İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 02.07.2025 tarih ve 70 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 01.07.2025 tarihinde saat 19:57’de yayınlanan "4 Soru 4 Yanıt" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 01.07.2025 tarihinde saat 19:57’de yayınlanan, Evren Özalkuş ve Merdan Yanardağ'ın katılımıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür ÖZEL'in Saraçhane Mitinginin canlı olarak yayınlandığı "4 Soru 4 Yanıt" adlı yorum programında; “(Kalabalıktan "Cuntacı Erdoğan" sloganları)…Her darbenin başında bir cuntası olur. Bu darbenin de üç savcısı, üç hakimi, üç tane gizli tanığı, iftiracıları var ve bu darbenin başında bir başkan, bir cunta başkanı var. Milletin geçmişte Cumhurbaşkanı diye seçip yetki verdiği birisi, Recep Tayyip Erdoğan. (Yuhalama sesleri) Artık Cumhurbaşkanı değil, cunta başkanıdır. Cunta başkanı. (Yuhalama sesleri ve Cuntacı Tayyip sloganları)…Ayrıca, miting konuşmaları ekrana getirilirken "Cuntaya Karşı Boyun Eğmeyeceğiz", "Millet İradesine Darbede 100'üncü Gün", "Özgür Özel:Cunta Başkanı Erdoğan", "Cunta Başkanı Erdoğan" şeklinde sözlü ve yazılı ifadelere yer verildiği görülmüştür.
Günümüzde medyanın gücünün artması ile medya mensuplarının sorumluluklarının da aynı ölçüde arttığı bir gerçektir. Yayıncılığın aynı zamanda bir kamusal sorumluluk görevi olduğu da düşünüldüğünde yayınların kanuni düzenlemeler ve Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde yürütülmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Medyanın gücü ne kadar fazla ise medya mensuplarının sorumluluğunun da o ölçüde arttığını söylemek mümkündür. Muhakkak ki medya mensuplarının siyasi kişi veya kuruluşları, kamu kurumlarını eleştirme ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirme ve eleştiri hakkı bulunmaktadır. Medya mensuplarının görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, birtakım kişi veya kuruluşları eleştirmesi ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi basın özgürlüğü anlamında son derece önemlidir. Ancak bu hak kullanılırken eleştiriye maruz kalan kişi veya kurumların hak ve itibarlarının da gözetilmesi gerekmektedir. Eleştiri; kanuna aykırı bir şekilde kişi, kurum ve kuruluşları itibarsızlaştırmaya, küçük düşürmeye ve aşağılamaya yönelik suçlayıcı ifadeler içeren sınırsız ve kontrolsüz bir hak olarak görülmemelidir. Nitekim Danıştay 13. Dairesi'nin 2020/613 E. ve 2021/229 K. sayılı kararında belirtilen; "Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, politikacılar, bürokratlar, diplomatlar, bilim adamları, sanatçılar, sporcular gibi kamuoyu tarafından tanınan kişilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının, toplumda yer alan diğer kişilere oranla daha geniş olmasının, bu kişilerin özel hayatlarına, onur, şeref ve saygınlıklarına ağır ve haksız saldırılarda bulunulabileceği anlamına gelmediği de gerek iç hukukumuzda gerek AİHM kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Buna göre, ifadenin muhatabının konumu, ifadeyi kullananlar açısından sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı bahşetmez. Bu nedenle demokratik toplumların çoğunda; ifade özgürlüğü kalkanı arkasına gizlenerek, kişileri yalnızca karalamak, aşağılamak, asılsız suçlamalarda bulunmak, kişilerin özel hayatlarına ölçüsüz saldırıda bulunmak gibi ifade özgürlüğünün açıkça kötüye kullanıldığı durumlar hukuken korunmaktadır. Bu anlamda; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici keyfi söz ve beyanlar ile özel hayata ve hayatın gizliliğine karşı saldırılar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeyi hedefleyen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilmektedir. (Yargıtay 12. Ceza Dairesi, E:2017/1848, K:2018/545, Karar Tarihi: 17/01/2018)" ifadeleri ile kişi, kurum ve kuruluşlara yönelik eleştirilerin sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı olmadığının altı çizilmiş ve ifade hürriyetinin kapsamının çerçevesi belirtilmiştir.
Demokratik rejimlerde basın, ifade hürriyetinin geniş kitlelere ulaştırılması ve farklı görüşlerin dile getirilmesinde en etkili araç olarak demokrasinin de teminatıdır. Demokrasi çeşitlilik ve çoğulculuk esasında ilerlerse halk içindir. Çoğulculuğun ve çeşitliliğin bir arada var olabilmesinin yegâne yolu karşılıklı sınırların çizilmesiyle mümkündür. Buradan hareketle devletin kitle iletişim araçlarını denetlemesi toplumsal sözleşmenin gereğinin devletçe yerine getirilmesidir. Kitle iletişim araçlarının halkın yönelimini ve kültürel birlikteliğini belirleyebilen bir güç olarak demokrasilerde çok önemli bir yer tuttuğu açıktır. Dolayısıyla halkın doğru bilgilendirilmesi, kamuoyunda özgür kanaat oluşması, medyanın elinde bulundurduğu iletişim gücünü toplumun aleyhine kullanmaması için ilgili düzenlemeler mevzuatla gerçekleştirilir ve denetleme mekanizmalarınca denetlenir. Yasa, yayıncı kuruluşların ekranlarında yer verdikleri programlarda dikkatli bir dil ve üslup kullanmalarını şart koşar. Bu dikkatli dil ekranların tarafsızlığı ve itibarının teminatıdır. Bireysel düşünce ve yargılarında herkes özgürdür. Ancak sorumlu yayıncılık anlayışını benimsemesi gereken medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda bunların ifade edilmesi sırasında hak ihlali doğurabilecek itham edici, yargılayıcı ya da itibar zedeleyici bir üslubun kullanılması hukuki ve ahlaki düzeyde çeşitli sorunları ortaya çıkarabilecektir.
İnsan hak ve özgürlüklerinden olan ifade özgürlüğü hakkı, demokratik bir toplumun temel unsurlarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açıklık ilkelerinin var olması bakımından vazgeçilmez bir karakter taşımakla beraber gerek uluslararası sözleşmelerde gerekse ulusal mevzuatımızda bu hakkın kullanılmasının belirli sınırları bulunmaktadır. Söz konusu yasal düzenlemelerin başında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası gelmektedir. Anayasa'nın 26'ncı maddesindeki “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” hükmü ile düşünce özgürlüğüne getirilebilecek sınırlamalardan bahsedilmiştir.
5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde ise; Basının özgür olduğu, bu özgürlüğün; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içereceği, basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği hükmüne yer verilmiştir.
Konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de benzer bir hüküm bulunmaktadır. Mezkûr sözleşmenin ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddesinde: "1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir." düzenlemesi yer almaktadır.
AİHM'nin Lingens Avusturya içtihadında da belirtildiği üzere, ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerindendir. Bu toplumun ilerlemesinin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Basının görevi, kamu yararını ilgilendiren başka alanlarda olduğu gibi siyasi konularda da bilgi ve fikirleri açıklamaktır. Buna karşın, AİHM'nin Times Newspapers Limited No:1-2 Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere, Sözleşmenin 10. maddesi, basının halkın yararına olan ciddi meseleleri işlemesinin söz konusu olduğu durumlarda dahi, hiçbir sınırlama içermeyen bir ifade özgürlüğünü güvenceye almaz. Bu maddenin 2. fıkrası uyarınca, basın ifade özgürlüğünü kullanırken, görev ve sorumluluklarına uygun davranmak durumundadır. Bu görev ve sorumluluklar, görülmekte olan davada olduğu gibi, basının yayımladığı haberlerin kişilerin şeref ve hakları üzerinde ağır etkiler yaratma riski taşıdığı durumlarda, özellikle önem arz etmektedir. Diğer yandan Sözleşmenin 10. maddesinin gazetecilere sunduğu koruma, gerçeğe uygun ve sorumlu bir gazeteciliğin gerektirdiği ilkeleri gözeten, güvenilir haberler sunacak biçimde iyi niyetle hareket etme şartına bağlıdır. Yine AİHM'nin birçok kararında da kamu kurumları ve yayın kuruluşlarınca, kişiler hakkında yapılan yayınlarda masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi ve bu ilkenin de sıkı bir şekilde korunması gerektiği vurgulanmıştır.
Herhangi bir eleştiri, ifade özgürlüğü kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Ancak eleştiri sınırlarının ötesine geçen ve kişileri aşağılayan, kişilik haklarına saldırdığı ve hakaret niteliği taşıyan, insan onuruna aykırı ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden her türden ifade ise ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilmelidir. Kamusal alan içerisinde muhtelif ideolojiler tarafından üretilen söylemlerin, belirli bir karşıtlık içerisinde iktidar mücadelesi etmesi olağandır. Demokratik bir toplumda çok sesliliğin korunması hem kamusal alanı oluşturan kurumlar hem de bireyler açısından temel bir gerekliliktir. İfade özgürlüğü kapsamında eleştiri sınırları aşılmadan haber içeriklerinin ve yorumların kamuoyuyla paylaşılması demokratik toplum doğasının gereğidir.
Türkiye’de “cuntacı” terimi, hem tarihsel bağlamı hem de güncel siyasi kullanımı bakımından oldukça yüklü ve olumsuz anlamlar içeren bir ifadedir. “Cunta” kelimesi, Türk Dil Kurumu’na göre: "Bir ülkede yönetime silah zoruyla el koyan kimselerden oluşan grup" şeklinde tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla “cuntacı”, bu tür bir topluluğun üyesi, destekçisi ya da darbeci zihniyeti savunan kişi anlamına gelmektedir. Siyasi tartışmalarda “cuntacı” kelimesi, doğrudan yasa dışı darbeci, silahlı müdahaleyle iktidar değiştirmeyi savunan kişi anlamında ağır bir suçlama olarak kullanılmaktadır. Bir kişi veya siyasi yapı “cuntacı” olarak niteleniyorsa, bu onların demokratik yollarla değil, baskı, zor, tehdit ve şiddet yoluyla iktidar elde ettiği veya elde tutmaya çalıştığı anlamına gelmektedir. Halbuki Özel tarafından cuntacı olarak nitelendirilen Cumhurbaşkanı Erdoğan doğrudan milletin iradesiyle seçilmiş devlet başkanıdır. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yöneltilen “cuntacı” söylemi, iftira, hakaret, kişilik haklarına saldırı ve toplumsal algıyı manipülasyon olarak değerlendirilir. Türkiye’de “cuntacı” kelimesi, sıradan bir siyasi eleştiri değil; demokratik meşruiyeti reddeden, darbe yanlısı, otoriter ve anayasa dışı bir aktör olarak damgalamayı içeren ağır, suçlayıcı ve itham edici bir ifadedir.
Yayıncı kuruluş tarafından ekrana getirilen söz konusu ifade, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının anayasal düzene karşı suç işlediği, darbecilikle ilişkilendirilebilecek bir konumda olduğu yönünde ağır bir isnat içermektedir. Bu tür bir nitelendirme, yalnızca sert bir siyasi eleştiri değil, aynı zamanda kişilik haklarını zedeleyen açık bir itibarsızlaştırma eylemidir. Anayasa’nın 17. maddesi gereği herkesin "kişilik haklarına" ve "onur ve saygınlığına" dokunulamaz. Yayıncılık faaliyeti, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmekle birlikte, bu özgürlük yukarıda da bahsedildiği üzere mutlak değildir. Nitekim, ifade özgürlüğü sınırlarının belirlendiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinin 2. fıkrası da, kişilerin şeref ve itibarının korunması amacıyla bu özgürlüğün sınırlandırılabileceğini öngörmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu çerçevede, kamu görevlileri (Cumhurbaşkanı) hakkında yapılan eleştirilerin daha geniş bir hoşgörü alanına sahip olduğunu kabul etmekle birlikte, mesnetsiz ağır hakaretlerin bu kapsamda korunamayacağını belirtmiştir (bkz. AİHM, Lingens v. Austria, Tuşalp v. Turkey kararları). Dolayısıyla, medya üretiminde etik sorumluluk kadar hukuki sınırların da gözetilmesi, toplumsal barışın ve hukukun üstünlüğünün teminatı olarak görülmelidir.
Kamu yayıncılığı, izleyiciye yalnızca haber iletmekle kalmaz; aynı zamanda dilin seçimi ve görsel sunum yoluyla toplumsal algıyı da şekillendirir. “Cunta başkanı” gibi tarihsel olarak darbelerle ilişkilendirilen, ağır ve yargılayıcı bir ifadenin bağlamından koparılarak doğrudan "Cuntaya Karşı Boyun Eğmeyeceğiz", "Millet İradesine Darbede 100'üncü Gün", "Özgür Özel:Cunta Başkanı Erdoğan", "Cunta Başkanı Erdoğan" şeklinde alt yazıya taşınması, haber verme sınırlarını aşmakta; izleyicide bu söylemin onaylanması ve meşrulaşması yönünde bir izlenim oluşturmaktadır. Söz konusu söylemler, haberleştirme sürecinde doğrudan alt yazı biçiminde ekrana taşındığında, sadece bilgilendirme işlevi görmemekte; aynı zamanda bu ifadenin medya eliyle dolaşıma sokulması, güçlendirilmesi ve belirli bir söylem atmosferine yerleştirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Yayıncının bu noktada gösterdiği editoryal tercih, habercilikle sınırlı kalmayan; siyasal söylemin yeniden üreticisi hâline gelen ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren bir medya pratiğine dönüşmektedir. Bu yaklaşım, yalnızca bir kişiyi hedef almakla kalmamakta; aynı zamanda anayasal kurumların itibarı ile toplumsal barışa duyulan güveni de zedeleyebilecek riskler taşımaktadır. Bu nedenle, yayın kuruluşlarının kamusal sorumluluk bilinciyle hareket ederek, ağır ve suçlayıcı ifadeleri bağlamından koparıp görselleştirmekten kaçınmaları; tarafsızlık, editoryal denetim ve kamu yararı ilkeleri doğrultusunda yayın politikası izlemeleri zorunludur.
Yukarıda yer verilen açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, ihlale konu programda, “Bu darbenin başında bir başkan, bir cunta başkanı var. Milletin geçmişte Cumhurbaşkanı diye seçip yetki verdiği birisi, Recep Tayyip ERDOĞAN. Artık Cumhurbaşkanı değil, cunta başkanıdır. Cunta başkanı.” şeklinde sarf edilen ifadelerin yayıncı kuruluş tarafından ekrana getirilmesi ve hatta bant yazı ile söylemlerin pekiştirilerek yayınlanmasının toplumsal kutuplaşmayı derinleştirme, kamu düzenini zedeleme ve halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanını itibarsızlaştırma niteliğinde olduğu, ayrıca Özel tarafından miting için toplanan kalabalığa Cumhurbaşkanı'nın yuhalatılmasının ve Cumhurbaşkanı aleyhine iftira niteliğinde sloganlar attırılmasının ekrana getirilmesinin de sorumlu yayıncılıkla bağdaşmamakla birlikte gazetecilik mesleğine karşı yapılmış ağır bir saldırı ve kamunun güvenine ihanet olarak değerlendirildiği, yayıncılık hizmetlerinde kamu yararı gözetilmek zorunda olup; iftira niteliği taşıyan, kişilik haklarını hedef alan, kutuplaştırıcı söylemlere yer verilmesinin yayın etiği ve yasal sınırlarla bağdaşmadığı, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayınlarında kişi, kurum ve kuruluşlara yönelik kullanılan ifadelerin kamusal sorumluluk anlayışına uygun olması, kişi, kurum ve kuruluşların itibarını zedeleyici, aşağılayıcı, küçük düşürücü ve iftira niteliğinde olmaması beklenmekte olduğu gerçeği göz önüne alındığında söz konusu yayın içerisinde ekrana getirilen mezkur sözlü ve yazılı ifadelerin eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde olduğu kanaatine varılmıştır.
Bu itibarla;
6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlali nedeniyle,
6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan ve/veya bu Kanun hükümleri kapsamında Üst Kurul tarafından belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden yüzde üçüne kadar idari para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz.” hükmü uyarınca idari para cezası uygulanması gerektiği,
a) İhlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, kuruluşa %3 oranında idari para cezası uygulanmasına,
Ancak, ihlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Haziran 2025 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 2.100.000,00 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, televizyon kuruluşları için idari para cezasının 10.000 (onbin) Türk Lirasından az olamayacağından, 2025 yılı için belirlenen yeniden değerleme oranına göre 195.543,00 (yüzdoksanbeşbinbeşyüzkırküç) Türk Lirası İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINA,
b) İdari para cezasının tebliğinden itibaren bir ay içerisinde, Üst Kurulun T.C. Ziraat Bankası Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Tek İdare Tahsilat Alt Hesabı TR46 0001 0017 6200 9999 9955 88 no’lu hesabına “6112 sayılı kanunun 32’nci maddesine göre ödenen para cezasıdır” şerhiyle ödenmesi gerektiğinin veya 6112 sayılı kanunun 32’nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca, tebliğden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabileceğinin, aynı maddenin 11’inci fıkrası uyarınca 1 ay içerisinde peşin ödeme yapılması halinde, 5326 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca cezanın dörtte üçünün tahsil edileceğinin ve taksitlendirme talebinde bulunulabileceğinin, peşin ödemenin kanun yoluna müracaat hakkını engellemeyeceğinin, en geç 1 aylık süre içerisinde ödenmeyen idari para cezasının, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairesine gönderileceğinin bildirilmesine,
c) 6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “8’inci maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (d) bentleri dışındaki bentlerini, aynı maddenin ikinci fıkrasını ve bu Kanunun yayın hizmetlerinde ticari iletişimi düzenleyen hükümlerinden herhangi birini yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde yirmiden fazla ihlal eden medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayını beş güne kadar durdurulur. Bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı halinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının beş günden on güne kadar durdurulmasına; ihlalin ikinci tekrarı halinde ise yayın lisansının iptaline karar verilir. …” hükmü uyarınca işlem tesis edileceği hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
Üst Kurul Üyesi Ahmet Can BUĞDAY, Dr. Necdet İPEKYÜZ, Tuncay KESER ve İlhan TAŞCI’nın karşı oyları ve oy çokluğu ile karar verildi.
Toplantıya Ait Şerhler
Üst Kurulun 03.07.2025 tarihli, 2025/26 sayılı toplantısında alınan 14 No.lu karara karşı oy yazısı.
Tuncay KESER Şerhidir.
Üst Kurulun 03.07.2025 tarih, 2025/26 sayılı toplantısında alınan 14 No.lu karara karşı oy yazısı.
Necdet İPEKYÜZ Şerhidir.