İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 20.03.2025 tarih ve 24 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 19.03.2025 tarihinde saat 08:44’te yayınlanan “Para Politika” adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta hafta içi her gün ülkemizdeki ve dünyadaki güncel siyasi gelişmelerin yorumlandığı, sunuculuğunu Özlem Gürses'in yaptığı, 19.03.2025 tarihinde saat 08:44’te yayınlanan "Para Politika " adlı programda, program sunucusu ile program konuğu arasında geçen diyaloglarda; “Bunların her birisini topladığımızda Recep Tayyip Erdoğan diye bir isim ailesinin ve şürekâsının geleceğini garanti altına almak için Roma'yı yakan Neron gibi çıkıp tepeden bizi seyrediyor şu anda saraydan bizi seyrediyor. Yani Ekrem İmamoğlu'na gözaltı ve terör suçlaması yani buna kargalar bile güler desek kargalar buna gülmez ağlar ya nasıl becerdin bunu der ya. Yani şu an dünyanın birçok diktatörünü gündeme getirsek adamlara sorsak tekrar dünyaya gelin desek adamlar der ki biz bile beceremedik böylesini der ya biz bile yapamadık der. Şimdi siz bu ülkede demokrasiyi ayaklar altına aldınız hukuku ayaklar altına aldınız adaleti yok ettiniz özgürlükleri yok ettiniz sonra bu ülkede yatırım bekliyorsunuz…Artık ülkede herkeste bir tedirginlik var herkeste bir korku başladı. Bu korku panik hakikaten gittikçe büyüyor. Recep Tayyip Erdoğan bunu istiyor bunu gerçekleştirerek susturacağını zannediyor ama Recep Tayyip Erdoğan'ın unuttuğu bir şey var. Yani hapishanelere insanları atarak susturamazsınız korkutarak susturamazsınız. Yani dünyada öyle diktatörler geldi geçti öyle despot yönetimler geldi geçti ki insanlar zindanlarda bile bir şekilde haberleşmeyi…Kim sokağa çağırdı? Yani insanların demokratik tepkilerini göstermek sokağa çağrı mı? Yani ne olacak insanlar vur kafasına, yatır yere, sık biber gazını, at hapse ve insanlar ne yapacak evde oturacak susacak. Sokağa çıkmak tepki göstermek isyanını bir şekilde ifadelendirmek neyin darbesi ya? Darbe ise bundan daha büyük darbe mi var? Yani Sayın Bahçeli darbe arıyorsa bugün yapılana baksın darbe…Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerini protesto etmek İyi Parti'nin tercihidir ama bana göre Recep Tayyip Erdoğan'ın da tercihi budur. Recep Tayyip Erdoğan da kimse karşıma çıkmasın tek aday olayım istiyor. Dolayısıyla biz daha dirençli daha böyle umutlu daha onurlu direnişler göstermenin yolunu aramalıyız. Bunların bir tanesi de ben söylüyorum madem Sayın Bahçeli teklifte bulunmuş asayişi tehlikeye atmayacak ben de buradan teklifte dün akşam da bulundum tekrar bulunuyorum acilen İstanbul Yenikapı veya Ankara Tandoğan’da bir milyon kişiden beş milyon kişiye varana kadar adalet mitingi yapmalıyız. Hemen adalet mitingi yapmalıyız bunun başka izahı yok kurtuluşu yok…Ama yasakladı Valilik. Dört gün boyunca hiçbir şekilde yapamazsın...Valinin yasağına rağmen toplanmalıyız ve Vali de bizi bir milyon kişiyi gözaltına almalılar bizi tutuklamaları lazım…Siz diyorsunuz ki yani seçimi boykot edeceğimize sokağa çıkıp sesimizi çıkaralım…Tabi bir milyon kişi toplanalım hepimizi tutuklasınlar. Hepimiz Ekrem İmamoğlu olalım hepimizi tutuklasınlar hepimizi zindanlara atsınlar hepimiz razıyız buna demeliyiz. Bir tepki göstermeliyiz artık…Sayın Bahçeli diyor ki adalete güvenilsin. Adalet mi var güvenelim ki? Adalet diye bir anlayış tamamen ayaklar altına almış AKP'nin isminde adalet kalmıştır. Bu ülkede adalet yoktur adalet olmadığı bir ülkede de hiç kimse böyle bir adalete güvenmez. Güvenmediğimiz için de biz sesimizi duyurmak istiyoruz sesimizi duyurmak için sokağa çıkmak da asla tahrik değildir asla karşı karışıklık değildir. Bu bir hak aramadır artık hakkın aranacağı yer sokaklardır. Dolayısıyla biz en sert şekilde en güçlü şekilde demokratik yollarla hakkımızı sokaklarda sesimizi duyurmaya devam edeceğiz.” şeklinde ifadelere yer verildiği görülmüştür.
5187 sayılı Basın Kanunu'nun 3'üncü maddesinde; basının özgür olduğu, bu özgürlüğün; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içereceği, basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği hükmüne yer verilmiştir.
Konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de benzer bir hüküm bulunmaktadır. Mezkûr sözleşmenin ifade özgürlüğüne ilişkin 10'uncu maddesinde: "1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir." kuralı yer almaktadır.
Özetle, demokratik toplumlarda iktidarın denetlenmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi işlevi açısından basın zaruri bir unsurdur. Anayasa'nın 26. maddesinde de "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" ile basının özgürce haber verme hakkı desteklenmektedir. Fakat bu özgürce haber verebilme hakkı sınırsız olmayıp basın, kamu güvenliği ve düzeninin korunması bakımından hassasiyetini her daim korumak zorundadır.
Yukarıda görüldüğü üzere tüm temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi ifade özgürlüğünün kullanım alanının sınırları yasal düzenlemelerle açık ve net bir şekilde çizilmiştir. Bu bağlamda kişilerin düşüncelerini açıklarken nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik ifadeler kullanmaları eleştiri sınırlarının aşılması olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Danıştay 13. Dairesi'nin 2020/613 E. ve 2021/229 K. sayılı kararında belirtilen; "... Buna göre, ifadenin muhatabının konumu, ifadeyi kullananlar açısından sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı bahşetmez. Bu nedenle demokratik toplumların çoğunda; ifade özgürlüğü kalkanı arkasına gizlenerek, kişileri yalnızca karalamak, aşağılamak, asılsız suçlamalarda bulunmak, kişilerin özel hayatlarına ölçüsüz saldırıda bulunmak gibi ifade özgürlüğünün açıkça kötüye kullanıldığı durumlar hukuken korunmaktadır. Bu anlamda; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici keyfi söz ve beyanlar ile özel hayata ve hayatın gizliliğine karşı saldırılar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeyi hedefleyen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilmektedir." hükmü ile "savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeyi hedefleyen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadelerin" ifade özgürlüğü alanı olmadığının altı çizilmiş ve ifade hürriyetinin kapsamı bu hüküm çerçevesinde belirlenmiştir. Bu nedenle nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik sözler söylemek, ifade özgürlüğünün kapsamı içinde değerlendirilmez. Bu anlamda ırk, etnik köken, renk, cinsiyet, milliyet, inanç gibi unsurlar ön plana çıkartılarak herhangi bir kişiyi rencide edici, küçük düşürücü, aşağılayıcı ve hatta bulunduğu toplumdan ayrıştırıcı nitelikte söylem ve ifadelerde bulunulması, hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda birleştirici, bütünleştirici bir etkiye sahip olan insani değerlerin yozlaşmasına ve toplumda huzursuzluğa, çatışma ve kavga ortamının doğmasına neden olabilecektir. Çünkü toplumları bir arada tutan, barış ve huzurun sürekliliğini sağlayan toplumsal değerlerimizdir.
Bununla birlikte, otoriter rejimler; sınırlı fakat sorumlu olmayan bir siyasal çoğulculuğa yer veren, yol gösterici bir ideoloji yerine kendine has zihniyete sahip, yoğun bir siyasal hareketlilik yaratmayan ve bir liderin ya da küçük bir grubun tahmin edilebilir sınırlar içerisinde iktidarı kullandıkları siyasal sistemlerdir. Dahası, otoriter rejimlerde iktidarın keyfi müdahaleleri ve meşruiyetin baskı aygıtları ile sağlanması da söz konusudur.
Diğer taraftan, sivil itaatsizlik, kayda değer sayıda yurttaşın geleneksel değişiklik ve hak arama yollarının tıkandığına, yani itirazlarının dikkate alınmadığına veya iktidarın yasallığı ya da anayasaya uygunluğu ciddi biçimde tartışmalı olan bir politikada ısrar ettiğine inandıklarında başvurdukları demokratik bir mücadele yöntemi olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir tanıma göre ise sivil itaatsizlik, hukuk devleti düşüncesinin içerdiği üstün değerler uğruna kamuya açık ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto edimidir. Bu eyleme katılan kişiler de yasaya aykırılığın sonuçlarına katlanmaya hazırlardır. Bununla birlikte, sivil itaatsizlik eylemleri her ne kadar barışçıl ve şiddetsiz yöntemlerle başlasa da kitle hareketi haline geldikten sonra gerek katılımcıların tamamının yasaya aykırılığın sonuçlarına katlanacak kadar bilinçli olmaması gerekse de çeşitli aykırı grupların kışkırtma ve saptırmaları ile şiddet eylemlerine dönüşebilmektedir. Örneğin, Gezi Parkı eylemleri de başlangıçta çevre duyarlılığı, kalkınma ve tüketim temelli neoliberal uygulamalara tepki olarak başlamasına karşın daha sonra salt hükûmete karşıt olanların birleştiği şiddet eylemlerine dönüşen isyana evrilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, anayasal düzeni ve demokratik kurumlarıyla bir hukuk devletidir. Seçimle göreve gelen Cumhurbaşkanı ve hükümet, halkın iradesini temsil eder. Demokratik sistemin temeli, seçimle gelen yönetimlerin, yine seçimle ve hukuk çerçevesinde değiştirilebilmesidir. Bu çerçevenin dışına çıkılarak, meşru yönetime karşı halkı sokağa çağırmak, demokratik bir hak arayışı değil, anayasal düzeni ve toplumsal istikrarı tehdit eden bir girişimdir. Demokrasilerde yönetimden memnun olmayan her kesim, anayasal yollarla itirazlarını dile getirebilir, seçimlerde tercihlerini değiştirerek iradesini gösterebilir. Ancak meşru yönetimi "diktatörlük" gibi tanımlamalarla itibarsızlaştırmaya çalışmak ve toplumu sokağa yönlendirmek, demokratik siyaset zemininden uzaklaşmak anlamına gelir. Ayrıca demokratik sistemlerde iktidardan memnun olmayan bireyler veya siyasi gruplar, değişim taleplerini seçim süreçleri, hukuki yollar ve demokratik platformlar aracılığıyla dile getirebilir. Bu mekanizmalar işlerken, toplumu anayasal çerçevede kalmaya teşvik etmek, hukuk devleti ilkesinin temel gerekliliklerindendir. Siyasi tartışmalar ve eleştiriler demokratik süreçlerin vazgeçilmez bir unsurudur, ancak bu süreçlerin anayasal düzen içinde yürütülmesi esastır. Halkı sokağa yönlendirmek yerine, anayasal hak arayışlarının hukukun çizdiği çerçevede yapılması, demokratik düzenin sağlıklı işlemesi açısından zorunludur. Demokrasi, hukuk ve toplumsal istikrar ancak anayasal düzen çerçevesinde sürdürülebilir. Türkiye’de hukuk devleti ilkesi geçerlidir ve her türlü hak arayışı, hukuki mekanizmalar ve demokratik süreçler içinde yapılmalıdır. Toplumun huzurunu bozacak, anayasal düzeni tehlikeye atacak ve halkı tahrik edecek çağrılar, demokratik bir eylem olarak görülemez. Hukukun üstünlüğüne inanan herkes, meşru yönetimi zorla ve baskıyla değil, ancak demokratik mekanizmalarla değiştirebileceğini kabul etmelidir.
Yukarıda yer verilen açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, ihlale konu programda, program konuğu tarafından; "Yani şu an dünyanın birçok diktatörünü gündeme getirsek adamlara sorsak tekrar dünyaya gelin desek adamlar der ki biz bile beceremedik böylesini der ya biz bile yapamadık der…Valinin yasağına rağmen toplanmalıyız ve Vali de bizi bir milyon kişiyi gözaltına almalılar bizi tutuklamaları lazım…Tabi bir milyon kişi toplanalım hepimizi tutuklasınlar. Hepimiz Ekrem İmamoğlu olalım hepimizi tutuklasınlar hepimizi zindanlara atsınlar hepimiz razıyız buna demeliyiz. Bir tepki göstermeliyiz artık…Bu ülkede adalet yoktur adalet olmadığı bir ülkede de hiç kimse böyle bir adalete güvenmez. Güvenmediğimiz için de biz sesimizi duyurmak istiyoruz sesimizi duyurmak için sokağa çıkmak da asla tahrik değildir asla karşı karışıklık değildir." şeklinde sarf edilen ifadelerle, demokratik yollarla seçilmiş Cumhurbaşkanına ve hükümete eleştiri sınırları ötesinde Türkiye'de demokratik hukuk zemininin ve adaletin kaybolduğu ifade edilerek meşru yönetime karşı halkı sokağa çağırmanın demokratik bir hak arayışı değil, toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edebilecek, anayasal düzeni ve toplumsal istikrarı tehdit eden bir girişim olduğu kanaatine varılmıştır.
Bu nedenle mezkur yayında, 6112 sayılı Kanun'un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ihlal edildiği sabit görülmüştür.
6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ihlali nedeniyle; Kanun’un 32’inci maddesinin birinci fıkrası hükmü uyarınca, ihlalin ağırlığı, ihlalin mahiyeti, anılan madde ile korunmak istenen kamusal menfaat göz önünde bulundurularak, %3 oranında idari para cezası uygulanmasına ve idari tedbir olarak program yayınının üç (3) kez durdurulmasına karar verilmesi takdir edilmiştir.
Bu itibarla;
6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlali nedeniyle;
6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bu Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (f), (g), (ğ), (h), (n), (ö), (s), (ş) ve (t) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine ve aynı maddenin dördüncü fıkrasına aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para cezasına veya tedbire de karar verilebilir.” hükmü uyarınca, idari para cezası ve program yayını durdurma idari tedbirinin uygulanması gerektiği,
a) İhlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Şubat 2025 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 24.168.776,11 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, yüzde üç oranı (%3) 725.063,00 TL İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINA,
b) İdari para cezasının tebliğinden itibaren bir ay içerisinde, Üst Kurulun T.C. Ziraat Bankası Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Tek İdare Tahsilat Alt Hesabı TR46 0001 0017 6200 9999 9955 88 no’lu hesabına “6112 sayılı kanunun 32’nci maddesine göre ödenen para cezasıdır” şerhiyle ödenmesi gerektiğinin veya 6112 sayılı kanunun 32’nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca, tebliğden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabileceğinin, aynı maddenin 11’inci fıkrası uyarınca 1 ay içerisinde peşin ödeme yapılması halinde, 5326 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca cezanın dörtte üçünün tahsil edileceğinin ve taksitlendirme talebinde bulunulabileceğinin, peşin ödemenin kanun yoluna müracaat hakkını engellemeyeceğinin, en geç 1 aylık süre içerisinde ödenmeyen idari para cezasının, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairesine gönderileceğinin bildirilmesine,
c) İdarî tedbir olarak, ihlale konu PROGRAM YAYINININ TAKDİREN 3 (ÜÇ) KEZ DURDURULMASINA, bu idari tedbirin uygulanma zamanın kuruluşa yapılacak tebligatta bildirilmesine,
d) 6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan; “… Yükümlülük veya yasağa aykırılık dolayısıyla idarî tedbir olarak programın yayınının durdurulması kararının verilmesi halinde, yaptırım uygulanmasına sebebiyet veren fiilin işlenmesinden dolayı sorumluluğu olan programın yapımcısı veya varsa sunucusu, yayının durdurulduğu süre zarfında, aynı veya farklı medya hizmet sağlayıcı kuruluşta hiçbir ad altında başka bir program yapamaz veya sunamaz.” hükmü uyarınca, işlem yapılması hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
e) İdari tedbir uygulanması sonucu yayını durdurulan programın yerine, Üst Kurulca gönderilen programların, programın başında; “Bu program, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 20.03.2025 tarih ve 2025/12 sayılı toplantısında alınan 35 No’lu kararı uyarınca, kuruluşumuzun 19.03.2025 tarihinde saat 08:44’te yayınladığı "Para Politika" adlı program yayınında, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan, yayın hizmetleri ‘Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz.’ ilkesinin ihlali nedeniyle idari tedbir uygulanması sonucu yayını durdurulan program yerine yayınlanmaktadır.” metninin anlaşılır şekilde okunarak DVD/CD’de yer aldığı şekliyle ticari iletişim yayını içermeksizin yayınlanmasına, ayrıca anılan metnin program yayını süresince ekranın altında akar yazı ile verilmesine,
f) 6112 sayılı Kanun'un 32’inci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “8’inci maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (d) bentlerindeki ilkelerle dördüncü fıkrasına aykırı yayın yapılmasını müteakip verilecek yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı halinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının on güne kadar durdurulmasına; ikinci tekrarı halinde ise, yayın lisansının iptaline karar verilir. … Programlarının yayını veya yayınları süreli durdurulan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yaptırım kararının tebliğine rağmen kararın gereklerine aykırı olarak yayınlarına devam etmesi halinde yayın lisansının iptaline karar verilir.” hükmü uyarınca işlem tesis edileceği hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
Oy birliği ile karar verildi.