Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağının 12. Genel Kurul Toplantısı RTÜK’ün Ev Sahipliğinde İstanbul’da Başladı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun ev sahipliğinde 18 Akdeniz ülkesinde faaliyet gösteren RTÜK benzeri 21 yayıncılık düzenleyici otoritesinin oluşturduğu, Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağının 12. Genel Kurulu İstanbul’da başladı.
Genel Kurulunun açılışına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’da katılarak bir konuşma yaptı. Toplantının açılış bölümünde konuşan Akdeniz ve Düzenleyici Otoriteler Ağı Dönem Başkanı ve Endülüs Düzenleyici Otoritesi Başkanı toplantı gündemi hakkında bilgi verdi. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Üyesi Av. Mehmet Dadak’ın vefatının büyük üzüntü yarattığını belirterek RTÜK yöneticilerine başsağlığı diledi.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun, ''Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağı 12. Genel Kurulu''nda yaptığı konuşmaya, 5 yıldır birlikte görev yaptıkları RTÜK üyesi avukat Mehmet Dadak'ı dün kalp krizi sonucu kaybetmenin derin üzüntüsü içinde olduklarını, öncelikle ailesine, çalışma arkadaşlarına ve Kurula başsağlığı dilediklerini ifade ederek başladı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı ve Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağı Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Davut Dursun, görsel ve işitsel yayınların sınır aşan özelliğinin, yeni yayın teknolojileri ve yeni mecralar karşısında kitlelerin giderek korunmasız kalmasının, yayıncılık açısından ülkeler arasındaki işbirliğini ve ortak denetim arayışlarını zorunlu hale getirdiğini söyledi.
RTÜK Başkanı Dursun, insanlık tarihinin en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapan Akdeniz'in kıyısında binlerce yıllık ortak bir tarih ve kültür mirasıyla yaşayan ''Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağı'' üyelerinin, görsel ve işitsel medyanın mevcut sorunlarını ve işbirliği alanlarını konuşmak, birbirlerinin tecrübelerinden yararlanmak ve sorunların çözümü yönünde adımlar atmak için bir araya geldiklerini belirtti. Dursun, dünyanın en önemli medeniyet ve kültür merkezlerinden biri olan 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'da ağ temsilcilerini misafir edeceklerini dile getirdi.
Günümüzde her alanda etkisini arttırmakta olan küreselleşmenin, bir yandan sorunları, uluslararası ortak sorunlar haline getirirken, bir taraftan da ülkeleri sorunların çözümü için iş birliği yapmaya zorladığını belirten Dursun, bu durumun küresel ve bölgesel işbirliğinin önemini arttırdığını, birlikte çalışmayı dayattığını vurguladı.
-ORTAK ÇALIŞMANIN TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ-
Özellikle görsel ve işitsel yayıncılık teknolojilerindeki akıl almaz gelişmelerin işbirliğini ve ortak çalışmayı zorunlu hale getirdiğine dikkat çeken Dursun, sözlerine şöyle devam etti:
''Konumu nedeniyle Asya, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz ve Ortadoğu ülkesi olan Türkiye açısından bölgesel işbirliği ve sorunların çözümü için ortak çalışma daha da önem taşımaktadır. Türkiye, küreselleşme sürecine aktif olarak katılırken, çok yönlü dış ilişkiler doğrultusunda tüm komşularıyla iyi ilişkiler içerisinde bulunmaya ve bölgesel işbirliği girişimlerinde öncü rolü oynamaya çalışmaktadır. RTÜK olarak bir yandan siz değerli temsilcilerle Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağı'nda birlikte faaliyet gösterirken, diğer yandan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü çerçevesinde Karadeniz bölgesindeki ülkelerin düzenleyici ve denetleyici otoritelerinin katılımıyla oluşturulan Karadeniz Yayıncılık Düzenleyici Otoriteler Forumu bünyesinde ortak çalışmalar yürütüyoruz.”
Görsel ve işitsel yayıncılık alanında bölgesel işbirliğinin ve ortak çalışmanın bir başka örneğini, üzerinde çalışmakta olduğunuz İslam Ülkeleri Düzenleyici Kurullar Forumu adıyla bir işbirliği örgütünün kurulması yönündeki projemiz oluşturmaktadır. Bütün bunlar bölgesel işbirliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.''
Avrupa Konseyi İletişimden Sorumlu Bakanlar Konseyi'nde tartışılan yeni medya konseptinin en önemli özelliğinin, bu alandaki denetim ve düzenlemeler konusunda önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak gelişmelerin olacağını belirten Dursun, ''Özellikle sınır aşan bir nitelik kazanan görsel ve işitsel hizmetlerin hem düzenlenmesi, hem de denetlenmesi konusunda ortak düzenleme ve ortak denetleme gibi yeni kavramlar ve sistemler öne geçmiş bulunmaktadır'' dedi.
-ORTAK DENETİM ARAYIŞININ ZORUNLULUĞU-
Dursun, kendilerini bir araya getiren Akdeniz Ağı'nın, Akdeniz ülkelerinin görsel ve işitsel yayıncılıktaki sorunlarına karşı, ortak düzenleme ve ortak denetim arayışının bir ürünü saymak gerektiğini ifade etti.
''Görsel ve işitsel yayınların sınır aşan özelliği, yeni yayın teknolojileri ve yeni mecralar karşısında kitlelerin giderek korunmasız kalması, yayıncılık açısından ülkeler arasındaki işbirliğini ve ortak denetim arayışlarını zorunlu hale getirmiştir'' diyen Dursun, iki gün sürecek toplantının ana gündem maddelerinden birinin herkesin ortak kaygısı olan küçüklerin korunması konusu olduğunu dile getirdi.
-MEDYA OKURYAZARLIĞI DERSİ-
RTÜK Başkanı Davut Dursun, ayrıca Türkiye'deki medya okuryazarlığı dersiyle ilgili bilgi verdi.
Dursun, medya okuryazarlığı dersinin ilk olarak 2003 yılında düzenlenen İletişim Şurası'nda gündeme geldiğini, ders içeriğinin belirlenerek, eğitici eğitimleri tamamlandıktan sonra RTÜK'ün önerisi ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteğiyle 2007-2008 öğretim yılından itibaren ilköğretim okullarında seçmeli medya okuryazarlığı eğitiminin verilmeye başlandığını ifade etti.
Velilere, öğretmenlere ve öğrencilere bu dersi tanıtmak için web sitelerinin açıldığını, ülke çapında uzmanların katıldığı sempozyumlar ve konferansların düzenlendiğini hatırlatan Dursun, şunları kaydetti:
''Ekim ayı içerisinde medya okuryazarlığı dersinin ilk üç yıllık uygulamalarının değerlendirileceği geniş katılımlı bir panel düzenlenecek ve geri bildirimler alınacaktır. RTÜK'ün medya okuryazarlığı dersiyle ilgili çalışmalarını anlatmak, bu konuda daha tecrübeli olan ülkelerin deneyimlerini paylaşmak açısından geçen yıl Granada toplantısında açıklanan niyet bildirisini son derece önemsiyoruz. Niyet bildirisinde belirtildiği şekilde, medya okuryazarlığı konusunda Akdeniz ittifakı kurulmasının, deneyimlerin ve gelişmelerin paylaşılması açısından yararlı olacağına inanıyoruz.
Üst kurul olarak ebeveynlerin bilgilendirilmesi ve duyarlılığının geliştirilmesi konusu bizim de gündemimizdedir. Okul öncesi ve ilköğretim çağındaki çocukların akşamları uzun süre televizyon izlemelerini ve uykusuz kalmalarını önlemek amacıyla hem çocuklara, hem de ebeveynlere yönelik, yayın kuruluşlarının işbirliğiyle 'İyi Uykular Çocuklar' projesini geliştirdik. Proje önümüzdeki günlerde hayata geçirilecektir.''
Daha sonra konuşan Devlet Bakanı Bülent Arınç, Türkiye'nin, ''Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi''ne 1986 yılında taraf olduğunu anımsatarak, 175 ülkenin kabul ettiği temel insan hakları belgesi niteliğindeki bu sözleşmenin, dünyada kadınlar için bir ''haklar bildirgesi'', devletler için ise bir ''yükümlülükler manzumesi'' olduğunu vurguladı.
Türkiye'nin, bu sözleşmenin daha etkili şekilde uygulanabilmesi için Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ''İhtiyari Protokolü'' de 2002 yılında imzaladığını belirten Arınç, ''Böylece, dünyada bu protokole taraf olmuş 56 ülkeden biri olarak, kadınlar için insan haklarının gerçekleştirilmesi ilkesine olan inancımızı uluslararası alanda da ortaya koymuştur'' dedi.
Kadınlarla ilgili sorun alanlarından birinin, bu toplantının da gündeminde yer alan, kadınların medyada temsili konusu olduğunu ifade eden Arınç,
“Türkiye'de, 20'den fazla kadın örgütünün bir araya gelerek 2008 yılında gerçekleştirdiği ''Medyada Kadınların Temsil Biçimleri'' konulu araştırmanın bulgularını paylaşmak istediğini söyledi.” Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Araştırmaya göre, haberlerde, baş sayfalarda, manşetlerde kadınlar, bireysel varlığı olmayan 'eş-fedakar anne', 'magazin malzemesi', 'konu mankeni' ve 'cinsel nesne' olarak sunuluyor ya da tamamen yok sayılıyor. Tüm medyada kadınların hak mücadeleleri ve eylemlerinin yer alma oranı sadece yüzde 3. Kadın çalışanlara karar mekanizmalarında, ülke siyasetine katkıda bulunan yorumlarda, gündem belirleyen metin ve programlarda neredeyse hiç yer verilmiyor. Televizyon ana haber bültenleri yönetim kadrolarının sadece yüzde 16'sı kadınlardan oluşuyor. Buna karşılık, haber merkezlerinde haber hazırlayan kadınların oranı yüzde 35. Haber merkezlerinde çalışan kadın kameramanların sayısı ise yok denecek kadar az. Yaygın ve genel televizyon kanallarındaki siyasi tartışma programlarını yapanların tamamına yakını erkek. Haber tartışma programlarında katılımcıların yüzde 11'i kadın. Kadının medyada görmezden gelinmesi, eksik temsili ya da belirli roller içinde sunulması küresel bir sorun olarak da varlığını sürdürmektedir. Yapılan araştırmalarda, kadınların, ancak yüzde 21'lik bir temsille var olabildikleri görülmektedir.''
-''TELEVİZYON KADINLARI SÖMÜRMEKTE''-
Bülent Arınç, söz konusu araştırma sonuçlarının, medyada ''erkek egemen'' bir yapının olduğunu açık bir şekilde gösterdiğini belirterek, kadınların medyada, muhabir, kameraman, yazar ve foto muhabiri olarak çalıştığını, buna karşılık, söz konusu medya kuruluşunun yayın politikasını belirleme noktasında maalesef kadınlara yeterince yer verilmediğini kaydetti.
Karar mekanizmasında ve yayın politikasında kadınların yeteri derecede yer almamasının olumsuz etkilerini de Türkiye'deki televizyon yayıncılığında açıkça görüldüğünü anlatan Arınç, şöyle devam etti:
''Ülkemizdeki bazı televizyon prodüksiyonlarında, cinsellik, şiddet, ayrımcılık, genel ahlak kurallarına ve toplumun moral değerlerine karşı son derece olumsuz bir dil kullanılmaktadır. Şiddet de cinsellik de maalesef kadın üzerinden işlenmektedir. Bu dil, kadınları, öncelikle 'bedene' indirgemekte ve sömürmektedir. Farklı kadınlık durumu ve yaşamları medyada temsil edilmemekte, kadın ya ataerkil roller içerisine sıkıştırılmakta ya da ihanet eden, yuva yıkan, marjinal bir çerçeveye oturtulmaktadır.
Son dönemlerde ekranlarımızı dolduran yerli dizilerin nerede ise tamamında kadınlar 'içi boşaltılmış, değersizleştirilmiş' bir eşyaya dönüştürülmüştür. İhanet eden, evlilik dışı ilişkiler kuran, yuva dağıtan, temel değerleri hiçe sayan bir profil ile anne, hayat arkadaşı daha da ötesi herkes gibi bir insan olan kadın bütün bu masum ve kutsal özelliklerinden ayrıştırılmaktadır ya da tam tersi, dayak yiyen, zulme uğrayan, taciz edilen daha da ötesi dakikalarca tecavüze uğratılan, aşağılanan bir dil ile zavallı, acınası bir yaratığa dönüştürülmektedir.''
-''KADIN PROGRAMLARI DA VAHİM''-
Arınç, ''kadın programları'' adı altında yapılanların ise olayın başka bir vahim yönünü oluşturduğuna dikkati çekerek, ''Bu programların bazılarında da toplumdaki en uç örnekler konu edilmekte, şiddet, gözyaşı, her türlü sapkın ilişki aleni bir şekilde ortaya dökülmektedir. Hiçbir eğitici ve öğretici yanı olmayan o programlarda da sabahtan akşama kadar, şiddetin, genel ahlaka aykırı davranışların adeta propagandası yapılmakta ve bunlar adeta meşrulaştırılmaktadır. Evlerimizde hayat arkadaşlarımız, çocuklarımızın anneleri, iş hayatımızda mesai arkadaşlarımız, dostlarımız olan kadınlara yönelik bu dil ve bu anlatım tarzı kadınlardan daha çok inanın bizleri rahatsız etmektedir'' diye konuştu.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, televizyonda içerik üretenler; senaristler, yapımcılar, yönetmenler, editörlerin tüm iyi niyetli çağrılarına rağmen üstlerine düşen sorumluğu yerine getirmediklerini belirterek, ''Bundan sonra onlara yönelik olarak yapacağımız sorumlu yayıncılık çağrılarının da havada kalacağını düşünüyorum. Bundan dolayı, konunun uzmanları ve kurumsal otoriteler olarak sizlerin bu konulardaki çalışmaları hem ülkemiz hem de Avrupa ülkeleri için aydınlatıcı olacaktır'' dedi.
Arınç, toplantının ikinci gündem maddesinin ''çocukların korunması'' olduğunu anımsatarak, dünya nüfusunun üçte birinin 0-18 yaş grubu çocuklardan oluştuğunu, bu nüfusun büyüklüğüne rağmen çocuklara medyada ancak yüzde 5 oranında yer verildiğini vurguladı. Arınç, buna karşılık özellikle güç koşullardaki çocukların ilk sıralardaki haber konuları arasında yer aldığına dikkati çekti.
Türkiye'de ilkokul çocuklarının televizyon izleme süresi 3 saat iken, bu oranın dünyada daha da yüksek olduğunu ifade eden Arınç, 2 ile 14 yaş arasında cinayet işleyen 11 bin çocuğun aşırı derecede televizyon bağımlısı olduğunun tespit edildiğini belirtti.
Arınç, Neil Postman'a göre televizyonun 12 yaş mantalitesine göre tasarlandığını belirterek, Bursa'da bir ilkokulda 71 çocuk ile yapılan ankette ''Büyüyünce kim gibi olmak istersiniz?'' sorusuna, 30 çocuğun ''Kendim gibi'', 35 çocuğun ''Son dönem televizyonlarda gösterilen yerli ve yabancı dizi kahramanları gibi'', 6 çocuğun da ''Anne ve babası gibi'' olmayı istediğinin belirlendiğini kaydetti.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, hem yerel hem ülke hem de küresel ölçekteki bu bilgilerin televizyon ve çocuklar arasında ciddi bir ilişki olduğunu açıkça ortaya koyduğunu vurgulayarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Ortadaki ilişki oldukça karmaşıktır. Televizyonun sürekli etkin olduğu, çocuğun ise pasif bir şekilde kaldığı bir ilişki ve iletişim biçimi söz konusudur. Tüm dünyadan her türlü haberin, şiddet içerikli sinema ve dizi filmlerin, cinsellik, pornografi, ayrımcılık, savaş ve çocukların ruhsal gelişimini olumsuz etkileyecek görüntülerin yer aldığı televizyon ekranlarından ve etkisinden çocuklarımızı nasıl koruyacağız? Televizyonlarımızın düğmesini kapatmak ya da kanal değiştirmek sorunu çözmek için yeterli olacak mıdır?
Bütün dünyada tematik televizyonlar dışında televizyon yayınları ev/aile akışına göre düzenlenir. En büyük tüketici kitlesi çocuk olmasına karşın, televizyon yetişkinler imparatorluğunun biçimlendirdiği bir iletişim aracıdır. Çocuk, televizyonu görsel bir oyuncak gibi görür ve kullanır. Dramatik kurgulu dilin, televizyon haberlerini masala dönüştürdüğünden haberi olmaz. Masal kurgusu ile benzerlik gösteren bir haberin onu gerçek dünyadan kopardığının farkına varmaz. Gerçek ile masalın birbirine karıştığı bir rüyalar aleminden çocuklarımızı nasıl çıkartacağız?''
-''EN KOLAY HEDEF ÇOCUK''-
Arınç, her tür şiddetin en kolay hedefinin de çocuklar olduğunu belirterek, aile içindeki ve toplumdaki şiddetin yanında özellikle çocukların, şiddeti izleyerek de model alabildiklerini söyledi.
Çocukların, hayal ile gerçeği kolayca birbirinden ayırabilecek deneyimden çoğunlukla yoksun oldukları için gördüklerine ''mutlak gerçekler'' olarak inanma eğilimi içine girebildiklerini kaydeden Arınç, ''Kahramanları model aldıklarında ise bu durum öğrenilmiş çaresizliğe dönüşebilir. Görsel iletişim ortamının gerçek dünya olmadığını çocuklarımıza nasıl öğreteceğiz?'' dedi.
İletişim araçlarının müşterisinin her yaştan insan olduğunu belirten Arınç, televizyonlar açık olduğu müddetçe her çocuğun onun etki alanında olduğunu, televizyonları kapatmak bir çözüm olamayacağına göre kalıcı ve etkili çözüm yollarının arayışı içerisinde olunması gerektiğini dile getirdi.
Bülent Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bunu çocuklarımız için, toplumumuz için, dünya insanlığı için de başarmak zorundayız. Bugün bulunduğumuz bu noktada 'yasak' kelimesinin adını bile telaffuz etmek istemiyorum. Yaşadığımız çağı bir 'Ekran Çağı' olarak da vasıflandırabiliriz. Öyle ise ekran çağında, ekranların karartılmasına izin veremeyiz. Bu sorun tüm devletlerin, tüm insanlığın sorunudur. Bunun altından tek başımıza kalkmamızın maalesef imkanı yoktur. Modern dünya, şiddet kültürü ile iç içe yaşarken, hiç birimiz şiddet olgusundan tek başımıza korunamayız. İletişim ortamının yaygınlaştırdığı her olumsuzluğun öznesi olan insanı koruma sorumluluğu ise ahlaki olduğu kadar toplumsal medya düzeninin de alanına girmektedir. Sorumluluğun içselleştirilmesi kadar toplumsal aklın harekete geçirilmesi de herkesin etkin katılımı ve rol almasıyla gerçekleşebilir.''
-ÇOCUKLARI KORUMAK İÇİN YAPILAN ÇALIŞMALAR-
Arınç, Türkiye'de çocukları televizyon yayınlarının olumsuz etkilerinden korumak için kurumsal olarak ciddi çalışmalar yapıldığını belirterek, bunlardan ilkini 23 Nisan 2006 tarihinde RTÜK'ün gerçekleştirdiğini anımsattı.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda hayata geçirilen sistemin, pek çok ülkede kullanılmakta olan görsel, işitsel sınıflandırma sistemlerinin bir benzeri olduğunu anlatan Arınç, sistemin yayın kuruluşlarının gönüllü katılımıyla işlediğini, parlamentoya sevk edilen yeni yasa tasarısıyla sisteme hukuki alt yapı kazandırılmasının hedeflendiğini söyledi.
Arınç, akıllı işaretlerin, yasaklayıcı ya da denetleyici değil; esas olarak yayıncı kuruluşların çocukları ve gençleri televizyonun olası zararlı etkilerinden koruma sorumluluğuna işlerlik kazandıran bir özdenetim mekanizması olduğunu vurguladı.
Bülent Arınç, çocukların olumsuz yayın içeriğinden korunmalarına yönelik bir başka uygulamanın da medya okuryazarlığı dersi olduğunu belirterek, Türkiye'de medya okuryazarlığı dersinin RTÜK'ün önerisi ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteği ile 2007-2008 öğretim yılından itibaren verilmeye başlandığını, medya okuryazarlığı dersinin sadece televizyon yayınları değil, gazete ve radyo gibi diğer kitle iletişim araçları ile interneti de kapsadığını anlattı.
-''SORUN ORTAK''-
Arınç, ''Bütün bu farklı ortamlar için nasıl bir ortak denetim geliştirebiliriz?'' sorusuna yanıt aranacak bu toplantıyı son derece önemli bulduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:
''Çünkü, televizyonda içerik üretenler; senaristler, yapımcılar, yönetmenler, editörler tüm iyi niyetli çağrılarımıza rağmen, üzerlerine düşen sorumluğunu yerine getirmiyorlar. Ustalık, emek ve estetiğin yerine çoğu zaman ucuz ve kolay olanı tercih ediyorlar. Bundan sonra onlara yönelik olarak yapacağımız sorumlu yayıncılık çağrılarının da havada kalacağını düşünüyorum. Bundan dolayı, konunun uzmanları ve kurumsal otoriteler olarak sizlerin bu konulardaki çalışmaları hem ülkemiz hem de Avrupa ülkeleri için aydınlatıcı olacaktır. Hepimiz ayrı kültürlerin, ayrı milletlerin insanları olabiliriz. Ancak hepimizin paylaştığı, ayrımcılık, ırkçılık, şiddet, kadına ve çocuğa yönelik şiddete karşı koyma, aileyi, tarihi değerlerimizi, toplumsal dokumuzu ve inançlarımızı koruma gibi evrensel değerlerimiz, ortak hareket noktalarımız aynıdır. Ortadaki sorun hepimizin bir an önce çözüm bulması gereken ortak bir sorundur. Hepinizin bilgi, birikim ve deneyimleriniz son derece önemlidir. Ortak akılla ve evrensel bir dil ile bu sorunun üstesinden geleceğimizi düşünüyorum.''
Bülent Arınç, bu toplantıda başkanlık görevini devralacak olan Türkiye'nin en önemli bağımsız kurullarından birisi olan RTÜK'e de başarı diledi.
Toplantıda daha sonra Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından “Akıllı İşaretlere özel vurgu yaparak denetim ve ortak denetim aracılığı ile küçüklerin korunması konulu bir sunum yapıldı. Ardından Katalonya ve Fas Düzenleyici Otoriteleri tarafından “küçüklerin korunması, denetim, ortak denetim ve yeni hizmetler” konulu bir sunum gerçekleştirildi.
Toplantının öğleden sonraki bölümünde İtalya, Portekiz ve Endülüs düzenleyici otoriteleri tarafından “Kadınların Medyada Temsili” konulu sunumlar yapıldı.
Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağının 12. Genel Kurul Toplantısı sonunda dönem başkanlık görevini RTÜK devralacaktır. 30.09.2010