İnceleme ve Değerlendirme : İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nın 22.01.2016 tarihli ve 51 sayılı yazısı ve eklerinin incelenmesi sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin Uzman Raporunda;
“Kanal A logosu ile yayın yapan KTV Yayıncılık ve Reklam Sanayi Ticaret A.Ş. ünvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşta hafta içi her gün 18:20'de ekrana gelen Son Durum adlı yorum programı canlı olarak yayınlanmaktadır. Fahrettin DAMGA'nın sunuculuğunu yaptığı Celal KAZDAĞLI'nın daimi konuk olarak yer aldığı programda iktidar, muhalefet, terör, siyaset, kültür, ekonomi, sosyal medya gibi alanlarda öne çıkan gelişmeler değerlendirilmek üzere ele alınmaktadır. Rapora konu 06/01/2016 tarihinde 18:37:40-20:25:39 saatleri arasında 01:47:59 süre ile yayınlanan programda, bir gazetede yayınlanan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yaralı asker ve polislere teröristler kadar itina gösterilmediği haberi, ilgili üniversiteden birkaç yetkili ve görevlinin telefonla programa bağlanması suretiyle ele alınmıştır. Programın sonunda telefonla programa konuk olan Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet İNAN, yönetim ve kadro açısından üniversitenin FETÖ adlı terör örgütünün vesayeti altına girdiğini, bu sebeple örgüte bağlı yetkililer tarafından birçok kez haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz kaldığını ifade etmiş; hakkını arama noktasında YÖK'e yaptığı başvuruların cevapsız kaldığı, YÖK'ün de evrakta sahtecilik, sahte imza ile kadrosunun elinden alınması gibi hukuksuzluklar karşısında sessiz kalarak mezkur örgütü desteklediği ve örgütün elemanı olduğu yönünde iddialarda bulunmuştur.
YÖK Başkanı Prof. Dr. M. A.Yekta SARAÇ'ın 08.01.2016 tarihli yazıda belirtilen dilekçesinde, Kanal A televizyonunda 06/01/2016 tarihinde saat 18:38'de yayınlanan Son Durum adlı yorum programında Ahmet İNAN isimli şahsın, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Yener ÖZTÜRK'ün 2009 yılında Dicle Üniversitesi rektörü Jale Hanım'a örgüt talimatnamesi niteliğinde bir mektup göndererek kendisinin görevden alınması karşısında YÖK'e başvurması, bununla ilgili olarak şikayet dilekçesinde özellikle belirtilen "...YÖK içinde örtbas etti, olayı incelemedi, velhasıl üzerini örttüler, ...YÖK Başkanı bir çete lideri gibi davranıyor maalesef, ...Şu anda Mehmet Yekta SARAÇ bir çete lideridir, ...YÖK'ün başına bir kayyum atanmalı, ...YÖK beni attı, bir sahtekarlık yaptı bakın, ...YÖK bu sahtekarlığını kapatmak için kendi Yönetim Kurulu üyelerinin unvanlarını yazmamıştı o karara, ...YÖK böyle bir çeteci kuruluştur. Onun için çok rahatlıkla Sayın Yekta SARAÇ'ın bir çete lideri olduğunu açıkça beyan ediyorum, ...siz bir haydut musunuz, yoksa değil misiniz diye, ...çünkü korkak, çünkü çeteciler onlar, ...Çünkü orada Profesör Ömer ANAYURT var. O bahsettiğimiz kişiden sonra YÖK'ün Disiplin Kurulu Başkanlığı'na gelen şu andaki sözde anayasa profesörü Ömer ANAYURT hala o çeteyi korumaktadır. ...Ve ertesi gün bir faksla zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL'e Ömer ANAYURT'un yaptıklarını, bir çeteyi nasıl koruduğunu söyledim, ama hepsi örtbas edildi." şeklinde ifadelerde bulunduğunu belirtmiştir. SARAÇ, ilgi yazıda iftira, suç isnadı niteliğindeki ifadeler ile Yükseköğretim Kurulu'na yönelik toplumda yanlış algı oluşturma, Yükseköğretim Kurulu'nun, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'nın ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkanlığı'nın ve kamu tüzel kişiliklerinin toplum nezdindeki güven ve itibarını sarsma çabasını taşıması; Kanal A adlı yayın kuruluşu tarafından yapılan yayının, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içermemesi ilkesinden uzak ve sorumsuz davranması dolayısıyla bu yayına 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (c), (ç) ve 32.maddesi uyarınca gerekli yaptırımların uygulanmasını talep etmiştir.
Söz konusu yayında şikayet edilen hususlara ilişkin programın 20:07:19-20:20:44 saatleri arasında geçen sunucu ve konuğun konuşma bağlamını içeren deşifre metni ve yapılan tespitler aşağıdaki şekildedir:
Sunucu: Evet sayın seyirciler, bir kez daha hatırlatalım. Telefon konuşmamızda, telefon bağlantılarımızda ismi zikredilen kişiler cevap hakkı kullanmak isterlerse ekranımız elbette ki kendilerine açık, bunu da net bir şekilde ifade edelim.
...
Ahmet İNAN: Efendim. 2009 yılından başlayalım. Ben 2008 yılında doçent oldum; yani üniversitede yardımcı doçentken doçentlik unvanı aldım. İşte o sırada 2008 yılında da Jale Hanım orada Rektör oldu ve 2009 yılında halen şu anda Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olan Prof.Dr. Yener ÖZTÜRK, bu paralel yapının imamı olarak bilinen kişi, oradaki üniversite sorumlusu olarak biliniyor. Bu kişi, Yener ÖZTÜRK adlı kişi, 2009 yılında henüz doçent iken Jale Hanım'a bir mektup yazıyor, bir mektup gönderiyor. O mektup şu anda elimde, her platformda ibraz edebilirim. O mektupta özetle diyor ki, Ahmet İNAN bizim değerlerimize uymuyor, onu bu görevden alacağınızı umuyoruz, size bu konuda başarılar diliyoruz diyor. Yani kullanılan dil de tam bir imam dili. Yani bir normalde, normal prosedürde alt düzeyde olan bir memur üst düzeydeki bir memura başarılar dilemez.
Sunucu: O zaman siz resmi olmayan bir yazıyı mı ele geçirdiniz, yani o manada söylüyorum, yani resmi bir yazı değil bu.
Ahmet İNAN: Tabi, o belge elimde, bir mektup var. Ben onu örgüt talimatnamesi olarak algılıyorum. Bu örgüt talimatnamesi tabi ta 2014 yılında elime geçti. Yani yaklaşık 1,5 yıl önce elde edebildim ancak. Ancak 2009 yılında o yazdığı mektup hala bende var, onun fotokopisi var. Bu mektupta Jale Hanım'a bir talimat veriyor, diyor ki Ahmet İNAN’ı atın, herhalde ondan sonra demek ki Jale Hanım düğmeye bastı. Kurmaylarını, etrafındaki çeteyi topladı ve benim hakkımda asılsız birtakım iddialarla soruşturma açtı, fakat sonunda görevden alamadı. Alamayınca bu sefer resmi evrak üzerinde bir sahtecilik suçu ortaya çıktı. Yani beni ilk defa görevden alırken şu anda ismi tam hatırlamıyorum, Kemal GÜVEN olmalı, Prof.Dr. Kemal GÜVEN isminde bir Prof., Üniversitenin Yönetim Kurulu Üyesi olmadığı halde Yönetim Kurulu'na girmiş ve benim hakkımda verilen cezaya o da imza atmış, fakat bu ceza verildikten sonra Jale Hanım anlamış ki bu Prof.Kemal GÜVEN’in imzaladığı o belge geçerli değil. Herhalde Ahmet İNAN bunu yargıda ortaya falan çıkarır endişesiyle onu imha etmişler. Fakat ne zaman ki ben Diyarbakır'daki bir yerel televizyonda bir konuşma yaptım ve o konuşmada Fethullah GÜLEN'i eleştirdim, ertesi gün hemen harekete geçip o iptal ettikleri cezayı tekrar gündeme almışlar ve onun yerine sahte bir imza kullanmışlar. Bu sahte imzayla bana ceza verip görevime son verdiler. 2010 yılının Şubat ayında ilk defa görevden alındım. İdari yargıya başvurdum. Uzun süren işlemlerden sonra YÖK'e falan itiraz ettim, ama YÖK yani hep onları destekledi. Daha sonra, birkaç ay sonra idari mahkeme yoluyla tekrar göreve döndüm. Ancak idari mahkeme öyle enteresan bir sahtekârlık yaptı ki, o Diyarbakır İdari Mahkeme halen FETÖ örgütünün vesayeti altında maalesef. Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, Diyarbakır Adliyesi’nin hemen hemen şu anda yüzde 90'da FETÖ örgütünün vesayeti altında, maalesef bu böyle. İdari mahkemeler de böyleydi ve İdare Mahkemesi iptal nedenini şey yapmadı, mahkeme sahtekarlığı görmezlikten geldi, bir imza eksikliğine bağladı, yani böylece onları da kurtarmış oldu. Ben göreve başladım, ama bu sefer Dicle Üniversitesi çete tekrar toplandı ve dedi ki; “Efendim, sizin göreve dönüşünüz bir usulü hatadan olmuş, efendim bir imza eksikliği varmış, biz o imza eksikliğini tekrar tamamlamışız” ve 2011 Şubat ayında beni tekrar görevden aldılar. Bu görevden alma da yaklaşık 4 yıl sürdü. 4 yıl ben maaş alamadım, çok sıkıntılar yaşadım, beni lojmandan da çıkardılar usulsüz yöntemlerle, ayrıntıları çok. Bu ara ben de yargı safhasında sahte belge düzenlendiğini fark edince Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na 2010 yılında başvuru yaptım, belgeleri ortaya koydum. Ancak Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'ndaki FETÖ'cü hâkim ve savcılar olayı örtbas ettiler. YÖK’e gönderdiler, YÖK içinde örtbas etti, olayı incelemedi, velhasıl üzerini örttüler. 2014 yılında tekrar yargı yoluyla ikinci kez göreve başladım, aradan 3-4 yıl geçmişti, ancak geçmişe yönelik maaşlarımı vermediler, üstelik yine bir operasyonla Jale Hanım beni YÖK'e teklif etti, bu sefer YÖK 2014 Aralık ayında, Haziran'da başlamıştım, 2014 Aralık ayında YÖK beni kamu görevinden ihraç etti.
Sunucu: Peki suçlama neydi Hocam?
Ahmet İNAN: Suçlama, ben tabi kendimi savundukça onlar diyor ki sen hakaret ediyorsun. Yani ben, böyle bir örgüt var, bunlar beni işte bu hukuksuzluğu yapıyor, bu şikayetlerimi dile getirdikçe onlar da efendim amirlerini küçültücü ifadeler kullandı, olay bu ve YÖK'te de maalesef YÖK Başkanı bir çete lideri gibi davranıyor maalesef. Bir önceki Gökhan Bey de açık söylüyorum, Sayın Cumhurbaşkanı'na da bununla ilgili birçok belgeler göndermiştim.
Sunucu: Bir önceki YÖK Başkanı'ndan mı bahsediyoruz, şimdikinden mi?
Ahmet İNAN: Şimdiki de dahil, bir önceki de. Her ikisi de. Şu anda Mehmet Yekta SARAÇ bir çete lideridir. Ben ona yazılı olarak da söylüyorum, diyorum ki.
Sunucu: Burada araya gireyim.
Ahmet İNAN: Hodri meydan, buyrun kendisi çıksın şeye efendim.
Sunucu: Hayır, bizim açımızdan da sıkıntı olabilecek, eğer söz hakkı, doğal olarak söz hakkı doğuracak bir durum, isterse bağlanabilir Sayın YÖK Başkanı.
Ahmet İNAN: Sayın Cumhurbaşkanımızı kandırıyor, YÖK Başkanı Sayın Cumhurbaşkanımızı kandırıyor. Ben bu konuda Celal Bey'in söylediği görüşlerin çok tutarlı olduğunu düşünüyorum. Ciddi radikal bir kararla YÖK'ün başına bir kayyum atanmalı, üniversitedeki FETÖ rektörler de belirlenmeli ve kayyum atanarak bu işler düzeltilmelidir. Şu anda bakın ben 2014'te YÖK beni attı ama bir sahtekarlık yaptı bakın, nasıl yaptı. YÖK’ün Genel Kurulu'nda unvanı doktor olan, doçent olmayan bir kişi imza atmıştı. Oysa ki yönetmeliğe göre bir doçent hakkında bir doktor disiplin kararı veremez Ama YÖK bu sahtekarlığını kapatmak için kendi Yönetim Kurulu üyelerinin unvanlarını yazmamıştı o karara biliyor musunuz?. Celal Bey’in dikkatini çekiyorum, YÖK böyle bir çeteci bir kuruluştur. Onun için çok rahatlıkla Savın Yekta SARAÇ’ın bir çete lideri olduğunu açıkça beyan ediyorum. (Burada Sunucu araya girmeye çalışıyor. “Bunu isterseniz bakın şimdi..”. Ancak konuk devam ediyor) Bu konudaki belgelerimi de Cumhurbaşkanımıza göndermiştim, (Sunucu tekrar araya girmeye çalışıyor. “Hocam hocam bir saniye hocam”. Ancak konuk yine devam ediyor) ben iddia ediyorum Sayın Cumhurbaşkanımızı kandırıyor, (Sunucu tekrar araya girmeye çalışıyor) kandırmasın, dürüst davransın, yalan söylüyor.
Sunucu: Hocam, tamam, yani şöyle bir şey; şimdi yasal olarak bizim hakkımızda da sonuç doğurabilecek hakaretamiz cümlelerden, kelimelerden lütfen uzak duralım, meramımızı...
Ahmet İNAN: Ben hakaret etmiyorum, bir durumu söylüyorum efendim Bakın siz bir uluslararası örgütten bahsetmiyor musunuz efendim?
Sunucu: Tamam, anladım, ama meramımızı daha düzgün kelimelerle ifade edebiliriz, lütfen.
Ahmet İNAN: Peki, ben daha hukuksal terimler kullanayım.
Sunucu: Yani haklıyken haksız duruma düşmeyelim lütfen.
Ahmet İNAN: Ben daha hukuksal kelimeler kullanabilirim.
Sunucu: Lütfen.
Ahmet İNAN: Ama 5 yıl benim ciğerimi yaktılar. Siz 5 yıl aç kalmanın ne demek olduğunu bilir misiniz Fahrettin Bey? ...Fahrettin Bey, 4 yıl maaşınız, kesilse ne yaparsınız ve geçiminiz sadece maaşınız üzerine olsa? Bu reva görülür mü insana? Ve uğraşıyorum tam 2009 yılından bu yana kaç yıl geçti? 7 yıl geçti. 7 yılda Türkiye'nin hiçbir kurumu Jale SARAÇ çetesinin yaptığı resmi evraktaki sahteciliği hala ortaya koymadı. Şu anda bakın ben geçen Haziran'da Sayın YÖK Başkanımıza bir dilekçe yazmak zorunda kaldım, o noktaya geldi ve kendisine şunu yazdım, dedim ki "Sayın YÖK Başkanım, Bilgi Edinme Yasasına göre sizden istiyorum, bana bilgi verin, siz bir haydut musunuz, yoksa değil misiniz?" diye. Bana cevap vermedi. Bekledim ki Sayın SARAÇ onun üzerine beni mahkemeye versin, onu da yapamadı, cesareti yoktu, çünkü korkak, çünkü çeteciler onlar ve ne yaptılar? Sayın SARAÇ bir süre sonra o dilekçeme istinaden Dicle Üniversitesi hakkında bir soruşturma açtı ve şu anda soruşturma sürüyor. Ama o soruşturmanın da ben selametli gitmediğine inanıyorum, çünkü orada Prof. Ömer ANAYURT var. O bahsettiğimiz kişiden sonra YÖK’ün Disiplin Kurulu Başkanlığı'na gelen şu andaki sözde anayasa profesörü Ömer ANAYURT hala o çeteyi korumaktadır. Ömer ANAYURT, geçmiş dönemde geldi, benden savunma istedi. Ben dedim ki, ben Jale Hanım'ın yaptığı bütün sahtekarlıkları söyleyeceğim, onun için soruşturmayı yarım bıraktı, benim söylediklerimi derç etmedi ifadelere. Ben de dedim ki, ben böyle bir soruşturma kabul etmiyorum, protesto ediyorum. Bana dedi ki, "sen korkuyorsun". Hayır dedim, korkmuyorum. Ve ertesi gün bir faksla zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL'e Ömer ANAYURT’un yaptıklarını, bir çeteyi nasıl koruduğunu söyledim, ama hepsi örtbas edildi...
Sunucu: Evet sayın seyirciler doğaçlama gelişen bir telefon konuşması birtakım isimler de geçiyor. Elbette ki o isimlerle ilgili arayıp cevap hakkı kullanmak isteyen olursa Son Durum ekranları kendilerine açıktır, cevap hakkını kullanabilirler. (Klip Ahmet İnan Tlf. Bağ.)
Reklam dönüşünde sunucu programı kapatmadan önce 20:24:22 saatleri arasında telefon bağlantılarıyla programa bağlanan konukların ifadeleri dolayısıyla ismi geçen kişilere yönelik cevap ve düzeltme hakkını kullanabilme imkanı tanıması açısından "Sevgili seyirciler Son Durum'dan bu akşamlık da bu kadar, ama yine ifade edeyim program içinde birtakım isimler geçti hatta birden fazla isim geçti. O isimler eğer bizim ekranımızda Son Durum programımızda söz hakkı kullanmak isterlerse cevap hakkı kullanmak isterlerse yarın akşam yine 18:20 de biz Kanal A ekranlarında olacağız bizimle iletişime geçip o cevap haklarını kullanabilirler." ifadelerini tekraren kullanmıştır.
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “ifade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, http://www.anayasa.gov.tr/files/bireysel_basvuru/AIHS_tr.pdf, Erişim Tarihi, 18.11.2014). Anayasa’nın 25. maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26. maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28. maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir. Bununla birlikte İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda ifade özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkan basın özgürlüğünün kullanımına ve sınırlamasına yönelik belirli düzenlemelerin olduğu da unutulmamalıdır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı "İçtihat Metni"nde, demokratik toplumlarda basının önemini vurguladıktan sonra, “Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasası'nın 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. ...Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler 'polemik' niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” ifadelerine yer vermiştir.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2009/7316 E., 2012/17738 K. nolu içtihat metninde “İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturmakta, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna-İtalya kararı).” ifadelerine yer vermiştir. (Yargıtay Kararlarına, UYAP - Bilgi Bankası, http://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/, adresinden karar/esas numaraları ile sorgulama yapılmak suretiyle ulaşılabilir.)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında “Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme’nin 10(1). fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme’nin 10(2). fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (bk. yukarıda geçen Handyside kararı, parag. 49). Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler ayrı bir öneme sahiptir. Basının, "başkalarının itibarlarını korumak" gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte, kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek, yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur; halkın da bunları edinme hakkı da vardır (bk. ayrıntılarda farklılıklarla birlikte yukarıda geçen Sunday Times kararı, parag. 30). Bu bağlamda Mahkeme, Viyana Üst Mahkemesinin kararında geçen, basının görevi haber vermek olup bunların yorumu öncelikle okuyuculara bırakılmalıdır (bk. yukarıda parag. 29), şeklindeki görüşü kabul edememektedir.” ifadeleri yer almıştır. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Lingens-Avusturya Kararı http://www.inhak.adalet.gov.tr/faaliyet21/aihm_diger_ulke/3.pdf, Erişim Tarihi: 19.11.2014)
Yukarıda belirtilen hükümlerden ve kararlardan anlaşılacağı üzere İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda dolayısıyla hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında gerekse Yargıtay kararlarında ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı içtihadında, basın özgürlüğünün; belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerebileceğinin kabul edilmesi gerektiğini ve gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimlerin “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadelerin asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. nolu içtihat metninde ifade özgürlüğünün aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanacağı belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir. Mezkur Yargıtay kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından görüldüğü üzere ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. Sonuç olarak medyada bireylere yönelik olarak küçültücü olmamak ve hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddialar yer alabilmektedir. Bu nitelikte haber ve iddialar basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak demokratik toplumlarda medyanın sorumluluklarının da bulunduğu unutulmamalıdır. Medyanın; abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddiaların muhataplarına cevap ve düzeltme hakkı tanıması ve/veya karşıt görüşlere yer vermesi demokratik toplumun gelişmesine ve kamuoyunda özgürce kanaat oluşmasını sağlayacağı gibi medyanın kamusal sorumluluğunun ve medya etiğinin bir gereğidir.
Yapılan incelemede, Dicle Üniversitesi'yle ilgili gazeteye yansıyan bir haber üzerine üniversitedeki yapılanma ve hukuksuzluğa uğrayan üniversite personelinden birkaçının telefonla programa bağlanması biçiminde ilerleyen program akışında programın sonlarına doğru konuk olarak yayına bağlanan Doç. Dr. Ahmet İNAN'ın iddia ettiği üzere 2009'dan bu yana görevden alınmasıyla başlayan bir dizi hukuksuz uygulamayla karşılaştığı; üniversite içindeki birtakım yapılanmanın eşgüdümlü olarak sahte imza, evrakta sahtecilik gibi uygulamalarla İNAN'ın maaşının dört yıl boyunca kesilmesine neden olduğu; yargı yoluyla yaşadıklarını ilgili mercilere iletmesi ve bu mercilerden YÖK'ün de yaşadığı uygulamalar karşısında sessiz kaldığı, yaşananları yine evrakta sahtecilik yoluyla örtbas ettiği bu haliyle YÖK'ün çeteci bir örgüt gibi davrandığı, olay karşısındaki tutumu dolayısıyla YÖK Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta SARAÇ'ın da çete lideri gibi davrandığı ifade edilmiştir. Şikayete konu bu tür ithamlar, suçlama niteliği taşıyan ifadeler karşısında program sunucusunun, konuşma sırasında suçlamaların yoğunlaştığı kısımlarda "Hocam bir saniye, ....yasal olarak bizim hakkımızda da sonuç doğurabilecek hakaretamiz cümlelerden, kelimelerden uzak duralım lütfen, ...ama meramımızı daha düzgün kelimelerle ifade edebiliriz, lütfen." gibi ifadelerle konuğa gerekli müdahaleyi yaparak sorumlu bir yayıncılık anlayışı sergilediği görülmüştür. Bununla birlikte söz konusu telefon bağlantısından önce, sonra ve program kapanışında toplam üç kez programda isimleri geçen kişilerin programa bağlanarak cevap ve düzeltme haklarını kullanabilecekleri sunucu tarafından yayında belirtilmiştir. Şu haliyle sunucunun konuğa tanınan ifade özgürlüğü, izleyicinin haber alma hakkı ve olayda ismi geçen kişilere defaatle cevap ve düzeltme hakkı tanınabileceğini ekrandan duyurması yoluyla dengeli bir yayıncılık gözettiği görülmektedir. Bu bağlamda ilgili yayın içeriğindeki iddia, yorum ve değerlendirmelerin ilgili şikayetçi ve muhataplarının düzeltme ve cevap hakkına açık olduğu; bu suretle kamuoyunun bilgilendirilmesinin sağlanacağı gibi medyanın da kamusal sorumluluğa ve medya etiğine uygun bir yayıncılık sergileyeceği düşünülmektedir.
Sonuç olarak bu hususlar göz önüne alındığında; Kanal A logosu ile yayın yapan KTV Yayıncılık ve Reklam Sanayi Ticaret A.Ş. ünvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşun ilgili yayınında, 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'a aykırı bir husus olmadığı ancak ilgilinin, cevap ve düzeltme hakkını kullanabileceği kanaatine varılmıştır.”
Şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş olduğu
Söz konusu yayın ile 6112 sayılı Kanuna aykırı bir husus bulunmadığı kanaatinin Daire Başkanlığınca belirtildiği,
Konu hakkında karar alınmasını teminen yazının Üst Kurula havale edildiği anlaşılmaktadır.
Gerekçe : Konunun; İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nınyazısı, eki belgeler ve ilgili mevzuat kapsamında Üst Kurulumuzca değerlendirilmesi neticesinde;
Bilindiği üzere, 6112 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde Kanunun amacı “ifade ve haber alma özgürlüğünün” sağlanması olarak tanımlanmıştır.
Bahse konu program sırasında suçlamaların yoğunlaştığı kısımlarda, sunucu tarafından konuğa gerekli müdahalenin yapıldığı, ayrıca programda isimleri geçen kişilerin programa bağlanarak cevap ve düzeltme haklarını kullanabileceklerinin belirtildiği, dolayısıyla konuğa tanınan ifade özgürlüğü, izleyicinin haber alma hakkı ve olayda ismi geçen kişilere cevap ve düzeltme hakkı tanınabileceğini ekrandan duyurulması yoluyla dengeli bir yayıncılık gözetildiği görülmüştür.
Yukarıda alıntılanan uzman raporunda da ayrıntılı şekilde belirtildiği üzere, Kanunun amacı ve mahkeme içtihatları da dikkate alındığında; yayın kuruluşunun ilgili yayınında 6112 Sayılı Kanun'a aykırı bir husus olmadığı kanaatine varılmıştır.
Karar : Yapılan görüşmeler sonucunda, ayrıntıları ve gerekçeleri yukarıda izah olunduğu üzere; KANAL A logosuyla yayın yapan KTV YAYINCILIK VE REKLAM SANAYİ TİCARET A.Ş. hakkında, bahse konu yayını nedeniyle, 6112 sayılı Kanun kapsamında herhangi bir İDARİ YAPTIRIM UYGULANMASINA YER OLMADIĞINA, oy birliği ile karar verildi.