İnceleme ve Değerlendirme : İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nın 01.09.2015 tarihli ve 1052 sayılı yazısı ve eklerinin incelenmesi sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin Uzman Raporunda;
“Kanal A Yayın Kuruluşunda, 05/04/2015Tarihinde, saat 23:31de Büyük Komplolar adlı program yayınlanmıştır.Fahrettin Damganın sunucu olduğu programda araştırmacı- yazar Said Alpsoy sorulara cevap vermiş ve ele alınan konuyla ilgili bilgi ve görüşlerini aktarmıştır. Yaklaşık bir saat süren programda Fetullah Gülenin hayatının Bilimsel Biyografi şeklinde ele alındığı görülmüş, Gülenin doğumundan 1980 yılına kadar olan süreç, kronolojik bir sırayla, faydalanılan kaynaklar belirtilerek irdelenmiştir. Bilimsel biyografinin doğası gereği biyografik süreç, eleştirel bir yaklaşımla ele alınmış, zaman zaman yoruma dayalı ifadeler, bazı iddialar ve soru işaretleri gündeme getirilmiştir.
Progaram, Fetullah Gülenin Erzurum kırsalında 1938 yılında Dünyaya gelmesi, babasının köyün imamı olduğu, öğretmeninden gördüğü haşin muamele sebebiyle ilkokul üçüncü sınıftan okuldan ayrıldığı, Erzurumdaki medreselerden klasik İslâmi eğitimi parçalı bir şekilde aldığıyla başlamıştır.Edirnede birkaç camide imamlık yapmaya başlaması, askerlik süreci, askerle ilişkileri, hükümetle ilişkileri, 27 yaşında milletvekilliği teklifi gelmesi,1960-1970 yılları arsında üst düzey bürokratlarla ilşkileri çeşitli kaynak kitaplar ve anılardan faydanalanılarak anlatılmıştır.12 Eylül dönemiyle ilgili, 1980 yılının şubat ayları gibi, Fetullah Gülenin Cuma vaazlarında siyasi politik mesajlar verdiği, provokasyona alet olduğu, Tevfik Dikerin kitanbında paylaştığı " Ben MİT'e hizmet etnmek istiyorum" gibi ifadeleri izleyicilerle paylaşılarak,1980 sonrası sürece zaman elvermediği için ileri bir tarihte ele alınacağı anons edilmiş ve program sonlandırılmıştır.
Hakkaniyet Hukuk bürosu tarafından gönderilen sikayet dilekçesinde, Program içeriğinde, dayanağı olmayan iddia ve ifadelere yer verildiği, provokasyonlar yaptığı, derin odaklarla ilşkileri olduğu, himaye gördüğü, darbelere destek verdiği, benzer nitelikte mesnetsiz iddiaların yapıldığı, bahis konusu iddiların iftira niteliğinde olduğu vurgulanmış, buradan hareketle idari para cezası ve idari tedbir cezası verilmesi istenmiştir.Her ne kadar farklı mecra olması ve içerik örtüşmese de hukuk bürosunun bu argümanları desteklemek için Sulh Ceza Mahkemelerinde alınmış değişik iş kararları ve emsal kararları eke koyduğu görülmüştür.
Programda, Gülenden bahsedilirken kullanılan eleştirel dil ve sorgulayan ifadeler, parelel yapı ve örgüt tanımlamaları güncel ve toplumsal ilgi görmüş, değişik mecralarda, yazılı ve görsel basında sıkça kullanılmıştır.Keza Siyaset dilinde hem hükümet kanadında hem muhalefette geniş bir mutabakatla dile getirililen bu iddialarla ilgili .yayıncı kuruluşun nesnel davarndığı düşünülmektedir.
Ayrıca Milli Güvenlik Kurulunun çeşitli toplantılarını takiben kamuoyuyla paylaşılan açıklamalarında benzer ifadeler yer almış ve bu illegal oluşumlarla kararlılıkla mücadele edileceği vurgulanmıştır..Yorum programı olduğu anlaşılan yayında, güncel siyasi konjonktüre ilişkin düsünce ve değerlendirmelerin dile getirildiği, Fetullah Gülenin İslâmi bir kanaat önderi sıfatıyla tarihsel süreç içinde çeşitli olayların arka planında etkileyici bir unsur olarak rol alıp almadığının tartışmaya açılmak istendiği anlaşılmaktadır. Eleştirel düşünen ve sorgulayan bir toplum için yayın yoluyla eleştri hakkının kullanılması olarak nitelendirilebilecek bu durum, demokratik yaşamın gelişmesi, ulusal birliğin sağlanması, kamuoyunun sağlıklı biçimde oluşmasında sosyal ve siyasal ilerlemenin bir gereği olarak görülmelidir.Programda kamu yararına olan ifade özgürlüğünün, kişisel haklarla ilgili meşru genel kabul görmüş ilkelerle dengelendiği anlaşılmaktadır.Yapılan yayının bilgilendirme ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek bir nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.
Öte yandan İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “ifade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. Anayasa’nın 25. maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26. maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade özgürlüğü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Basın hürriyeti ise Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ile güvence altına alınmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmede, Anayasada ve Basın Kanununda ifade hürriyeti ve basın hürriyetinin kullanımına ve sınırlamasına yönelik belirli düzenlemeler bulunmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı "İçtihat Metni"nde, demokratik toplumlarda basının önemini vurguladıktan sonra, “Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir... Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” ifadelerine yer vermiştir.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2009/7316 E., 2012/17738 K. nolu içtihat metninde “İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna-İtalya kararı).” ifadelerine yer vermiştir. (Yargıtay Kararlarına, UYAP - Bilgi Bankası, http://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/, adresinden karar/esas numaraları ile sorgulama yapılmak suretiyle ulaşılabilir.)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında “Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme’nin 10(1). fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme’nin 10(2). fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (bk. yukarıda geçen Handyside kararı, parag. 49). Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler ayrı bir öneme sahiptir. Basının, "başkalarının itibarlarını korumak" gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte, kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek, yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur; halkın da bunları edinme hakkı da vardır (bk. ayrıntılarda farklılıklarla birlikte yukarıda geçen Sunday Times kararı, parag. 30). Bu bağlamda Mahkeme, Viyana Üst Mahkemesinin kararında geçen, basının görevi haber vermek olup bunların yorumu öncelikle okuyuculara bırakılmalıdır (bk. yukarıda parag. 29), şeklindeki görüşü kabul edememektedir.” ifadeleri yer almıştır. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Lingens-Avusturya Kararı http://www.inhak.adalet.gov.tr/faaliyet21/aihm_diger_ulke/3.pdf, Erişim Tarihi: 19.11.2014)
Yukarıda ifade edilen mevzuat ve yargı kararlarından anlaşılacağı üzere ifade özgürlüğünün, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu gibi hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde açıkça güvence altına alındığı ve bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında gerekse Yargıtay kararlarında ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı içtihadında, basın özgürlüğünün; belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerebileceğinin kabul edilmesi gerektiğini ve gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimlerin “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadelerin asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. nolu içtihat metninde ifade özgürlüğünün aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanacağı belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen haber veya fikirler için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir. Söz konusu Yargıtay kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından görüldüğü üzere ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. Sonuç olarak, küçültücü olmamak ve hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtıcı, çarpıcı veya rahatsız edici haberler ve iddialar medyada yer alabilmektedir. Bu ve benzer nitelikte haber ve iddialar ifade ve basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak demokratik toplumlarda medyanın sorumluluklarının da bulunduğu unutulmamalıdır. Medyanın; yukarıda ifade edilen nitelikte abartılı, kışkırtıcı, muhalif, çarpıcı veya rahatsız edici haber ve iddialar karşısında muhataplarına cevap ve düzeltme hakkı tanıması ve/veya karşıt görüşlere yer vermesi demokratik toplumun gelişimine ve kamuoyunda özgürce kanaat oluşumuna katkıda bulunacaktır.
Bu hususlar dikkate alındığında, programda 6112 sayılı Radyo ve Televizyon Kuruluş veYayın Hizmetleri Hakkında Kanuna aykırı herhangi bir husus olmadığı ancak istenirse, ilgilinin cevap ve düzeltme hakkını kullanma yoluna gidebileceği düşünülmektedir.”
Şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş olduğu
Söz konusu yayın ile 6112 sayılı kanuna aykırı bir husus bulunmadığı kanaatinin Daire Başkanlığınca belirtildiği
Konu hakkında karar alınmasını teminen yazının Üst Kurula havale edildiği anlaşılmaktadır.
Gerekçe: Konunun; İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nınyazısı, eki belgeler ve ilgili mevzuat kapsamında Üst Kurulumuzca değerlendirilmesi neticesinde;
İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının yukarıda alıntılanan uzman raporunda da ayrıntılı şekilde belirtildiği üzere, bahse konu programda yansıtılan yorumların farklı bakış açılarının kamuoyuyla paylaşılmasının; toplumun bilgi edinme hakkının ve dolayısıyla ifade özgürlüğünün bir gereği olduğu kanaatine ulaşılmış ve 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'a aykırı bir husus olmadığı kanaatine varılmıştır. Kaldı ki, 6112 sayılı Kanun'un 18. maddesinde düzenlenen düzeltme ve cevap hakkını kullanabileceği de açıktır.
Karar : Yapılan görüşmeler sonucunda, ayrıntıları ve gerekçeleri yukarıda izah olunduğu üzere; KANAL A logosuyla yayın yapan KTV YAYINCILIK VE REKLAM SANAYİ TİCARET A.Ş.hakkında, bahse konu yayını nedeniyle, 6112 sayılı Kanun kapsamında herhangi bir İDARİ YAPTIRIM UYGULANMASINA YER OLMADIĞINA oy birliği ile karar verildi.