeklinin, buna dair hak, hukuk, ehliyet, liyakat şartları açısından bir analiz etmenizi tavsiye ederim. Birkaç gün önce bir video çekmiştim, uzun uzadıya anlattım ama sadece prosedürü okumanız ibreti alemliktir o, okumanız ve nasıl bir manzarayla karşılaştığınızı görmeniz için, Kemal Gözler Hoca’nın, Yusuf Tekin’in profesörlüğe atanma prosedürü olarak yazdığı, anayasagen.tr’de yayınladığı bu makaleye bir bakmanızı öneririm.
Sunucu: Yani uygunsuz şekilde mi?
Prof. Dr. Mustafa Öztürk: Ben Marmara Üniversitesi’ne geçerken Çukurova’dan kadro ilanı ve atanma sürecim altı ay falan sürdü. Fakat bu zat, müsteşarlıktan ayrıldıktan sonra üç gün içinde bir üniversitede kadro ilanı yapılıyor… Şimdi bu zatın da profesörlük kadrosuna atanma şartı, Mümtazer Türkene’nin danışmanlığında yaptığı yüksek lisans ve doktora tezinin neredeyse başlıkları konulmuş, adrese teslim ayakkabı numarası yazılırcasına… Fakat kadro açılmış, kadroya başvuru süresi on gündür başvurulmuş jüri kurmak bir ay, jüri üyelerine rapor yazmak iki ay, toplam üç ay sürer. Belli ki bu süreçler bir-iki günde tamamlanmış, sonra profesör olması için gereken, “Beş yıl akademide çalışma şartı” tutmamasına rağmen tutturulmuş, derken profesör olur olmaz Hacı Bayram’da rektörlük kadrosu açılmış, bu kadroya girmesi için “Üç yıl profesör olması” gerekiyor ama 40’ı çıkmamış, bu sefer de ilgili kanundaki ilgili şartlar YÖK Kanunu’ndaki Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bir gecede kaldırılmış, üç günlük Profesör akademinin başında bir üniversitenin başına Rektör olmuş.”
Söz konusu konuşmada; Milli Eğitim Bakanı’nın görevde yükselme ve atanma şeklindeki uygunsuzluklara yönelik iddiaların doğruluğu noktasında, konuşma esnasında dayanak gösterilen Prof. Dr. Kemal Gözler’in anayasa.gen.tr’deki metnine bakıldığında da, iddialarla, Resmi Gazete kaynak gösterilerek yazılan makalenin, birebir örtüştüğü görülmüştür. https://www.anayasa.gen.tr/cbhs-ek-2-yusuf-tekin.htm (Erişim Tarihi: 30.01.2025)
Sunucunun, Gazeteci Miyase İlknur’a, bu sürecin toplum üzerine yansımasını sorması üzerine, gazeteci ÇEDES projesi yerine, çerez projesi yapılsa, okula aç giden çocukların karnının doyacağı önerisinde bulunmuş, ayrıca akademik yükseliş için 5 yıl gerektiren bir sürecin, Milli Eğitim Bakanı için 1.5 ayda tamamlandığını, bunun kul hakkı yemek olduğunu belirterek, kişiye özel yapılan bu uygulamayı eleştirmiştir.
Demokratik toplumlarda, “Bakanlık” görevini sürdüren bir kişinin; “Profesör ve Rektör” olma sürecindeki uygunsuzlukların topluma aktarılarak eleştirilmesi, gazetecilerin haber verme/ halkın haber alma kapsamında olduğuna kuşku yoktur. Üstelik bu bilgilerin, 29 Aralık 2019 tarihinde, bir profesör tarafından “Türk Anayasa Hukuk Sitesi” adlı bir sitede yayınlandığı ve yaklaşık 6 yıldır Milli Eğitim Bakanı tarafından hiçbir itiraz yapılmadığı da dikkate alındığında; yayında ifade edilen bilgilerin doğruluğu noktasında bir tartışma söz konusu değildir.
Olgusal temeli bulunan konularda, gazetecilerin yaptığı eleştirilere yönelik yaptırım uygulanması, adil, hukuki ve hakkaniyetli değildir. Çünkü söz konusu konuşmalarda; eleştiri sınırları ötesinde veya hakaret/iftira içerikli, Bakanı zan altında bırakan bir ifade bulunmamaktadır.
Ayrıca, gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse de AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Bu yönüyle kimileri için incitici, abartılı ve rahatsız edici kabul edilse bile ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşun üst sınırdan yaptırıma uğraması, adil ve ölçülü değildir, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
2- Gazetecinin en temel görevinin ve sorumluluğunun başında, haber alma, işleme ve iletmenin yanı sıra, olayları analiz etme ve gazetecilik meslek ilkeleri doğrultusunda fikir ve görüşlerini kamuoyuyla paylaşma gelmektedir. Özgürlükçü demokrasilerde, özellikle kamu yararı gerektiren durumlarda, gazetecilere daha geniş açılarla olayları yorumlama ve eleştiri yapma hakkı tanınmakta, böylece halkın olaylara ilişkin özgürce kanaat oluşturması amaçlanmaktadır.
İhlal olduğu iddiasıyla yaptırım uygulanan yayında da, Gazeteci Miyase İlknur; iktidardaki hükûmetin, devlet yönetim sürecine ilişkin politikalarına yönelik, eleştirel değer yargısı niteliğinde, siyasi eleştirilerde bulunmakta, kişisel fikir ve analizlerini dile getirmektedir.
Olgusal temeli olan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki açıklamalar nedeniyle yaptırım uygulanması, kamuyu ilgilendiren bir konuda serbest tartışmanın yolunun kapatılması, toplumda özgürce kanaat oluşumunu engellenmesi sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı haksız, orantısız ve ifade özgürlüğüne aykırıdır.
Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e yönelik ifadelerin; “suçlayıcı, küçük düşürücü, zan altında bırakan, yargılayıcı, çeşitli ithamlar içeren” ifadeler olduğu iddia edilmiştir. Oysaki yayının içeriğinin ayrıntılı olarak anlatıldığı bölümde de görüleceği üzere; bu iddiaların resmi kaynaklar nezdinde doğruluğu ispatlanmıştır ve “zan altında bırakma” gibi bir durumun söz konusu olmadığı da ortadadır.
Milli Eğitim Bakanı tarafından, şahsına özel olarak yazılmış ve bir hukuk sitesinde yayınlanmış olan bir makaleye itiraz edilmediğine göre, doğruluğu ispatlanmış bir konunun ekranlardan dile getirilmesinin de, “zan altında bırakma” veya “itibarsızlaştırma” gibi bir ihtimalinin olamayacağı ortadadır.
3- Yaptırıma gerekçe gösterilen Gazeteci Miyase İlknur’un; eleştirel değer yargısı niteliğindeki söylemlerin, suç teşkil edip/etmediği veya hakaret olup/olmadığı noktasında, benzer bir konuda alınmış Yargıtay kararı yol gösterici olacaktır.
“Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözün, hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. AİHM’ye göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler bir değer yargısı içermekle birlikte somut bir olgu isnadından bahsedilemiyorsa, değer yargılarını destekleyecek ‘yeterli bir altyapı’nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı, AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir. Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir. Sonuç olarak, gerçek dışı olgulara dayalı iddia olarak nitelenen açıklamalar bakımından AİHM, başvurucuların bu tür ifadelerin ortaya konulmasından ve yayınlanmasından sorumlu olup olmadıklarını ve bu tür bilgilerle diğer kişileri aldatmayı amaçlayıp amaçlamadıklarını dikkate almaktadır” (Esas No: 2017/814 Karar No: 2018/512 Karar Tarihi: 08.11.2018, Kararı Veren Yargıtay Dairesi:18. Ceza Dairesi, Sayısı:497-113).
Dolayısıyla; olgusal temeli bulunan iddiaların, tartışma başlıklarının; medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından programlara konu edilmesi, bunların farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, kamusal tartışmalara ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın özgürlüğünün önemi büyüktür.
Toplumun bugünü ve yarınını ilgilendiren eğitim alanındaki uygulamalar ile halktan toplanan kaynakların, hangi öncelik ve tercihlere göre harcandığının sorgulanması, demokrasi ve basın özgürlüğünün bir gereğidir. Ayrıca bu tartışma yürütülürken Milli Eğitim Bakanı’nın kariyeri ile ilgili daha önce de kamuoyuna yansıtılan bilgilerin hatırlatılmasının da eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğu açıktır.
4- Gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir. Kaldı ki; Üst Kurulun, uymakla yükümlü olduğu 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde de; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmü yer almaktadır.
Bu nedenlerle; söz konusu ifadelerin öncesi yapılan açıklamalara yer verilmeden, bölünerek ya da seçilerek bağlamından koparılarak hazırlanan uzman raporuna dayalı verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğuracaktır.
5- İnsan hakları hukuku belgelerinde ve anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
6- Cumhurbaşkanına, bakanlara, iktidar partisi politikalarına veya siyasi liderlere yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve kamusal faydası yüksek serbest tartışmanın ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 15 Aralık 2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; sunuculuğunu Murat Sabuncu ve Levent Gültekin'in yaptığı “İki Yorum” adlı programda yer alan; ““Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek…Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur…Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun?...O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun…Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim…Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar…Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir.” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun, karara karşı yargı yoluna başvurması nedeniyle; Ankara 12. İdare Mahkemesi'nce verilen 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararda; "Halk TV logosuyla yayın yapan televizyon kanalında yayınlanan uyuşmazlığa konu programda, siyaset ve ekonomiye dair olay ve gelişmelerin ele alındığı, programda sunucular "M.S." ile "L.G." tarafından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli'ye yönelik sarf edilen sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu anlaşıldığından, 6112 sayılı Kanun uyarınca davacı yayın kuruluşuna idarî para cezası verilmesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” kararı verilmiştir.
Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir.
DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ’nin, 27/09/2023 tarih ve 2023/2034 E., 2023/3773 K. sayılı kararıyla, “Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi'nin 16/03/2023 tarih ve E:2023/438, K:2023/1608 sayılı temyize konu kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, anılan Bölge İdare Mahkemesi kararının ONANMASINA…” kararı verilmiştir.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihli ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı yoluna başvurması sonucunda; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
Bu kararların işaret ettiği nokta; ülkeyi yönetenler veya iktidar partisi uygulamaları ve iktidar partisi milletvekilleri söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
7- Anayasa Mahkemesi’nin de, almış olduğu kararlarında, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
8- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeni” dikkate alındığında, bir gazetecinin, ülke yönetiminde söz sahibi olan bir bakan, bir siyasetçi ilgili yaptığı sorgulama ve kamusal faydası yüksek serbest tartışma nedeniyle, Tele 1 logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
9- Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. “48. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11)
Ayrıca Anayasa Mahkemesinin yukarıda alıntı yapılan Ergün Poyraz (2) [GK], kararında da söz konusu AİHM kararına yer verilerek; “69. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil; aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).” şeklinde hüküm bildirilmiş ve hükûmetlerin eleştirilere daha tahammüllü olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 13)
10- Son olarak; AİHM’nin, kamu görevlilerine, hükûmete veya siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında aldığı kararlarda, medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük hak ve alanını oldukça geniş tuttuğu görülmektedir.
-Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğü onaylanmıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır (Thorgeir Thorgeirson/İzlanda, 13778/88, 25 Haziran 1992).
-Basının siyasi hayatın bekçisi olarak rolünü AİHM ilk kez Lingens davasında (1986) vurgulamıştır. Lingens/Avusturya kararında; siyasi tartışma özgürlüğünün, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’ olduğu hüküm altına alınmıştır. Söz konusu özgürlük hem bilginin, hem de fikirlerin açıklanması ile ilgili olduğundan, AİHM tarafından yapılan ayrım bu erken aşamadan itibaren önem kazanır. Bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) arasında açık bir ayrıma giden AİHM şöyle demiştir: “Olguların varlığı kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konulamaz. (...) Değer yargıları açısından bunu talep etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey istemektir; bu, AİHS’in 10. Maddesi’nin teminat altına aldığı hakkın asli bir bölümü olan fikir özgürlüğünün kendisini ihlâl eder.” (Lingens, 1986; Jerusalem-Avusturya, 2001; Dichand ve diğerleri-Avusturya, 2002). (İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, Monica Macovei İnsan Hakları El Kitapları, No.2, Para.7) https://www.anayasa.gov.tr/media/3610/aihsmad10ifade.pdf (E.T.:30.01.2025)
Ayrıca Lingens/Avusturya kararında; ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
-Hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde basın/ ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarında ve AİHS kapsamında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla; yaptırıma konu ifadelerin, sert eleştiri niteliğinde olduğu, hakaret, küfür, iftira içermediği ve olgusal temeli olan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle yaptırım uygulanmasının, kamusal yararı olan serbest tartışmayı ve özgürce kanat oluşumunu engelleyici olacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 10.02.2025