İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.03.2025 tarih ve 48 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 23.03.2025 tarihinde saat 19:59’da yayınladığı “Nokta Atışı” adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu İpek Özbey’in yaptığı, Berk Esen’in konuk olarak katıldığı ve ülkemizdeki ve dünyadaki güncel siyasi gelişmelerin konuklar tarafından yorumlandığı “Nokta Atışı” adlı programda konuk tarafından; “İkinci önemli tema; yalnız değilsiniz mesajı ve orada Saraçhane'de düzenli olarak toplanan yüz binlerce kişiye, Türkiye'de bu eylemlere katılan ve her ne kadar RTÜK baskısı nedeniyle polisin şiddet görüntülerini biz bu kanallarda artık izleyemiyorsak da sokakta da görüyoruz sosyal medyada da görüyoruz. Çok ağır polis şiddeti altında, sadece Saraçhane'de değil, Türkiye'nin birçok bölgesinde benim öğrencim olacak yaşta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, genç arkadaşlarım ağır bir şiddet altındalar ve direniyorlar.” şeklindeki ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz. " ilkesinin bir yıl içinde tekraren ihlali nedeniyle; 6112 sayılı Kanun’un 32’nci maddesinin 5’inci fıkrası gereği, “oy çokluğuyla” kuruluşun yayınlarının “ON (10) GÜN SÜREYLE GEÇİCİ OLARAK DURDURULMASINA” karar verilmiştir.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 23.03.2025 tarihinde yayınlanan “Nokta Atışı” adlı programda, konuk Siyaset Bilimci Berk Esen’in bazı ifadelerinin, “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” ilkesini (tekraren) ihlal ettiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından, üst sınırdan “10 gün süreyle yayınlarının durdurulmasına” karar verilmiş, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınlarının 10 gün süreyle durdurulması, Üst Kurulun en ağır yaptırımının bir öncesidir ve bahse konu ilkenin bir kez daha ihlal edilmesi durumunda da kuruluşun yayın lisansı iptal edilmektedir.
Dolayısıyla, bir yayın kuruluşunun yayın faaliyetlerini 10 GÜN SÜREYLE DURDURACAK, dahası bahse konu ilkenin tekraren ihlali durumunda yayın hayatına son verecek nitelikteki bir ihlal için hazırlanan Uzman raporunun, usul ve esas yönünden hukuka uygun ve son derece sağlam argümanlarla sunulması, raporu esas alan Kurul Kararının da yine sağlam hukuki gerekçelere dayanması zorunludur.
Ancak; aşağıda açıklanacağı üzere, programa konuk edilen bir siyaset bilimcinin, gerek medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda, gerekse sosyal medyada yayınlanan görüntüler doğrultusunda, “görünür gerçeğe uygun olarak”, kamusal müdahaleye yönelik eleştirel ifadeleri nedeniyle, yayıncı kuruluş için yaşamsal önemde olan ve telafi edilemez zarara yol açacak bir yaptırımın uygulanması, adil ve orantılı değildir.
Öncelikle belirtmek gerekirse; Uzman raporu ve raporu esas alan Kurul Kararı, hem usul açısından hatalı, hem içerik olarak eksik ve dayanaktan yoksundur.
1- Hukuk alanında sıklıkla atıf yapılan “Usul, esastan üstündür.” ilkesinin, demokrasinin temeli olan basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin iş ve işlemlerde hassas şekilde uygulanması zorunludur.
Bu kapsamda; öncelikle SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, en ağır yaptırımlardan birinin uygulanmasına neden olan Uzman raporu ve raporu esas alan Kurul Kararının usul yönünden incelenmesi yerinde olacaktır.
İhlal olan yayına ilişkin düzenlenen Uzman raporunun künyesinde; “Programın Adı: NOKTA ATIŞI, Programın Tarihi ve Saati: 23.03.2025, 19:59:11” ve “İhlal saati ve süresi: 23.03.2025, 23:07- 48 saniye” olarak yer almaktadır.
Raporun gündeme alınmasına ilişkin, Üst Kurula sunulan İzleme ve Değerlendirme Başkanlığının S 2025/48 sayılı ve 25.03.2025 tarihli yazısında da, yaptırıma gerekçe gösterilen yayının, 23.03.2025 tarihli “Nokta Atışı” programı olduğu belirtilmektedir.
Üst Kurul Kararının giriş bölümünde yer alan, “İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.03.2025 tarih ve 48 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 23.03.2025 tarihinde saat 19:59’da yayınladığı “Nokta Atışı” adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda” ifadesinde de, ihlal olan yayının 23.03.2025 tarihli program olduğu vurgulanmaktadır.
Görüleceği üzere; “10 gün geçici yayın durdurma” yaptırımına konu yayın, 23.03.2025 tarihli “Nokta Atışı” programının, 48 saniyelik bölümüdür.
Buna karşın, gerek Uzman raporunun, gerekse raporu dayanak alan Kurul Kararının içinde, 19.03.2025 tarihli "Aklın Yolu" programının, 21.03.2025 tarihli "Öncesi Sonrası Gece" programının ve 24.03.2025 tarihli CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Saraçhane’de düzenlediği halk buluşmasındaki konuşmasının 3 ayrı bölümünün yayın içeriklerinin de eklenerek, yaptırım gerekçesinin güçlendirilmeye çalışıldığı görülmüştür. İzleme raporunun künyesinde, İzleme ve Değerlendirme Başkanlığının sunuş yazısında ve Kurul Kararında; incelendiği ve değerlendirildiği ifade edilen tek bir programdan bahsedilmesine rağmen, 4 farklı tarihteki yayın içeriklerinden rapor derlenmesi usul yönünden hatalıdır. Bunun objektif ve tarafsız bir tutum olmadığı da açıktır.
Oysaki Üst Kurul Uzmanlarının hazırladıkları raporlarda; ihlal tarihi ve saati bölümüne, ihlal olarak değerlendirilen her bir programın tarihini, adını ve ihlal saatini yazmaları gereklidir. 23 Mart 2025 tarihli bir programda ihlal olduğu değerlendirerek yaptırım önerilen bir rapora, farklı tarihli programlardan seçilen ifadelerin ve görüntülerin eklenmesi, Üst Kurul uzmanlarının, rapor yazım teknik ve usullerine uygun değildir.
Üst Kurulun geçmiş dönem uygulamalarına bakıldığında da bu durum net olarak görülecektir. Üst Kurul teamüllerine göre; İzleme ve Değerlendirme Daire Başkanlığı Uzmanları tarafından, ihlal olduğu değerlendirilen her bir programa ait bilgilere, “künye” bölümünde yer verilmekte ve bu husus Üst Kurula sunulan “Daire Başkanlığı Üst Yazısı”nda da, “Kurul Kararı”nda da aynı şekilde uygulanmaktadır.
Üst Kurul Uzmanları tarafından, azami derecede özen gösterilmesi gereken bu prosedürün uygulanması; sağlıklı değerlendirmeye olanak tanınması, Üst Kurul Kararlarının sağlam hukuki gerekçelerle oluşturulması ve yargı süreçlerinde hukuki açıdan sorunlar yaşanmaması amaçlıdır. Şöyle ki;
Üst Kurul tarafından medya hizmet sağlayıcılara yönelik uygulanan yaptırımlarda; belirli bir tarihteki programa, tek bir kez ceza verilebilmekte, aynı tarihli programa farklı yaptırımlar uygulanamamaktadır. Dolayısıyla, Uzmanlar tarafından raporlarının künye bölümünde ihlal tarihi belirtilmesine rağmen, rapor içeriğinde farklı tarihlerdeki programlardan eklemeler yapılması durumunda, ekleme yapılan tarihteki program içerikleri, aynı metodun uygulandığı bir başka rapora da farklı nedenlerle konu olabilecek, bu uygulama mükerrer cezaların yolunu açabilecektir. Özellikle yaptırım uygulanan yayıncı kuruluşların dava yoluna başvurduğu düşünüldüğünde, hukuki açıdan karışıklıkların ve sorunların yaşanma olasılığını artıracaktır.
Bu nedenlerle; söz konusu Uzman raporunun künye bölümüne ya ihlal olduğu düşünülen programların tüm tarihlerinin eklenmesi, ya da ihlal tarihi olarak künye bölümünde hangi tarih belirtildiyse, yalnızca o tarihe yönelik değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu nedenlerle; ihlal olup/olmadığına ilişkin incelemede, yalnızca 23 Mart 2025 tarihli programda yer alan ifadeler dikkate alınmalıdır.
Dolayısıyla; söz konusu uygulama ile yaptırımın gerekçesi, içerik olarak güçlendirilmeye çalışılırken, usule aykırı davranılmıştır ve bu durum hukuki açıdan sorunludur.
2- Bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin saptanabilmesi; öncelikle programda işlenen/tartışılan/görüş açıklanan konunun bilinmesi, programın ihlal olduğu düşünülen bölümünün bütün olarak değerlendirilmesi, yapılan konuşmaların amacının, eleştirilerin hedefinin ve verilmek istenilen mesajın anlaşılabilmesi ile mümkündür. Bu nedenlerle; ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin bağlamının göz ardı edilmemesi, ifadelerin bağlamı ve bütünlüğü içinde incelenmesi gerekli ve zorunludur.
Söz konusu Uzman raporu incelendiğinde; ihlal olarak sunulan programda veya rapor içeriğine eklenen diğer programlarda işlenen konuların bile belirtilmediği, ihlal iddiasıyla sunulan ifadelerin kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora eklendiği, konuşmaların bütün olarak değerlendirmeye alınmaması nedeniyle bağlamından koparılan, anlam bütünlüğü bozulan eleştirilerin, ne amaçla ifade edildiğinin anlaşılamadığı görülmüş ve bu durum objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır.
Ayrıca, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Saraçhane’deki halk buluşmasının canlı olarak ekrana getirilmesi de ihlal olarak değerlendirilmiş ve Ana Muhalefet Lideri’nin konuşmasının 3 farklı bölümü de ihlal teşkil ettiği savıyla, Uzman raporuna ve Kurul Kararına eklenmiştir.
Bu noktada; yaptırım uygulanan program ile rapora eklenen farklı tarihlerdeki yayın içeriklerinin ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmektedir.
I- 23.03.2025 tarihli “Nokta Atışı” programında, konuk Siyaset Bilimci Berk Esen’in; “İkinci önemli tema; yalnız değilsiniz mesajı ve orada Saraçhane'de düzenli olarak toplanan yüz binlerce kişiye, Türkiye'de bu eylemlere katılan ve her ne kadar RTÜK baskısı nedeniyle polisin şiddet görüntülerini biz bu kanallarda artık izleyemiyorsak da sokakta da görüyoruz sosyal medyada da görüyoruz. Çok ağır polis şiddeti altında, sadece Saraçhane'de değil, Türkiye'nin birçok bölgesinde benim öğrencim olacak yaşta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, genç arkadaşlarım ağır bir şiddet altındalar ve direniyorlar.” sözleri,
Hukukçu Uğur Poyraz’ın 21.03.2025 tarihli “Öncesi Sonrası Gece” programında sarf ettiği; “Şimdi insanlar sokakta barışçıl gösteri yapıyorlar. Şu ana kadar bize intikal etmiş -bize derken kamuoyuna yani intikal etmiş- herhangi bir taşkınlık ya da hukuka aykırılık da yok. Bilakis buna karşılık insanların bu barışçıl gösterilerine onların güvenliğini sağlaması gereken emniyet güçleri hukuka aykırı davranıp biber gazıyla, copla, kalkanla müdahale ediyorlar.” sözleri, toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edici olduğu gerekçesiyle izleme raporuna ve Kurul Kararına alınırken, gerekçelerin kendi içinde çelişki içerdiği görülmektedir.
Örneğin; Kurul Kararında medyanın görev ve sorumluluğu, “Demokratik toplumlarda iktidarın denetlenmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi işlevi açısından basın zaruri bir unsurdur.” şeklindeki değerlendirmeyle, medyanın sorgulama yükümlülüğüne dikkat çekilirken, güvenlik güçlerine yönelik eleştiriler için, “...medya kuruluşlarının güvenlik güçlerini tek taraflı ve manipülatif bir çerçevede sunmasının, polis-halk kitleleri arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyerek kurumsal güvenin zedelenmesine yol açabileceği” gibi bir argüman sunulmuştur.
Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu görevlilerinin tüm iş ve eylemlerinde hukuki sınırlar içinde kalması zorunludur. Eleştirilerin de toplumun hukuk içinde kalması yönünde, kamusal bir fayda sağladığı açıktır.
Bu çerçevede; bir siyaset bilimci ile bir hukukçunun, toplumsal bir olayda güvenlik güçlerinin müdahalesine ilişkin olgusal temelleri bulunan eleştirel görüşlerinin, “manipülatif” olarak değerlendirilmesi ve yaptırıma gerekçe oluşturulmaya çalışılması, objektif bir tutum değildir. Tam tersine söz konusu ifadelerle, kamusal sorumluluk ve hukuki sınırlar hatırlatılmaktadır. Takdir edilmelidir ki; her meslek gibi güvenlik güçlerinin de özellikle kamusal olaylara yönelik müdahalelerde, yasalar çerçevesinde hareket etmesi zorunludur ve kamu gücünün kullanımına ilişkin hukuki boyutun bir yorum programında ifade edilmesinin, halkı tahrik edecek veya kin ve nefret uyandıracak bir yönü bulunmamaktadır.
Ayrıca; aynı tarihlerde, protesto gösterisi yapan eylemcilere, bir güvenlik görevlisinin müdahalesi sırasında, eylemcilere aşırı biber gazı sıkarak orantısız davranması üzerine, başka bir meslektaşının müdahale etmek zorunda kaldığı görüntüler de sosyal medyaya yansımış ve kamuoyunda tepkilere neden olmuştur.
(https://www.youtube.com/watch?v=lw4VG3cnGoU) (E.T.:21.04.2025)
Yine benzer bir olay da medyada; “Kocaeli’nde, İBB Başkanı İmamoğlu'nun tutuklanmasını protesto eden gruba polis müdahale etti. 50'nin üzerinde gösterici gözaltına alırken Emniyet Müdür Yardımcısı Zafer Güven'in çevik kuvvet komiserine yönelik 'biber gazı' fırçası dikkat çekti.” şeklinde yer almıştır.
(https://www.finansingundemi.com/haber/emniyet-mudurunden-komisere-biber-gazi-fircasi/1846014) (E.T.:21.04.2025)
Kaldı ki; medyanın “emniyet güçlerine olan kurumsal güveni zedelenmesine yol açacak görüntüleri yayınlamaması” gibi bir görevi bulunmamakla birlikte, bu tür bir yaklaşım da medyanın görev tanımıyla bağdaşmamaktadır, çünkü gazetecinin ilk görevi, hakikatin ve halkın haber alma hakkının yanında durmaktır.
Unutulmamalıdır ki; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu kapsamda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
Bu sorumluluk, Türkiye Gazeteciler Sendikası tarafından, “Gazetecilik Etik İlkeleri” olarak; “Madde 16. Gazeteciler, her ülkenin genel hukuk kuralları çerçevesinde, meslek ahlâkıyla ilgili konularda -hükûmetlerin ya da diğer güçlerin her türlü müdahalesini reddederek- kamuya açık bağımsız özdenetim organlarının yargı yetkisini tanır.” şeklinde açıklanmıştır. https://tgs.org.tr/gazetecilik-etik-ilkeleri/ (E.T.:21.04.2025)
AYM ve AİHM kararları kapsamında; devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşüncelerin de ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu dikkate alındığında, güvenlik görevlilerinin hukuki sınırlar içinde kalmasına yönelik çağrıların ihlal gerekçesi olarak sunulması, rasyonel ve ölçülü değildir.
Bu kapsamda; ihlale gerekçe gösterilen ifadeler, bağlamı ve bütünlüğü içerisinde incelendiğinde; demokrasilerde vazgeçilmez ilkelerden biri olan, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade edilen, olgusal temeli bulunan ve görünür gerçekle örtüşen, eleştirel değer yargısı niteliğindeki görüşler olduğu açıktır. Söz konusu ifadelerde hiçbir toplumsal grup hedef alınmamıştır. Buna rağmen, "ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” ilkesinin ihlal edildiğinin öne sürülmesi, hukuki dayanaktan yoksundur.
İhlal edildiği öne sürülen söz konusu madde hükmü, Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesinde düzenlenmiş, koşulları belirlenmiş ve istisnası da 218’inci maddede, “Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” şeklinde düzenlenmiştir. Barış Esen ve Uğur Poyraz’ın, olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki yorumlarının, düşünce açıklama faaliyeti olduğu açıktır.
Sonuç itibarıyla, program konukları tarafından iktidarın hükûmet politikalarına yönelik, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeleri, 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal teşkil etmemektedir ve bu nedenle, SZC logolu kuruluşa verilen 10 günlük yayın durdurma içeren yaptırım kararı da hukuki değildir.
II- Yaptırım kararına gerekçe olarak; 19.03.2025 tarihli, "Aklın Yolu" adlı programda “eylemciler ve polis arasında yaşanan arbedenin ekranlara taşındığı görüntüler” tanımıyla, 7 dakikalık bir bölüm de eklenmiştir.
Bu görüntülerin Uzman raporuna neden eklendiğine ilişkin, spesifik bir açıklama bulunmadığı gibi, Kurul Kararında da bu bölüme ilişkin ayrıntılı bir açıklamaya rastlanılmamış, “eylemciler ve polis arasındaki arbede görüntülerinin de güvenlik güçlerinin hukuksuz ve orantısız şiddet kullandığı yönündeki tutumu pekiştirir nitelikte olduğu” gibi bir gerekçe sunulmuştur.
Görüleceği üzere; Uzman raporunda güvenlik güçlerinin, protestoculara orantısız müdahalesinin eleştirilmesi nedeniyle yaptırım önerilmekte, aynı zamanda rapora eklenen farklı tarihteki görüntülerin de “güvenlik güçlerinin hukuksuz ve orantısız şiddet kullandığı yönündeki tutumu pekiştirir nitelikte” olduğu ifade edilmektedir ve bu aynı şekilde Kurul Kararında da yer almaktadır.
Uzman raporunda yer alan yaptırım gerekçesi, yine Uzman raporunda yer verilen görüntüler ile çürütülmüş, Yüksek mahkemelerce sıkça belirtilen “görünür gerçeğe uygunluk” kıstası, göz ardı edilmiştir.
Bu noktada belirtmek gerekirse; bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınlarının 10 gün süre ile durdurulması gibi, kuruluş açısından son derece hayati ve telafi edilemez zararlara yol açabilecek bir karar verilirken özenli davranılmadığı, zorlama ve kendi içinde çelişki barındıran gerekçelerle alınan kararın adil ve hukuki olmadığı ortadadır.
Tarafımca yapılan ve aşağıda yer verilen incelemede de; 7 dakikalık bölümde ihlal teşkil edecek bir hususun bulunmadığı görülmüştür.
Bahse konu 7 dakikalık bölüm; saat 22.57’de muhabirin; “Ankara’da, Ekrem İmamoğlu’na bu sabah yapılan şafak operasyonunun, etkileri görülmeye, akşam saatlerinde başladı. Önce Kızılay’da CHP ve pek çok emek örgütü bir araya geldi.” şeklindeki ifadeleriyle başlamış, ODTÜ’lü öğrencilerin okullarından başlayarak Adalet Bakanlığına doğru yürümek istemesi üzerine güvenlik güçleri tarafından önlerinin kesilmesi ve aralarında yaşanan arbedenin görüntülerine yer verilmiştir.
Görüntüler ayrıntılı olarak incelendiğinde; haber değeri olan bir kamusal olayın, haberleştirilme safhasında, haber verme sınırlarının aşılmadığı görülmüştür. Tek taraflı bir yayın olduğunu iddia etmek de mümkün değildir. Örneğin; güvenlik kuvvetlerinin öğrencilere biber gazıyla müdahalesine yer verilirken, öğrencilerin de polislere şişeler attıkları (23:01:41) ifade edilmekte ve görüntüleri aktarılmaktadır.
Yine muhabirin anlatımlarında; “(23:02:00) Polis, öğrencilere bir kez daha sesleniyor. Bu eylemin hukuksuz olduğunu söylüyor ve eylemin acilen durdurulmasını söylüyor. Bu müdahalenin de dağılmadıkları sürece devam edeceğini, orantılı olarak güç kullanılacağını söylüyor şu an polis ancak az önce gördüğümüz tabloda, öğrencilere yoğun bir şekilde biber gazı sıkıldığını da söyleyebiliriz.” gibi, olayların tarafsız bir şekilde ve objektif olarak aktarıldığı görülmüştür.
Kabul edilmelidir ki; üniversite öğrencileri tarafından gerçekleştirilen böyle bir olay, dünyanın bütün ülkelerinde haber değeri taşır. Kamu yararı taşıyan böylesi bir olayın haberleştirilmesinin, yetersiz gerekçelerle yaptırım konusu yapılması, bir yandan basın ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale, bir yandan da halkın haber alma hakkına vurulmuş bir darbedir.
III- İhlal gerekçesi olarak gösterilen bir diğer husus da; CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, 24.03.2025 tarihli halk buluşmasının, canlı yayınına ilişkin 3 farklı bölümünün de yaptırıma konu edilmesidir.
Özellikle TBMM sandalye sayısı açısından ikinci büyük partinin genel başkanının açıklamalarının, canlı olarak ekrana taşınması demokratik toplumlarda basının öncelikli görevleri arasındadır. Bir ülkenin Ana Muhalefet Lideri’nin düzenlediği bir halk buluşmasının, CANLI olarak ekrana getirilmesinde suç unsuru aramak, hakkaniyetli olmadığı gibi, rasyonel de değildir ve demokratik ülkelerde kabul edilemez.
Siyasi tartışma özgürlüğünün, demokrasinin temel unsurlarından olduğuna kuşku yoktur. Muhalefet partilerinin lider ve yöneticilerinin de siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında, ülkeyi yönetenler ile kurum ve kuruluşların işlemlerini eleştirme hakkı bulunduğu da açıktır. Muhalefet liderlerinin meydanlarda yaptığı konuşma nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşların cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracaktır. Böylesi bir durum, muhalefet partisi liderlerinin konuşmalarının canlı yayınlanmasını güçleştirecek, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara “canlı yayın yapmama” baskısı oluşturacaktır.
İktidar politikalarına yönelik; yasal bulunmayan, demokratik hak ve özgürlüklere aykırı olduğu ve müdahale edildiği düşünülen uygulamaların, muhalefet partileri kanalıyla kamuoyuna duyurulması kadar, halkın da bu uygulamaları protesto etmesi Anayasa ile koruma altındadır. Bu kapsamda medya, demokratik sistemin işleyişinin göstergesi ve teminatıdır. Dolayısıyla, medyaya yönelik yeterli gerekçeye dayanmayan müdahaleler arttıkça, demokrasinin temelleri zayıflayacak ve zedelenecektir.
Üst Kurul aldığı kararla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, temsil edilen ikinci büyük parti olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel’in halk buluşmasını haberleştirmeleri üzerinden, doğrudan bir siyasi parti genel başkanının fikir ve ifade özgürlüğü haklarıyla, siyaset yapma özgürlüğü haklarına müdahale etmiştir.
Bütünlüğü içinde değerlendirilmeyen, eksik ve seçilmiş dahası neye istinaden söylendiği bile açıklanmamış ifadeler üzerinden oluşturulmuş, gerekçesi tam ortaya konulmamış Uzman raporu dayanak alınarak verilen 10 günlük yayın durdurma cezasıyla; hem Ana Muhalefet Partisi Başkanının siyaset yapma özgürlüğüne, hem medyanın kamuoyunu bilgilendirme hak ve özgürlüğüne ve en önemlisi halkın haber alma hakkına müdahale edilmiştir.
Sonuç itibarıyla; Uzman raporunda, 23.03.2025 tarihli yayının 48 saniyelik bölümü ihlal olarak gösterilmesine rağmen, raporun içine 19, 21 ve 24 Mart tarihli yayın içeriklerinin de eklenmesi, farklı konuların işlendiği yayınlardaki bazı ifadelerin, bağlamları dikkate alınmaksızın, bir araya getirilerek ihlal gerekçesi oluşturulması, usul yönünden sakat olmasının yanı sıra, söylemlere amaç/hedef ilişkisi gözetilerek içerik açısından bakıldığında da hakkaniyetli ve rasyonel değildir.
Bu yönüyle de üst sınırdan verilen 10 günlük geçici yayın durdurma yaptırımı hukuksuzdur, basın ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale niteliğindedir. Ayrıca 6112 sayılı Kanun ile Üst Kurula verilen düşünce çeşitliliği ve haber alma özgürlüğünün sağlanması yükümlülüğüne de aykırılık oluşturmaktadır.
3- Bu noktada; önceki yıllarda Ana Muhalefet Partisi Lideri’nin konuşmalarını CANLI yayınlayan kuruluşlara, Üst Kurul tarafından, uygulanan yaptırımların, MAHKEME SÜREÇLERİ, konunun hukuki boyutunu aydınlatıcı nitelikte olacaktır.
Dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; 24.05.2022 tarihinde twitter üzerinden açıklamalarda bulunmuş, bazı medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından bu açıklamalar CANLI olarak ekrana getirilmiş, söz konusu yayınlara Üst Kurul tarafından yaptırım uygulanmıştır.
Üst Kurulun 30.05.2022 tarihli ve 2022/22 sayılı toplantısında alınan; 9 No.lu kararla TELE 1’e, 10 No.lu kararla Halk TV’ye, 11 No.lu kararla KRT’ye ve 12 No.lu kararla Flash Haber’e, Ana Muhalefet Lideri’nin açıklamaları dolayısıyla, 6112 sayılı Kanun’un, 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle, idari para cezası verilmiştir.
Kuruluşların mahkeme süreçlerini başlatması üzerine; İdare Mahkemeleri kararlarıyla, Üst Kurul tarafından 4 medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım kararı da, İPTAL EDİLMİŞ, Üst Kurulun istinaf talepleri de, Bölge İdare Mahkemesi tarafından REDDEDİLMİŞTİR.
İdare Mahkemelerinin, iptal gerekçesine bir örnek vermek gerekirse; Ankara 9. İdare Mahkemesi, E:2022/1786, K:2023/894 sayılı ve 13/04/2023 tarihli kararında; Üst Kurulun 30.05.2022 tarih ve 2022/22 sayılı toplantısında, 9 No.lu kararla “TELE 1” logolu kuruluşa uygulanan yaptırım kararına yönelik, “dava konusu işlemin iptaline” karar vermiştir.
İdare Mahkemesinin, Danıştay kararına atfen aldığı kararın gerekçesi şu şekildedir:
“Uyuşmazlıkta; dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden; dava konusu isleme dayanak teşkil eden ifadelerin ana muhalefet partisi liderinin yaptığı açıklamaların aktarıldığı canlı yayına ilişkin olduğu, bu nedenle de dava konusu isleme konu edilen yayının ana muhalefet partisi liderinin açıklamalarının, bilgi ve fikirlerinin izleyici kitlesine aktarılması olduğu, bu bilgi ve fikirlerin aktarılmasının Anayasanın basın hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kaldığı, açıklamada geçen ifadelerin ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün araçlarından birinin de eleştiri yapmak olduğu, siyasetçiler tarafından ifade hürriyetinin daha geniş kullanıldığı keza hükumetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırının da diğer kişilere göre daha fazla olduğu, ifade özgürlüğünün sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan; insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil ayni zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak sok eden, rahatsızlık veren fikirler için de uygulanması gerektiği dikkate alındığında, programda canlı yayın sırasında kullanılan siyasi nitelikli ifade ve yorumların ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, nitelik ve ağırlığı itibariyle yukarıda aktarılan 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde yer alan ilke ve kuralların ihlali olarak değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Nitekim benzer bir uyuşmazlıkta Danıştay 13. Dairesince verilen 20/05/2022 tarih ve E:2021/882, K:2021/1825 sayılı kararı ile Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin 28/02/2023 tarih E:2022/6760, K:2023/1178 sayılı kararı da bu yöndedir.”
Üst Kurul, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda istinafa başvurmuş ancak, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (E:2023/3806, K:2023/5096), 27/09/2023 tarihli kararıyla, istinaf talebini REDDETMİŞTİR.
4- Üst Kurul tarafından “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği ve toplumda nefret duyguları oluşturduğu” savıyla yaptırım uygulanan, ancak DANIŞTAY tarafından uygun görülmeyerek iptal edilen yayın içerikleri incelendiğinde de; Yüksek Mahkemenin benzer konulardaki ifade özgürlüğüne bakış açısı ve tutumu anlaşılacaktır:
a) Üst Kurulun, 7 Mayıs 2020 tarih ve 2020/19 sayılı toplantısında, 17 No.lu karar ile HALK TV logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 29.04.2020 tarihinde ekrana getirilen, sunuculuğunu Şirin Payzın’nın yaptığı, "Sözüm Var" adlı programda, program konuğu tarafından, “(…) Şöyle cevap vereyim birincisi bugün yaşanılanlar, bugün iktidarın yaptıkları bana aynen 31 Mart öncesindeki gibi yine çok korktuklarını ve vatandaşların hem CHP örgütlerini bunu sahada çok net görüyoruz birazdan örneklemek isterim hem de CHP Belediyeleri’nin yaptıklarının vatandaşta çok büyük karşılık olduğunu görüyorlar. Ve bunu engelleme adına korkularından akla gelmez herkesi susturmaya ya da algıların olguların üzerini örtmesine dönük bir çalışma halinde olduklarını görüyoruz. Şimdi bu nereye götürür bizi? Yani burası bu gündem korona sırasında yorum yapıp korona sonrasına dair bir öngörüde ya da fikirde bulunmak kolay değil. Ama şöyle bir gerçeklik var ki bu korkuları, bu savrulmaları, bu akılla değil öfkeyle, hırsla, egoyla bir kişinin aklıyla iş yapmaları iktidarı hiç iyi bir yere götürmüyor, bu da önümüzdeki seçimde bir erken seçimle veya başka bir şekilde bu ülkenin, gerçekten halkın artık gözü açıldı, kimin kendisine hizmet için uğraştığını, çaba gösterdiğini biliyor, kimin de böylesi bir dönemde dahi neyle uğraştığını görüyor. Şöyle söyleyeyim bir iktidar değişikliğine hatta ben size daha ileri bir şey söyleyeyim iktidar değişikliği değil bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum ve böyle olacağını da düşünüyorum. İşimiz kolay değil ama ancak böylesi bir yönetim anlayışı, iktidar değişimi ve yeniden bir sistem değişikliği ile bu yaralarımızı, bu hasarlarımızı tedavi edebileceğimizi görüyorum, bunun da olacağını görüyorum, sahada sokakta bu çok yoğun hissediliyor Şirin Hanım." şeklinde ifadelere yer verilmesinin, “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, toplumda nefret duyguları oluşturduğu” gerekçesiyle, % 5 idari para cezası ve program yayınının 5 kez durdurulmasına karar verilmiştir.
Kuruluşun yargı yoluna başvurması üzerine; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ tarafından (E:2024/679, K:2024/1804), 25/04/2024 tarihinde; “…dava konusu işlemin iptali yolundaki Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin 07/09/2023 tarih ve E:2023/5157, K:2023/4121 sayılı temyize konu kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, anılan Bölge İdare Mahkemesi kararının ONANMASINA,..” kararı verilerek, Üst Kurulun temyiz isteği reddedilmiştir.
Anılan Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin söz konusu kararının gerekçe bölümünde; “…programda, hükümetin ve yönetim sisteminin değiştirilmesine yönelik kullanılan ifadelerin şiddeti teşvik veya şiddete çağrı unsurlarını barındırmadığı gibi farklı gruplara karşı bir nefret söylemini de ihtiva etmediği, bu kapsamda, programın yayın dönemi ve programdaki ifadelerin tümü göz önünde bulundurulduğunda demokrasilerde, muhalefet partisinin amacının iktidarı eleştirmek ve yapılacak seçimlerde halkı ikna ederek iktidar olmak olduğu, ana muhalefet partisinin İstanbul il başkanı olarak görev yapan program konuğunun hükümet ve yönetim sistemine yönelik ifadelerinin basın özgürlüğü kapsamında olduğu, bahse konu ifadeler nedeniyle basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin de ‘demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü’ olmadığı anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle, istinaf başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesi'nce verilen kararın kaldırılmasına ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.” hükmü bulunmaktadır.
b) Üst Kurulun, 15 Nisan 2020 tarih ve 2020/16 sayılı toplantısında alınan 15 No.lu karar ile FOX logolu kuruluşun, 30,31.03.2020, 01.04.2020 tarihinde saat 19:00’da yayınlanan Ana Haber Bültenlerinde; “Cumhurbaşkanı'nın başlattığı kampanyayla CHP'li belediyelerin başlattığı kampanyalar birbirinden ayrı. Belediyeler halka en yakın kurumlar… Daha 24 saat geçmeden CHP'li belediyelerin hesaplarına bloke konulunca bir rekabet ortamı algısı yaratıldı, iktidarın CHP'li belediyelerin kampanyasını engellemeye çalıştığı yönünde bir algı oluştu. CHP de bunu iletti. …Bunda bile siyaset yapıyorlar. Bunda bile siyaset yapmaktan imtina etmiyorlar, pes! Gerçekten pes… Kötü yönetim nasıl olurmuş örneği burada. Kötü yönetmek nasıl olurmuş bir ülkeyi örneği burada. Zamanındaki paraları çarçur ederek harcamak nasıl olurmuş? Kara gün düşünmeden ülke yönetmek nasıl olurmuş örneği burada sevgili izleyenler! Büyük büyük saraylar yaparak, büyük büyük yazlık saraylar yaparak, her şeyi hacimsel olarak, büyüklük olarak ifade etmek yönetmek değilmiş demek ki. Eğer öyle olsaydı zaten dünyanın en hacimsel, en büyük şeylerine sahip ülkeler safına girerdik, o da gelişmişlik sayılırdı. Hayır... İşte geldiğimiz durum bu. Öngörüsüzlük ve ülkeyi yönetememe durumu. Ve şu aşamada bırakın artık lütfen partizanlığı, siyaseti, hesapları… Siyasallaşan Diyanet de tabi boş durur mu? O da hemen devreye girdi. 'Siyasallaşan Diyanet' sevgili izleyenler. O da hangi yardımın ve hangi bağışın caiz olup olmadığına karar verdi. Siyasallaşan Diyanet..." şeklinde ifadelere yer verilmesinin, “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, toplumda nefret duyguları oluşturduğu” gerekçesiyle, % 3 idari para cezası ve program yayınının 3 kez durdurulmasına karar verilmiştir.
Kuruluşun yargı yoluna başvurması üzerine; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ tarafından (E:2021/882, K:2021/1825), 20/05/2021 tarihinde; “…konuşmalarda hükûmetin devlet yönetimine, ekonomiye ve salgın hastalık sürecindeki yardım kampanyalarına ilişkin politikasının ele alınarak değerlendirme konusu yapılmasının ve eleştirilmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğu, ayrıca hükûmetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırının diğer kişilere göre daha fazla olduğu açık olduğundan, bu sebeplerle dava konusu Kurul kararıyla davacının basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu itibarla, programda kullanılan ve siyasi nitelikli yorum ve değerlendirmeler içeren ifadeler nedeniyle 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ihlâl edildiğinden bahisle davacı kuruluş hakkında tesis edilen işlemde hukuka uygunluk, dava konusu işlemin iptali yönündeki İdare Mahkemesi kararına yönelik istinaf başvurusunun reddi yolundaki Bölge İdare Mahkemesi kararında ise sonucu itibarıyla hukukî isabetsizlik bulunmamaktadır.” kararı verilerek, BİM kararı ONANMIŞ ve Üst Kurulun temyiz isteği REDDEDİLMİŞTİR.
Danıştay kararlarının işaret ettiği nokta; iktidar politikaları ile kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarına yönelik eleştirilerin, siyasi tartışma ve basın özgürlüğü kapsamında yorumlanması gerektiği ve bu ifadeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yaptırım uygulanamayacağıdır. Ayrıca, siyasi eleştiri niteliğinde olan ve doğrudan toplumun bir kesimini hedef almayan ifadelerin, halkı kin ve düşmanlığa tahrik olarak yorumlanmaması gerekliliğidir.
5- İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Bu nedenle, demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; söz konusu programda olduğu gibi, konuklarının veya siyasetçinin, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamı içinde kalan sözleri nedeniyle cezalandırılması, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu çerçevede, yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Yaptırımın hedefi olan “Nokta Atışı” programı da bir yorum programıdır ve bu tarz programlarda konukların kamusal yararı olan konularda görüş ve önerilerini açıklamaları veya eleştirilerde bulunmaları demokrasinin gereğidir.
a) Bu çerçevede, siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün kapsamına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararına bakmak yerinde olacaktır.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Üst Kurul çoğunluğunun yaptırım uygulanması yönündeki kararı, hakkaniyetli olmadığı gibi, hukuken de isabetli değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
b) Devlet ve iktidar politikaları söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün sınırlarının daha geniş olduğuna yönelik, Anayasa Mahkemesi tarafından, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, 26/7/2019) başvurusundaki kararı da yön gösterici niteliktedir.
Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş, kararda; “Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğu” ve “Kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişilerin, güçlü nedenler olmadan cezalandırılmaması gerektiği” şeklinde hüküm bildirmiştir.
“…Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadelerine yer verilen bildiri ve bildiri gerekçe gösterilerek verilen cezaya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69; Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler şöyledir:
“128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…”
Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
“134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
Örnek olarak sunulan Anayasa Mahkemesi kararlarının işaret ettiği nokta; iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
6- Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. SZC logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 17 idari yaptırımda; 12 milyon TL para cezası, 8 program durdurma cezası ve 10 GÜN EKRAN KARARTMA CEZASI) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
8- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 7/12/1976).
Basında yayınlanan bilginin tüm yönleri ile doğruluğunun ortaya koyulması gerekmez. Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında başvuranın mahkûmiyeti, polis şiddetine ilişkin iddiaların gerçekliğini ortaya koyamamasına dayanmaktadır. AİHM, başvurucuyu sert bir dille dile getirdiği bazı iddiaların doğruluğunu ortaya koyma yükünden muaf tutmuştur. AİHM’e göre, başvurucu başkaları tarafından söylenenleri haberleştirmiştir. Bu nedenle, iddiaların içeriği ile ilgili olarak sorumlu görülmemiştir. Ayrıca iddiaların tamamen asılsız olduğu da ortaya koyulamamıştır. Ayrıca, başvurucunun amacı polisin itibarına zarar vermek değil, Adalet Bakanlığını polis şiddetine ilişkin iddialarla ilgili bir soruşturma başlatmaya sevk etmektir (Thorgeir Thorgeirson v/İzlanda, 13778/88, 25.06.1992).
Hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
Hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, 18/07/2000, §40).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere, hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler ve bir siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
9- Ayrıca AYM ve AİHM kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken, kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir. Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.” (https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf) (E. Tarihi:21.04.2025)
Bu çerçevede; dört farklı tarihte yayınlanan programlardan, farklı kişilerin bazı ifadelerinin, bağlamları da dikkate alınmaksızın, bir araya getirilerek ihlal gerekçesi oluşturulması ve üst sınırdan yaptırım uygulanması hukuki ve ölçülü değildir, yüksek mahkeme kararlarına açıkça aykırıdır.
10- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar” (S.86).
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:21.04.2025)
Dolayısıyla; bir toplumsal olay sırasında güvenlik kuvvetlerinin müdahalesine ilişkin eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadelerin, basın ve ifade özgürlüğünü aşan bir yönü bulunmamaktadır. Ayrıca söz konusu ifadelerde, ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf gözetme durumu da, toplumdaki farklı gruplara yönelik kin ve düşmanlığa tahrik de söz konusu değildir. Siyasetçilerin veya siyasi parti genel başkanlarının, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında yaptığı açıklamaların, ekranlara taşınmasının da basın özgürlüğü kapsamında korunduğuna kuşku yoktur. Bu açık duruma rağmen, medya hizmet sağlayıcı kuruluş için, en ağır yaptırım olan lisans iptalinin de önünü açacak şekilde üst sınırdan yaptırım uygulanması kabul edilemez.
Bu doğrultuda; SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa 10 gün geçici yayın durdurma içeren yaptırımın, basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı ve ihlal olarak değerlendirilen tüm yayınlarda, 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yönün bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 28.05.2025