İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 28.01.2025 tarih ve 10 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 21.01.2025 tarihinde saat 18:59’da yayınlanan "Fatih Portakal ile Ana Haber" adlı haber programı yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunucu tarafından; “Düşünsenize yani bir parti başkanını alabiliyorlar. Bir parti başkanını işte hazır aldık bir başka suç da isnat edelim diyebiliyorlar. Arkadaşlar hepimiz güvencesiziz. Hiçbirimizin güvencesi yok. İktidara yakınsan hiçbir şey başına gelmez. İktidar aleyhinde konuşuyorsan, ister gazeteci ol ister siyasetçi ol, alınabilirsin. Senin başına her şey gelebilir. Tenhalarda bile öldürülebilirsin. Tenhalarda bile öldürülebilirsin. Bunu geçtiğimiz zamanlarda biliyorsunuz, bir parti başkanı söylemişti, tenhalarda kelimesi. Bu kadar korunaksız, bu kadar çaresiziz aslında. Ama o çaresizlikten biz gücümüzü alıyoruz. Asla diz çöktüremezsiniz, çöktüremeyeceksiniz de zaten. İstediğiniz kadar yasak getirin, istediğiniz kadar ne bileyim alın götürün, ifadesini alın, onu yapın, bunu yapın olsun. Eninde sonunda bu devran dönecek, eninde sonunda o korkuları o korkularla karşı karşıya kalacaksınız. Çünkü bu insanlar direnmeye devam edecekler. Bunu yaptığınız müddetçe, bu yasakları uyguladığınız müddetçe, bu şekilde insanlara muhalif görüşteki insanlara bu muameleleri yaptığınız sürece, bu insanlar bunu unutmayacaklar. Bu insanlar direnmeye devam edecekler. Sonuna kadar direnmeye devam edecekler. Adaletsizlik neredeyse orada direnmeye devam edecekler ve sizi gerçekten vicdanlarınızla baş başa bırakıyorum. O kadar, diyecek çok da fazla bir sözüm yok aslında.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlali nedeniyle “oy çokluğuyla” verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Son dönemde yargı kararlar ülkemizde sıklıkla gündem olmakta; sanatçı, gazeteci, siyasi parti genel başkanı ve belediye başkanlarının da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alınması, bir suç isnadı ile gözaltına alınanların başka bir suçlama ile tutuklanması, kamuoyunda tartışmalara yol açmış ve bu tartışmalar da haber bültenleri ve yorum programlarına taşınmıştır.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 21.01.205 tarihinde yayınlanan “Fatih Portakal ile Ana Haber" adlı programda da tartışılan yargı süreçleri kapsamında, Fatih Portakal’ın “hukuk güvenliği” ile ilgili değerlendirmelerinin; eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından, yayıncı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Bir yayının ihlal teşkil edip/etmediği tespitinin yapılabilmesi için; o yayında verilmek istenilen mesaj ile söylemlerin ana fikrinin ve bağlamının bilinmesi, gerekli ve zorunludur. Bu tespit ise, ancak yayında işlenen konunun ayrıntılı olarak incelenmesi ve iddialar ile eleştirilerin dayanak noktasının doğru olup/olmadığının saptanması ile mümkündür.
Sunucu Fatih Portakal’ın konuşmasının ihlal gerekçesi sayılan bölümü; “Düşünsenize yani bir parti başkanını alabiliyorlar. Bir parti başkanını işte hazır aldık bir başka suç da isnat edelim diyebiliyorlar. Arkadaşlar hepimiz güvencesiziz. Hiçbirimizin güvencesi yok. İktidara yakınsan hiçbir şey başına gelmez. İktidar aleyhinde konuşuyorsan, ister gazeteci ol ister siyasetçi ol, alınabilirsin. Senin başına her şey gelebilir. Tenhalarda bile öldürülebilirsin. Tenhalarda bile öldürülebilirsin. Bunu geçtiğimiz zamanlarda biliyorsunuz, bir parti başkanı söylemişti, tenhalarda kelimesi. Bu kadar korunaksız, bu kadar çaresiziz aslında...” şeklindedir.
Bu ifadelerin bağlamı ise; “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması ile gözaltına alınan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ hakkında, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasından tutuklama talep edilmesidir.
Fatih Portakal’ın söz konusu ifadelerinden önce; Ümit Özdağ’ın tutuklanmasına ilişkin haber, gözaltı süreci, muhalefet partisi genel başkanlarının açıklamaları ve siyasilerin sosyal medya mesajları ile birlikte ekrana taşınmıştır. Haberin bitiminde de Sunucu Fatih Portakal söz konusu değerlendirmeyi yapmıştır.
Portakal’ın ifadelerinin bağlamı, bir siyasi parti genel başkanının, gözaltına alındığı suçlamanın dışında, başka bir suçtan tutuklanmasına ilişkindir. Bu durum, Fatih Portakal’ın “Düşünsenize yani bir parti başkanını alabiliyorlar. Bir parti başkanını işte hazır aldık bir başka suç da isnat edelim diyebiliyorlar.” şeklindeki açıklamasının olgusal temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla yaptırıma konu ifadelerin; olgusal temelinin bulunduğu ve görünür gerçekle örtüştüğü konusunda bir kuşku bulunmamaktadır.
Ayrıca yayında kişi ya da kurumları doğrudan hedef alan bir iftira ya da aşağılama da söz konusu değildir çünkü yaptırıma konu ifadeler, olgusal temeli bulunan bir konuda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadelerdir.
Bu kapsamda; olgusal temeli olan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki açıklamalar nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması, kamuyu ilgilendiren bir konuda serbest tartışmanın yolunun kapatılması ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engellenmesi sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle üst sınırdan verilen yaptırım kararı haksız, orantısız ve ifade özgürlüğüne aykırıdır.
2- Hukuk güvenliği, hukuk devleti ilkesinin temel unsurlarındandır. Hukuk devletlerinde yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ya da kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, saydam, belirli, anlaşılır ve uygulanabilir olması; ayrıca, kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu tedbirler içermesi gerekir. Anlaşılır ve sınırları belli olmayan kurallar hak ve özgürlükleri korumanın değil, keyfi müdahalelerin ve vatandaşları cezalandırmanın aracı haline gelebilecektir.
Gündeme gelen adli süreçlerin de hukuk güvenliği çerçevesinde kamuoyunda tartışıldığı, temel hak ve özgürlükleri doğrudan ilgilendiren bu süreçlerin televizyon programlarında konu edildiği görülmektedir.
Bu çerçevede de medya hizmet sağlayıcı kuruluşların hukuk güvenliği konusunda yaptığı çağrıların kamusal faydasının yüksek olduğu kuşkusuzdur. Sunucu Fatih Portakal’ın ifadeleri de bu kapsamda değerlendirilmeli, hukuk güvenliği talebinin çarpıcı şekilde ortaya konulması olarak kabul edilmelidir.
Bu yönüyle de Fatih Portakal’ın hukuk güvenliği ile ilgili sözlerinin abartılı, rahatsız edici, kışkırtıcı olduğu iddia edilse bile, bunların ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu, eleştiri sınırları içinde değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Buna rağmen; eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, adil ve ölçülü değildir, basın ve ifade özgürlüğünü göz ardı eder niteliktedir.
Kişi ve kurumlara yönelik iftira ya da aşağılama içermeyen ifadeler nedeniyle üst sınırdan verilen yaptırım kararı, hakkaniyetli değildir, kamu yararına aykırıdır.
Ayrıca Kurul Kararının ihlal gerekçesi;“...mezkur ifadelerin, toplumsal barışa zarar verebilecek nitelikte, toplumu yanıltıcı, halkın anayasal kurumlara olan güvenini sarsmaya yönelik olduğu ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatine varılmıştır.” şeklindedir.
Söz konusu ifadeler, “halkı yanıltıcı ve toplumsal barışa zarar verebilecek nitelikte” olarak değerlendirilmesine rağmen, “..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanması rasyonel ve ölçülü değildir.
3- Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda, iktidar politikalarına yönelik benzer, hatta daha ağır siyasi içerikli eleştiriler yapıldığında, Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından iptal edilen kararlara baktığımızda da; basın/ifade özgürlüğünün ön planda tutulduğu ve ifadelerin haber verme ile halkın haber alma özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 15.12.2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun “İki Yorum” programında; “Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek… Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar… Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir” şeklindeki söylemlerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ankara 12. İdare Mahkemesi, 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararlıyla, söz konusu sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu gerekçesiyle, işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmış ve dava konusu Üst Kurul Kararını iptal etmiştir. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunu reddetmiştir. Nihayetinde, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 27/09/2023 tarih ve 2023/2034 E., 2023/3773 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını oybirliğiyle onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, Danıştay kararı doğrultusunda, 30/11/2023 tarih, 2023/7473 E., 2023/6961 K. sayılı hükmü ile dava konusu işlemin iptaline kararı vermiştir.
4- Bu çerçevede; Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 No.lu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesi ve üslubuna ilişkin önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde, şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).”
Anayasa Mahkemesi’nin, gazeteciliğin çerçevesi ve üslubuna ilişkin kararı dikkate alındığında, oy çokluğuyla üst sınırdan alınan yaptırım kararının, haksız ve basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı kuşkusuzdur.
5- Devlete veya iktidar politikalarına yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün sınırlarının daha geniş olduğu açıktır. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B.No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/201 -30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş, kararda; “Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğu” ve “Kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişilerin, güçlü nedenler olmadan cezalandırılmaması gerektiği” şeklinde hüküm bildirmiştir.
“.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadelerine yer verilen bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek verilen yaptırıma ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
“128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…”
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
“134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
Söz konusu Anayasa Mahkemesi kararında da görüleceği üzere, devlet ya da iktidar politikaları söz konusu olduğunda, basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarının geniş yorumlanması gerektiği açıktır. Bu yönüyle de üst sınırdan verilen yaptırım kararı, hukuki ve isabetli değildir, ölçüsüzdür.
6- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlali ve eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçeleriyle hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. SZC logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 11 idari yaptırımda 7.6 milyon TL) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
İnsan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
8- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, toplum önderleri, sanatçılar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin, gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır (Bekir Coşkun, B.No: 2014/1215 K. No: 04.06.2015).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır.” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; gerek Danıştay, gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu, hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Söz konusu yayında sunucu Fatih Portakal’ın, ülke gündeminde önemli bir yer tutan adli süreçlerle ilgili, kamusal faydası yüksek sorgulamalar yaptığı, ifade edilen görüşler kışkırtıcı, abartılı ya da rahatsız edici olsa da görünür gerçekle örtüştüğü, eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmelerin yaptırımla karşılaşmasının hakkaniyetli olmadığı açıktır.
Bu doğrultuda; Üst Kurulun yaptırım kararına konu edilen ifadelerde, kişi ya da kurumlara yönelik iftira ya da aşağılama bulunmadığı, görünür gerçekle örtüşen ve kamusal faydası yüksek sorgulumalar nedeniyle üst sınırdan uygulanacak yaptırımın basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı, yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yönün bulunmadığı gerekçeleriyle kara karşı oy kullandım. 03.03.2025