İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 26.12.2024 tarih ve 111 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 03.12.2024 tarihinde saat 18:59'da "Fatih Portakal ile Ana Haber" ve 09.12.2024 tarihinde saat 16:59'da yayınlanan "Haber Saati" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
09.12.2024 tarihinde yayınlanan “Haber Saati” isimli haber bülteninde "…beyefendinin açıklamalarının -o güzel Türkçesiyle (!) yaptığı açıklamalar- hep birbirinin aynısı...O zaten tam bir kepazelik de. Affedersiniz, o gerçekten bir kepazelik ama o kepazeliğin utancı da onu seçenlerde. Kusura bakmasın Türk-İş'in bu konfederasyondur. Türk- İş, diğer sendikalar bunun utancını onlar yaşasın…Bu beyefendiyi hatırlarsanız bir ara da geçen sene bu vakitlerdeydi herhalde müzakereler devam ederken, kamuoyu kulak kesilmişken, müzakerelerin tam ortasında öğlen yemeği için saraya çıkmıştı. Saraydan indiğinde de tepeden inme bir şekilde asgari ücret konusunda açıklama yapılmıştı ve olay bitmişti…oradaki görüşmeler neticesinde, bir öğlen yemeğine -ben öyle diyorum, kusura bakmasın-, bir öğlen yemeğine çalışan kesimler satılmıştır. O ücret bu şekilde belirlenmiştir.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan, "İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
“SZC” logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 03.12.2024 tarihli "Fatih Portakal ile Ana Haber" ve 09.12.2024 tarihli "Haber Saati" adlı programlarda, Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’a yönelik ifadelerin, eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Programların yayınlandığı dönemde, asgari ücretle yaşamak zorunda bırakılan milyonlarca vatandaşın, 2025 yılında evlerine girecek gelirin ne olacağı tartışması yürütülmektedir ve bu konunun televizyon ekranlarına taşınması ve tartışılması beklenen bir durumdur. Bu çerçevede neredeyse bütün haber bültenlerinde bu konu yer almış, taraflardan biri olan ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda yer alan Türk-İş Konfederasyonunun tutumu da sorgulanmıştır. SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan programların da bu bağlamda değerlendirilmesi gereklidir.
1- Öncelikle bilinmesi gerekir ki; Uzman raporunda da, raporu esas alan Kurul Kararında da, dikkati çeken, çelişkili bir durum bulunmaktadır. Uygulanan yaptırım 3 Aralık ve 9 Aralık 2024 tarihli iki ayrı programı kapsamaktadır. Ancak gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul Kararında, her iki programa ait deşifre metinler bulunmasına rağmen, hem Uzman raporunda yaptırım önerilen, hem de Kurul Kararında yaptırım uygulanan ifadelerin, yalnızca 9 Aralık 2025 tarihli programda yer alan ifadeler olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla, 03.12.2024 tarihli "Fatih Portakal ile Ana Haber" programında, sunucunun hangi ifadelerinin ihlal teşkil ettiğine dair herhangi bir tespit yapılmadığı, Uzman raporu ve Kurul Kararının kanaat bölümünde de, Fatih Portakal’ın hiçbir ifadesinin yer almadığı dikkate alındığında; bu yönüyle; ihlal oluşturduğuna ilişkin hiçbir bir tespitte bulunulmayan söz konusu "Fatih Portakal ile Ana Haber" programının, Kurul Kararında ihlal gerekçelerinden biri olarak sunulması, izaha muhtaç bir durumdur.
Kaldı ki; Fatih Portakal’ın Kurul Kararında deşifresi sunulan konuşmalarına bakıldığında da, hakaret, aşağılama ve küfür içeren ifadeler bulunmadığı, eleştirel değer yargısı niteliğinde değerlendirmeler yapıldığı, bu çerçevede de konuşmanın bütününde ifade özgürlüğü sınırlarını aşan bir yön olmadığı görülmektedir.
Bu nedenlerle; 9 Aralık 2024 tarihli “Haber Saati” isimli haber bülteninde yer alan ifadelerin, ihlal olup olmadığına bakılması gerekmektedir.
“Haber Saati” programına, İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı konuk edilmiş, Günçavdı’nın Türk-İş Başkanı hakkındaki; "Beyefendinin açıklamalarının -o güzel Türkçesiyle (!) yaptığı açıklamalar- hep birbirinin aynısı... O zaten tam bir kepazelik de. Affedersiniz, o gerçekten bir kepazelik ama o kepazeliğin utancı da onu seçenlerde. Kusura bakmasın Türk-İş'in bu konfederasyondur. Türk-İş, diğer sendikalar bunun utancını onlar yaşasın…Bu beyefendiyi hatırlarsanız bir ara da geçen sene bu vakitlerdeydi herhalde müzakereler devam ederken, kamuoyu kulak kesilmişken, müzakerelerin tam ortasında öğlen yemeği için saraya çıkmıştı. Saraydan indiğinde de tepeden inme bir şekilde asgari ücret konusunda açıklama yapılmıştı ve olay bitmişti…oradaki görüşmeler neticesinde, bir öğlen yemeğine -ben öyle diyorum, kusura bakmasın-, bir öğlen yemeğine çalışan kesimler satılmıştır. O ücret bu şekilde belirlenmiştir.” ifadeleri, yaptırıma gerekçe gösterilmiştir.
Bu ifadelerde öne çıkan “kepazelik” tanımıdır. Bu sözün söylenme kastı ve hedefi son derece açık olmasına rağmen, Kurul Kararında;
“…mezkur ifadelerin ülkemizdeki çalışanları temsil etmekle görevli birine karşı eleştiri sınırlarını aşar nitelikte olduğu, öte yandan delegeler marifetiyle demokratik koşullarda seçilen bir konfederasyon başkanı ile onu seçenler hakkında direkt olarak "kepaze" söyleminde bulunup utanç duygusundan dem vurmanın; başkan, seçmen ya da destekçileri ve konfederasyon hakkında eleştiri sınırları ötesinde insan onuruna aykırı, küçük düşürücü, değersizleştirici ve iftira niteliğinde olduğu kanaatine varılmıştır.” şeklinde bir gerekçelendirme yapılmıştır.
Oysaki deşifrelerde de görüleceği gibi; Prof. Dr. Öner Günçavdı’nın, iddia edildiği gibi Ergün Atalay’a “kepaze” demediği, bir olayı/süreci “kepazelik” olarak nitelendirdiği ortadadır.
Programda, asgari ücret görüşmeleri ve Türk-İş Başkanı’nın bu süreçteki önemi konuşulurken; Sunucu Serap Belovacıklı’nın; “…biz satır aralarını okumaya çalışıyoruz, mikrofonun açık kaldığı zamanlar gibi, pazarlıkta Sayın Bakan’a yaptığı açıklamalar gibi.” şeklinde, geçmiş dönemde yaşanmış bir olayı hatırlatması üzerine, Öner Günçavdı da, o olayı “kepazelik” olarak tanımlamıştır.
Söz konusu mikrofonun açık unutulması olayı, o dönem medyada geniş şekilde yer almış ve Türk-İş Başkanı’na yönelik ciddi tepkilere neden olmuştu.
“Türk-İş Başkanı Ergün Atalay ile Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk arasındaki konuşma açık kalan mikrofona yansıdı. Mikrofonunu kapattığını düşünen Atalay, iktidarın düşük zam teklifini kabul etmesini Bakan Selçuk'a, ‘Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle.’ diyerek açıkladı… İktidarın teklifinin Türk-İş'in talebinin çok altında olmasına rağmen Atalay anlaşmaya imza atmıştı.” https://www.evrensel.net/haber/384851/mikrofonu-acik-unutan-turk-is-baskani-uzasa-isi-karistiracagiz-kapattim-boyle (E.T.17.02.2025)
Bir olayı “kepazelik” olarak nitelendirmenin, hakaret veya aşağılama içerip/içermediği noktasında, YARGITAY kararlarına baktığımızda da, hakaret içermediği görülmektedir.
Yargıtay 4. CD Esas: 2012/14059 Karar: 2014/249 Tarih: 13.01.2014
“Sanığın kendisine haksız yere trafik ceza tutanağını düzenleyen ve hakaret ettiğini iddia eden görevliler hakkında Başbakanlık İletişim Merkezi ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yapmış olduğu şikayetle ilgili soruşturma izni verilmemesi üzerine müdürlüğe gönderdiği elektronik postadaki ‘Bu ne rezillik, bu ne kepazelik, bu ne ahlaksızlık ve terbiyesizlik’ şeklindeki sözler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, herhangi bir kişi hedef alınmadığı gibi elektronik postadaki sözlerin kişilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp ağır eleştiri niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı....”
Sonuç itibarıyla; yaptırıma konu sözlerin;
1) Doğrudan Türk-İş Konfederasyonu Başkanı Ergün Atalay’ın kişiliğini hedef almadığı,
2) Geçmiş yıllardaki asgari ücret görüşmelerinde yaşanan ve tepki çeken bir konuya ilişkin yapılmış bir eleştiri olduğu,
3) Kurul Kararında iddia edilen; “konfederasyon başkanı ile onu seçenler hakkında direkt olarak "kepaze" söyleminde bulunup …eleştiri sınırları ötesinde insan onuruna aykırı, küçük düşürücü, değersizleştirici ve iftira niteliğinde olduğu” iddiasının doğru olmadığının, program deşifrelerine bakıldığında bile görülebileceği,
4) Bir kişinin “kepaze” olarak tanımlanmadığı, yukarıda açıklandığı üzere, olayın kepazelik olarak nitelendirildiği,
5) Örnek Yargıtay kararında da görüleceği gibi, “kepazelik” ifadesinin, kişilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp ağır eleştiri niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı, açıktır ve bu nedenlerle söz konusu Kurul Kararı da, hukuki değildir.
2- Prof. Dr. Günçavdı’nın uzmanlık alanıyla ilgili bir alanda, temel ücret haline dönüşen ve milyonlarca vatandaşı ilgilendiren asgari ücretin belirlenmesi süreçleriyle ilgili sorgulamalar yapması, asgari ücretin düşük kalmasında sorumluluk payı olduğu kişilere yönelik eleştiriler yöneltmesinde hayatın olağan akışına aykırı bir yön bulunmamaktadır. Ayrıca geçmiş yıllardaki süreçler de hatırlandığında, eleştirilerin olgusal bir temelinin de olduğu görülmektedir.
Günçavdı’nın eleştirel değer yargısı niteliğindeki kimi ifadeleri, “rahatsız edici” olarak değerlendirilebilirse de; gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse de AİHM kararları dikkate alındığında; Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasetçiler, bürokratlar ile sendika ve meslek odası yöneticileri gibi toplum önderi kimliğindeki kişiler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Bu yönüyle de program konuğu uzman bir akademisyenin, doğrudan bir suçlamada bulunmadan, asgari ücretin belirlenmesi süreçlerine ilişkin canlı yayında yaptığı sorgulamalar nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, isabetli ve ölçülü değildir, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
3- Yayınlarda zaman zaman bazı kişi ya da kurumlarla ilgili iddiaların da gündeme taşınması, olağan bir durumdur. Kişi ve kurumların da bu iddialara ilişkin cevap ve düzeltme hakkı vardır ve bu hak, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin (o) fıkrasında, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, koruma altına alınmıştır. Türk-İş Konfederasyonu Başkanı Ergün Atalay’ın düzeltme ve cevap hakkının da bu koruma altında olduğuna şüphe yoktur.
Düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurulmaksızın, doğrudan bir suçlama içermeyen değerlendirmeler nedeniyle, basın ve ifade özgürlüğünü de zedeleyecek şekilde, bir yayının doğrudan yaptırım konusu yapılması, ölçülü ve rasyonel değildir, yaptırımların kanuniliği ve eşitliği ilkesine aykırıdır.
4- Siyasetçiler, bürokratlar ve toplum önderlerine yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir.
Örneğin; Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
Bu tür kararların işaret ettiği nokta; ülkeyi yönetenler veya iktidar partisi uygulamaları, meslek odaları ve sendikalar gibi örgütlü yapıların yöneticileri söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
5- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
SZC logolu medya sağlayıcı kuruluşun; çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 9 idari yaptırımda 6.4 milyon TL) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir.
Bu yönüyle Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeni” dikkate alındığında, bir akademisyen olan program konuğunun, gündemdeki bir konu ile ilgili konunu tarafı bir sendika yöneticisi ile yaptığı sorgulama ve süreç eleştirisi nedeniyle SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
6- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, toplum önderleri söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102)
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir.¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD])
7- Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin hüküm altına aldığı bir diğer husus da, siyaseti seçmekle bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bırakan siyasiler ve sendika başkanı gibi kamuoyunca tanınan kişilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmaları gerektiğidir. Bu çerçevede dikkatlerde tutulması gereken bir başka nokta da bu kişilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğudur.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, kamusal faydası olan serbest tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.