İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 01.10.2025 tarih ve 89 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 07.09.2025 tarihinde 20:04’te yayınladığı "Sözün Aslı” adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Aslı Kurtuluş Mutlu’nun yaptığı, iç politikaya dair güncel meselelerin konuşulduğu, CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt, Eski Devlet Bakanı Ahat Andican, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Barış Övgün ve Gazeteci İnanç Uysal'ın konuk olarak, CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır’ın telefon bağlantısıyla katıldığı yorum programında; “Ne yazık ki bu yüzyılda 80 darbesinde iki araba asker gelip İstanbul İl binasına ziyarette bulunmuştu, şimdi binlerce polis geliyor, aradaki farkı görün. Hukuk eliyle bir darbe yapılmıştır… Partimize, irademize, İstanbul’a bir darbe var… Hakikaten artık bu ülkede 19 Mart darbesinden sonra bu akşam itibariyle demokrasiye de darbe indirilmiştir. Artık hukuki bir süreç yoktur bu ülkede, artık bu ülkede seçimlerden bahsedilemez… Bu ülkede otokratik bir düzen kurulmuştur. Artık bu ülkede sarayın istediği olacak denilmektedir. Siz sokağa çıkamazsınız, siz partinize gidemezsiniz, siz oy kullanamazsınız, siz Cumhurbaşkanı seçemezsiniz denilmenin ilk adımı atılıyor şu anda. Bu bir denemedir, bu bir başkaldırıdır. Şu an Erdoğan iktidarı demokrasiye başkaldırıyor, Erdoğan iktidarı hürriyete başkaldırıyor, özgürlüklere başkaldırıyor. Erdoğan iktidarı şu an Türkiye’de farklı bir rejime doğru ülkeyi bu akşam deneme yöntemiyle götürüyor.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri “..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, “oy çokluğuyla” alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
“SZC” logolu medya hizmet sağlayıcıda, 07.09.2025 tarihinde saat 20:04’te canlı olarak yayınlanan "Sözün Aslı” programında; CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır ve CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt’un, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na yapılan kayyım ataması bağlamında, CHP il binasının polis ablukasına alınmasına ilişkin bazı değerlendirmelerinin, “eleştiri sınırını aştığı” gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Toplumun gündeminde olan ve tartışılan konuların, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazar ve sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir. Bu çerçevede ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması, toplumsal faydayı arttıracaktır.
Ayrıca çağdaş demokrasilerde, siyasi tartışma ve eleştiri özgürlüğünün özel güvenceye alındığı da kuşkusuzdur.
Yaptırım uygulanan programda; Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında; CHP İstanbul İl Başkanlığı’na yapılan kayyım ataması ve bu bağlamda güvenlik görevlilerince binaya giriş çıkışların engellenmesine tepki gösteren CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır’ın, “80 darbesinde iki araba asker gelip İstanbul İl binasına ziyarette bulunmuştu, şimdi binlerce polis geliyor… Hukuk eliyle bir darbe yapılmıştır." ve CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt’un “...bu akşam itibarıyla demokrasiye de darbe indirilmiştir…Şu an Erdoğan iktidarı demokrasiye başkaldırıyor, Erdoğan iktidarı hürriyete başkaldırıyor, özgürlüklere başkaldırıyor. Erdoğan iktidarı şu an Türkiye’de farklı bir rejime doğru ülkeyi bu akşam deneme yöntemiyle götürüyor… Bu bir darbedir, 12 Eylül iktidarı gibi darbedir, darbe yapılmıştır." şeklindeki ifadeleri ihlal olarak değerlendirilmiş,
“...Cumhurbaşkanının; yargı ve emniyet güçleri eliyle darbe yaptığına ilişkin yorumların eleştiri sınırları ötesinde olduğu, toplumda yargı kararlarına yönelik güvensizlik oluşturabileceği...” savıyla, yaptırım gerekçelendirilmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekirse, demokratik toplumlarda muhalefetin görevi, yargı dâhil her türlü devlet gücünü denetlemek ve eleştirmektir. Basın yalnızca haber aktaran bir araç değil; aynı zamanda kamuoyunun siyasal olaylar hakkında bilgi edinmesini sağlayan bir denetim mekanizmasıdır. Bu bağlamda, siyasal açıklamaların ve tartışmaların medya yoluyla kamuoyuna aktarılması, basın özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Kaldı ki; ülke gündeminin birincil ve en önemli maddesi haline gelen, dahası kamu yararı taşıyan böylesi bir konuda tarafların görüşlerinin aktarılması da medyanın haber verme ve toplumun bilgi edinme hakkı kapsamında olduğu gibi, siyasetçilerin de siyasi konularda seslerini duyurabilme hak ve özgürlüğünün bir parçasıdır.
Yargı kararlarının kamuoyu nezdinde tartışılması da demokratik denetimin bir parçasıdır. Özellikle tartışmalı ve siyasallaştığı iddia edilen yargı kararları, siyasi figürler tarafından eleştirilebilir. Aksi durum, yargının mutlak dokunulmazlığı anlamına gelir ki, bu demokratik toplumlarda kabul edilmez.
Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Zühtü Arslan’ın, 23 Eylül 2020’de, ‘Bireysel Başvurunun Kabulünün 8. Yılı Sempozyumu Açış Konuşması’nda, yargı kararlarına yönelik eleştirilerle ilgili yaptığı açıklama, AYM’nin bu konuya bakış açısını göstermesi bakımından önem taşımaktadır:
“Daha önce birçok kez ifade ettiğim gibi yargı kararlarının eleştirilmesi de ifade özgürlüğü kapsamındadır. Yargı kararları, özellikle Anayasa Mahkemesi kararları kutsal metinler değildir. Eleştirilebilir, dahası eleştirilmelidir. Bundan en fazla kurumsal olarak kararları eleştirilen yargı kurumu faydalanır. Nitekim Anayasa Mahkemesi bu amaçla yıllardır kararlarımızın tartışıldığı ve eleştirildiği sempozyumlar düzenlemekte, sunulan bildirileri Anayasa Yargısı dergisinde yayımlamaktadır.”
https://anayasa.gov.tr/tr/baskan/eski-baskanlarin-konusmalari/zuhtu-arslan/konusmalar/bireysel-basvurunun-8-yili-sempozyumu-acis-konusmasi/ (E.T.20.10.2025)
2- Yaptırıma konu yayında; Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekili’nin açıklamaları ihlal gerekçelerinden biri yapılırken, ifadelerin bağlam ve bütünlüğü gerek Uzman raporunda gerekse Kurul Kararında göz ardı edilmiştir.
CHP Grup Başkanvekili Başarır, güvenlik görevlilerince ablukaya alınan CHP İstanbul İl Başkanlığı önünden canlı yayına katılmış, “Şu anda çok zorlu şartlarda konuşuyorum... İstanbul İl Binamızın dört bir tarafı çevik kuvvetle sarılmış durumda. Milletvekillerinin girişine çıkışına izin verilmiyor. Milletvekilleri giremiyor şu anda buraya.” ifadeleriyle, olağandışı bir süreç yaşandığını aktarmış ve eleştirilerini; “Ne yazık ki bu yüzyılda 80 darbesinde iki araba asker gelip İstanbul İl binasına ziyarette bulunmuştu, şimdi binlerce polis geliyor, aradaki farkı görün. Hukuk eliyle bir darbe yapılmıştır. Şu anda farklı bir noktaya gelmiştir ülke. Ülke antidemokratik uygulamalarda bir aşama daha kaydetmiştir. Artık halk iradesinin, Türkiye’nin birinci partisinin hiçbir önemi yoktur...” şeklinde, olağanüstü duruma dikkat çekerek sürdürmüş ve darbe benzetmesini de bu bağlamda yapmıştır.
Yine CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt da açıklamalarına, “Polis anladığımız kadarıyla ile (il binası) doğru... yavaş yavaş ile girmeye çalışıyor. Bu durum onu gösteriyor. Bu ne anlama geliyor...” şeklinde başlamış, yaşanan süreci bu olağandışılık üzerinden ve yine darbe benzetmesi üzerinden yorumlamıştır.
Görüleceği üzere; yaptırıma gerekçe gösterilen ifadeler, biri Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekili olan iki milletvekili tarafından, CHP İl Binasının güvenlik güçlerinde ablukaya alınması gibi olağandışı bir süreçle ilgili, siyasi tartışma özgürlüğü çerçevesinde dile getirilen, siyasal iktidarın politik uygulamalarına yönelik sert siyasi eleştiri ve siyasi analiz niteliğindedir.
Yaptırıma konu edilen; “Erdoğan iktidarı” ifadesiyle, iktidar organını temsil eden siyasal yapı kastedilmekte ve eleştirilmektedir. Söz konusu ifadenin, doğrudan Cumhurbaşkanının ya da belirli bir yargı görevlisinin şahsını, onur ve saygınlığını hedef almadığı, aksine siyasal iktidarın tutumunu ve politik pozisyonunu eleştirme amaçlı kişisel yorum ve değerlendirme niteliği taşıdığı açıktır.
Diğer yaptırım gerekçesi de; “hukuk eliyle darbe” ifadesidir. Oysaki siyaset biliminde ve siyasi söylemlerde, “demokrasiye darbe”, “demokrasiye müdahale”, “otokratik düzen” gibi ifadeler mecazi anlamda kullanılmaktadır. Siyasi arenada sıklıkla kullanılan “hukuk eliyle darbe” ifadesi de; dilbilim açısından bakıldığında, hem mecaz (gerçek anlam dışı kullanım) hem de metafor (benzetme yoluyla anlatım) özelliklerini taşıyan, olgusal bir fiil isnadı değil, mecazî ve metaforik bir siyasal değerlendirmedir. Herhangi bir kişi veya kurumun somut bir suçu işlediğini ileri sürmek anlamında değil; hukuk mekanizmalarının siyasal amaçlarla kullanıldığına dair bir kanaati ifade etmek amacıyla kullanılır ve değer yargısı niteliği taşır.
Dolayısıyla; değer yargısı niteliği taşıyan bu tür metaforik eleştiriler, siyasal söylemin doğal bir parçasıdır ve yaptırıma konu cümle de bütünüyle sembolik bir anlatım biçimidir. Kaldı ki bu ifadenin siyasi bir aktör tarafından kullanıldığı da göz önüne alındığında; siyasal iktidar tarafından, hukukun araçsallaştırılması suretiyle demokratik düzene yöneltilen müdahaleyi tartışmaya açmak üzere kullanıldığı açıktır.
Sonuç itibarıyla; “hukuk eliyle darbe yapıldı” ifadesi, bir olgu isnadı değil, bir değer yargısıdır, kişi veya kurumları hedef almayan, genel bir siyasal değerlendirmedir ve metaforik bir anlatım biçimi olup, düşünsel tepkiyi simgesel yoldan dile getirmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Lingens/Avusturya kararında da açıkça belirtildiği üzere; “…olgular ile değer yargıları arasında dikkatli bir ayrım yapılması gerekmektedir. Olguların varlığı kanıtlanabilirken, değer yargılarının doğruluğu kanıta tabi değildir” (Lingens/Avusturya, (B. No: 9815/82, 1986, § 46).
“SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Sözün Aslı” programında, Başarır ve Enginyurt’un, Ana Muhalefet Partisi İl Binası’nda yaşanan olağanüstülük üzerinden dile getirdikleri siyasi eleştirilerde; ifade özgürlüğü sınırlarını aşan, hakaret, iftira ya da aşağılama içeren bir ifade kullanılmadığı, CHP İl Binasına yönelik abluka sürecinin sert bir dille eleştirildiği ve siyasi bir tartışma yürütüldüğü açıktır. Uzman raporu ve Kurul Kararında da söz konusu ifadeler ile ilgili “aşağılama veya iftira” tespiti yapılmamıştır. Bu yönüyle de söz konusu ifadelerin; siyasi eleştiri niteliğinde olduğu ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı kabul edilmelidir. Bilindiği üzere; demokrasilerde eleştirilmeyecek kurum, kuruluş ve düşünce yoktur. Kamusal görevde bulunanların ve devlet işleyişinde görev alan tüm birimlerin eleştiriye açık olmaları gerekliliği de yargı kararlarıyla sabittir. AİHM’in Handyside kararında da vurguladığı gibi; “Demokratik toplumda ifade özgürlüğü sadece hoşa giden fikirler için değil, şoke eden ve rahatsız eden fikirler için de geçerlidir.” ilkesi ölçüt olmalıdır.
Dolayısıyla olgusal temeli bulunan bir konuda, kişilik haklarına saldırı teşkil edecek, onur kırıcı, aşağılayıcı ya da hakaret içerikli bir ifade bulunmayan değerlendirmeler nedeniyle üst sınırdan yaptırım uygulanması rasyonel ve ölçülü değildir, siyasi tartışma özgürlüğünü ve eleştiri hakkını daraltıcı niteliktedir.
3- Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik toplumlarda, basın yalnızca haber aktaran bir araç değil; aynı zamanda kamuoyunun siyasal olaylar hakkında bilgi edinmesini sağlayan bir denetim mekanizmasıdır. Denetim işlevinin bir uzantısı olarak, toplumun gündeminde yer alan ve tartışılan konuların medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, ekonomistler veya sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışma ortamının ve ifade özgürlüğünün doğal sonucudur. Çağdaş demokrasilerde, siyasal tartışma özgürlüğü özel bir güvence altındadır ve ifade özgürlüğünün geniş yorumlanması hem kamusal denetimi güçlendirmekte hem de toplumsal faydayı artırmaktadır.
Bu özgürlük alanının bir yansıması olarak, demokratik toplum düzeninde, siyasal aktörlerin görüş, duruş ve eylemlerine yönelik yapılan yorum, nitelendirme ve eleştirilerin daha geniş bir koruma alanına sahip olduğu bilinmektedir. Siyaset alanının doğası gereği, siyasi retorikte sıkça karşılaşılan “sert”, “kırıcı” veya “rahatsız edici” nitelikteki değerlendirmeler dahi –kişisel onur veya saygınlığa doğrudan saldırı amacı taşımadığı sürece– ifade özgürlüğü kapsamında korunmakta ve hukuken hakaret sayılmamaktadır.
Bu kapsamda, siyasetçilere, bürokratlara yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının, özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek ulusal hukukta gerekse uluslararası mahkeme içtihatlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bunun temel gerekçesi, siyasetçilerin özel kişilerden farklı olarak kamuoyuna mal olmuş bireyler haline gelmeyi bilinçli bir tercihle üstlenmiş olmalarıdır. Dolayısıyla, kamu yaşamında görünür olmayı seçen siyasetçiler; basın, medya ve toplumun diğer bireyleri tarafından getirilen eleştirilere daha geniş bir hoşgörü göstermekle yükümlüdürler.
CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır ve CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt’un açıklamaları, değer yargılarına ve siyasi analizlere dayalıdır. Cumhurbaşkanı’nın ya da belirli yargı görevlisinin kişisel onuru veya özel hayatı değil, siyasi tutumlar ve yargı kararı eleştirilmektedir. Başarır ve Enginyurt, canlı yayında sert bir üslup ile yaptığı yorumlarla, bir yandan iktidar partisinin uygulamalarını, bir yandan da yargının işleyişini siyasi tartışmaya açmaktadır ve siyasi tartışma özgürlüğünün de demokratik sistemlerin önemli bir unsuru olduğuna kuşku yoktur.
Bu çerçevede; Ana Muhalefet Partisine üye iki siyasetçinin, toplumun tüm kesimleri tarafından tartışılan bir konuda, iktidar partisinin tutumu ve yargının işleyişine ilişkin yürüttüğü siyasi tartışma nedeniyle yaptırım uygulanması, medya hizmet sağlayıcı kuruluşları, farklı siyasi düşünceleri ekrana taşıma konusunda tereddüte düşürecek, ifade özgürlüğü ve düşünce çeşitliliğinin sağlanması zora girecektir.
Bu yönüyle, “SZC” logolu kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım, adaletli, rasyonel ve ölçülü değildir. Ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
4- Programlarda, Cumhurbaşkanı’na, Bakanlık görevi yürütenlere veya siyasilere yönelik eleştirilerin, eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırımların yargı süreçleri incelendiğinde; çoğunlukla ifade özgürlüğü kapsamında olduğu vurgulanarak Kurul Kararlarının iptal edildiği ve Danıştay tarafından da bu tarz siyasi içerikli eleştirilerin hakaret/aşağılama olarak kabul edilmediği ve basın özgürlüğü sınırları içinde değerlendirildiği görülmektedir. Örnek kararlar şu şekildedir:
a) Üst Kurulun 15.12.2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun “İki Yorum” programında;
“Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek… Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar… Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir”
şeklindeki söylemlerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ankara 12. İdare Mahkemesi, 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararıyla, söz konusu sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu gerekçesiyle, işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmış ve dava konusu Üst Kurul Kararını iptal etmiştir. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunu reddetmiş, nihayetinde, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 27/09/2023 tarih ve 2023/2034 E., 2023/3773 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını oybirliğiyle onamıştır.
b) Üst Kurul tarafından, 15/12/2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantının 18 No.lu kararıyla; "TELE 1" logolu medya hizmet sağlayıcıda, 19/11/2021 tarihinde yayınlanan "Demokrasi Arenası" adlı programda, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Engin Altay tarafından;
“Recep Tayyip Erdoğan bence diktatör… Bu bile Türkiye'yi nasıl birinin yönettiğinin çok basit, en yalın örneğidir. Ama bilinsin ki 84 milyon da ondan davacı. Ve bu mahkemenin görüleceği bir gün var. Ben o günü çok yakın olduğunu, o güne az kaldığına inanıyorum ve Türkiye'nin ilk seçimlerinde salt bir diktatörden kurtuluyor olmayacağız, Türkiye'nin ilk seçimlerinde Türkiye ikinci Kurtuluş Savaşı'nı da kazanmış olacak. Birinci Kurtuluş Savaşı'mızı emparyalist devletlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı yaptık, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bir Kemal bu savaşı yaptı, şimdi başka bir Kemal de devlete çöreklenen haramilerden ve Allah ile aldatanlardan devleti kurtarmak için bir savaş veriyor.”
şeklindeki ifadelerin kullanılmasının, 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan Yayın Hizmetleri “... kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 14/05/2025 tarihinde (E:2023/1218, K:2025/1965), Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesinin kararını, oy birliğiyle BOZMUŞTUR.
Bozma gerekçesinde; “…Siyasetçilerin ve hükümette bulunanların kişilik hakları ve özel hayatları ise, ifade özgürlüğü karşısında en az korunan alanlardan biridir… Uyuşmazlık konusu program yayınında ihlale konu edilen ifadelerin açıkça siyasi nitelikte olduğu, politik alanda kaldığı, Cumhurbaşkanı'nın özel hayatına yöneltilmediği, konuğun kendi bakış açısı ile yaptığı yorum ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu, hakaret veya kişisel saldırı olarak nitelendirilemeyeceği, nitekim YARGITAY 18. CEZA DAİRESİNİN 25/09/2017 tarih ve E:2015/38212, K:2017/9587 kararının da, aynı ifadelerin eleştiri niteliğinde olduğu, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığından hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı yönünde olduğu; ayrıca söz konusu ifadelerin kışkırtıcı, sert ve saldırgan olduğu varsayılsa dahi, her iki tarafın siyasi birer figür oldukları da göz önünde bulundurularak, siyasetçilerin eleştirilere diğer kişilerden daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiği de dikkate alındığında, davacının basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin, ‘başkalarının şöhret ve haklarının’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm verilmiştir.
Örnek yargı kararlarından da görüleceği üzere, siyasal bağlamda kullanılan ve toplumsal tartışmalar sırasında dile getirilen ifadeler ile bu ifadelere benzer söylemler, yüksek yargı organlarınca genellikle hakaret veya aşağılama kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu tür ifadeler, özellikle kamu yararı ve ifade özgürlüğü ilkeleri çerçevesinde, demokratik toplumlarda hoşgörüyle karşılanması gereken sert eleştiriler olarak kabul edilmektedir. Yargı kararlarının işaret ettiği temel nokta; siyasetçiler, iktidar politikaları veya olgusal temele dayanan siyasi tartışmalar söz konusu olduğunda, program sunucusu ve konukları açısından ifade özgürlüğünün daha geniş bir biçimde yorumlanması gerektiğidir.
Bu açık duruma rağmen, Danıştay kararlarında ısrarlı şekilde vurgulanan çerçeve dikkate alınmaksızın, demokratik sistemlerin temel ilkesi olan siyasi tartışma özgürlüğünün ve eleştiri hakkının yok sayılarak, hakaret ya da aşağılama içermeyen ifadeler nedeniyle yaptırım yoluna gidilmesi; rasyonel değildir, hukuk güvenliği ve belirlilik ilkelerini zedeleyecektir.
5- Yargı kararlarına yönelik eleştirilerin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin, iki farklı AİHM kararı, yaptırım uygulanan ifadeler kapsamında önem taşımaktadır:
De Haes and Gijsels v. Belgium (B. No: 19983/92, 24 Şubat 1997)
Gazeteciler, çocuk istismarıyla suçlanan bir kişinin beraat ettirilmesine yönelik mahkeme kararını ağır şekilde eleştirmiş ve yargıçların bağlantılarını sorgulamıştır. AİHM tarafından, bu eleştirilerin kamu yararı kapsamında olduğu ve haberin cezalandırılmasının ifade özgürlüğünün ihlali anlamına geldiğine karar verilmiş, gazeteciler tarafından yapılan eleştirilerin cezalandırılması, ifade özgürlüğüne aykırı bulunmuştur.
AİHM bu kararıyla; yargıya yöneltilen ciddi eleştirilerin bile, eğer kamuoyunu bilgilendirme amacı taşıyorsa ve kişisel hakaret içermiyorsa, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, yargı kararlarının kamu yararını ilgilendiren yönlerinin tartışılabileceğini hüküm altına almıştır.
Morice v. France (B. No: 29369/10, 23.04.2015, Büyük Daire)
Avukat Olivier Morice, Fransa’da yürütülen bir ceza soruşturmasında görev alan iki yargıç hakkında, yargı sürecindeki tarafsızlıklarına ilişkin eleştirilerde bulunmuştur. Bu eleştiriler, kamuoyuna açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bunun üzerine Morice, yargıçlara hakaret ettiği gerekçesiyle cezai yaptırımla karşı karşıya kalmıştır.
AİHM, 23 Nisan 2015 tarihinde verdiği kararda, Morice’in mahkûmiyetinin, AİHS’nin 10. maddesiyle güvence altına alınan ifade özgürlüğüne orantısız bir müdahale teşkil ettiğine hükmetmiştir. Mahkeme, avukatların, adaletin işleyişine dair kamuoyunu bilgilendirme ve eleştirme hakkının, demokratik bir toplumda korunması gereken temel özgürlüklerden biri olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda, Morice’in açıklamalarının, kamu yararına yönelik bir tartışma kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, yargıya duyulan güveni sarsmaktan öte, kamusal bir meseleye dikkat çekme amacı taşıdığını belirterek, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir.
AİHM’in, “Yargı mensupları kamu görevlisidir. Diğer kamu görevlileri gibi, kendilerine yönelik eleştirilerde daha geniş bir hoşgörü göstermeleri beklenir.” kararı, yargı mensuplarının da eleştiriye açık olduğunu ve demokratik denetim mekanizmasının bir parçası olarak eleştiriye daha fazla tahammül göstermesi gerektiğini açıkça ortaya koymakta, özellikle yargı erkinin eleştirilmesi söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün korunmasına verdiği önemi göstermektedir.
6- Milletvekilleri seçmen kitlesini, yani halkı temsil etmekle görevlidirler. Belirli bir ilden seçimi kazanmış olsalar da seçildikleri ili, bölgeyi veya salt kendilerini seçen seçmenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Dolayısıyla, halkın sorunlarını ve gündeme ilişkin görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak, çözüme ilişkin katkıda bulunmak, milletvekilinin, en asli, en önemli görevlerinden kabul edilir ve bu görevi ifa ederken medya kuruluşları en hızlı şekilde en büyük kitleye ulaşabilmelerine aracılık eder.
“Milletvekilleri, görevleri gereği yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığına sahiptir. Yasama sorumsuzluğu; milletvekillerinin yasama ve denetim faaliyetlerindeki oy ve sözlerinden ve Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, Genel Kurulca başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamalarından dolayı sorumlu tutulamayacaklarını ifade eder. Yasama sorumsuzluğu mutlak ve süreklidir. Görevi sona erse de milletvekilli, görevi sırasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. (Türkiye Büyük Millet Meclisi Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı, YASAMA EL KİTABI, Mart 2022, s.17) https://cdn.tbmm.gov.tr/TbmmWeb/Yayinlar/Dosya/8746211c-9eed-4bb3-b8fc-8b255b45f39d.pdf (E.T.:20.10.2025)
Dolayısıyla, Üst Kurul aldığı bu kararla; Türkiye Büyük Millet Meclisinde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekilinin, gündemde geniş yer bulan ve birçok tartışma programına konu edilen bir olaya dair, üstelik “siyasi eleştiri”, “siyasi tartışma” niteliğindeki açıklamaları üzerinden, ifade özgürlüğüne, siyaset yapma özgürlüğüne müdahale etmiş, öte yandan halkın temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına da kısıtlama getirmiştir.
Ayrıca milletvekilleri, siyasetçiler ve siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün çerçevesine ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararı, örnek niteliğindedir.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Kurul çoğunluğunun yaptırım yönündeki kararı, hukuken isabetli ve ölçülü değildir.
7- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlali ve eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçeleriyle hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
8- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
9- Anayasa Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, yargı gibi kamu kurumları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, 26/7/2019) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi Kararı’nın, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” bölümündeki bazı hükümler şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69; Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.”
İlgili Kararın “Nihai Değerlendirmeler” bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
İlgili Kararın “Orantılılık” bölümündeki değerlendirmelerde de şu hüküm yer almaktadır:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır. (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46)
137. Demokratik bir toplumda otosansür refleksine hizmet eden bir cezaya maruz kalınması, kamu gücünü kullanan organların karar ve eylemlerini sorgulanamaz hâle getirir. Oysa demokratik bir toplumda devletin, kamusal faydası yüksek olan bir tartışmanın yürütülmesini ceza tehdidi yoluyla engellemek yerine bilgi kaynaklarına ve iletişim araçlarına erişim imkânlarının genişliğinden yararlanarak kendisine yönelik eleştirileri etkili bir biçimde yanıtlamak suretiyle bu konudaki kamusal tartışmaya katkıda bulunması beklenir.”
Bu çerçevede; Ana Muhalefet Partisi milletvekillerinin, Türkiye gündemini yakından ilgilendiren bir konuda, ülkeyi yönetmekle sorumlu iktidar partisinin tutumu ve yargı süreçlerini analiz ederek tartışmaya açan ve partisinin politikasını açıkladığı ifadeleri nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşun üst sınırdan cezalandırılması, orantısız olacak, kamusal faydası yüksek tartışmaların yapılmasını imkânsız hale getirecektir.
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin, gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), B. No:2013/8503, 27/10/2015, § 58).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır (Bekir Coşkun, B.No: 2014/12151, 04.06.2015).
10- AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükümetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Yüksek yargı kararlarında; siyasetçilerin bu gibi durumları göze alarak siyasete girdiği ve her platformda kendilerini savunabilecek olanağa sahip oldukları, özellikle siyasi parti liderlerinin söz konusu olanaklar açısından çok daha ayrıcalıklı oldukları gibi hususların özellikle vurgulandığı dikkate alındığında; medya hizmet sağlayıcılara yönelik uygulanan bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği unutulmamalıdır.
Siyasi arenada, özellikle kamusal yarar taşıyan konularda, tarafların tümünün açıklamalarının kamuoyuna ulaştırılması, basının görev ve sorumluluğu kapsamındadır. Özellikle siyasi parti başkanları ve yöneticilerinin sözlerini sansürlemeden vermek, gazetecilik ve habercilik sorumluluğunun bir gereğidir. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında vurguladığı üzere; basın özgürlüğü, yalnızca bilgi aktarma değil, kamu gücünü elinde bulunduranlara karşı eleştiri yapma ve eleştiri taşıyan açıklamaları aktarma özgürlüğünü de kapsar. Bu noktada belirtmek gerekirse; 6112 sayılı Kanun kapsamında yer alan ve yaptırım uygulanan, “…kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmü, medya hizmet sağlayıcılara, kişilerin şeref ve itibarını zedeleyici, iftira veya hakaret içerikli yayın yapılmaması yükümlülüğünü getirmektedir. Ancak bu hüküm, Üst Kurul tarafından siyasal eleştiri sınırlarını daraltacak şekilde yorumlanmamalı; eleştiri ve hakaret arasındaki ayrım, yargı kararları doğrultusunda ve ifade özgürlüğünün demokratik işlevi göz önüne alınarak yapılmalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiğine kuşku yoktur. CHP Grup Başkanvekili Başarır ve CHP İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt’un ifadelerinin, iftira ya da hakaret içermediği, yaşanan olağanüstü bir süreç nedeniyle ülke yönetimine ilişkin sistemsel eleştiriler olduğu görülmektedir. Bu çerçevede de “SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, kamusal sorumluluk anlayışına aykırı bir tutumunun olmadığı açıktır.
Bu nedenlerle; yaşanan olağanüstü süreç nedeniyle olgusal temeli olan bir konuda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki analizler ve bir siyasi tartışmanın parçası olarak ifade edilen aşağılama ya da iftira içermeyen görüşler gerekçe gösterilerek, üst sınırdan uygulanan yaptırımın, siyasi tartışma ve eleştiri özgürlüğünü ortadan kaldıracağı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici olacağı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 30.10.2025


