İnceleme ve Değerlendirme : İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nın 25.11.2014 tarihli ve 2372 sayılı yazısı ve eklerinin incelenmesi sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin Uzman Raporunda;
“TV NET logosu ile yayın yapan NET Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. unvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşta her Cuma 20.00-21.45 saatleri arasında Haber Analiz adlı haber yorum programı yayınlanmaktadır. Canlı olarak ekrana gelen programda daimi konuk Abdurrahman Şimşek ve sunucu Ferhat Ünlü'nün yanı sıra programda haftanın öne çıkan gelişmelerini değerlendirmek üzere bir konuk yer almaktadır. Rapora konu 07/11/2014 tarihinde 20.00.16-21.44.41 saatleri arasında 01 sa 44 dk 25 sn süre ile yayınlanan programda Milli Güvenlik Kurulu kararları bağlamında Cemaat-Paralel Yapı örgütlenmesinin ulusal güvenlik tehdidi olarak kırmızı kitaba girmesinin bundan sonraki süreç için ne anlama geldiği, uzun yıllar hareket bünyesinde bulunmuş konuk yazar Latif Erdoğan'ın tespit ve yorumları eşliğinde ele alınmıştır.
Fetullah Gülen Vekili Avukat Nurullah Albayrak'ın 8/11/2014 tarihli ve 037640 evrak nolu Evrak Akış ve Talimat Fişi ile gelen yazıda belirtilen 18.11.2014 tarihli dilekçesinde, TV NET televizyonunda 07/11/2014 tarihinde saat 20.00'da yayınlanan Haber Analiz adlı programda "Cemaat kavramı ile paralel yapıyı biz birbirinden hep ayırdık. Cemaat 40-50 senedir milli dinamikleri de arkasına almış ve çok ciddi mesafeler kat etmiş bir güç. Manevi tarafı ağır basan bir güç. Şimdi paralel yapı dediğimiz bu gücüde kullanan dışarıya kadar uzantısı olan bir yapı. Paralel yapı kavramının MGK'da gündeme gelmiş olması çok önemli. Bundan sonraki süreçte hem iç, hem de dış tehdit olarak algılanacak. Bu durumda bu ülkeyi, milleti seven herkesin bu konuda tavır alması lazım. Legal görünümlü illegal ifadesi de çok önemli bundan sonra cemaate ait okullar, şirketler, vakıflar, dernekler mercek altına alınacak. 40 senedir toplanmış bir harman 17 Aralık'tan sonra yakılmıştır. Bu bir güçtü askeri tabir ile mühimmattı fakat düşmanın eline geçti. Paralel yapıyı sevk ve idare eden ABD, İngiltere ve İsrail. Bu 3'lü ittifakın güdümünde bir hareket. Dolayısıyla ya bu mühimmat geri alınacak ya da imha edilecek. Eğer bu mühimmatı düşman elinde bırakırsak bize de dönecek. Ben 17 Aralık'ı sahipleninceye kadar bu paralel yapı kavramı içinde Gülen'i değerlendirmiyordum onu hariç tutuyordum. 15 senedir bu cemaat dış güçler tarafından kuşatılmıştır, ele geçirilmiştir fakat Gülen bunun dışındadır diye diyordum ama son olaylara bakınca aynı doğrultuda hareket edildiğini gördüm. Bu kadar büyük bir kazancı mahvetme adına çok üzücü büyük bir travma meydana getiren bir olay. Gülen yanlışlarından, hatalarından, biz yanlış yaptık derse bu topluluk tekrar eski haline dönebilir. Ben o cemaat içinde herkesten fazla emeği geçmiş biri olarak herkesten fazla üzülüyorum bu duruma. Gülen'in söylediği sözlere ben kendisinin de inanmadığını biliyorum. Burada liderliği kurtarma kavgası var. İleride bu cemaat tamamen çözülecek. Şu süreçte cemaatin hiçbir kaybı yok desek bile en az 20 sene geriye gitmiştir" şeklinde ifadelerde bulunduğunu ve program içeriğinde benzer nitelikte mesnetsiz iddialara yer verildiğini; program içeriğinde yer alan iddiaların tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmiş ve yapılan bu yayının 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (b), (c), (ç), (e), (ı), (i) ve (k) bentlerine aykırı olduğunu ve talebinin gereğinin yapılmasını ifade etmiştir.
Söz konusu yayında şikayet edilen hususlara ilişkin konuşma bağlamını içeren deşifre metni ve yapılan tespitler aşağıdaki şekildedir:
Sunucu: "Gülen cemaatinin devletteki örgütlenmesiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Bir süredir devam ediyor bu tartışmalar, bitmek bilmiyor, belki Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda da gündemini meşgul edecek gibi görünüyor. Son olarak Milli Güvenlik Kurulu toplantısında devletteki örgütlenmenin paralel örgütlenmenin bir ulusal güvenlik tehdidi olarak kırmızı kitaba girmesi gündeme geldi ve bundan sonra topyekun bir siyasi mücadele yürütüleceği dile getirildi. Acaba bu siyasi mücadele nasıl yürütülecek ve paralel yapıyla siyasi mücadele söyleminin içeriği teknik anlamda nasıl doldurulacak? Bugün bu konuyu derinlemesine masaya yatıracağız. Konuğumuz, Gülen hareketini yıllardır iyi bilen, geçmişte hareket bünyesinde bulunmuş bir isim, yazar Latif Erdoğan. Özellikle 17 Aralık sürecinden sonra cemaatin devletteki örgütlenmesinin davranışlarına ve stratejisine ilişkin çok ciddi eleştiriler yöneltti. Bu stratejinin devlete yönelik bir darbe girişimi olduğunu cesur bir biçimde açıklıkla dile getirdi ve eleştirileri, konuyu çok yakından bilen bir ismin eleştirileri olduğu için büyük yankı uyandırdı."
Latif Erdoğan: "Cemaat kavramı ile paralel yapıyı biz birbirinden hep ayırdık. Cemaat 40-50 senedir milli dinamikleri de arkasına almış ve çok ciddi mesafeler kat etmiş bir güç. Manevi tarafı ağır basan bir güç. Şimdi paralel yapı dediğimiz bu gücü de kullanan, dışarıya kadar uzantısı olan bir yapı. Paralel yapı kavramının MGK'da gündeme gelmiş olması çok önemli. Demek ki bundan sonraki süreçte artık hem iç hem de dış bir tehdit olarak algılanacak paralel yapı, bu çok önemli bir konu yani sadece iç bir tehdit değil, iç tehdit değil, dış tehdit de aynı zamanda. Bu durumda ülkeyi seven, vatanı seven herkesin bu dış tehdide karşı tavır alması söz konusu. Psikolojik olarak da önemli bu. İkinci mesele orda, MGK'da alınan karar, legal görünümlü illegal çalışmalar ifadesi var ki bana göre o da çok önemli, şimdi zahirde vakıftır, dernektir, şirkettir. Dolayısıyla devletin buna doğrudan doğruya müdahalesi söz konusu olmuyordu, fakat bu çerçeve içinde bakıldığında artık onun kuruluşunun görünürdeki kuruluşunun legal olması bir şey ifade etmeyecek. Demek ki bundan sonraki süreçte cemaate ait okullar, şirketler, vakıflar, dernekler mercek altına alınacaktır ki doğru olan da budur. Şimdi 40 senelik bi harman toplanmış bir harman 17 Aralık'tan sonra yakılmıştır, bir yönüyle. Bunu ben benzetme olarak bunu diyorum bu bir güçtü, mühimmattı yani askeri tabirle fakat düşmanın eline geçti. Paralel yapıyı sevk ve idare eden ABD, İngiltere ve İsrail. Şimdi bu 3'lü ittifakın güdümünde bir hareket var. Dolayısıyla ya bu mühimmat geri alınacak, yani bu cemaat onların elinden kurutulacak veyahut da imha edilecek. Başka çaresi yok, düşman eline geçmiş çünkü, eğer bu mühimmatı düşman elinde bırakırsak bize de dönecek."
Sunucu: "Peki hangisi olacak sizce, yani geri mi alınacak yoksa imha süreci mi sürecek?"
Latif Erdoğan: "Tabi birinci olarak tercih geri almaktır, yani aslına döndürmektir bu işi. Ne, hangi gayeyle yol çıktılarsa bu topluluk, o gayeye dönmektir, esas olan budur. Bu hem bu ülke için faydalıdır, hem insanlık için faydalıdır. Fakat ben devamlı şu husus üzerinde durdum. 17 Aralık'ı sahipleninceye kadar ben bu paralel yapı kavramı içinde Gülen'i değerlendirmiyordum, onu hariç tutuyordum. Tamam 15 senedir bu cemaat dış güçler tarafından kuşatılmıştır, ele geçirilmiştir fakat Gülen bunun dışındadır diye düşünüyordum fakat son sahiplenişiyle artık yapılan şeyi doğrudan sahiplenişiyle demek ki aynı doğrultuda herekte ediliyor şeysi oluştu bizde, bütün toplumda oluştu bu. Bu kadar büyük bir kazancı mahvetme adına çok üzücü büyük bir travma meydana getiren bir olay. Şimdi Gülen aynı hatalarından vazgeçerse, vazgeçtiğini açık deklare ederse, biz yanlış yaptık derse bu topluluk tekrar eski haline dönebilir. Eski müsamahayı görmeyebilir, ama tahrip gücü en azından azalır, tahrip gücü olmaz. Bu da bir kazançtır, yani zararın neresinden dönülürse kardır diyoruz biz. Ben o cemaat içinde 45 senesi geçmiş bir insan olarak, emeği olan bir insan olarak elbette herkesten fazla üzülüyorum yani bunlar bizim sevdiğimiz istediğimiz konuşmalar değil, arzu ettiğimiz şeyler değil, zaruret kadar konuşuyoruz zaten, zaruri olduğu ölçüde konuşuyoruz, bunu da en başta Gülen bilir. Şimdi burda yapılması gereken bir şey var. Bu süreci devletle çatışma noktasına getirilir de Gülen'in taktiklerinden birisi meseleyi zamana yayma, problemi parça parça halletme meselesi bir taktiktir. Bu noktaya çekildi gibi görünüyor, şimdi yani bi kendini geri çekti, bir altı ay kadar kimseyle görüşmedi, konuşmadı, inziva süreci yaşadı, ondan sonra da yeni atraksiyonlara başlandı, şimdi söylenen sözlere, kendisinin söylediği sözlere kendisinin de inanmadığını ben biliyorum. Burada liderliği kurtarma kavgası var, telaşı var daha doğrusu. Şimdi bu cemaatin çözülmemesi, dağılmaması için gibi masum bişeyler söylüyorlar ama bu da doğru değil, çünkü ilerde bu cemaat tamamen çözülecek. Şimdi çözülme süreci de başladı. Şimdi sizin sorunuza gelince mağduriyette mazlumiyette birliktelik hasıl etmeye çalıştılar bu da tabi altta bi ölçüde ittifak oluşturuyor. Fakat genele baktığımız zaman 20 sene kazanılan, son 20 senede kazanılan entelektüel katılım ve katkı bitmiştir. Ekonomik katkı ve katılım bitmiştir, yani şu anda hiçbir kaybı olmazsa cemaatin 20 sene geriye gitmiştir. Bunu kapanan yurtlarla da görüyoruz değil mi, yarıya inmiş kayıtlarla da görüyoruz, dolayısıyla burda toplumda meydana gelen imajın yıkılması söz konusu ki onu ne ekonomiyle ne başka bişeyle telafi etmek mümkün değil. Bak herkesin kabulünü kazanmış bir çalışmaydı bu, dolayısıyla her türlü desteği kaybetmiş durumda."
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “ifade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, http://www.anayasa.gov.tr/files/bireysel_basvuru/AIHS_tr.pdf, Erişim Tarihi, 18.11.2014). Anayasa’nın 25. maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26. maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir. Bununla birlikte İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanun’unda ifade özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkan basın özgürlüğünün kullanımına ve sınırlamasına yönelik belirli düzenlemelerin olduğu da unutulmamalıdır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı "İçtihat Metni"nde, demokratik toplumlarda basının önemini vurguladıktan sonra, “Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir... Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” ifadelerine yer vermiştir.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2009/7316 E., 2012/17738 K. nolu içtihat metninde “İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna- İtalya kararı).” İfadelerine yer vermiştir. ( Yargıtay Kararlarına, UYAP - Bilgi Bankası, http://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/, adresinden karar/esas numaraları ile sorgulama yapılmak suretiyle ulaşılabilir.)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında “Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme’nin 10(1). fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme’nin 10(2). fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (bk. yukarıda geçen Handyside kararı, parag. 49). Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler ayrı bir öneme sahiptir. Basının, "başkalarının itibarlarını korumak" gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte, kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek, yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur; halkın da bunları edinme hakkı da vardır (bk. ayrıntılarda farklılıklarla birlikte yukarıda geçen Sunday Times kararı, parag. 30). Bu bağlamda Mahkeme, Viyana Üst Mahkemesinin kararında geçen, basının görevi haber vermek olup bunların yorumu öncelikle okuyuculara bırakılmalıdır (bk. yukarıda parag. 29), şeklindeki görüşü kabul edememektedir.” ifadeleri yer almıştır. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Lingens-Avusturya Kararı http://www.inhak.adalet.gov.tr/faaliyet21/aihm_diger_ulke/3.pdf, Erişim Tarihi: 19.11.2014)
Yukarıda belirtilen hükümlerden ve kararlardan anlaşılacağı üzere İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda dolayısıyla hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında gerekse Yargıtay kararlarında ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı içtihadında, basın özgürlüğünün; belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerebileceğinin kabul edilmesi gerektiğini ve gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimlerin “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadelerin asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. nolu içtihat metninde ifade özgürlüğünün aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanacağı belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir. Mezkur Yargıtay kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından görüldüğü üzere ulusal ve uluslar arası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. Sonuç olarak medyada bireylere yönelik olarak küçültücü olmamak ve hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddialar yer alabilmektedir. Bu nitelikte haber ve iddialar basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak demokratik toplumlarda medyanın sorumluluklarının da bulunduğu unutulmamalıdır. Medyanın; abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddiaların muhataplarına cevap ve düzeltme hakkı tanıması ve/veya karşıt görüşlere yer vermesi demokratik toplumun gelişmesine ve kamuoyunda özgürce kanaat oluşmasına sağlayacağı gibi medyanın kamusal sorumluluğunun ve medya etiğinin bir gereğidir.
Yapılan incelemede, uzun yıllar cemaat yapılanması içinde görev almış konuk yazar Latif Erdoğan tarafından MGK Bildirisi'nde geçen 'Legal görünümlü illegal yapılar' açıklaması, bir ulusal güvenlik tehdidi olarak kırmızı kitaba girmesi, iç ve dış tehdit olarak paralel yapıyla mücadele bağlamında analiz ve yorumların yapıldığı ve Paralel Yapı olarak nitelendirilen bir yapılanmaya yönelik iddia ve gelişebilecek muhtemel süreçle ilgili öngörülerin yer aldığı görülmüştür. Mezkur konunun; güncel, haber değeri bulunan ve kamuoyunun ilgisini çekebilecek nitelikte bir husus olduğu; bu bakımdan Bakanlar Kurulu Toplantısı, MGK Toplantısı gibi önemli toplantılarda konuşulan ve haber değeri taşıyan konuların bir yorum programı içinde irdelenmesi ve yorumlanmasının doğal karşılanabilir bir durum olduğu düşünülmektedir. Program içinde Fetullah Gülen'e ve Gülen cemaatine yönelik olarak küçültücü, aşağılayıcı ve hakaret edici nitelikte ifadelerin kullanılmadığı fakat cemaatin içinden birileri tarafından bazı eleştiri ve iddialara yer verildiği bunların ise haber değeri taşıdığı ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Ancak, söz konusu programdaki Fetullah Gülen ve Gülen cemaati ile ilgili iddialarının ve eleştirilerinin doğru ya da yanlışlığının tarafımızca tespiti mümkün bulunmamaktadır. Bu bağlamda ilgili yayın içeriğindeki iddia, yorum ve değerlendirmelerin ilgili şikayetçi ve muhataplarının düzeltme ve cevap hakkına açık olduğu; bu suretle kamuoyunun bilgilendirilmesinin sağlanacağı gibi medyanın da kamusal sorumluluğa ve medya etiğine uygun bir yayıncılık sergileyeceği düşünülmektedir.
Bu hususlar göz önüne alındığında; TV NET logosu ile yayın yapan NET Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. ünvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşun ilgili yayınında, 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'a aykırı bir husus olmadığı ancak ilgilinin cevap ve düzeltme hakkını kullanabileceği kanaatine varılmıştır.”
Şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş olduğu,
Yayın Kuruluşu'nun söz konusu yayını ile 6112 sayılı Kanun hükümlerini ihlal etmediği kanaatinin Daire başkanlığınca belirtildiği,
Konu hakkında karar alınmasını teminen yazının Üst Kurula havale edildiği, anlaşılmaktadır.
Gerekçe :Konunun; İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nınyazısı, eki belgeler ve ilgili mevzuat kapsamında Üst Kurulumuzca değerlendirilmesi neticesinde;
Söz konusu yayına ait deşifre ve video kayıtlarının tetkiki sonucunda; şikayet konusu yayının 6112 sayılı Kanun hükümleri açısından incelenmesi neticesinde, ihlale konu programda kamuoyunu ilgilendiren konularla ilgili yorum ve açıklamalarda bulunulduğu, dile getirilen beyanların eleştiri sınırları içerisinde kaldığı, anılan yayında ileri sürülen iddiaların doğru ya da yanlışlığının tarafımızca tespiti mümkün bulunmadığı gibi, ilgilinin düzeltme ve cevap hakkını kullanabileceği, bu haliyle mezkur yayının ifade hürriyeti sınırları içinde mütalaa edilmesi gerektiği kanaati oluşmakla, anılan yayında 6112 sayılı Kanun hükümlerinin ihlal edilmediği değerlendirilmiştir.