İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.11.2024 tarih ve 107 sayılı yazısına konu FLASH HABER logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 07, 09.10.2024 tarihlerinde saat 10:00’da yayınladığı "Başkentte Gündem" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Moderatörlüğünü Fatih Ertürk’ün yaptığı, ülke gündemine ilişkin gelişmelerin ele alındığı ve farklı konukların yer aldığı "Başkentte Gündem" adlı programın 07.10.2024 tarihinde yayınlanan bölümünde; "İbrahim bu ülkede parasını verip de yaptıramayacağın bir iş var mı? Yani şöyle sen, aynı Afrika ülkelerine döndü, (Konuk İbrahim Gündüz: Şu andaki durum maalesef o) şu anda komisyonu öde istersen bütün Türkiye haritasını madene çevir ama yeter ki sen oradaki o bürokrat ve siyasetçileri gör. Türkiye'de satılığa çıkarılmadık hiçbir yer, toprak dâhil, orman dâhil, nehirler, ırmaklar dâhil, göller dâhil parasını ödersen, komisyonunu takdir edebilirsen, o insanları mutlu edebilirsen her şeyi yaparsın. Çünkü halk böyle istedi, anayasa değişikliğiyle yeni sistemle halk dedi ki ‘benim toprağımı sat, benim ormanımı maden yap, al beni rezil et, beni aç bırak, sokaklarda süründür.’ Onlar da gereğini yapıyor” ve 09.10.2024 tarihinde yayınlanan bölümünde ise “Adaletin, hukukun çöktüğü bir ülkede yaşam hakkı da biterse üçüncüye geldi sıra. Hani ekmeğinizi kaybettiniz, işinizi kaybettiniz, evinizi kaybettiniz, arabanızı kaybettiniz, servetinizi kaybettiniz, insan gibi yaşama hakkını kaybettiniz şimdi sıra canınıza geldi. Neyiniz var başka? Kaybedecek neyiniz var ya hakikaten merak ediyorum. En son neyi bırakacaksınız kendinizle ilgili yani. Yaşama hakkından vazgeçip neyin peşinden koşacaksınız? Nedir bu saplantı, niye böyle bir inat var bu ülkede? Olmuyor ya gitmiyor, yürümüyor, bir şeylerin değişmesi gerekiyor… Ekonomik buhranların bakın beş yıldır Türkiye ekonomik buhran yaşıyor. Aklı başında sokaktaki insanlarda birazcık ya zeytin çekirdeği kadar akıl olsa şu soruyu sorar kendine. Tenzih ediyorum bu olayları görüp yorumlayan, anlayanları. Onun dışındakilere sesleniyorum. Şunu sorar kendine ya. Biz bu hale nasıl geldik? Neden biz bu hale gelmemize neden olan insanlarda ısrar etmeye devam ediyoruz? Neden biz aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekliyoruz? Aynı şeyleri yapıp farklı sonucu akıllı insanlar beklemez. Daha ağır konuşmak istemiyorum…” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan; "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." ilkesinin ihlali edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile verilen karara karşı oy kullandım.
Karşı oy kullanma gerekçem;
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Flash Haber logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 07.10.2024 ve 09.10.2024 tarihlerinde yayınlanan "Başkentte Gündem" isimli programda; Moderatör Fatih Ertürk’ün, “Şunu sorar kendine ya. Biz bu hale nasıl geldik? Neden biz bu hale gelmemize neden olan insanlarda ısrar etmeye devam ediyoruz? Neden biz aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekliyoruz? Aynı şeyleri yapıp farklı sonucu akıllı insanlar beklemez” şeklindeki ifadeleri ile “toplumun bir kesiminin siyasi tercihleri üzerinden yargılanarak aşağılandığı” görüşüyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Öncelikle; Kurul kararına dayanak oluşturan Uzman raporunda; programın bu bölümünde işlenilen konunun ne olduğu veya ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin ne amaçla ve neye istinaden söylendiğine ilişkin herhangi bir bilginin ya da açıklamanın yer almadığı görülmektedir.
Bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti; yayına ilişkin ayrıntılı deşifrenin yapılması, yapılan konuşmaların geniş çerçevede ele alınması, konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılarak, konuşmaların bütün olarak ve bağlamında değerlendirilmesiyle mümkündür ve yayının başlangıcındaki konuşmalar, o yayının ne amaçla ekrana getirildiğinin göstergesidir. Oysaki Uzman raporunda; ihlal iddiasıyla sunulan konuşmaların öncesindeki ifadelere yer verilmemiş, söylemler kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora eklenmiştir. Ele alınan konunun bütün olarak değerlendirmeye alınmaması; konuşmaların bağlamından koparılmasına, anlam bütünlüğünün bozulmasına, gazeteciler tarafından bu sözlerin söylenme kastı ve hedefi ile yapılan eleştirilerin amacının anlaşılamamasına ve sonuç olarak objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır. Uzman raporunda yer almayan konuşmaların ayrıntılarını dikkate almak yerinde olacaktır.
Yaptırım uygulanan 07.10.2024 tarihli yayının, ihlale gerekçe gösterilen bölümünde Gazeteci İbrahim Gündüz; Türkiye’nin en önemli konusunun, su kaynaklarının, tarım alanlarının ve üreticilerinin korunması olduğunu, kaybedilmesi durumunda Türkiye’nin ağır bir buhranla karşı karşıya kalacağını, en tehlikelisinin ise “vahşi madencilik” olduğunu, özellikle siyanürlü altın madenlerinin en kısa zamanda kapatılması gerektiğini belirtmiştir. Madencilik için ormanların, fındık bahçelerinin, çay bahçelerinin, zeytinliklerin yok edildiğini, su kaynaklarının zehirlendiğini, köylerin yaşanmaz haline getirildiğini ve tarımın bitirildiğini, doğal olarak madencilik yapılan bölgelerdeki halkın tepki gösterdiğini ve haklarını korumaya çalıştığını söylemiştir. Fatih Ertürk de, yaptırıma gerekçe gösterilen sözlerini bu bölümde dile getirmiş ve konu kapsamında eleştirel değerlendirmelerde bulunmuştur.
Yaptırım uygulanan 09.10.2024 tarihli yayının, ihlale gerekçe gösterilen bölümünde ise; Fatih Ertürk, 104 kişinin öldüğü Gar katliamının 9. yıl dönümü nedeniyle yaptığı değerlendirmelerde, ülkemizde giderek artan şiddet vakalarından bahsetmiş ve bu kapsamda “Neden biz bu hale gelmemize neden olan insanlarda ısrar etmeye devam ediyoruz? Neden biz aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekliyoruz? Aynı şeyleri yapıp farklı sonucu akıllı insanlar beklemez.” sözleriyle iktidar politikalarına ve seçmen davranışlarına yönelik eleştirilerde bulunmuştur.
Her iki programda da, yaptırıma gerekçe gösterilen ifadelerin, gazeteciler tarafından hükûmet politikalarına yönelik yapılmış, siyasi eleştiri niteliğinde kişisel değerlendirmeler olduğu görülmektedir.
Bu nedenlerle; şiddet olaylarının toplum üzerinde yarattığı tahribatın ve madencilik yapılan bölgelerde halkın yaşadığı ve yaşayacağı sorunların aktarılmaya çalışıldığı programlarda, kamu yararının bulunması bir yana, söylemlerin eleştirel değer yargısı niteliği de göz önüne alındığında, halkın bir kesiminin aşağılandığı gibi öznel bir yaklaşımla oluşturulan rapor ile raporu esas alan ve üst sınırdan yaptırım içeren Kurul kararı, isabetli ve ölçülü değildir.
Yaptırıma gerekçe gösterilen ve toplumun bir kesiminin aşağılandığı iddia edilen söylemlere bakıldığında; eleştirel değer yargısı niteliğindeki söylemlerin, suç teşkil edip/etmediği veya hakaret olup/olmadığı noktasında, benzer bir konuda alınmış Yargıtay kararı yol gösterici olacaktır.
Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözün, hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. AİHM’ye göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler bir değer yargısı içermekle birlikte somut bir olgu isnadından bahsedilemiyorsa, değer yargılarını destekleyecek ‘yeterli bir altyapı’nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı, AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir. Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir. Sonuç olarak, gerçek dışı olgulara dayalı iddia olarak nitelenen açıklamalar bakımından AİHM, başvurucuların bu tür ifadelerin ortaya konulmasından ve yayınlanmasından sorumlu olup olmadıklarını ve bu tür bilgilerle diğer kişileri aldatmayı amaçlayıp amaçlamadıklarını dikkate almaktadır” (Esas No: 2017/814 Karar No: 2018/512 Karar Tarihi: 08.11.2018, Kararı Veren Yargıtay Dairesi:18. Ceza Dairesi, Sayısı:497-113).
Olgusal temeli bulunan iddiaların, tartışma başlıklarının; medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından programlara konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, kamusal tartışmalara ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır ve demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın özgürlüğünün önemi büyüktür.
Söz konusu yayında da; gazeteciler tarafından madencilik çalışmalarının yapıldığı bölgelerde, su kaynaklarının zehirlenmesi, tarım arazilerinin kullanılamaz hale gelmesi, ormanların katledilmesi gibi halkın yaşam ve geçim alanlarının yok edilmesinin eleştirilmesi veya şiddet içerikli olayların önlemez yükselişinin iktidar tarafından kontrol altına alınamamasının sorgulanması, demokrasi ve basın özgürlüğünün bir gereğidir. Ayrıca söylemlerin, olgusal temeli bulunan konularda eleştirel değer yargısı niteliğinde değerlendirmeler olduğu ve eleştiri sınırını aşan bir yönünün bulunmadığı açıktır.
İfade özgürlüğü kapsamında kalan, hakaret, küfür ya da iftira içermeyen ifadeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması, iktidar politikalarına yönelik eleştirel yaklaşan görüşlerin ifadesinin engellenmesi ve basın özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarında “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlamaktadır. Bu çerçevede de, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” ölçütlerinin getirildiği görülmektedir. Bu ölçütler ışığında Flash Haber logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım kararının orantılı ve en son çare olarak görülmesi mümkün değildir.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; basın ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşmayan değerlendirmeler nedeniyle cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, kamusal nitelikli tartışmaların yapılmasını güçleştirecektir.
Bu yönüyle yaptırım kararı isabetli değildir ve 6112 sayılı Kanunla Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini korumak” görevine de aykırılık oluşturmaktadır.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur. Söz konusu programda geçen ifadeler de, bağlamı ve bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde, eleştiri sınırlarını aşmadığı, olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğinde olduğu görülecektir.
İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında özel korumalar söz konusudur.
Hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği ve bireylere yönelik olarak hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden eleştiri ve yorumların da, basın özgürlüğü çerçevesinde korunduğu bilinmektedir.
Sonuç itibarıyla; hakaret veya aşağılama içerikli ifadelerin yer almadığı söz konusu programlarda, söylemlerin olgusal temeli bulunan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler olduğu, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, güçlü nedenler olmaksızın cezalandırılmasının kamusal nitelikli serbest tartışmalar ile özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı, ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 03.03.2025


