İnceleme ve Değerlendirme : İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nın 05.10.2015 tarihli ve 1492 sayılı yazısı ve eklerinin incelenmesi sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin Uzman Raporunda;
"SAMANYOLU HABER" logosu ile yayın yapan Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. ünvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 12.09.2015 ve 15.09.2015 tarihli yayınları incelenmiştir. 12.09.2015 tarihinde 22:22-23:56 saatleri arasında "Derin Bakış" isimli programın, 15.09.2015 tarihinde ise 09:58-10:49 saatleri arasında "İlk Gündem" isimli programın yayınlandığı tespit edilmiştir. Her iki yayında da gündemin başlıca konularından olan çözüm süreci ve son dönemde vuku bulan terör olayları bağlamında çeşitli görüş ve yorumların ele alınıp değerlendirildiği görülmüştür.
Buna göre ilk olarak sunuculuğu Saygı Öztürk tarafından yapılan ve Gültekin Avcı ile MHP Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz'ın konuk edildiği "Derin Bakış" programında, çözüm süreci ve terör olayları bağlamında siyasi ve sosyal meseleler ele alınmıştır. Canlı olarak yayınlanan programın ilerleyen dakikalarında geçen konuşmaların bir kısmına ait deşifre aşağıdaki gibidir:
12.09.2015 22:22:14
"...Seyfettin YILMAZ: Şimdi eylem sayılarına baktığınızda bir yıl içerisinde toplam on, onbeş, yirmi eylem yapabilen, o da vur-kaç taktiği uygulayan, sınırdan geçip eylemi yapıp geri kaçan bir terör örgütünden bugün günde kırk, elli eylemin yapıldığı noktaya geldi. Şimdi buraya nasıl gelindi? Beli kırılan, beli bükülen yok edilme noktasına gelmiş PKK terör örgütü ne yazık ki Adalet ve Kalkınma Partisinin akıl hocaları kimlerdir bilemiyorum. Kendinden menkul birtakım şahsiyetlerle beraber bir Kürt açılımı ortaya koydular. Daha sonra buna demokratik açılım dediler. Barış süreci dediler. Sonuçta çözüm süreci diye bir süreç ismini koydular. Bu süre içerisinde muhatap aldıkları kişi 35.000 kişinin katlinden sorumlu, bebek katili diye adlandırılan Abdullah ÖCALAN'ı çözümün ana noktasına götürdüler. Saygı Bey şuna dikkat etmek gerekiyor. Burada yapılan en büyük hata da şu oldu: PKK terör örgütünü Türkiye'de yaşayan bütün Kürt kökenli vatandaşlarımızın yegane temsilcisi gibi çözümün ana unsuru haline getirdiler. Esas sıkıntı burada. Bu süreç içerisinde devletin yanında yer alan, PKK terör örgütünden rahatsız olan, hatta koruculuk sistemi dediğimiz korucuların devletin yanında saf tuttuğu bir süreçte bu yaşanan süreç, süreçte Kürt kökenli vatandaşlarımıza da şu mesaj verildi. Sizin yegane temsilciniz PKK terör örgütüdür. Çünkü devlet PKK terör örgütünü cumhurbaşkanından başbakanına kadar muhatap kabul eden, devletin bütün birimlerinin kabul ettiği bir yapı haline getirdi. Bu süreç içerisinde ne dendi biraz önce de ifade ettiğiniz gibi işte analar ağlamayacak, dağlarda çiçekler açacak, ırmaklarda balıklar tutulacak. İşte 63 tane akil adam topçusundan, popçusuna, sözde aydınından sivil toplum örgütü başkanına kadar algı operasyonu oluşturmak amacıyla bir psikolojik operasyon oluşturuldu. Ülkeye barış geliyor. Bu süre içerisinde işte Oslo'da başlayan efendime söyleyim Habur'da devam eden bu görüşmelerle beraber şu ortaya çıktı ki bu millete algı operasyonu yapılırken PKK terör örgütü tarihinde olmadığı kadar yani 10 kat 20 kat 100 kat güçlenen bir yapı haline geldi. Dağlarda olan PKK terör örgütü şehirlerde örgütlenmesini sağladı. Biliyorsunuz İdris Naim ŞAHİN İçişleri Bakanlığı döneminde KCK'ya ciddi bir şehirlenme yapılanması olduğunda operasyonlar yapıldı. Meclisteydik biz o dönem. HDP'nin bütün vekilleri İdris Naim ŞAHİN'in görevden alınması için anormal baskı yaptılar. Bunu mecliste dile getirdiler. Kapalı kapılar ardında işte bügün nutuk atan Yalçın AKDOĞAN başta olmak üzere devletin yetkili makamlarından da bakanın görevden alınması gerektiği ve KCK tutuklularının serbest bırakılması gerektiği noktasında baskı yapıldı ve bu KCK, bakan görevden alındı. KCK'dan tutuklanan sayıyı hatırlamıyorum ama 2.000'in üzerindeki militan serbest bırakıldı. Bu süre içerisinde işte şimdi roketatarlarla şehitler veriyoruz. Uçaksavar bakın uçaksavar, roketatar hatta Milli Güvenlik Kurulu'nda 80.000 silahın PKK tarafından bu çözüm süreci adı altında depolandığı Milli Güvenlik Kurulu'na girdi. Bu süre içerisinde PKK, hani silahlar susacaktı, teröristler ülke dışına çıkacaktı, ama 2.000-3.000'e yakın o bölgedeki genci aldılar İmralı... şeyde Kandil'de eğitime götürdüler. Doğu ve Güneydoğu Anadolu tamamen PKK'nın kontrolüne gitti. Askere talimat verildi. PKK'lılar, teröristler ellerinde silahlarla karakolların önünden geçerken, garnizonun, askeriyenin önünden geçerken kimsenin dokunmadığı bir süreç yaşandı. Yani bu süre içerisinde PKK terör örgütü olabildiğince silahlandı. Bunu bügün kim söylüyor? Bugün bu ülkenin Cumhurbaşkanı söylüyor. Diyor ki çözüm sürecinde PKK silahlandı diyor. Kim diyor? Başbakan söylüyor. Buradan şunu ifade ediyorum. Bunların tamamı suç. Biz bunla ilgili suç duyurusunda bulunduk ama ama şunu da ifade edeceğim bugün çok net ifade ediyorum. Bugün akan her kandan her şehit kanından biz bakın her gün şehit cenazesi kaldırıyoruz. Adana'da bir günde üç şehidimizin cenazesini kaldırdık. Üç gün üst üste şehit cenazelerini kaldırdık. Kim biliyor musunuz bunlar? Bunlarla görüştüğümüzde bir tanesinin babası çoban. Çocuklarını bütün imkansızlıklar içerisinde koyun peşinde güderken okutmuş, 25 yaşındaki evladını şehit vermiş. Birisi kim? Osmaniye'de katıldık. O yarbayın. Ben oradaydım. Mesela o olayın iyi irdelenmesi gerekiyor. 9 tane çocuğunu seyyar satıcılık yaparak okutan bu vatanın evlatları gidiyor. Ne uğruna gidiyor? İşte çözüm süreci adı altında bu millet uyutulurken PKK terör örgütünün silahlandığı, buna müsaade eden bugünkü yönetimin bu aymazlığının sonucunda 23-24-25 yaşındaki vatan evlatları şehit oluyor. Bu şehidin ana sorumlusu kendileri itiraf ediyorlar bunu yani. Şimdi biz sadece burada iftira olsun diye söylemiyoruz.
Saygı ÖZTÜRK: ... Evet tabi ki Gültekin Bey'in eski mesleği cumhuriyet savcılığıydı. Acaba siz suç olduğunu ifade ediyorsunuz bunun. Gültekin Bey cumhuriyet savcısı olarak devam etseydi şu gün şu ortamda bu olayın sorumluları hakkında ne yapardı? Nasıl bir iddianame hazırlardı mesela?
Gültekin AVCI: Bir fezleke düzenlerdim herhalde ERDOĞAN hakkında birinci şüpheli olarak.
Saygı ÖZTÜRK: Yani cumhurbaşkanlığı dönemiyle mi ilgili başbakanlığı dönemiyle mi ilgili?
Gültekin AVCI: Hayır hayır. Suç duyurusu mahiyetinde tabi başbakan, dönemin başbakanı olarak. Çözüm sürecinde biliyorsunuz başbakandı. Bir fezleke düzenlerdim Meclis'e gönderilmek üzere birinci şüpheli Recep Tayyip ERDOĞAN. Akabinde sürecin mimarı sayılan, mimarı olarak addedilen Beşir ATALAY ve Yalçın AKDOĞAN akabinde Hakan FİDAN, MİT müsteşarı. Efkan ALA ve bunun gibi devam eden Bülent ARINÇ da bunlara dahil olmak üzere. Çünkü Bülent ARINÇ'ın ben de olsam dağa çıkardım sözünü hiç unutmuyorum. Çünkü bu millet, yani devlet Kürtlere muhakkak geçmişte zulüm yapmıştır. Bunu kimse inkar etmiyor. Devlet hukuk içersinde kalmamıştır ama zulüm gören Aleviler de vardı. Bunlar dağa çıkmadı. Zulüm gören...
Seyfettin YILMAZ: Türkmenler var. Yörükler var. Yani bu...
Gültekin AVCI: Türkmenler var. Bunlar illegal örgüt kurup teröre girişmediler ve zulüm gören geçmişte nice şeyler de vardı. Ülkücüler de vardı. Onlar da bir terör örgütü kurup, dağa çıkıp şey yapmadılar. Eylem yapmadılar ve zulüm gören bu milletin çoğunluğunu oluşturan muhafazakar, mütedeyyin kitleler vardı yıllarca. Bunlar da herhangi bir şekilde bir terör örgütü oluşturup biz bu işi silahla çözelim şeklinde bir düşünce tesis etmediler. Öyle bir herhalde fezleke düzenlerdim. Fezleke düzenledim diye muhtemelen herhalde ya paralelci derlerdi. Ya vatan haini derlerdi. İşte arkasında yüzde kırk var derlerdi. Yüzde kırk oy potansiyeli olan birisine böyle bir şey yapılabilir mi falan denirdi. Halbuki 12 Eylül darbesi gerçekleştiğinde Kenan EVREN'in arkasında yüzde doksan vardı. Tabi yüzde 93'le o anayasa geçti. Demek ki halkın sesi her zaman hakkın sesi değil. Bunu defaatle söyledim. Eğer halkın sesi hakkın sesi olsaydı, her zaman doğru olsaydı İtalya'da faşistler, Almanya'da Naziler, Sovyetler'de de Stalin hiçbir surette bu şekilde kan dökemez, tarihe kanlı isimlerini yazdıramazlardı. İspanyol İç Savaşı da bu minvalde fevkalade öğreticidir. Sadece gerçekleri görmek isteyenler için. Şimdi burada Türk Ceza Kanunu'na göre sorumluluk hangi maddeye göre teessüs ediyor. Türk Ceza Kanunu'nun 302. maddesine göre. Hem 302, PKK teröristleri için uygulanan maddedir. Ağırlaştırılmış müebbet hapsi gerektirir. Hem de 309. maddesi Anayasa'yı ihlal maddesidir ama nedense bu noktada şunu da ifade edeyim. Şimdi silahlar sussun, eller tetikten çekilsin. Bu sözde bir sorun var. Elbette silahlar sussun, barış gelsin. Bunu istiyoruz ama ben daha önce ne dedim? Böyle bir çözüm süreci ortaya giderse çok ağlarsınız dedim 2013'te. 2012'de de yazdım çok ağlarsınız. Çünkü bir terör örgütü tarihinin en büyük katılımını çözüm süreci içerisinde sağlıyorsa, tarihinin en büyük silah dağıtımını ve depolamasını çözüm süreci içinde yapıyorsa bölge de asayiş ve otoriteden sorunlu bir hale geldiyse bu alanları kaybetmek istemeyecektir. Bu birikimler, bu stoklar bir gün kullanılmak içindir muhakkak surette. Hatta bölgede asayişin yani devletin PKK'ya devredildiği o çözüm sürecinde bizzat Yalçın AKDOĞAN'ın Cizre olayları sırasında, Kobani hadiselerinde. Hatırlayınız lütfen. Cizre olayları sırasında ne dedi HDP lütfen olaylara müdahale etsin dedi. ........Akan gözyaşlarımızın, analarımızın akan gözyaşlarının, feryatlarının, bağırlarının paramparça olmasının, akan kanın sorumlusu birinci derecede tabi ki AKP hükümetidir. Çünkü bu konuda çok uyarılar oldu.
........." (Ekli Klip- Derin Bakış Klip 1)
İkinci olarak sunuculuğu Burcu Şentürk tarafından yapılan 15.09.2015 tarihli "İlk Gündem" isimli haber bültenine canlı yayın konuğu olan Samanyolu Yayın Grubu Ankara temsilcisi Abdullah Abdulkadiroğlu çeşitli yorum ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Benzer şekilde çözüm süreci ve son dönemde yaşanan terör olayları bağlamında söz konusu temsilcinin yaptığı açıklamalara ait deşifre metni aşağıdaki gibidir:
15.09.2015 09:58:16
".......... Abdullah Abdulkadiroğlu: Şimdi aslına bakarsanız bakın böyle bir saldırıyı önceden bildiğine ilişkin ya da olabileceğine ilişkin muhtarın bir şey söylemesine gerek yok. Bu ülkeyi yönetenler zaten bunları söylediler. Yani bugün PKK çözüm sürecinde silah stoklamış, bölgeyi silah stok merkezi haline getirmiş diyenler. Biz her şeyin farkındaydık ve görüyorduk. Silahlı güçlerini arttırıyorlardı. Sİlahlarını arttırıyorlardı diyenler acaba bu silahları PKK bu silahları hatıra olsun çözüm sürecinden geriye kalan hatıralar olsun diye mi stokluyordu? Yani bir silah müzesi mi açacaktı da bunları stokluyordu? Hayır bunları bizim askerimize, polisimize karşı kullanmak üzere stokluyordu. Çünkü PKK'nın oluşturduğu çözüm süreci biterse ne yaparız stratejisi vardı ve direkt olarak çözüm süreci bittiğinde de hemen bombaları, silahları sahaya sürdüler. Ve askerimizi polisimizi şehit etmeye başladılar. Maalesef biz şunu görüyoruz ki bu ülkeyi yönetenlerin çözüm süreci biterse diye bir stratejileri yokmuş. Bu da neyi gösteriyor biliyor musunuz? Bu da bu çözüm süreciyle başlayan süreçte o kadar demek ki birtakım şeylere garanti gözüyle bakılmış ki böyle bir ihtimal göz önünde bulundurulmamış. Onların bölgeyi silah stok merkezi haline getirmesinde bir mahsur görülmemiş. O teröristler bunları yaparlarken bunların engellenmesi için askere, polise müsaade edilmemiş ve burada bütün bunlar gösteriyor ki burada bir al-ver var. Yani bir pazarlık var. Ne sözü verildiyse artık bizim ülkemizi yönetenlere silah stoklaması yapılırken bile bunlara müdahale etme ihtiyacı hissetmiyorlar. Nasıl bir söz verildi? Örgüt nasıl sözler verdi? Nasıl bir pazarlık yapıldı? Nasıl müzakereler yapıldı? İşte hep şu söyleniyor mesela. Muhalefet partileri şunu söylüyorlar. Oslo'nun açıklanması lazım bu topluma. Bütün detayların açıklanması lazım. İmralı'da neler konuşuldu? Neler söz verildi? Bütün bunların açıklanması lazım. Özerklik... Yani al başkanlığı ver özerkliği mi? Bütün bunların açıklanması lazım. Çünkü zaman zaman kamuoyuna yapılan açıklamalar şunlar: Yani bu çok basit öyle terör örgütünün yeni baştan silahlara sarılması, ondan sonra işte bir operasyonlar sürecine girilmesi değil. Bunun perde arkasına bakmak lazım. Yani size ne sözler verildi de nasıl pazarlıklar yapıldı da siz terör örgütü bölgede silah stoklarken, insan gücünü arttırırken, silahlarını arttırken, şehirleri silah ve bomba merkezi haline getirirken niye buna müdahale etmediniz? Bu sorunun cevabını bulmak lazım. İşte bu sorunun cevabı yapılan, yapıldığı iddia edilen pazarlıklarda gizli. Bakın çok basit birkaç soru soralım. Şimdi Abdullah ÖCALAN'ın Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan İmralı tutanaklarında ne diyordu? Biz ERDOĞAN'ın başkanlığına karşı değiliz. Abdullah ÖCALAN bunu söylüyor. Daha sonra Cemil BAYIK terör örgütünün liderlerinden diyor ki bizim hedeflerimiz arasında özerklik var ve ÖCALAN da bunu istiyor. Daha sonra bu hükümeti yönetenler ÖCALAN'ın görüşü bizim de düşüncemiz. ÖCALAN Türkiye'nin gidişatını iyi okuyor, ÖCALAN olayları iyi analiz edebiliyor, Türkiye'nin önünü açıyor gibi açıklamalar yaptılar. Farklı farklı isimler. Yani burada bu çözüm süreci eğer AK Parti tek başına 7 Haziran'da iktidarını devam ettirseydi aynen 7 Haziran öncesinde olduğu gibi devam edecekti ve işte ÖCALAN'ın ERDOĞAN'ın başkanlığına karşı değiliz. Öbürkünün ÖCALAN özerklik istiyor. Sonra bu ülkeyi yönetenlerin ÖCALAN'ın biz mesajlarını destekliyoruz gibi doğru mesajlar veriyor gibi ifadelerini birbirine oturttuğunuzda aslında böyle bir pazarlık mı vardı ortada sorusu ortaya çıkıyor. Şimdi muhalefet bunu soruyor. Muhalefet diyor ki yani nedir bu mesele? Açıklayın o zaman bunu kamuoyuna. Yani bugün operasyonlar başladı. Askerimiz polisimiz şehit oluyor. Biz çözüm sürecinden önceki döneme döndük. Önceki döneme döndük ama önceki şartlar da değiliz ki. Türkiye Cumhuriyeti'nin eli çok daha zayıf. Niye çünkü? Örgüt o zaman bitme noktasındaydı. Bugün örgüt silahını yığmış, elamanını yığmış. Teröristini, militanını yetiştirmiş, yığmış. Dağdaki, şehirdeki kimin nerde olduğu belli değil. Yani önceki şartlara döndük ama önceki şartlarda dönmedik. Şimdi önce onlar bize saldırıyordu asker, polis şehit ediyorlardı. Biz onlara operasyon yapıyorduk devlet olarak. Bugün yine aynı noktaya döndük ama onlar güçlendi bu çözüm süreci içerisinde. Şimdi bakın Oslo'da kamuoyuna sızan bazı belgeler vardı şehirleri işte bomba deposuna çevirmişsiniz gibi. Şimdi büyükşehirlerde ne olduğunu hiç kimse bilmiyor ve Emniyet'in hafızası yok edildi. Emniyet'te istihbarat polisleri, bütün bu terör örgütlerini takip edenler, bu terör örgütlerini en ince detaylarına kadar bilen insanların hepsi görevlerden alındı. Bir kısmı cezaevine konuldu. Burada çok enteresan bir şey var. Şimdi 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrasında Emniyet'e bir filin züccaciyeci dükkanına girmesi gibi girildi ve ortalık darmadağın edildi. Emniyet'teki ama özellikle bakıyorsunuz 17-25 Aralık bir mali operasyon ama bugün cezaevindekilerin hepsi terör polisleri. Bu nasıl bir çelişki değil mi? Bunu açıklamak lazım. İşte bunları açıklamadığınız vakit, muhalefet biraz önceki haberde de izlediğiniz gibi sorular soruyor ve diyor ki bunun arkasında terör örgütünün birtakım pazarlıkları sonucu bugünlere gelip bizim tekrar askerimizi, polisimizi şehit etmesine göz yumanlar, bölgenin silah deposu haline çevrilmesine göz yumanların heap vermesi lazım diyorlar. Bunu söylüyorlar ve bunun için yargıya başvuruyorlar. Yani terör örgütlerine destek olmak özellikle bölücü ve silahlı bir terör örgütünden bahsediyorsunuz. Anayasımızın ilk dört maddesine bir kere aykırı hareket, ikincisi Türk Ceza Kanununda bunun çok ağır suçları var. Yani siz askerin, polisin şehit olma noktasına kadar giden ve ülkeyi, ülkenin üzerinde bölme emelleri olan bir örgütten bahsediyorsunuz. Bakın Cemil BAYIK'ın söylediği bizim hedeflerimizden biri özerklik. ÖCALAN da buna karşı çıkmıyor, bunu destekliyor ifadesi. Onun ardından bu iktidarın mensuplarının söyledikleri. ÖCALAN Türkiye'nin gidişatını iyi okuyor. Onun mesajlarına biz de katılıyoruz ifadesi. Bugün geldiğinizde adamlar Cizre'de özerklik ilan ediyorlar. Şimdi bunların hepsi birbiriyle bağlantılı değerlendirdiğinizde ortaya çıkan tablo bu soru işaretlerini ortaya koyuyor ve bunlarla ilgili de işte muhalefetin bunları yapanların vatana ihanetten yargılanmaları gerekir çıkışı geliyor. Bunların hepsini bizim net bir şekilde 7 Haziran'dan önce neydi? 7 Haziran'da ne oldu? 7 Haziran'dan sonra niye böyle oldu? Ne sözler verildi? Kamuoyunun artık bunları açık açık öğrenmesi lazım. Eğer biz bu terör örgütünü yeni baştan bitirmek için bir silahlı mücadeleye devlet olarak girdiysek, bütün vatandaşların desteğininin alınması buna isteniyorsa, herkesin önüne açık, şeffaf bir şekilde bu süreçte neler konuşuldu, ne pazarlıklar yapıldı, ne vaatlerde bulunuldu, karşılıklı ne sözler verildi, bunların hepsini bilmemiz lazım diyor muhalefet partileri. Haksız da sayılmazlar. Şimdi biz yani bir birlik beraberlik oluşturmaya çalışıyoruz şu anda tüm toplumda. Bakın Bolu'da yaşananlara bakın. Yani inşaat işçilerine saldırıp linç etmek isteyen bir grup ama orda da gerçekten Türk bayrağına karşı bir hareket yapıldı mı yapılmadı mı? Burcu Hanım Allah aşkına bundan bir sene önce bir buçuk sene önce askeri birliğin içerine girip de Türk bayrağını indirdi bir terörist ve ona müdahale etmenin neredeyse provakatörlük olduğu noktasında suçlamalarla karşılaşıldı. O terörist vurulup indirilmeliydi denenlere siz morg bekçiliği yapıyorsunuz. Siz provakatörsünüz. Siz işte ülkeyi karıştırmaya çalışıyorsunuz denildi. Kim tarafından? Bugün ülkeyi yönetenler tarafından söylendi bunlar. Şimdi bunlara baktığınızda, bu tezgahlara baktığınızda bugün biz neyi yaşıyoruz? Bir sene bir buçuk sene önce Türk bayrağı gönderden indirilirken bu teröristin öldürülmesine karşı çıkan, bunu yapmanın ülkede provakasyon oluşturacağını söyleyen bir iktidar vardı. Bu bu kadar basit değil yani. Bakın işte bugün şehit cenazelerinde açıklayamıyorsunuz durumu. İnsanlar gelmesin bu ülkeyi yönetenler bu cenazelere diyorlar. Yani herkes aslında her şeyi görüyor. Herkes her şeyin farkında. Kimisi konuşuyor. Kimisi konuşamıyor ama ortada büyük bir acı var. Bu acıyı bugün biz yaşıyorsak, bu acıyı niye yaşadığımızı çıkıp bu ülkeyi yönetenlerin topluma açıklaması lazım. Yani terör örgütü bizi kandırdı. Kandil'dekiler işte bu suçun işleyicileridir. Suçu görmek isteyen varsa, suçlu görmek isteyen varsa Kandil'e baksın falan gibi sözler açıkçası tatmin etmiyor. Niye tatmin etmiyor? Çünkü Kandil'dekiler zaten katil. Zaten 40.000 kişinin kanına girmişler bugüne kadar. Siz daha onları suçlu göstererek bir şeyin üstünü örtemezsiniz. Siz onlara bugün askerimizi, polisimizi şehit edebilecekleri, bakın beş ton bombadan bahsediliyor Iğdır'da. Beş ton bomba minibüse yüklenmiş. Yani bombalar dolaşıyor o zaman şehirlerarası yollarda. On gün , on beş gün, yirmi gün, daha bir buçuk sene önce bir sene önce bu ülkede şehirlerarası yollar terör örgütü tarafından kapatıldı ve onlara müdahale edilmedi. Askere müdahale izni verilmedi. Ne yaptıklarını bilmiyoruz oralarda. Mayın mı döşediler? Bomba mı yerleştirdiler? Bugün patlamaların olduğu yerlere bakın bir sene bir buçuk sene önce terör örgütünün zaptettiği kapattığı günlerce ulaşımın aksadığı ve kimin ne yaptığını bilmediği yerlerde bugün bombalar patlıyor, mayınlı tuzaklar patlıyor. İşte muhalefet de soruyor yani. Bu soru işaretlerini ortadan kaldırın, bunları açıklayın diyorlar." (Ekli Klip-A. Abdulkadiroğlu 15.09.2015 Klip 2)
Yaşanan elim terör olaylarının haber değeri taşıdığından görsel ve yazılı basında yer bulması anlaşılır bir durumdur. Ancak burada hassas olunması gereken konu, devlet ve terörle mücadele ekseninde yapılan yorum ve değerlendirmelerde kullanılan ifadeler nedeniyle ortaya çıkabilecek PKK terör örgütünün amaçladığı kaos ve çaresizlik duygularını topluma aşılamaktan uzak olunması gerekliliğidir. Terör olayları nedeniyle toplumda infiale yol açabilecek, etnik temelli ayrışmalara neden olabilecek krizlerin engellenebilmesi medyanın özellikle de televizyonda yer alan haber ve yorumların doğru haber stratejilerine bağlı olmasıyla mümkündür. Genel anlamda devletin tüm yapılanmaları, özel anlamda ise terörle mücadelede aktif rol sahibi birimlerinin faaliyetlerinde yetersiz, zayıf kaldığı ya da hiçbir şey yapmadığı şeklindeki ithamlar nedeniyle toplumda terör kaynaklı gerilim, korku, infiale bağlı kitlesel hareketlere neden olunacağı ortadadır.
Geniş çaplı mücadele alanı içinde Devletin terörle mücadele eden kurumlarının özellikle terörist ya da terör örgütü ve de terörizimle mücadele etmek yükümlülüğü altında olduğu bilinmektedir. Bu nedenle televizyon vasıtasıyla terör örgütünün korkutucu ve yıldırıcı özellikleri yansıtılmamalı, terör eyleminin mağdurları terörün amaçlarına hizmet eder şekilde sunulmamalıdır. Geniş kitlelere ulaşan televizyonda yer alan görüntü ve yorumlarda kullanılan ifadeler bağlamında temel düzeyde tüm ülkeyi ilgilendiren terör kaynaklı bir güvenlik sorunu hem ahlaki hem de hukuki düzeyde yayıncının sorumluluğunu ortaya çıkarmaktadır.
Özetle, bilindiği gibi kişi ya da kuruluşların bir olayın birebir sorumlusu olduğu delillendirilmeden yani hukuki incelemeler sonucunda elde somut veriler olmadan suçlu ilan edilmesi ya da belirli konularda itham edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Bu kapsama siyasi kimliklerin ya da ülkeyi yönetenlerin de dahil olduğu ortadadır. Bu nedenle "Akan gözyaşlarımızın, analarımızın akan gözyaşlarının, feryatlarının, bağırlarının paramparça olmasının, akan kanın sorumlusu birinci derecede tabi ki AKP hükümetidir" ifadelerinin suçlu olduğu yargı kararıyla kesinleşmeyen hiçbir birey ya da kurumun suçlu ilan edilmemesi gerekliliğini yani bu durumun hukuki karşılığı olan 'masumiyet karinesi' nin ihlal edildiğini gösterdiği düşünülmektedir. Buradaki vurguyla kişi ya da kuruluşları eleştirmenin ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliği taşıyan ifadelerin kullanıldığı değerlendirilmiştir. Öte yandan terör eylemlerinin temel amaçları geniş kitlelere medya aracılığıyla korku salmak ve yapılan eylemi olabildiğince güçlü göstermektir. Yukarıdaki ifadeler ve ekli kliplerden anlaşılacağı üzere; yayın kuruluşunun bu bağlamda yaptığı yayın ile terör örgütünün temel amaçlarına aracılık ettiği ve topluma terörün korkutucu, yıldırıcı mesajlarını ve özelliklerini aktararak toplumu olumsuz yönde etkilediği değerlendirilmiştir. Editoryal bağımsızlık noktasında yayın kuruluşlarının kamusal sorumluluk çerçevesinde hareket etmesi gerekliliği ve ulusal çıkarları yayın politikasının önünde tutması gerekliliği ortadadır.
Sonuç olarak; "SAMANYOLU HABER" logosu ile yayın yapan Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. ünvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşunun belirtilen tarihlerdeki söz konusu içerikli yayınları ile 6112 Sayılı Kanun'un 8. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde ifade edilen yayın hizmetleri "İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez" hükmünü ve aynı maddenin aynı fıkrasının (d) bendinde ifade edilen "Terörü övemez ve teşvik edemez, terör örgütlerini güçlü veya haklı gösteremez, terör örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerini yansıtıcı nitelikte olamaz. Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet eder şekilde sunamaz" hükmünü ihlal ettiği kanaatine varılmıştır.”
Şeklindeki değerlendirmelere yer verilmiş olduğu,
Medya hizmet sağlayıcısının bu yayınının, 6112 sayılı Kanun'un Yayın Hizmeti İlkeleri başlıklı 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) ve (d) bentlerini ihlal ettiği kanaatinin Daire Başkanlığınca belirtildiği, anlaşılmaktadır.
Gerekçe :Konunun; İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nınyazısı, eki belgeler ve ilgili mevzuat kapsamında Üst Kurulumuzca değerlendirilmesi neticesinde;
Her ne kadar Daire Başkanlığınca yayında 6112 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (ç) bendinin yanı sıra, (d) bendinde yer alan; “Terörü övemez ve teşvik edemez, terör örgütlerini güçlü veya haklı gösteremez, terör örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerini yansıtıcı nitelikte olamaz. Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet eder şekilde sunamaz.” ilkesinin de ihlal edildiği kanaati belirtilmiş ise de, söz konusu yayına ait deşifre kayıtlarının ve video görüntülerinin tetkiki sonucunda;
İhlale konu yayında "Akan gözyaşlarımızın, analarımızın akan gözyaşlarının, feryatlarının, bağırlarının paramparça olmasının, akan kanın sorumlusu birinci derecede tabi ki AKP hükümetidir" v.b. şekilde kullanılan ifadelerin, kişi ya da kuruluşları eleştirmenin ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliği taşır nitelikte olduğu, bu nedenle terörün korkutucu, yıldırıcı mesajlarını ve özelliklerini aktarmaktan ziyade 6112 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (ç) bendinin ihlalinin ön plana çıktığı değerlendirilmiştir.
Söz konusu kuruluşa 26.06.2013, 22.08.2013 tarihli yayınları nedeniyle evvelce 06.08.2013, 24.09.2013 tarih ve 2013/46, 2013/54 sayılı toplantılarda alınan 48, 21 nolu Üst Kurul Kararlarıyla 6112 Sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi uyarınca uyarı yaptırımı uygulandığı Üst Kurul kayıtlarından anlaşılmıştır. Bu itibarla; 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinin tekraren ihlali nedeniyle, Kanunun 32 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre “İdari Para Cezası” yaptırımının uygulanması gerektiği, kanaatine varılmıştır
Karar : Yapılan görüşmeler sonucunda, ayrıntıları ve gerekçeleri yukarıda izah olunduğu üzere; SAMANYOLU HABER logosuyla yayın yapan SAMANYOLU HABER YAYINCILIK HİZMETLERİ A.Ş. unvanlı kuruluş hakkında; 6112 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendindeki; “... kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez…” hükmünün tekraren ihlali nedeniyle, aynı Kanunun 32 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre;
1- İhlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Ağustos 2015 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 139.366,16 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, televizyon kuruluşları için idari para cezası 10.000 (onbin) ( 2015 yılı için yeniden değerleme oranına göre belirlenen 13.601 (onüçbinaltıyüzbir -) Türk Lirasından az olamayacağından 13.601 TL. İDARI PARA CEZASI UYGULANMASINA;
2- İdari para cezasının tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde Üst Kurulun T.C. Ziraat Bankası Ankara Kamu Girişimci Şubesi TR98 0001 0025 3300 9999 9951 93 no’lu hesabına “6112 sayılı kanunun 32 nci maddesine göre ödenen para cezasıdır” şerhiyle ödenmesi gerektiği veya 6112 sayılı kanunun 32 inci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca tebliğden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabileceğinin, dava açma süresi içerisinde peşin ödeme yapılması halinde, 5326 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca cezanın dörtte üçünün tahsil edileceğinin ve taksitlendirme talebinde bulunabileceğinin, peşin ödemenin kanun yoluna müracaat hakkını engellemeyeceğinin, en geç 1 aylık süre içerisinde ödenmeyen idari para cezasının, 21/7/1953 tarihli ve 6183 Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairesine gönderileceğinin bildirilmesine,
Üst Kurul Üyeleri Esat ÇIPLAK, Süleyman DEMİRKAN, İsmet DEMİRDÖĞEN ve Ersin ÖNGEL’in karşı oyuyla, oyçokluğuyla karar verildi.
Toplantıya Ait Şerhler
Üst Kurulun 21.10.2015 gün ve 45 sayılı toplantıda aldığı 81 no.lu karara karşı oy yazısı.
Süleyman DEMİRKAN Şerhidir.
Üst Kurulun 21.10.2015 gün ve 45 sayılı toplantıda aldığı 81 no.lu karara karşı oy yazısı.
Ersin ÖNGEL Şerhidir.