İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.11.2024 tarih ve 99 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 13.11.2024 tarihinde saat 20:07’de yayınlanan "Arena" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Uğur Dündar’ın yaptığı, İYİ Parti Milletvekili Turhan Çömez’in konuk olarak katıldığı, yakın zamanda haklarında dava açılmış olan “Yenidoğan Çetesi” hakkında konuların konuşulduğu "Arena" adlı program yayınında geçen diyaloglarda; “Bu arada yine eğer benim vereceğim bu bilgi yanlışsa Sayın Memişoğlu da bunu düzeltsin. Çünkü bununla ilgili de bana hastanelerden sözlü bilgi verildi. O sebeple iddialı konuşmayacağım. Sayın Memişoğlu'nun da eşi Yenidoğan uzmanı olan bir çocuk hekimi ve aynı hastanelerde çalıştığını söylediler ve aynı hastanelerde çalıştığını söylediler. Süleymaniye'de çalıştığı söylendi… Ama bu teyit edilmiş bir bilgi değil… Teyit edilmiş bir bilgi değil. Memişoğlu buna da umuyorum cevap verir… Bu çok önemli bir durum ve bu dosya yok şu anda ortada. Kayıp. Benim elimde bununla ilgili inceleme raporu var ama akıbeti bilinmiyor… Peki, Medilife Hastanesi kim ve ne? Medilife Hastanesi Bakan Bey'in çok yakın arkadaşının başhekim olduğu hastane. Ve Sayın Bakan İstanbul İl Sağlık Müdürü olarak 11 Temmuz 2023 tarihinde Medilife Hastanesine gidiyor. Bu hastanede hastanenin Başhekimiyle boy boy fotoğraflar çektiriliyor. O arada çocuklar ölmeye devam ediyor... Ondan sonra tam 11 tane çocuk maalesef ölüyor veya öldürülüyor... Şimdi ben Bakan Bey'e soruyorum. (Sağlık Bakanı ve ilgili hastanenin Başhekiminin fotoğrafı ekrana yansıtılarak) Tarihe bakın lütfen, 11 Temmuz 2023. Bakan Bey de o zaman İl Sağlık Müdürü. Bütün bu soruşturmalar yok farz edilmiş, hastanenin adı soruşturma dosyasında var, Bakan Bey'in İstanbul İl Sağlık Müdürü olarak teftiş ettiği bir hastane olmakla beraber ve ondan sonra burada çocuklar ölmüş...”şeklinde başlayan ve devamındaki ifadeler nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle ,“oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
Karşı oy kullanma gerekçem;
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 13.11.2024 tarihinde yayınlanan, sunuculuğunu Uğur Dündar’ın yaptığı “Arena” programına, İyi Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez konuk olmuş, programda “Yenidoğan Çetesi” soruşturma ve yargılama süreci konuşulmuştur. Program konuğunun, söz konusu süreçle bağlantılı olarak Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ile ilgili gündeme getirdiği konular, “soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Toplumun gündeminde olan ve tartışılan konuların, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazar ve sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir. Bu çerçevede ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması, toplumsal faydayı arttıracaktır.
Gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse de AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Yaptırıma gerekçe olan “Arena” programında, Sosyal Güvenlik Kurumundan daha fazla gelir elde edebilmek için, yeni doğan bebeklerin özel hastanelere sevk sürecinde yapılan usulsüzlükler ve bebeklerin kasıtlı olarak ölümlerine yol açılması gibi olayları kapsayan ve kamuoyunda “Yenidoğan Çetesi” olarak bilinen, Türkiye’yi sarsan skandalın soruşturma ve yargılama süreci ele alınmıştır.
İyi Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez; hem bir doktor olarak, hem de daha önce bu konuyu TBMM’ye taşıdığına dikkat çekerek, bu konuda yürüyen adli sürecin dışında kendisinin de ayrı bir araştırma yaptığını, hastanelerde görüşmeler yürüttüğünü ifade etmiş, bu süreçte edindiği bilgileri paylaşmıştır.
Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul kararında, Turhan Çömez’in Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ile ilgili ifadeleri ile bebek ölümleri ve skandal süreçlerde neler yaşandığına ilişkin anlatımlarının, ihlale gerekçe yapıldığı görülmektedir. Sağlık Bakanı ile ilgili ifadeler, “Bu arada yine eğer benim vereceğim bu bilgi yanlışsa Sayın Memişoğlu da bunu düzeltsin. Çünkü bununla ilgili de bana hastanelerden sözlü bilgi verildi. O sebeple iddialı konuşmayacağım. Sayın Memişoğlu'nun da eşi Yenidoğan uzmanı olan bir çocuk hekimi ve aynı hastanelerde çalıştığını söylediler ve aynı hastanelerde çalıştığını söylediler. Süleymaniye'de çalıştığı söylendi… Ama bu teyit edilmiş bir bilgi değil… Teyit edilmiş bir bilgi değil.” ve “Medilife Hastanesi Bakan Bey'in çok yakın arkadaşının başhekim olduğu hastane. Ve Sayın Bakan İstanbul İl Sağlık Müdürü olarak 11 Temmuz 2023 tarihinde Medilife Hastanesine gidiyor. Bu hastanede hastanenin Başhekimiyle boy boy fotoğraflar çektiriliyor.... (Sağlık Bakanı ve ilgili hastanenin Başhekiminin fotoğrafı ekrana yansıtılarak)” şeklindedir.
Söz konusu ifadelerin bir bölümünde Turhan Çömez, Sağlık Bakanı’nın eşi ile ilgili bir iddiayı, “teyit edilmiş bir bilgi değil” diyerek gündeme getirmiş, Sağlık Bakanı’nın cevap ve düzeltme hakkına da programın başında, “Sayın Sağlık Bakanı bizi ya izliyordur ya da izlettiriyordur. Kendisi, lütfen açık çağrımdır, bu programa katılsın, telefonla bağlansın. Benim soracağım ve şuanda açıklayacağım belgelere cevap versin” diyerek atıf yapmıştır.
Program konuğunun, “teyit edilmiş bir bilgi değil” şeklindeki ifadesinin, Uzman raporunun ve yaptırım kararının temel dayanağını oluşturduğu görülmektedir.
Program konuğu Turhan Çömez, İyi partinin TBMM grup başkanvekili ve aynı zamanda tıp doktorudur ve siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında hükümetin, iktidarın uygulamalarını, toplumu derinden sarsan bir skandalla ilgili süreci eleştirme ve sorgulama hakkı bulunmaktadır. Milletvekillerinin, iktidarın uygulamaları veya bakanların sorumluluk alanlarında yaşanan olaylarla ilgili iddiaları gündeme taşımalarına “ispat yükümlülüğü” getirilmesi; bu gerekçe ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yaptırıma uğraması, demokratik sistemlerin temeli olarak sayılan siyasi tartışma özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacak, basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır.
Yenidoğan Çetesi” ile ilgili yürüyen adli süreçte kamuoyuna yansıyan bilgiler, program konuğunun açıklamalarının olgusal temelinin bulunduğuna işaret etmektedir.
Bu çerçevede söz konusu ifadelerin, “haber” kategorisinde değil, kamusal faydası yüksek bir siyasi tartışmanın parçası olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Ayrıca gerek uzman raporunda gerekse raporu esas alan Kurul kararında, söz konusu iddiaların yanlış olduğuna işaret eden bir bilgi bulunmamaktadır. Cevap ve düzeltme hakkı başvurusu ve bu talebin karşılanıp karşılanmadığına ilişkin de bir bilgi yer almamaktadır.
Yalnızca program konuğunun yayın sırasında kullandığı “...benim vereceğim bu bilgi yanlışsa Sayın Memişoğlu da bunu düzeltsin....bu teyit edilmiş bir bilgi değil...” ifadesi temel alınarak gerekçelendirilen yaptırım kararı, medya hizmet sağlayıcı kuruluşları, farklı siyasi düşünceleri ekrana taşıma konusunda tereddüte düşürecek, ifade özgürlüğü ve düşünce çeşitliliğinin sağlanması zora girecektir.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları temel alındığında; cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar, kamu kurumları ile toplumda tanınmış kişilere yönelik eleştirilerde de ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine kuşku yoktur. Siyasi tartışma özgürlüğünün de, özel güvence altına alındığı bilinmektedir.
Bu yönüyle de program konuğu bir siyasetçinin, ülke gündeminde önemli yer tutan bir skandalla ilgili, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında canlı yayında yaptığı sorgulamaların, haber aktarımı gibi nitelendirilip, “doğruluğundan emin olunmaksızın” yayınlandığı gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, isabetli ve ölçülü değildir.
Söz konusu program ile ilgili ihlal iddiası; gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında “haber” ve “gazetecilik” üzerinden gerekçelendirilmiştir. Uzman raporunda; “haberde doğruluk, haberde doğruluğun kanıtlanması, haberde nesnellik, haberde çarpıtma” kavramlarının ayrıntılı tanımlarına ve İletişim Başkanlığının “Doğru Habercilik ve Medya Etiği” başlıklı çalışmasının “Gerçek ve Doğru Habercilik” bölümünden de alıntılara yer verilmiştir. “Gazetecilik mesleğinin temel görevi haberciliktir” görüşü ve haber tanımıyla ilgili bölümler, Uzman raporunu esas alan Kurul kararına da alınmıştır. Kurul kararında ayrıca;
...araştırılmadan, doğruluğu ispatlanmadan yapılacak haber sunumunun olması gereken sağduyu ortamına zarar vermesi kaçınılmazdır.
-Haber aktarımında doğruluk ve gerçeklik haberciler açısından hem hukuki hem de ahlaki zorunluluktur.
-Haberi veren de elde ettiği bilgileri doğrulatmak için çaba göstermelidir.
-Haber unsurlarından ve ögelerinden en önemlisi doğruluk ve gerçekliktir.
-Bir program yayınlanmadan önce teknik hazırlık, stüdyo içerik hazırlığı vb. birçok ön denetimden geçmektedir. Yayın kuruluşları tarafından tüm kamuoyunu ilgilendiren böylesine hassas haber ya da yorumların meslek ilkeleri uyarınca teyit edilmeksizin yayınlanmaması gerekir.”
şeklinde değerlendirmelere yer verildiği görülmektedir.
Bu görüşün devamı niteliğinde;“...soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı kanaatine varılmıştır.” şeklindeki hüküm cümlesi de, Kurul kararına alınmıştır.
Ancak, yaptırıma konu edilen ifadeler ve iddialar; bir haber bülteni ya da haber programında, sunucu ya da gazeteci tarafından gündeme getirilmiş değildir. Bir siyasi parti grup başkanvekilinin canlı yayında yaptığı açıklamaların, haber aktarımı olarak tanımlanması ve bunun üzerinden, “haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı” gerekçesi ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması hukuki değildir.
RTÜK’ün program türlerine ilişkin rehberindeki (https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832) tanımlamalar dikkate alındığında; SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “ARENA” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel programlar, Yorum Programları” olarak kodlanmıştır.
Bu duruma rağmen; milletvekili ve bir siyasi parti grup başkanvekili olan program konuğunun, bir yorum programında ifade ettiği görüşler ve gündeme getirdiği iddiaların, “haber” kategorisinde değerlendirilmesi ve “ispat yükümlülüğü” aranması, haksızdır ve dayanaktan yoksundur.
Bir yorum programında, siyasetçilerin iktidarı sorgulama niteliğinde olan ve olgusal temeli bulunan yorumları nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması, basın ve ifade özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle de üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı; haksız, orantısız ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
Yorum programları özelinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun benzer bir konudaki yaptırım işlemini hukuka uygun bulmayan kararı, yol gösterici niteliktedir.
Üst Kurulun 19.03.2020 tarih ve 2020/12 sayılı toplantısında, 27 No.lu karar ile; Haber Türk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Gerçek Fikri Ne?” programında, sunucu ve program konuklarının; dış politik gelişmeler ve iç savaş riski üzerine yaptıkları değerlendirmelerle, “tarafsızlık, gerçeklik doğrularını esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır” ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Yaptırım kararı yayıncı kuruluş tarafından yargıya taşınmış, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin davanın reddi yönündeki kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin, 30.11.2023 tarih ve 2023/5695 E., 2023/6967 K. sayılı kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; “...söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ‘milli güvenliğin’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı... Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 19.3.2020 tarih ve toplantı No: 2020/12, Karar No:27 sayılı işleminde hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır” değerlendirmesi yer almıştır.
Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesinin kararı, “haber programı” ile “yorum programı” ayrımının yapılmasının, yargı tarafından da kabul edildiğinin işaretidir.
Yine bu çerçevede; Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
- Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
- Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
- RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
- Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir
Söz konusu program her ne kadar bir yorum programı ve yaptırıma gerekçe olan program konuğu siyasetçi de olsa, Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların ifade özgürlüğü açısından da örnek niteliğindedir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir.”
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların, siyasi tartışma programlarındaki, sert eleştiri ya da eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Milletvekilleri seçmen kitlesini, yani halkı temsil etmekle görevlidirler. Belirli bir ilden seçimi kazanmış olsalar da seçildikleri ili, bölgeyi veya salt kendilerini seçen seçmenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Dolayısıyla, halkın sorunlarını ve gündeme ilişkin görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak, çözüme ilişkin katkıda bulunmak, milletvekilinin, en asli, en önemli görevlerinden kabul edilir ve bu görevi ifa ederken medya kuruluşları en hızlı şekilde en büyük kitleye ulaşabilmelerine aracılık eder.
Milletvekilleri, görevleri gereği yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığına sahiptir. Yasama sorumsuzluğu; milletvekillerinin yasama ve denetim faaliyetlerindeki oy ve sözlerinden ve Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, Genel Kurulca başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamalarından dolayı sorumlu tutulamayacaklarını ifade eder. Yasama sorumsuzluğu mutlak ve süreklidir. Görevi sona erse de milletvekilli, görevi sırasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. (Türkiye Büyük Millet Meclisi Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı, Yeni Sisteme Göre YASAMA EL KİTABI, 2018, s.26) https://www5.tbmm.gov.tr/yayinlar/Yasama_El%20Kitabi.pdf (E.T.:20.12.2024)
Dolayısıyla, Üst Kurul aldığı bu kararla; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekilinin, gündemde geniş yer bulan ve birçok tartışma programına konu edilen bir olaya dair, “siyasi tartışma” niteliğindeki açıklamaları üzerinden, ifade özgürlüğüne, siyaset yapma özgürlüğüne müdahale etmiş, öte yandan halkın temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına da kısıtlama getirmiştir.
Ayrıca milletvekilleri, siyasetçiler ve siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün çerçevesine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.2015 tarih ve 2014/6128 sayılı kararı örnek niteliğindedir. Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelenmiş ve “İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Kurul çoğunluğunun yaptırım yönündeki kararı, hukuken isabetli ve haklı değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeni” dikkate alındığında, bir siyasetçi olan program konuğunun, Sağlık Bakanlığı’nın denetimi altında olan hastanelerde yaşanan skandal ve bağlantılı adli süreçle ilgili yaptığı sorgulama ve yürüttüğü siyasi tartışma nedeniyle SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
Hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Bir milletvekilinin ve TBMM’de bir siyasi partinin grup başkanvekilinin, ülke gündemindeki “Yenidoğan Çetesi” skandalı ile ilgili olarak, Sağlık Bakanı’nın tutumunu, olayın yaşandığı dönemdeki görevini de hatırlatarak sorguladığı ve siyasi tartışmaya açtığı, bu kapsamda da söz konusu ifadelerin, haber aktarımı olarak nitelendirilmesini gerektirecek bir durumun olmadığı açıktır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşun da, kamusal sorumluluk anlayışına aykırı bir tutumunun olmadığı görülmektedir. Bu konuda yapılan sorgulamalar ve bir siyasi tartışma gerekçe gösterilerek uygulanan yaptırımın, kamusal yararı yüksek olan serbest tartışmayı ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe oluşturacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 03.03.2025